Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Deprem Sebebi ile Gerçekleşen Kayıp ve Ölümlerin Miras Hukuku Bakımından Sonuçları

Results of the Missing Persons and Deaths Due to the Earthquake in Terms of Law of Inheritance

Alper UYUMAZ

Depremde gerçekleşen ölüm ve kayıp olayları bakımından Türk Medenî Kanununda kabul edilmiş olan kişiliğin sona ermesi ile ilgili karinelerden ölüm karinesi ve birlikte ölüm karinesinin uygulanması gerekir. Deprem sebebi ile göçük altında kalanlardan kimliği tespit edilemeyenler ile cesedine ulaşılamayanlar kişiler hakkında gaiplik kurumuna başvurmak mümkün değildir. Çünkü, gaiplikte ölüm karinesinden farklı olarak çok az da olsa kişinin yaşıyor olma ihtimali vardır. Oysa, depremde enkaz altında kalan kişinin kısa süre içinde yaşayıp yaşamadığı kesin olarak anlaşılır. Ölüm karinesinde, kanunda aranan şartlar varsa ilgili hakkında dava açılmaksızın o yerin en büyük mülkî idare amirinin emriyle kütüğe ölü kaydı düşürülür (TMK m. 44/1). Ortada bir cesedin bulunduğu olağan ölümden farklı olarak ölüm karinesinde; TMK m. 44/2 çerçevesinde çekişmesiz yargı işi olarak açılacak tespit davası yoluyla da ölüm karinesi ileri sürülebilir. Birlikte ölüm karinesi, ölüm anının tespitine ilişkin bir adi kanunî karinedir. Birlikte ölüm karinesi için aranan iki şart aynı anda gerçekleşmesi gereken şartlardır. TMK m. 580/1 hükmü gereğince, bir kişinin bir başkasına mirasçı olabilmesi için onun öldüğü anda sağ olması gerekir. Yani iki kişi aynı anda ölmüşse ya da ölmüş kabul edilirse her ikisi de birbirine mirasçı olamayacak ve her birinin mirası kendi mirasçılarına geçecektir.

Ölüm Karinesi, Birlikte Ölüm Karinesi, Aynı Anda Ölüm Karinesi, Depremde Mirasçılık, Depremde Ölenin Mirası.

In terms of death and disappearance events that occurred in an earthquake, the presumption of death and the presumption of simultaneous death, among the presumptions regarding the termination of personality, accepted in the Turkish Civil Code, should be applied. It is not possible to apply the criteria for missing persons to those whose identity could not be determined and whose bodies could not be reached among those who were under the wreckage because of the earthquake. Because in absenteeism there is a slight possibility that the person is still alive, unlike the presumption of death. However, in a short period of time, it can be clearly understood whether the person who was under the wreckage in the earthquake survived or not.. In the presumption of death, if the conditions required by the Code are met, the death record is registered in the registry office by the order of the highest civil authority of that place without filing a lawsuit against the person concerned (TCC Art. 44/1). Unlike the usual death where there is a corpse, the presumption of death can also be asserted through a declaratory lawsuit to be filed as non-contentious jurisdiction within the framework of TCC Art. 44/2. The presumption of simultaneous death is a rebuttable legal presumption regarding the determination of the time of death. The two conditions required for the presumption of simultaneous death are the conditions that must be met at the same time. In accordance with the provision of TCC Art. 580/1, for a person to be an heir to another, he must be alive at the time of his death. In other words, if two people have died at the same time or are considered dead, both will not be able to inherit each other and the inheritance of them will pass to their heir.

Presumption of Death, Presumption of Simultaneous Death, Presumption of Death at the Same Time, Heirs Because of Earthquake, Heritage of the One Died Because of Earthquake.

I. Giriş

Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de inşa edilen yapıların depreme dayanıklı olmaması sebebi ile belirli büyüklüğün üzerinde depremler büyük ölçüde can ve mal kayıplarına sebebiyet vermektedir. Türkiye’de, çok sayıda insanın öldüğü depremlerden sonuncusu, 6 Şubat 2023’te saat 04.17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7,7 büyüklüğünde, aynı gün dokuz saat sonra yine Kahramanmaraş’ta 7,6 büyüklüğünde gerçekleşmiştir. Deprem Gaziantep, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana başta olmak üzere çevre illerde yoğun olarak hissedilmiş, buralarda da yıkıma sebebiyet vermiştir. Milyonlarca kişinin depremden etkilendiği düşünülmektedir. Yetkililer tarafından bu yaşanan depremlerde hayatını kaybedenlerin sayısının 14 Nisan 2023 tarihi itibarıyla 50 bin 500 olduğu açıklanmıştır. Depremde çok sayıda kişi öldüğü gibi çoğu kişinin de enkaz altında kalmasına rağmen cesedine ulaşılamamıştır.

Ayrıca yıkıcı depremlerden ilki gece 04.17’de gerçekleştiği için çoğu depremzede tüm aile bireyleri ile evinde depreme yakalanmış, ölüm ve kayıp vakaları aynı aileden birbirine mirasçı olabilecek kişiler yönünden gerçekleşmiştir. Bu durum, Türk Medenî Kanununda kabul edilmiş olan kişiliğin sona ermesi ile ilgili karinelerden ölüm karinesi ve birlikte ölüm karinesinin uygulanmasını gerektirmektedir. Zira, TMK m.31 hükmüne göre, bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır. Depremde enkaz altında kalan ancak cesedine ulaşılamayan kayıp kişiler yönünden ölüm karinesinin uygulanması suretiyle bu kişilerin kişiliği sona ermiş sayılacak ve mirası açılıp terekesi kendi mirasçılarına intikal edecektir. Ayrıca, gaiplikten farklı olarak mirasçıların teminat göstermesi de gerekmeyecektir.

Aynı aileden birbirine mirasçı olabilecek kişilerden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda ölmüş sayılır (TMK m.29/2). Bu durumda, mirasbırakanın ölüm anında sağ olma şartı gerçekleşmeyeceği için bu kişiler birbirine mirasçı olamayacaktır.

Görüldüğü gibi, deprem sebebi ile gerçekleşen kayıp ve ölümlerin miras hukuku bakımından önemli sonuçları ortaya çıkacaktır. Bu çalışmada, öncelikle ölüm karinesi ve birlikte ölüm karinesinin depremde ölen ya da cesedi bulunamadığı için kaybolan kişiler yönünden uygulanıp uygulanmayacağı tartışılmıştır. Bu tartışmaya girilmeden önce bu kurumların kavramsal açıklaması yapılmış, bu kurumlara müracaat edebilmek için kanunda aranan şartlar incelenmiştir.

Ayrıca, depremde gerçekleşen çoklu ölümler açısından ölüm karinesinin ve birlikte ölüm karinesinin nasıl uygulanacağı ve bu uygulamanın miras hukuku bakımından sonuçları ele alınmıştır. Karinelerin uygulanması durumunda, ilgililerin mirasçılık durumları, ortaya çıkabilecek uygulama sorunlarına çözüm sunulacak şekilde çeşitli ihtimallere göre değerlendirilmeye çalışılmıştır.

II. Gerçek Kişilerde Kişiliğin Sona Ermesi

Türk Medenî Kanunu’na göre kişilik, tam ve sağ doğum ile başlar ve ölümle sona erer. Bu durum, TMK m.28/I hükmünde de “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer” ifadeleri ile açıkça düzenlenmiştir. Hükümde ifade edildiği gibi, gerçek kişiler yönünden kişiliği sona erdiren temel sebep ölümdür.

Ölümün gerçekleşmesi ile bir takım hukukî sonuçlar ortaya çıkar. Her şeyden önce, tam ve sağ doğumla kazanılan haklara ve borçlara ehil olma ehliyeti, yani hak ehliyeti sona erer. Ölen kişinin mirası açılır ve terekesi bir bütün halinde mirasçılarına intikal eder.1 Bir diğer ifade ile mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak kanun gereğince kazanırlar (TMK m.599).2

Bu arada, ölmüş kişinin bedeninin ve vücut parçalarının hukukî durumundan da bahsetmek gerekir. Bunun önemi, enkaz altında kalan ve maalesef kurtarılamayan çok sayıda kişinin kimi zaman bir bütün olarak kimi zaman da vücut parçalarının çıkarılması sebebi ile bunların birbirine karışması bakımından değer taşımaktadır. Özellikle, salgın hastalık riski sebebi ile cesetlerin derhal gömülmesi sebebi ile geride kalan aile bireyleri ve mirasçılar bakımından cesedin hukukî niteliği hususunda yapılacak tespit son derece önem taşımaktadır.

Ölmüş kişinin bedeninin ve vücut parçalarının hukukî niteliği tartışmalıdır. Öğretide, eski sayılabilecek bir görüşe göre, ceset ve ceset parçaları eşyadır.3 Diğer bir görüşe göre, bunlar üzerinde ölenin sağ kalan aile bireylerinin (mirasçılarının) mülkiyet hakkına benzer mutlak bir hakkı bulunmaktadır.4 Bir başka görüş ise sui generis bir hak konusu olduğunu ileri sürmektedir.5 Bu hususta son bir görüş ise ölenin yakınlarının ölene besledikleri sevgi ve saygı sebebi ile cesedin eşya sayılamayacağını,6 bu sebeple ceset ve ceset parçaları üzerinde ölenin yakınlarının kişilik hakkının olduğunu savunmaktadır.7

Bu tartışma, yalnızca insan cesedine ve ceset parçalarına ilişkindir. Bu sebeple, hayvan cesetlerini eşya olarak kabul etmek mümkündür.8 Canlı bir hayvanın, eşya olarak kabul edilmese bile eşya hukuku ilkelerine göre aynî haklara konu olabileceğinin kabul edildiği bir hukuk sisteminde hayvan cesedi için bu sonuca varılması gayet doğaldır.

Bu tartışma bakımından hiç şüphe yok ki cesedin ya da ceset parçalarının alelade bir eşya olamayacağı ve ölenin, mirasçısı dahi olması şart olmayan yakınlarının ceset ve parçaları üzerinde kişilik hakkının olduğunu kabul etmek gerekir. Eğer ölenin bu konuda bir arzusu varsa ona göre yoksa bu kişilerin takdirine göre cesedin akıbetine karar verilmesi gerektiği ifade edilebilir.9 Bu bakımdan, salgın hastalık gibi kamu düzenin bakımından bir hukuka uygunluk söz konusu değilse ceset ve parçaları üzerinde yakınlarının hak sahibi olduğu ve cesedin akıbeti hakkında tasarruf yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir.10

Gerçek kişilerde ölümden başka kişiliği sona erdiren diğer hukukî kurumlar, ölüm karine ve gaipliktir. TMK m.31 hükmünde ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolan kişinin cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılacağı düzenlenmiştir. Görüldüğü gibi, ölüm karinesinin söz konusu olduğu durumlarda da tıpkı kişi ölmüş gibi hukukî sonuçlar doğurmaktadır.11

Çalışmanın konusu bakımından deprem özelinde değerlendirme yapmak gerekirse deprem sebebi ile göçük altında kalanlardan kimliği tespit edilemeyenler ile cesedine ulaşılamayanlar bakımından ölüm karinesinin söz konusu olması gerektiği söylenebilir. Yani, bu kişiler hakkında gaiplik kurumuna başvurmak mümkün değildir. Çünkü, gaiplikte ölüm karinesinden farklı olarak kişinin yaşıyor olma ihtimali daha fazladır.12 Oysa, depremde enkaz altında kalan kişinin kısa süre içinde yaşayıp yaşamadığı kesin olarak anlaşılır. Zira, arama kurtarma çalışmaları sonucunda enkaz altında kalan kişilere belirli bir zaman dilimi içinde canlı veya cansız şekilde ulaşılır. Kimi zaman depremin etkilediği alanın genişliği ve şiddetinin yüksekliği sebebi ile çok sayıda depremzedeye koordine olarak aynı anda ulaşmak mümkün olmadığı için belirli bir zaman diliminde müdahale edilememesi sebebi ile enkaz altında kalanların ölümüne kesin gözle bakılabilir. Zira, genelde deprem gibi afetlerde uzman ekipler tarafından müdahale süresi ilk yirmi dört saat olarak kabul edilmektedir. Nadir vakalarda yüz elli ila iki yüz saat sonra canlı depremzedelere ulaşıldığı olmuştur.13 Bu sürelerden sonra artık kişinin ölümüne kesin gözle bakmak mümkündür. Ancak, gaiplikte kaybolan kişinin yaşayıp yaşamadığını tespit etmek ölüm karinesine nazaran çok daha zordur. Bu sebeple, gaipliğe sebep olan olaylara depremde enkaz altında kalan kişilerin ölümünün örnek verilmesi pek mümkün değildir.

Öte yandan, TMK m.580, ölümün bir sonucu olarak belli şartlar altında sağ kalan bazı kişilerin ölene mirasçı olabilmeleri için mirasa ehil ve sağ olmaları şartını getirmiştir. Gerçekten hükme göre, “Mirasçı olabilmek için mirasbırakanın ölümü anında mirasa ehil olarak sağ olmak şarttır”. Hükmün ikinci fıkrasına göre ise, mirasın açıldığı anda sağ olan mirasçının sonradan ölmesi durumunda onun miras hakkının kendi mirasçılarına kalacağı düzenlenmiştir.

Çalışma konusu bakımında depremde gerçekleşen kaybolma olaylarında kayıp kişiler bakımından ölüm karinesine başvurmak gerekecektir. Depremde gerçekleşen kaybolma olaylarının gaiplik olarak kabul edilmesi mümkün olmadığından aşağıda ölüm karinesi detaylı olarak incelenecektir.

Ölüm, TMK m.28 gereğince kişiliği sona erdirdiği için kişinin hak ehliyeti de kaybedilmiş olur. Bir diğer ifade ile ölen kişi, hukuken kendisine tanınmış olan haklara ve borçlara sahip olma ehliyetini kaybeder. Buna rağmen, kanunda ölümün ne zaman gerçekleşmiş sayılacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Oysa ölüm anının tespiti pek çok açıdan büyük önem arz etmektedir. Örneğin, organ ve doku nakli bakımından ölüm anının tespiti sadece kişiliğin sona ermesini değil aynı zamanda hem organı bağışlayanın hem de organ bağışının başarısını belirler. Zira, kişinin ölümüne rağmen nakledilecek organın canlılığını sürdürmekte olması şarttır.14 Ayrıca, mirasçıların belirlenmesi bakımından ölüm anının kesin olarak belirlenmesi de büyük önem taşımaktadır.15

Ölümün kesin olarak ne zaman gerçekleştiği hususunda kanunkoyucu herhangi bir düzenleme getirmediği için ölümün ne zaman gerçekleştiğine ilişkin öğretide bazı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar, “biyolojik ölüm görüşü” ve “beyin ölümü görüşü” dür.

Biyolojik ölüm görüşüne göre, dolaşım ve solunum gibi temel hayat fonksiyonlarının sona ermesiyle birlikte ölüm gerçekleşmiş olur.16 Bu görüşe göre, nefes alıp vermesi sonlanmış ve kalbi durmuş birinin öldüğü sonucuna varılabilir.17

Biyolojik ölüm görüşünün çoğu olayda organ ve doku nakli bakımından yetersiz kalması sebebi ile öğretide beyin ölümü görüşü ileri sürülmüştür. Öğretiye hâkim olan beyin ölümü görüşüne göre ise, kişinin hukuken ölmüş kabul edilebilmesi için beynin vücuttaki fonksiyonel koordinasyonunu yerine getiremeyecek şekilde harap olması gerekir.18 Yani, beyin geri dönülemez şekilde işlevini kaybetmişse ve insan vücudundaki fonksiyonel koordinasyon görevini yerine getirmemekte ise diğer organların kan dolaşımı sebebi ile canlılığını sürdürmesi kişinin yaşadığı anlamına gelmez, kişi ölmüş kabul edilir.19

Şüphesiz, bu tespit hukukî bir tespitten çok tıbbî bir tespittir. Zira, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun20 da ölüm anının tespitinin belirli uzmanlık alanlarına sahip en az iki hekim tarafında tıp kurallarına uygun olarak ve kanıta dayalı şekilde yapılmasını gerektiğini açıkça vurgulamıştır. Gerçekten bu hükme göre, “Bu Kanunun uygulanması ile ilgili olarak tıbbi ölümün gerçekleştiğine, biri nörolog veya nöroşirürjiyen, biri de anesteziyolji ve reanimasyon veya yoğun bakım uzmanından oluşan iki hekim tarafından kanıta dayalı tıp kurallarına uygun olarak oy birliği ile karar verilir”.

Aynı kanunun 13’üncü maddesine göre, 11’inci madde gereğince ölüm hâlini saptayan hekimlerin ölüm tarihini, saatini ve ölüm hâlinin nasıl saptandığını gösteren ve imzalarını taşıyan bir tutanak düzenleyip, bu tutanağı organ ve dokunun alındığı sağlık kurumuna vermeleri zorunludur. Bu tutanak ve ekleri ilgili sağlık kurumunda on yıl süre ile saklanır.

Türk Tabipler Birliği, kişiliğin sona erme anına ilişkin tartışmada 18.04.1969 tarihli komite kararı ile beyin ölümü görüşünü benimsemiştir.21 Aynı şekilde, Yüksek Sağlık Şûrası, 24.11.1969 tarihinde beyin ölümü görüşünü benimsediği yönünde açıklama yapmıştır.22