Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Özellikle Medeni Hukuk Perspektifinden Anayasa Mahkemesinin “Ananın Soybağının Reddi Davası Açamaması” ve “Evlat Edinmede Ana Baba Adı” Meseleleriyle İlgili 26.7.2023 Tarihli İptal Kararları Üzerine Düşün

Reflections on the Cancellation Decisions of the Constitutional Court Dated 26.7.2023 on the Issues of “Mother’s Inability to File a Lawsuit for Denial of Paternity” and “Parental Name in Adoption”, Especially from the Viewpoint of Civil Law

Ahmet TÜRKMEN

Anayasa Mahkemesi 26.7.2023 tarihinde verdiği ve 19-20 Ekim 2023 tarihlerinde Resmi Gazetede yayımlanan kararlarıyla kocanın soybağının reddi davası açma hakkına ilişkin TMK m.286/I hükmü ile ayırt etme gücüne sahip olmayan küçüklerin birlikte evlat edinilmesinde onların biyolojik ana baba adları yerine kendilerini evlat edinenlerin ana baba adlarının yazılmasını öngören TMK m.314/IV hükmünü iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararları hem Anayasa Yargısı açısından hem de çalışmamızın ağırlığını oluşturan medeni hukuk yönünden önemli hukuki tartışmaları beraberinde getirecek niteliktedir. Bu çalışmada kararların Anayasa Yargısı bağlamında düşündürdükleri ve özellikle medeni hukuk perspektifinden değerlendirilmesi ve kanun koyucunun erteleme süresi içinde düzenleme yapmadığı takdirde oluşması muhtemel kanun boşluklarının nasıl doldurulacağı üzerinde durulmaktadır.

Soybağının Reddi, Evlat Edinme, Anayasa Mahkemesi, Ana Baba Adı, Anayasaya Aykırılık.

Upon its decisions dated 26.7.2023 and published in the Official Gazette on October 19-20, 2023, the Constitutional Court annulled the provision of Article 286/I of the TCC regarding the right of the husband to file a lawsuit for the denial of paternity and the provision of Article 314/IV of the TCC stipulating that in the adoption of minors who do not have the power of discernment, the names of the adoptive parents should be written instead of their biological parents’ names. These annulment decisions of the Constitutional Court have the quality of bringing significant legal discussions both in terms of Constitutional Jurisdiction and civil law, which constitutes the focus of our study. In this study, the implications of the decisions in the context of the Constitutional Judiciary, especially their evaluation from the perspective of civil law, and how to fill the possible legal gaps that may occur if the legislator does not make a regulation within the postponement period are emphasized.

Denial of Paternity, Adoption, Constitutional Court, Parents’ Name, Unconstitutionality.

Giriş

Anayasa Mahkemesi aynı gün verdiği kararlarında (26.7.2023) Türk Medeni Kanununun Aile Hukuku kitabı içinde yer alan iki önemli madde hakkında oldukça yankı uyandıracak kararlara imza atmıştır. Kararlar, 19 ve 20 Ekim 2023 tarihlerinde peş peşe Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bu kararlar gerek Anayasa Yargısı gerekse de Medeni Hukuk yönünden önemli tartışmaları da beraberinde getirecek potansiyele sahiptir.

Kararlardan bir tanesi kanunda anaya soybağının reddi davası açma hakkı tanınmaması nedeniyle kocaya soybağının reddi davası açma hakkı tanıyan TMK m.286/I hükmüne ilişkin iken, diğeri ise evlat edinme ilişkilerinde yalnızca ayırt etme gücüne sahip olmayan küçüklerin birlikte evlat edinilmesinde uygulama alanı bulduğu iddia edilen ve bunun dışındaki diğer evlat edinme ilişkileri için bir düzenleme içermeyen evlat edinilenin biyolojik ana babası yerine kendisini evlat edinen/lerin ana baba adı olarak yazılmasını öngören TMK m.314/IV hükmünün iptaliyle ilgilidir. Kararların iptaline ilişkin yürürlüğü dokuz (9) ay süreyle ertelenmiştir.

Her iki iptal kararında da iptale konu maddelerin içeriği, kanunda öngörülen hak sahipleriyle ilgili olarak bir Anayasaya aykırılık barındırmamaktadır. Sorun tamamen iptale konu maddelerin ve genel olarak soybağının reddi ve evlat edinmeye ilişkin hükümlerin yargısal yorumundan kaynaklanmaktadır. Buna karşın, kararlarla normların düzenleme kapsamı dışında bırakılmaları sebebiyle ilgili kişilerin “özel hayatına saygı gösterilmelerini isteme hakkı” (AY m.20) ile özel hayata saygı hakkıyla bağlantılı olarak “etkili başvuru hakkına” (AY m.40) aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle norm kapsamı içinde olan kişilerin haklarını düzenleyen hükümler de iptal edilmiştir. Kararlar, bu niteliği itibariyle Anayasa Yargısı bağlamında oldukça önem taşımaktadır. Her ne kadar uzmanlık alanımız olmasa da yoğun irtibatı ve bunlardan söz etmememizin çalışma yönünden büyük bir eksiklik arz edeceği gerekçesiyle çalışmanın ilk bölümünde bu kararların düşündürdükleri başlığı altında açıklamalar yapılmıştır. Bu kısımda konunun uzmanı olmadığımız için yalnızca kararların yol açabileceği olumsuzluklar sorgulanmış, bir çıkarım yapmaktan bilinçli olarak kaçınılarak genel açıklamalar ve aktarımlar yapılmakla yetinilmiştir.

Çalışmanın önemli bir ağırlığını oluşturan medeni hukukla ilgili kısmında ise, iptal kararlarına konu olan hükümler medeni hukuk kapsamında değerlendirilmiş olup sonrasında, yasama organı erteleme süresi içinde bir düzenleme yapmadığı takdirde oluşabilecek kanun boşluklarının nasıl doldurulması gerektiğine yönelik görüşlerimiz paylaşılmaktadır.

I. Anayasa Yargısı Bağlamında İptal Kararlarının Düşündürdükleri

Anayasa Mahkemesi 19 ve 20 Ekim 2023 tarihlerinde Resmi Gazetede yayımlanan kararlarıyla Türk Medeni Kanununun Aile Hukuku kitabı içindeki iki hükmü (TMK m.286/I1 ve TMK m.314/IV)2 iptal etmiştir.

Her iki karar da birbirine olan benzerliğiyle dikkat çekmektedir. Şöyle ki; gerek iptaline karar verilen ve kocaya soybağının reddi davası açma hakkı tanıyan TMK m.286/I hükmüne ilişkin gerekse de ayırt etme gücüne sahip olmayan küçüklerin birlikte evlat edinilmesinde biyolojik ana baba adı yerine evlat edinenlerin ana baba adının evlat edinenin nüfus kaydına yazılacağını öngören TMK m.314/IV hükmüne ilişkin iptal gerekçelerinde, bu kişilere maddelerde anılan hakların tanınmasının Anayasaya aykırı olduğuna dair bir açıklama yer almamaktadır.3 Tam tersine, kanunda sayılan kişilere tanınan aynı hakların menfaat durumları gereği başka kişilere tanınmamasının Anayasaya aykırılık teşkil ettiği vurgulanmaktadır. Gerçi Anayasa Mahkemesi her iki normu da AY m.20 uyarınca kişinin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ve AY m.40 uyarınca da özel hayata saygı hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkına aykırılık oluşturacağı gerekçesiyle iptal etmiş, AY m.10 gereğince eşitlik ilkesine aykırılık iddiasını ise halihazırda andığımız hükümlere istinaden iptal ettiği için incelemeye gerek görmemiştir.4 Lakin bu durum Anayasa Mahkemesinin tümden iptal yönünde karar vermesinin doğuracağı sonuçlar bağlamında herhangi bir etki yaratmamaktadır. Nihayetinde Anayasa Mahkemesi iptal ettiği normlardaki bir aksaklık nedeniyle değil, bir eksiklik nedeniyle söz konusu hükümlerin iptaline karar vermiştir.

Her iki karar da niteliği itibariyle bazı sorgulamaları yapmayı gerekli kılmaktadır. İptaline karar verilen kocaya soybağının reddi davası açma hakkı tanıyan TMK m.286/I hükmünden başlayacak olursak, şu soruların sorulması kaçınılmazdır: Sırf anaya soybağının reddi davası açma hakkı tanınmaması sebebiyle, babalık karinesi yoluyla (TMK m.285) aleyhine soybağı kurulan birincil derecedeki kişi olan kocanın dava açma hakkına ilişkin düzenlemenin tamamen iptali ne kadar yerindedir? Aynı konuyla ilgili olarak; bilindiği üzere somut norm denetiminde Anayasa Mahkemesi iptali istenen normla sınırlı olarak değerlendirme yapmaktadır. Somut olayda da itiraz konusu, kocaya dava açma hakkı tanıyan TMK m.286/I hükmüne ilişkindir ve Anayasa Mahkemesi de yalnızca bu hükmün iptaline karar vermiştir. O halde, şu soruların sorulması kaçınılmaz olmaktadır: Şayet iptal istemi çocuğun dava hakkını düzenleyen TMK m.286/II veya diğer ilgililerin dava açma hakkını düzenleyen TMK m.291 hükmüne ilişkin olsaydı Anayasa Mahkemesi bunların da mı iptaline karar verecekti? Anayasa Mahkemesinin anaya soybağının reddi davası açma hakkı tanınmamasının onun özel hayatına saygı gösterilmesini isteme ve etkili başvuru hakkını ihlali gerekçesiyle böyle bir karar verdiği gözetilecek olursa, herhalde bu soruya olumlu yanıt vermek gerekecektir. Bir başka soruyla devam edelim. Mahkemeler ayırt etme gücüne sahip olmayan küçüklerin birlikte evlat edinilmesinde evlat edinenlerin ana baba adı olarak nüfusa kaydedilmesi hususunda -artık kanuni bir dayanak da kalmadığına göre- bir kanun boşluğu olmadığı gerekçesiyle buna yer olmadığına ilişkin hüküm tesis ederse ne olacaktır? Benzer bir soru kocanın soybağının reddi davası açma hakkı bakımından da sorulabilir.

Tüm bu sorular somut norm denetimine ilişkin olarak Anayasa yargısında klasik anlamda “iptal” veya “ret” kararı dışında özellikle başka tür kararlar da verilip verilemeyeceği hususunu sorgulamaya yeter ve de değerdir. Gözler’e göre; Anayasa Mahkemesi norm denetimi davalarında, işin esasına girdikten sonra, “ret” veya “iptal” olmak üzere sadece iki tür karar verebilir.5 Yazara göre Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanun hükmünün Anayasaya uygun olduğu sonucuna ulaşırsa “ret kararı”, aykırı olduğu sonucuna ulaşırsa “iptal kararı” vermek durumundadır.6 Buna karşın, Anayasa Mahkemesi son zamanlarda Gözler’in de bir çalışmasına konu olan -yazarın adlandırmasıyla- “yönünden iptal kararları” türünden klasik anlamda iptal ve ret dışında yeni bir karar türü geliştirmiştir.

Yakın sayılabilecek bir tarihte Anayasa Mahkemesi Türk Medeni Kanununun Aile Hukuku kitabı içinde yer alan babalık davası açılmasına yönelik hak düşürücü süreyi düzenleyen TMK m.303/IV hükmünün7çocuk yönünden” iptal edilmesine karar vermiştir. Esasında bu hükmün de iptaline giden süreç, yargı organlarının kanun hükmünü yorum biçiminden kaynaklanmaktadır. Şayet yargı organları doktrinde Serozan8 tarafından ileri sürüldüğü üzere bu hükümde bir örtülü boşluk veya gerçek olmayan boşluk olduğu sonucuna varıp teleolojik redüksiyon yoluyla bu boşluğu doldurmuş olsaydı, hükmün Anayasa Mahkemesinin önüne gelmesine de gerek kalmayacaktı. Özel hukukun yorum araçlarının doğru işletilmemesi sebebiyle ortaya çıkan hakkaniyete aykırı sonuç, son noktada bu sefer doğru ve yerinde olarak Anayasada temel hak ve özgürlükleri güvence altına normlar eliyle düzeltilmek durumunda kalmıştır. Anayasa hukuku doktrininde Gedik bu kararı kuralı daraltan örtülü iptal kararı olarak nitelendirilmektedir.9 Kanunun kapsamını daraltması yönünden buna benzer ve fakat kanunda yer almayan bir ibareyi zikretmesiyle de bir öncekinden ayrışan10 bir başka kararında Anayasa Mahkemesi, HMK m.341/II hükmünün iptaline karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi oldukça yankı uyandıran bu kararında fıkranın “Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir.” şeklindeki birinci cümlesini “kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin davalar yönünden” Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir.11 Esasında her iki karara da konu olan maddelerin iptali üzerine ortaya çıkan sonuç, özel hukuktaki örtülü boşluk kavramına denk düşmektedir. Kanunda bir olaya ilişkin bir kural olmasına karşın, gerekli istisnalara yer verilmeyip, kuralın kapsamının çok geniş tutulması dolayısıyla uygulanmasının hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurması durumunda örtülü boşluğun varlığından söz edilir.12 Tabiri caizse kanunda amaca uygun düşmeyen bir fazlalık vardır ve bu fazlalık hakim tarafından yorum yoluyla törpülenir. Örtülü boşlukta, kanundaki hükmün kanunun amacına göre sınırlandırılmasını temin edecek istisna bir hüküm, kanunda yer almamaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan boşluklar hakim tarafından teleolojik redüksiyon yoluyla ve TMK m.2 eliyle hakkaniyete uygun şekilde doldurulur.13 Hukukun sınırları içinde kalınarak ve son noktada adaletli bir sonuca varmaya çalışılan bu yolda yapılan yorum da Anayasa dahil hiçbir yasaya aykırı olmaz. Örtülü boşluk yorum yönteminin hukuk hakimi tarafından işletilmemesi üzerine bir şekilde özel hukuk alanından sıyrılan norm ise çoğu kez bu örneklerde olduğu gibi temel hak ve özgürlüklerin ihlali bağlamında bu defa -olumlu anlamda- Anayasa engeline takılır.

Çalışmamızın konusunu oluşturan iptale konu olan normlarda ise durum buna benzerdir. Lakin yasada bir fazlalık değil, bilakis bir eksiklik vardır. Kanun koyucunun bıraktığı bu eksikliğin zıt anlamdan sonuç çıkarma yoluyla bir menfi çözüm mü içerdiği yoksa ortada bir kanun boşluğu mu olduğu ise bir yorum meselesidir. Katıldığımız kanun boşluğu görüşüne göre; iptal edilen maddeler özelinde var olan örtülü boşluk veya gerçek olmayan boşluk olarak nitelendirilebilecek bu boşluk türünde hukuk hakimi boşluğu kanunun amacını da gözeterek hakkaniyete uygun biçimde doldurmalıdır. İptale konu maddelerin Anayasa Mahkemesinin önüne gelmesi esasen yargı organları tarafından bu konularda bir kanun boşluğu olmadığının tespitine, yani kanunun yorumlanmasına dayanır. Lakin, tıpkı az önce yukarıda bahsettiğimiz üzere yargı organlarının kanunu bu şekilde yorumlamaması üzerine özel hukuk alanından sıyrılan norm yine ve çoğu kez -olumlu yönde- Anayasa engeline takılmaktan kurtulamaz. Aslında formül basittir: Akla mantığa uygun düşmeyen ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilecek bütün normlar ile amaca uygun yorumlanmayan tüm normlar ve bunların meydana getirdiği adaletsiz olumsuz sonuçlar son noktada ve çoğunlukla bu defa -temel hak ve özgürlükleri güvence altına normlar vasıtasıyla- Anayasa eliyle durdurulur. Anayasa yargısı bağlamında sorun, bu durdurmanın hangi yöntemle ve ne tür bir kararla yapılacağı hususunda düğümlenir. Hukuk hakiminin somut olayda hukuku uygularken tercih ettiği yorum sonucunda ortaya çıkabilecek adalete uygun düşmeyen sonuç, mesele önüne gelen anayasa hakimleri tarafından bu defa temel hak ve özgürlükler çerçevesinde ele alınıp değerlendirildikten sonra; iptal, yorumlu ret veya başka türden kararlarla giderilmeye çalışılır.

Bu normların Anayasa Mahkemesi yolculuğunun özel hukuk yönünden arka planı üzerinde durduktan sonra, tekrar Anayasa Mahkememizin iptal ve ret dışında türettiği karar türlerinden devam edelim. Türk Anayasa Mahkemesinin atipik sayılabilecek böylesi karar türleri geliştirmesinde Alman Anayasa Mahkemesinden etkilendiğini ifade eden Şirin, iptal veya ret dışındaki bu karar türlerinin ad olarak “bağlamsal iptal kararları” çatısı altında toplanabileceğini ifade etmektedir.14 Almanya’da da mevzuat, norm denetimi sonucunda Anayasa Mahkemesine bizdekine benzer şekilde klasik anlamda “hükümsüzlük” ve “ret” şeklinde iki türlü karar alma yetkisi vermesine rağmen, somut olayın özellikleri ile hükümsüzlük veya ret kararının olası olumsuz sonuçları minimize etmek amacıyla pratiğe uygun yeni karar türleri geliştirmiştir. Çağrı kararları, anayasaya uygun yorum kararları15 ve bağdaşmazlık kararları bunlar arasında sayılmaktadır.16 Bunlardan özellikle Alman Anayasa Mahkemesinin içtihatlar yoluyla geliştirdiği bağdaşmazlık kararları ile Türk Anayasa Mahkemesi tarafından da daha önce başka uyuşmazlıklarda verilen yorumlu ret (anayasaya uygun yorum) türünden kararlar çalışmamız bakımından özel önem arz etmektedir. Bağdaşmazlık kararlarıyla ilgili Şirin tarafından yapılan tanımı aynen alıntılamak gerekirse;

Bağdaşmazlık kararları bir normun Anayasa’ya aykırı olduğunu tespit edip hükmü hükümsüz kılmayan karar türlerini ifade eder. Böylesi bir karar türü, bir boşluk oluşturmamak, normu canlı tutmaya çalışmak ve ayrımcılığı gidermek gibi amaçlarla geliştirilmiştir. Bu kararlar, özellikle eşitsizlik durumlarıyla ilgili olarak verilmektedir. Bir normda, bazı kategori dikkate alınmamış ve/veya değişen süreçlerde metin güncellenmemiş ise söz konusu eksiklik, genelde bağdaşmazlık belirlemesiyle karşılanmaktadır. Böyle bir karar verildiğinde artık bu kararın o norm için bir “uygulama engeli” yarattığı kabul edilmekte, henüz hükümsüz kılınmamış olan normun güncellenmesi sağlanmaktadır.17