Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Alman ve Türk Medeni Usul Hukukunda Delillerin Serbestçe Değerlendirilmesi İlkesinin Tarihsel Gelişimi

The Historical Development of the Principle of Free Assessment of Evidence in German and Turkish Civil Procedural Law

Merve UYSAL

Çalışmanın konusunu, delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkesinin Alman ve Türk hukukundaki tarihsel gelişimi oluşturmaktadır. Delillerin serbestçe değerlendirme ilkesinin geçerli olduğu Alman hukuku ile kanuni delil sisteminden karma bir delil sistemine yönelen Türk hukukunun tarihsel süreçlerinin kısa bir karşılaştırması yapılarak bu iki farklı sistemde delillerin değerlendirilmesinin ve gerekçelendirilmesindeki zorluklar tespit edilmiştir. Çalışmada öncelikle Alman usul hukukunda Roma hukukundan başlamak üzere kanuni delil sisteminin terkedilerek delillerin serbestçe değerlendirilme ilkesinin kabulü ve bunun gerekçeleri üzerinde durulmuştur. Türk hukuku bakımından ise incelememiz, Osmanlı İmparatorluğu döneminde uygulanan İslam hukuku ve Mecelle hükümleri çerçevesinde başlamakta ve 1086 sayılı HUMK’un yürürlüğe girmesi ile kabul edilen senetle ispat kurallarının niteliği ve yargılamada delillerin değerlendirilmesi aşamasına olan etkisine kadar süreç ile devam etmektedir. Tarihsel sürecin günümüzdeki ispat hukukuna etkileri, çalışmanın değerlendirme ve sonuç bölümünde açıklanmıştır.

Delillerin Değerlendirilmesi, İspat Hukuku, Kanuni Delil Sistemi, Vicdani Kanaat, Mecelle.

This study focusses on the historical development of the free assessment of the principle of free assessment in German and Turkish Law. Through the short historical comparison of Turkish and German Law, the current difficulties on the application of the principle in two different evidence systems shall be defined. In this study, firstly, the German historical progression on the principle is explained for the period beginning from the Roman law until the principle of free assessment has been introduced in the German law. The legal history of the principle in Turkish law begins with the Islamic law, which was applied in the Period of Ottoman Empire, and the provisions of Mecelle and proceeds with the enactment of the principle of deed in Civil Procedural Law numbered 1086 and the legal nature and the effects on the principle of free assessment. The impact of the historical perspective on the current evidence law belongs to the last part of the study.

Assessment of Evidence, Evidence Law, The Principle of Legal Evidence, Conviction Intime, Mecelle.

GİRİŞ

Delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkesi, Alman ve Türk hukukunda ispat hukukunun temel bir ilkesi olarak kabul edilmesinden çok önce her iki hukuk alanında hukuki ve felsefi tartışmalara sebep olmuştur. Bunun en önemli sebeplerinden biri, delil sistemlerinin belirlenmesinde toplumsal ve kültürel olgu ve alışkanlıkların büyük rol oynamasıdır.

Alman hukukunda, medeni usul hukuku tarihi, “Cermen-Eski Alman” (germanisch-altdeutsch) ve Roma-Kanonik1 (romanisch-kanonisch) Usul Hukuku olarak adlandırılan iki dönem üzerinden incelenmeye başlanmıştır. Bu dönemlerden sonraki tarihsel süreçlere yönelik Alman öğretisinde terim birliği oluşamamıştır. Bazı yazarlar2 15. yüzyılı kapsayan dönemi, “Müşterek Usul Hukuku” (gemeiner Prozess) ve “iktibas dönemi” (reformierter Prozess) olarak sınıflandırmış; diğer yazarlar ise tarihsel önemi sebebiyle 1945 yılını esas almıştır.3 Bu dönemlerin birbirinden kesin olarak belirli tarihlerle ayrıldığını söylemek güçtür. Türk medeni usul hukuku tarihi ise Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşlarından itibaren olmak üzere iki ana dönem üzerinden incelenmektedir.

Çalışmamızda, Türk hukukuna nazaran çok daha geniş bir tarihsel dönemi kapsaması sebebiyle öncelikle delillerin değerlendirilmesi ilkesinin Alman hukukundaki tarihi gelişimi açıklanacaktır. Bunu takiben Türk hukukunda ispat hukukunun izlediği süreç özetlenerek medeni usul hukukunda yürürlükte bulunan delil sisteminin kabulüne yönelten hukuki ve tarihi sebepler üzerinde durulacaktır. Sonuç bölümünde ise bu iki başlık altında tespit edilen hususlar, günümüzdeki ispat hukuku anlayışıyla birlikte karşılaştırmalı olarak incelenerek güncel sorunların çözümündeki etkileri saptanabilecektir.

I. ALMAN HUKUKUNDA DELİLLERİN SERBESTÇE DEĞERLENDİRİLMESİ İLKESİNİN TARİHİ GELİŞİMİ

Cermen, Romen ve kanonik unsurları içinde barındıran Roma-Kanonik döneminde, dini mahkemelerin ve kilise organlarının yasalaştırılması süreçleri başlamıştı. Kilise mahkemeleri ile devlet mahkemeleri arasındaki görev uyuşmazlıkları, kilise ile politika arasındaki güç dengelerine göre belirlenmekteydi.4

Roma-kanonik usul hukukunda delil olarak tanık beyanları, senet ve yemin eda edilmesi suretiyle taraf beyanları kabul edilmekteydi.5 İspat faaliyetlerinde sözlülük, aleniyet ve doğrudanlık ilkeleri geçerli değildi.6 Bu dönemde ispat hukukuna hayatta olmayan kişilerin ifadelerine nazaran yaşayan kişilerin beyanlarının daha inanılır olduğunun kabul edilmesi gerektiğini ifade eden “temoins par vive voix detruuisent lettres” ilkesi geçerli olduğundan tanık delilinin diğer delillere nazaran üstünlüğünün kabul edildiği söylenebilir.7

14 yaşını doldurmamış kişiler tanık olarak dinlenebiliyorken, dini görevliler, köleler, aforoz edilen kişiler, dini inanca sahip olmayanlar ve Tanrı’yı inkâr eden kişilerin tanıklığı kabul edilmemekteydi.8 Bir kimsenin tanıklık yapıp yapamayacağı, kategorize edilen tanık gruplarına göre belirlenmekteydi. Tanıklar, güvenirliklerine göre üç gruba ayrılmıştı: Bir tarafın akrabası, eşi, arkadaşı gibi davada menfaati olduğu kabul edilen (güvenirliği) “şüpheli tanıklar” (testes suspecti, verdächtige Zeugen), akıl hastalığı, yaş veya hakkında daha önce cezaya hükmedilen ehliyetsiz tanıklar (testes inhabiles, unfähige Zeugen), - ki bu tanıklar da “tam ve sınırlı ehliyetsiz tanıklar” (absolute inhabiles, respective inhabiles) olarak sınıflandırılmaktadır- ve son olarak şüpheli veya ehliyetsiz tanık grubuna dahil olmayan “klasik tanıklar” (testes classici, klassische Zeugen).

Tanık grupları hakkında yapılan bu sınıflandırma açıkça Roma-Kanonik dönemde kanuni delil sisteminin geçerli olduğuna işaret eder.9 Bu dönemde kanuni delil sisteminde amaç, hâkimin yargılamadaki subjektif yönünü olabildiğince azaltmaktı.10 Varsayımlar, bu dönemde ve hatta 18. yüzyılın sonlarına kadar ispat hukukunda önemli bir yer teşkil etmişti.11 Hâkimin gerçekten tam bir kanaate varıp varmadığına bakılmaksızın kanuni ispat kuralları, hâkimin hangi hallerde iddia edilen vakıanın ispatlanmış sayılıp sayılmayacağını belirliyordu.12

Kanuni ispat kurallarından kuşkusuz en önemlisini, “iki tanık prensibi” (Zwei-Zeugen-Regel, unus testis nullus testis) oluşturmaktadır. Bu kurala göre tam ispat için en az iki klasik tanığın ifadesi zorunludur.13 Bu dönemde, tanıkların ifadelerinin birbiri ile çelişmesi halinde hâkimin nasıl karar vereceğine ilişkin belirli kriterler mevcuttu. Örneğin, bir kadın ile bir erkek tanığın ifadelerinin çelişmesi halinde erkeklerin; genç ile yaşlı olan tanık ifadelerinin çelişmesinde daha yaşlı olanın ifadelerinin diğer tanık ifadelerine nazaran daha yüksek bir delil değerine sahip olacağı kabul ediliyordu. Tanık ifadeleri değerlendirilirken, sosyal sınıf ve zenginlik gibi diğer inandırıcılık kriterleri de göz önünde bulunduruluyordu.14

Cermen-Eski Alman (germanisch-altdeutsch) Usul Hukuku, uzun bir dönemi kapsamaktadır ve üç alt döneme bölünmüştür: Klasik Öncesi Dönem (die Frühzeit), Franklar Dönemi (die fränkische Zeit) ve Geç Orta Çağ Dönemi (Spätmittelalter).

Cermen-Eski Alman döneminde kural olarak özel hukuk ile kamu hukuku ayrımı yoktu.15 Hem ceza hukukuna hem özel hukuka ilişkin uyuşmazlıklarda taraflarca mahkemeye getirilen deliller Urteilsfinder olarak adlandırılan kişiler tarafından geçerlilik incelemesine tabi tutuluyor ve bu inceleme sonucunda gösterilen delilin geçerli olup olmadığına dair bir karar (Beweisurteil) veriliyordu.16 Bu kararda ayrıca hâkime, hangi deliller ile hangi sonuca varılabileceği açıkça belirtiliyordu.17 Bu dönemde hâkimin inceleyebileceği deliller, yemin (Eid), “davacı-davalı dövüşü” (Zweikampf) ve “tanrısal karar” (Gottesurteil) gibi sadece irrasyonel niteliğe sahipti. Hatta bir delillerin incelenmesine yönelik bir ispat yargılamasından da söz etmek mümkün değildi.18 Bu sebeplerle bu dönemde hâkimin, delilleri serbestçe değerlendirme yetkisi olduğunu söylenemez.19

En sık başvurulan delil, “yemin yardımcısı” (Eideshelfer) tarafından, tarafın eda edeceği yemini kendisi de tasdik etmek suretiyle eda edilen yemin türüydü (Reinigungseid). Bu durumda hem delil değeri kuvvetlendirilmiş oluyor hem de lehine yemin edilen taraf itibarını geri kazanabiliyordu.20 Yemin yardımcısı, sadece ilgili tarafın lehine yemin edebileceği için Reinigungseid, tanık delilinden de ayrılmaktaydı.21 Roma-kanonik dönemde tanık olarak sadece tarafın komşuları veya bağlı bulunduğu cemaate mensup kişiler (Nachbar- oder Gemeindezeugen) ve “seçilmiş tanıklar” (erwählte Zeugen) dinlenebiliyordu. İlk gruptaki tanıkların sadece yer bilgisine veya bağlı bulunduğu topluluğa ilişkin hususlardaki beyanlarına dayanılabiliyordu. Seçilmiş tanıklar” (erwählte Zeugen) ise, bir hukuki işlemin gerçekleştiği sırada orada bulunan kişiler arasından gösterilebiliyor ve bu tanıklar, sadece ilgili hukuki işlem hakkında beyanda bulunabiliyorlardı.22 Tanık delilinin, Cermen-Eski Alman usul hukukunun Franklar döneminde uygulanan engizisyon muhakemesi (Inquisitionsprozess) sebebiyle yemin yardımcısı kavramına yaklaştığı söylenebilir.23 Ayrıca bu dönemde yargılamanın amacı, irrasyonel deliller ile uyuşmazlıkların sonlandırılması yerine objektif olarak gerçeğe ulaşmak olarak belirlemeye başlamıştır.24 Nihayet 15. Yüzyılın sonlarında başlayan Geç Orta Çğ Dönemi’nde irrasyonel deliller tamamen ortadan kalkmıştır. Bu dönemde sadece senet, yemin, tanık ve keşif delillerine başvurulması mümkün hale gelmiştir. Bu dönemde hâkim, delilleri değerlendirirken kanuni ispat kurallarına ve bir vakıanın ispatı için belirli sayıda tanık ifadesinin bulunması zorunluluğuna ilişkin hükümler ile bağlı değildi. Bu sebeplerle her ne kadar bu dönemde, hâkimin delilleri değerlendirirken daha serbest olduğunu söylenebilirse de günümüzde kabul edilen anlamda delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkesinin geçerli olduğundan söz edilemez.25 Alman yargılama hukuku, Reform Dönemi’ne kadar daha çok kanuni delil sisteminden şekli delil değerlendirmesine doğru bir süreç içinde kalmıştır.26