Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Milletlerarası Ticari Tahkimde Zamanaşımının Hükmün Türkiye’de Tenfizine Etkisi

The Impact of the Prescription on the Recognition of the Arbitral Awards in Turkey in International Commercial Arbitration

Hasan Serat GÖKÇEK

Eldeki çalışmada temel itibariyle tahkim yargılamasının hükmün verilmesiyle neticelenmesinin ardından meydana gelen zamanaşımının, hakem hükmünün Türkiye’de tenfizine etkisinin ne olduğu araştırılmaktadır. Hüküm sonrasında zamanaşımı denildiğinde, temelde üç ayrı zamanaşımı olayı anlaşılabilir: Bunlar alacak zamanaşımı, ilam zamanaşımı ve tenfiz zamanaşımıdır. Türk hukukunda doktrinde ve yargı kararlarında ittifakla tenfiz zamanaşımının bulunmadığı kabul edildiğinden bu çalışmada tenfiz zamanaşımına yönelik bir değerlendirme yapılmamıştır. Dolayısıyla çalışmanın asıl konusunu Türk hukuku bakımından hakemlerin hükümlerini vermeleri sonrasında gündeme gelen zamanaşımına, Türk hukukunda zamanaşımı bakımından savunulan görüşler ekseninden yaklaşmak teşkil etmektedir. Bu bağlamda ilk olarak yabancı hakem kararlarının tanınması ve tenfizine yönelik genel rejim, özellikle 10 Haziran 1958 tarihli New York Sözleşmesi çerçevesinde ele alınmıştır. Ardından karşılaştırmalı hukuktaki duruma değinilmiş ve sonrasında Türk hukukunda doğrudan konuya yönelik fazlaca görüş olmadığından, yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizinde zamanaşımına dair görüşlerin konu bakımından uygulanma kabiliyeti olup olmadığı değerlendirilmiştir. Nihayetinde hüküm sonrası zamanaşımına yönelik her iki görüş çerçevesinde de hakem hükümlerinin tenfizinde zamanaşımının neden dikkate alınmaması gerektiği aktarılmıştır.

Zamanaşımı, İlam Zamanaşımı, Alacak Zamanaşımı, Hakem Kararlarının Tenfizi, New York Sözleşmesi.

In this work, the impact of the prescription that occurs after the arbitration, on the recognition of the arbitral award in Turkey, is studied. in Turkey, the prescription could refer to three different types of prescription. It could pertain to either one of prescription on recognition, prescription on execution or prescription on the claim itself. In Turkish law, it is unanimously accepted that, there exists no prescription on recognition. Therefore, the focal point of this study is to approach the subject, that is the prescription that comes into existence after the award, through the point of views upheld in Turkish law concerning the prescription. In this sense, firstly, the general regime pertaining to the recognition and the enforcement of foreign arbitral awards is studied especially in the framework of New York Convention of 10 June 1958. The situation regarding the subject, in accordance with the comparative law, is then examined. Afterwards, as there are not many remarks on the subject itself, the applicability of views that are espoused in recognition and enforcement of foreign judgments is evaluated. Finally, why the prescription should not be regarded in the recognition of an award is explained, pursuant to the two remarks.

Prescription, Prescription on Execution, Prescription on Claim, Enforcement of Arbitral Awards, New York Convention.

GİRİŞ

Bir tahkim yargılamasında, tahkim davasının açıldığı esnada zamanaşımına uğramış bulunan bir alacağın varlığına rağmen alacaklı lehine hüküm verilebilir. Burada hakemler uyuşmazlığın esası ile ilgili olarak tarafların iddia ve savunmalarını delillerle beraber değerlendirerek bir sonuca varmakta ve nihayetinde bir hüküm vermektedirler. Çalışmamızın kapsamına bu durum değil, hakemlerce hüküm verildikten sonra meydana gelen ve alacağın zamanaşımına uğramış olması durumunu da kapsayan zamanaşımı olayları girmektedir. Zamanaşımı denildiğinde genellikle hukuki ilişkinin esasına uygulanacak hukuka göre belirlenen ve alacağa ilişkin olan zamanaşımı anlaşılır. Fakat hukukumuzdaki tek zamanaşımı alacağın tabi olduğu zamanaşımı değildir. Bunun yanı sıra, alacak şayet hükme bağlanmışsa, bu hükmün icra edilebileceği zaman aralığı anlamına gelen bir ilam zamanaşımından da bahsedilmektedir. Söz konusu sürelerin, yabancı hakem hükmünün tenfizi Türkiye’de talep edildiğinde tenfiz davasına bir etkisinin bulunup bulunmadığı, yani tenfiz davasında hükmün verilmesinden sonra gündeme gelen zamanaşımının tenfiz davasının reddi için bir sebep teşkil edip etmeyeceği çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.

Çalışmamızda öncelikle, tenfiz davası ve tenfiz davasının konuyla ilgili özellikleri incelenecek, ardından tahkim yargılamasında, hüküm sonrası sonra gelişen zamanaşımının başka hukuk düzenlerince nasıl ele alındığı ve bu hukuk düzenlerinde zamansal sınır denebilecek söz konusu sürelerin tenfiz davasına ne tür etkilerde bulunabileceği aktarılacak ve nihayetinde konuya yönelik Türk hukukundaki görüşler ile Türk hukukunda hüküm sonrasında meydana gelen zamanaşımının tenfiz davasında dikkate alınıp alınmayacağına yönelik kanaatimiz aktarılacaktır.

I. SORUNUN ORTAYA KONMASI VE TENFİZ DAVASI

Özellikle uyuşmazlığın hangi hukuka ve hatta neye göre çözümlenebileceğinin serbestçe kararlaştırılabildiği1 tahkim yargılamasının, hakemlerin hüküm2 vermesiyle sonuçlanması üzerine davanın tarafları arasındaki çekişme iptal davası veya tenfiz davası olarak iptal ve tenfiz sebepleri çerçevesinde devam edebilir. Kaybeden taraf, hükmün icrasına engel olmaya çalışırken, kazanan taraf artık bir hükme bağlanmış alacağa ilişkin borcu gönüllü olarak yerine getirmeyen davalıya karşı bir an önce cebri icra vasıtalarını harekete geçirmeyi hedefler. Bütün bu süreç kural olarak kısa sürer, zira tahkime başvurmadaki temel sebeplerden birisi tahkim yargılamasının hızlı cereyan edeceğine, uyuşmazlığın hızlı bir biçimde çözümleneceğine dair duyulan inançtır.3 Durum bu olmakla beraber bazı hallerde, tahkim yargılamasının uzun sürmesinden veya tahkim yargılamasının hakemlerin hüküm vererek sonlanmasını takiben açılan iptal davasının zaman almasından başka, hakemin verdiği hükmün çeşitli nedenlerle tahkim yerinde icra edilememesi ve tahkim yeri dışındaki bir ülkede de tenfizinin istenmemesi söz konusu olabilir.

Örneğin bu bağlamda alacaklı, tahkim davasının davalısı konumundaki borçluya bir şans daha tanımak istemiş veya başka bir nedenle hükmün tenfizini talep etmemiş olabilir. Tenfizin istenmemesinin sebebi ne olursa olsun böyle bir halde alacağın doğumundan, muaccel oluşundan ya da alacağın yol açtığı uyuşmazlığa dair hükmün verilişinden itibaren yıllar geçebilir ve bu esnada çeşitli zamanaşımı olayları meydana gelebilir. Türk hukuku bakımından konuya yaklaşıldığında temelde üç zamanaşımı süresinin tenfize etki etme imkanının bulunduğu görülmektedir: En başta hükmün verilmesinden sonra hükme konu alacağın zamanaşımına uğradığı söylenebilir. Başka bir ifadeyle tenfize konu hükmün tespit ettiği ve yerine getirilmesini emrettiği alacak, hükmün verilmesinden sonraki bir aşamada uyuşmazlığın esasına uygulanan hukuka göre zamanaşımına uğramış olabilir. Bundan başka artık hüküm verildiği için alacak zamanaşımının bir rol oynamayacağı, hükmün verilmesiyle on yıllık bir ilam zamanaşımının işlemeye başlayacağı (11.01.2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu4 [“TBK”] md. 156/2, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu5 [“İİK”] md. 39), ilam zamanaşımının Türk hukukundaki bir takip hukuku kuralı olduğu, bunun da uyuşmazlığın esasına uygulanacak hukuktan bağımsız bir süreyi ifade ettiği ve bu sürenin geçmiş olmasının tenfize etki edebileceği de pekâlâ söylenebilir. Görüldüğü üzere burada tenfiz davasına ya alacak zamanaşımı ya da ilam zamanaşımı etki edebilecektir. Zira Türk hukukunda ilam zamanaşımı kavramının alacak zamanaşımı ile aynı mı olduğu yoksa alacak zamanaşımından bağımsız bir kavram mı olduğu tartışmalıdır.

İlam zamanaşımı ya da alacak zamanaşımı dışında, üçüncü bir zamanaşımı olayı olarak doğrudan tenfizi talep etmeye yönelik sürenin geçmesi söz konusu olabilir. Bununla beraber tenfiz talebini süreye bağlayan bir düzenlemenin Türk hukukunda bulunmadığı, başka bir ifadeyle Türk hukukunda dar anlamıyla bir tenfiz zamanaşımının söz konusu olmadığı kabul edilmekte ve bu konuda bir tartışma bulunmamaktadır.6 O halde çalışmada araştırılacak ve cevaplanacak soru, doğrudan tenfiz istenmesini bir süreye bağlamayan ancak ya alacağın borçlusuna bir def’i hakkı tanıyarak alacağı zayıflatan ya da hükmün ilamların icrasına göre icra edilebilirliğini ortadan kaldıran alacak zamanaşımı ile ilam zamanaşımının ne oldukları ve bunların hakem hükümlerinin tenfizine nasıl ve ne şekilde etki edebileceğidir.

Bu soruya cevap bulabilmek için öncelikle tenfiz davasının ve tenfiz sebeplerinin ele alınması gerekmektedir.

Tenfiz, yabancı hakem hükümlerinin Türkiye’de sonuç doğurması için işletilmesi gereken bir süreçtir. Hakem hükümleri bakımından tenfiz (exequatur), söz konusu hakem hükmüne icra kabiliyetinin ve kesin hüküm kuvvetinin Türk hukuku bakımından kazandırılması (tanınması), bu hükmün adeta Türk hukukuna ithal edilmesi anlamına gelir.7 Tenfiz, davalının belirli bir davranışta bulunmaya veya bulunmamaya mahkûm edildiği eda hükümleri bakımından söz konusu olur, zira bir hükmün icra kabiliyetinin tanınması eda hükümleri bakımından gerekli ve anlamlıdır. Tenfiz prosedüründe, hakem hükmü, sınırlı sayıdaki tenfiz engelleri yönünden incelenir.8 Yapılan tenfiz yargılamasında, hakem hükmü ile çözüme bağlanmış uyuşmazlık bir kez daha ele alınarak çözümlenmez, tenfiz hâkimi uyuşmazlığın esasını tekrar inceleyemez.9Revision au fond” yasağı buna engeldir. Hükmün, tenfiz şartlarını taşıdığının anlaşılması (tenfiz engellerinin bulunmaması) halinde hükmün tenfizine karar verilir ve söz konusu hüküm, adeta Türk mahkemelerince verilmiş hükümler gibi icra olunur (27.11.2007 tarihli ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun10 [“MÖHUK”] md. 61/2 atfıyla MÖHUK md. 57/1).

Öncelikle belirtmek gerekir ki tahkim yerinin11 Türkiye olduğu ya da 21.06.2001 tarihli ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu (“MTK”)12 hükümlerinin tahkime uygulanmak üzere taraflarca veya hakem kurulunca seçildiği hallerde konumuz ile ilgili bir değerlendirme yapmaya gerek olmayacaktır, zira bu hallerde tahkim yargılaması sonunda verilecek hükmün yerli karar kabul edilmesinden dolayı Türkiye’de tenfizi gerekmeyecek, bu hükme karşı ancak iptal davası açılabilecektir (MTK md. 1/2, md. 15/A). Başka bir ifadeyle bu halde yabancı değil, yerli bir hakem hükmünden söz etmek gerekecektir.

Bununla beraber dikkat edilmesi gereken nokta, hakem hükmünün 10.06.1958 tarihli New York Sözleşmesi13 (“Sözleşme”) kapsamında kalıp kalmadığıdır. Söz konusu Sözleşme, yabancı hakem kararlarının tanınması ve tenfizi konusunda başvurulacak temel düzenleme niteliğindedir. Türkiye’nin 2 Temmuz 1992’de taraf olduğu ve 30 Eylül 1992 tarihinde yürürlüğe giren işbu Sözleşme, dünyanın en çok onaylanan uluslararası belgelerinden birisi olarak kabul edilmekte ve özünde yabancı hakem kararlarının tenfizi ve tanınması sebeplerini, başka bir deyişle, engellerini düzenlemektedir.14 Temel amacı taraf ülkelerde yabancı hakem kararlarının tanınmasını ve tenfizini kolaylaştırmak, milletlerarası tahkimin dünya çapında etkinliğini artırmak olan Sözleşme’ye göre bir hakem kararının tenfiz edilebilmesi ya da tanınabilmesi için temel koşul, söz konusu hakem kararının tenfizi ya da tanınması istenen ülkeden başka bir yerde verilmiş olmasıdır.15 “Ülke esası” veya “toprak esası” olarak adlandırılan bu prensip uyarınca, Sözleşme’nin kapsamında kalan uyuşmazlıklar yönünden Türkiye’den başka bir yerde verilen hakem kararları, Türk hukukuna göre yabancı hakem kararları olarak kabul edilecek ve bu kararların ve tenfizi ya da tanınması gerekecektir.16

New York Sözleşmesi’nin kapsamında kalan hakem kararları açısından tahkim usulüne Türk hukukunun uygulanmış olması da bu durumu değiştirmeyecektir.17 Yargıtayın, Türkiye’nin Sözleşme’ye taraf olmasından önceki dönemde sürdürdüğü, bununla beraber yankılarının halen duyulduğu “otorite kanunu görüşü”ne göre, hakem kararlarının milliyetini tahkim usulüne uygulanan hukuk belirlemekteydi.18 Bu nedenle, usulüne Türk hukuku uygulanan tahkimlerde verilen hakem kararları yerli kabul edilmekteydi ve Türkiye’de tenfizi gerekmemekteydi. İşte bu yüzden MTK md. 1/2’ye göre tahkime, MTK hükümlerinin uygulanmasının taraflarca kararlaştırıldığı veya MTK hükümlerinin hakem kurulunca seçildiği hallerde verilen bir hakem kararının tenfizinin gerekmediği, yerli (domestic) mahiyette olduğu düşünülebilir. Hatta, Yargıtayın istikrarlı bir şekilde sürdürdüğü otorite kanunu görüşüne göre, tahkim yerinin Türkiye olduğu fakat tahkim usulüne yabancı bir devletin hukukunun uygulandığı hallerde, Sözleşme md. I, 2.c uyarınca “verildiği ülkede yabancı sayılan bir hakem kararı” olduğundan söz etmek mümkün olduğu da akla gelen diğer bir ihtimaldir.19 Fakat MTK ve HMK uyarınca, Sözleşme kapsamında kalsın ya da kalmasın, yabancılık unsuru taşısın veya taşımasın, tahkim yeri Türkiye olan bir tahkimde yapılacak yargılamanın ürünü olacak hakem kararının, yabancı olma ihtimali yoktur. Zira hem HMK’nın hem de MTK’nın uygulanmasının temel koşulu, tahkim yerinin Türkiye olmasıdır (HMK md. 407, MTK md. 1/2). HMK bakımından uyuşmazlığın MTK’nın aradığı şekliyle yabancılık unsuru taşımaması gerekirken, MTK’nın uygulanabilmesi için, diğer alternatif koşul dışında, tahkim yerinin Türkiye olması ve uyuşmazlığın MTK’nın aradığı türden yabancılık unsuru taşıması gerekmektedir. Tahkim yerinin Türkiye olduğu bir tahkimde, tahkim usulüne yabancı bir hukuk uygulansa dahi, tahkimde verilen karar yerli bir hakem kararı olacaktır. Başka bir ifadeyle, yürürlükteki hukukumuz bakımından tahkim yerinin Türkiye olduğu iç ve milletlerarası tahkimde, hakem kararının yabancı olması mümkün değildir.20 Benzer şekilde, Sözleşme kapsamındaki hakem kararları bakımından, MTK md. 1/6 uyarınca milletlerarası sözleşme hükümleri saklı olduğundan Sözleşme öncelikle uygulama alanı bulacak ve tahkime uygulanacak hukuk (lex arbitri) olarak MTK (Türk hukuku) seçilmiş olsa dahi, tahkim yeri Türkiye dışında ise, söz konusu tahkimde verilen hakem kararının Türkiye’de tenfizi gerekebilecektir.21

Bununla beraber Türkiye’nin New York Sözleşmesi’ne karşılıklılık ve ticari iş çekincesiyle taraf olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla hakem kararının tenfizini talep eden kişi Sözleşme’ye taraf olmayan bir devletin vatandaşı (ya da tüzel kişileri de kapsayacak şekilde, tabiiyetinde) olur ya da uyuşmazlık ticari iş niteliğinde olmazsa, söz konusu hakem kararı Sözleşme kapsamı dışında kalacak ve bunun doğal bir sonucu olarak MTK md. 1/6’da saklı tutulan türden bir milletlerarası anlaşma da bulunmadığından, tahkime MTK hükümlerinin uygulanacağı kararlaştırılmışsa söz konusu hakem kararının tenfizi gerekmeyecek, ancak Türkiye’de karara karşı iptal davası açılabilecektir. İlaveten, Sözleşme kapsamı dışında kalan bir hakem kararı, yabancı bir hukukun otoritesi altında verilmiş veya tahkim yeri Türkiye dışında ise, tanıma ve tenfiz, MÖHUK md. 60-64 hükümlerine göre gerçekleştirilecektir. Ne var ki, günümüzde Birleşmiş Milletlerce tanınan 193 ülkeden22 172’si23 Sözleşme’ye taraf olduğundan ve tahkimin, genel itibariyle ticari iş mahiyetinde olan uyuşmazlıkların hallinde başvurulan bir yol olduğu düşünüldüğünde, tanıma ve tenfizin MÖHUK hükümlerine göre yapılacağı haller epey nadir olacaktır. Bu nedenle çalışmada varılan sonuçlar, aksi belirtilmiş olmadıkça, Sözleşme kapsamında kalan hakem hükümlerinin tenfizine yöneliktir.

New York Sözleşmesi’nin en kritik kısmını ise, tanıma ve tenfiz engelleri oluşturmaktadır. Sözleşme’deki tenfiz engelleri, iki tenfiz engeli dışında, aleyhine tenfiz istenen kişi tarafından ileri sürülüp ispatlanması halinde hakem hükmünün tenfizi talebinin reddini sağlamaktadır.24 Sözleşme’nin V. maddesinde düzenlenen tenfiz engelleri örnekseyici değil sınırlı sayılmış olup işbu sebepler dışında hakem hükmünün tenfizi istemi reddedilemez.25 Sözleşmede asıl olan hakem kararlarının tanınması ve tenfizi olduğundan, tenfiz engellerinin dar yorumlanması gerekir.26 Görüldüğü üzere, Sözleşme kapsamında hakem kararlarının tenfizinde de revizyon yasağı geçerlidir. Bu nedenle bir hakem hükmünün tenfizi istemi, Sözleşme md. V’de yer alan sebepler dışında reddedilemeyecek ve Sözleşme’nin “tenfiz yanlısı” tavrı göz önünde bulundurularak tenfiz engelleri dar yorumlanacaktır.27 Tenfiz engellerinin sınırlı sayıda olması ve dar yorumlanması uyuşmazlığın bir kez daha tenfiz mahkemesi önünde görülmesi ile çözülmesini ve bu sonucu doğuracak yaklaşımları bertaraf etmektedir.