Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Bireysel Başvuru Yollarının Güncel Sorunları ve Bunlara Yönelik Eleştirilerin Değerlendirilmesi

Ersan ŞEN, Erkan DUYMAZ

Giriş

23 Eylül 2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru yolunun fiilen açılması ile birlikte, Türk Hukuku’nda iki farklı bireysel başvuru mekanizması bir arada işlemeye başlamıştır. “İnsan Hakları Avrupa sözleşmesi (İHAS) ile oluşturulan koruma mekanizmasının ikincilliği” ilkesi gereği, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) başvuruda bulunmak için AYM’ye bireysel başvuru yolunun tüketilmiş olması gerekmektedir. Bu bakımdan, başvurucuların iki mekanizmadan birisini tercih etme şansı bulunmamaktadır.

AYM’ye bireysel başvuru yolu; hak ihlallerinin ulusal düzeyde tespit edilip mağdurlara giderim sağlanarak, İHAM’a yapılacak başvuruların sayısını azaltmak amacıyla oluşturulmuştur. Bu yolun etkili bir şekilde işlemesi İHAM’ın yükünü hafifletmenin ötesinde, temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen kişilere daha kısa bir sürede adalete erişim imkanı sunmaktadır. Bireysel başvuru yolu ayrıca, İHAM tarafından yıllar içerisinde geliştirilen ilkelerin ve yorumların iç hukuka aktarılmasına aracılık etmektedir. Genel bir gözlemle; AYM’nin, İHAM içtihadını büyük ölçüde benimsediğini ve istikrarlı bir şekilde uygulama gayreti içinde olduğunu söylemek mümkündür. AYM’ye bireysel başvuru yolu, ülkemizin insan hakları standartlarının güçlenmesine önemli bir katkı sunmaktadır.

Bireysel başvuru mekanizmalarının kusursuz işlediğini iddia etmek elbette mümkün değildir. Mahkemelerin karşı karşıya kaldığı aşırı iş yükü, birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Bunun yanında İHAM ve AYM, hem bireysel başvuruların incelenmesi süreci ve hem de verilen kararların içerik ve sonuçları ile ilgili olarak eleştirilerin hedefi olabilmektedir. Bu eleştiriler çoğunlukla hukuk dünyasının olağan tartışma sınırları içinde kalsa da, kimi zaman AYM’nin yetkilerinin kısıtlanması, hatta kapatılması veya Avrupa Konseyi’nden çıkılması taleplerine varacak kadar ileri gidebilmektedir. Bu tür eleştirilerin mevcut sorunların çözümüne bir katkı sunmadığı açıktır. İnsan Hakları Sözleşmelerinden çekilmekle veya mahkemeleri kapatmakla elde edilecek yegane sonuç, keyfiliğin ve denetimsizliğin hüküm sürdüğü bir hukuk düzenidir. İnsan haklarının anayasa mahkemeleri ve uluslararası mahkemeler aracılığıyla korunması, hukuk alanında geçtiğimiz yüzyılda elde edilmiş en önemli kazanımlardan biridir. Bu nedenle, yapılması gereken, daha adil ve etkili koruma mekanizmalarının oluşturulmasını önermek, bu yapılamadığı takdirde de mevcut mekanizmaların eksikliklerini ortaya koyarak mükemmel hale gelmelerini talep etmektir.

Bu yazımızda, öncelikle, bireysel başvuru yollarının etkililiğinin önündeki en ciddi sorun olan iş yükü sorununa ve bunun başvurucular aleyhine doğurduğu sonuçlara değinilecektir. Ardından, bireysel başvuru mekanizmalarına yöneltilen temel eleştirilere dair serbest değerlendirmelerde bulunulacaktır.

I. Mahkemelerin İş yükü Sorunu ve Başvurucular Açısından Sonuçları

İHAM ve AYM, sayıları katlanarak artan bireysel başvuruların üstesinden gelebilmek için elinden gelen gayreti göstermekte, adeta çırpınmaktadırlar.

Avrupa Konseyi, Mahkemenin artan iş yükünü azaltmak amacıyla çok sayıda reform hayata geçirmiş ve ihlal iddialarının iç hukukta etkili bir şekilde incelenmesi amacıyla üye devletlerde yeni başvuru yolları açılmasını teşvik etmiştir. Aynı amaçla İHAM, yeni çalışma yöntemleri geliştirmiş ve başvuruların şekil yönünden denetimini son derece sıkı hale getirmiştir. Bu çabalara rağmen, bugün hala İHAM’ın karşı karşıya kaldığı en büyük sorun iş yüküdür. Önümüzdeki yıllarda da Avrupa Konseyi’nin ve İHAM’ın bir numaralı gündem maddesinin iş yükü ile mücadele olacağında şüphe bulunmamaktadır.

Aynı sorun, AYM’ye bireysel başvuru yolunu da ciddi bir açmaza sürüklemektedir. AYM Başkanı Sayın Zühtü Arslan son yıllarda yaptığı açıklamaların hemen hepsinde, AYM’ye yapılan bireysel başvuruların artık idare edilebilir olmaktan çıktığını ve sorunun çözümü için yasa koyucu dahil birçok aktörden katkı beklediğini ifade etmektedir. AYM’ye sunulan bireysel başvuru sayısının sadece 2022 yılı için 109.779 olması, sorunun ciddiyetini tüm açıklığı ile ortaya çıkmaktadır. Bu sayı 2020 yılında 40.402, 2021 yılında ise 66.121’dir.

Mahkemelerin artan iş yükü karşısında en büyük mağduriyeti başvurucular yaşamaktadır. Bu mağduriyet çok boyutludur. İş yükü sorunu, her şeyden önce başvuruların makul bir sürede sonuçlandırılmasını imkansız hale getirmektedir. Örneğin; İHAM’ın en son yayımladığı kararlara bakıldığında, 3 veya 4 yıl önce yapılmış olanların yanında, 10 yıl ve hatta 15 yıl önce yapılmış bireysel başvuruların da bulunduğu görülmektedir. Başvuruları karara bağlama süresi AYM bakımından daha kısa olmakla birlikte, bu sürenin her geçen gün uzadığı kaydedilmelidir. AYM’nin en son yayımladığı kararlarda bu sürenin ortalama 5 veya 6 yıl olduğu dikkat çekmektedir. Bu konuda güçlü bir tahminde bulunmak zor olsa da, bugünün koşullarında önce AYM’ye, sonra İHAM’a bireysel başvuruda bulunacak birisinin nihai bir sonuç elde etmek için iyimser bir tahminle en az 10 yıl beklemesi gerektiği rahatlıkla söylenebilecektir. Bu sürenin “makul sürede yargılanma hakkı” ile bağdaştırılması mümkün değildir.

İş yükünün ortaya çıkardığı bir diğer önemli sorun, başvuruların idari ve yargısal yönden görülebilirlik/kabul edilebilirlik koşullarının güçleştirilmesidir. İHAM’a yapılan başvurularda karşılaşılan en büyük sorun, başvuru şekil şartlarının Mahkemece son derece katı uygulanmasıdır. Başvuru formunun hatalı veya eksik doldurulması ve başvuruya eklenen belgelerde eksiklik bulunması nedeniyle her yıl çok sayıda başvurunun idari yönden reddedildiği bilinmektedir. Bu tür başvurular başvuru süresini durdurmadığından, eksikliklerin giderildiği ikinci bir başvuru yapmaya zaman kalmayabilmektedir. AYM bakımından temel sorun ise, Kanun gereği başvuru süresinin kısa olması ve Mahkemenin, bazı durumlarda süre hesabında aşırı şekilci ve başvurucu aleyhine bir tutum sergilemesidir. Tek bir örnek vermek gerekirse, bireysel başvuru süresinin başlangıcında nihai kararın UYAP’tan görüntülendiği tarihin esas alınması (ve bu kuralın geçmişe dönük olarak uygulanması) nedeniyle çok sayıda başvuru süre aşımı nedeniyle kabul edilemez bulunmaktadır. Bunlara ek olarak; başvuruların kabul edilebilirlik koşullarından birisi olan “önemli zarar” ölçütünün daha sık uygulanması, İHAM’a başvuru süresinin 6 aydan 4 aya indirilmesi, temellendirilmemiş iddiaların reddedileceği kuralının daha katı uygulanması gibi “tedbirler” de iş yükünü hafifletmeye yönelik çabaların ürünüdür. Sonuç olarak; başvurucuların İHAM’a ve AYM’ye ulaşması her geçen gün daha da zorlaşmakta, “mahkemeye erişim hakları” tehdit altına girmektedir.

Yine iş yükü ile doğrudan ilgili bir başka sorun, mahkemelerce verilen kabul edilemezlik kararlarının gerekçesiz olmasıdır. Her yıl binlerce kabul edilemezlik kararı veren İHAM’ın ve AYM’nin bu kararlar için makul uzunlukta ve açıklıkta bir gerekçe yazması gerçekçi görünmemektedir. Bu nedenle, kabul edilemezlik kararlarının çok büyük bir bölümü İHAM’da tek yargıç tarafından verilmekte ve bu kararlarda şablon bir gerekçe dışında bir açıklama bulunmamaktadır. Başvurucu, başvurusunun hangi nedenle kabul edilemez bulunduğunu bilse de bunun gerekçesini hiçbir zaman öğrenememektedir. AYM’de kabul edilemezlik kararlarının önemli bir kısmı Komisyonlar tarafından verilmektedir. Bu kararlar da öz itibariyle İHAM’ın kısa kabul edilemezlik kararlarından farklı değildir. Bazı başvurular açısından bu başlı başlına bir sorun oluşturmazken, kamuoyuna da yansıyan bazı “önemli” ve “özgün” başvuruların gerekçesiz şekilde kabul edilemez bulunması Mahkemelere duyulan güveni zedelemekte ve “gerekçeli karar hakkı” bakımından ciddi bir sorun teşkil etmektedir.

Nihayet iş yükü ile ilgili bir diğer sorun, bireysel başvuru kapsamında ileri sürülen iddiaların bir kısmının inceleme dışı bırakılmasıdır. Yine tek bir örnek vermek gerekirse; İHAM, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan 427 yargı mensubu tarafından yapılan bir başvuruda, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasını inceleyerek ihlal kararı vermiş, başvurucuların diğer şikayetlerinin ise “iş yükü” gerekçesiyle incelenmesine imkan bulunmadığını belirtmiştir (Turan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 78505/16 (...), 23/11/2021, § 98). Her zaman bu kadar açık olmasa da iş yükü, başvurucuların iddiaları arasında “en önemlisinin” veya “esaslısının” incelenmesi, diğerlerinin ise inceleme dışı bırakılması sonucunu doğurmaktadır. Bu durum “mahkeme hakkı” ve bunun bir unsuru olan “karar hakkı” bakımından ciddi bir sorun oluşturmaktadır.

Genel olarak, iş yükü sorunun mahkemelerin kararlarının kalitesini düşürdüğü, bireysel başvuru bağlamında mahkemeye erişimi güçleştirdiği, başvuruların incelenme süresini uzattığı, Mahkemelere duyulan güveni zedelediği ve bireysel başvuru yolunun etkililiğini ciddi şekilde tartışmaya açtığı görülmektedir. İş yükü sorununu bir çırpıda çözecek sihirli bir formül bulunmamaktadır. İHAM ve AYM, bu sorunun üstesinden gelebilmek için çalışmalar yürütmeye devam etmektedir.

II. Bireysel Başvuru Yoluna Dair Diğer Sorunlu Alanlar ve Eleştirilerin Değerlendirilmesi

İHAM’a ve AYM’ye özellikle son dönemde yöneltilen eleştirilerin bir kısmı iş yükü sorunuyla doğrudan ilgilidir. Yukarıdaki açıklamalarımız bu eleştirilerin haklılığını teyit etmektedir. Bunların yanında, öteden beri dile getirilen ve doğrudan mahkemelerin yargı politikasını ve faaliyetini hedef alan eleştiriler de bulunmaktadır. Aşağıda, bunların en önemlileri hakkında özlü değerlendirmelerde bulunulacaktır.