Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Ceza Hukuku Bağlamında Dağlık Karabağ Sorunu

The Nagorno-Karabakh Problem in the Context of International Criminal Law

Nahid GULİYEV

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) zamanında Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’nin bünyesinde özerk bir bölge olan Dağlık Karabağ, 1988 yılında Ermeni çoğunluğu temsil eden Bölge Sovyeti’nin, Ermenistan’la birleşme kararı almasının ardından bölgedeki hukuki sorunların merkezine çevrilmiştir. İki tarafın da soruna ilişkin farklı bakış açısına sahip olmaları, zamanla şiddet olaylarına, SSCB’nin dağılmasının ardından ise savaşa dönüşmüştür. 1994 yılında yapılan ateşkes sonucunda 30 yılı aşkın bir süre dondurulmuş bir ihtilaf haline gelen gerginlik, 2020 yılının son aylarında yerini geniş kapsamlı bir silahlı çatışmaya bırakmıştır. II. Karabağ savaşı olarak adlandırılan ve 44 gün devam eden çatışma, Azerbaycan’ın zaferiyle sonuçlanmış ve 9 Kasım 2020 yılında imzalanan ateşkes antlaşmasıyla son bulmuştur. Çalışmamızda Dağlık Karabağ sorununun tarihi arka planına ve uluslararası ceza hukuku kurallarına ilişkin genel bilgiye yer verildikten sonra her iki savaş, Ermeniler tarafından ihlal edilen uluslararası ceza hukuku kuralları kapsamında incelenmiştir.

Dağlık Karabağ Sorunu, Uluslararası Ceza Hukuku, Uluslararası Ceza Mahkemesi, İkinci Dağlık Karabağ Savaşı, Azerbaycan, Ermenistan.

Nagorno-Karabakh, which was an autonomous region within the Azerbaijan Soviet Republic during the Union of Soviet Socialist Republics (USSR), became the center of legal problems in the region after the Regional Soviet, representing the Armenian majority, decided to unite with Armenia in 1988. The fact that both sides had different perspectives on the problem turned into violent incidents in time and into war after the collapse of the USSR. As a result of the 1994 ceasefire, the tension, which had been a frozen conflict for more than 30 years, was replaced by a wide-scale armed conflict in the last months of 2020. The conflict, which was called the Second Karabakh War and continued for 44 days, ended with the victory of Azerbaijan and ended with the ceasefire agreement signed on 9 November 2020. In our study, after providing general information on the historical background of the Nagorno-Karabakh conflict and the rules of international criminal law, both wars were analyzed within the scope of the rules of international criminal law violated by Armenians.

Nagorno-Karabakh Conflict, International Criminal Law, International Criminal Court, Second Nagorno-Karabakh War, Azerbaijan, Armenia.

Giriş

Azerbaycan ve Ermenistan arasında yıllardır donmuş ihtilaf haline gelen Dağlık Karabağ sorunu 27 Eylül 2020 yılında başlayan II. Karabağ Savaşıyla yeniden alevlenmiştir. “Dondurulmuş ihtilaftan” geniş kapsamlı bir “sıcak çatışmaya” dönüşen olaylar her ne kadar iki ülke arasındaki ilk silahlı çatışma olmasa da bu zamana kadarki en büyük silahlı çatışmalardan biri olmuştur. Kırk dört gün devam eden bu savaştan Azerbaycan tarafı, 30 yıldır işgal altında olan topraklarını geri alarak çıkmıştır.

8 Kasım 2020 tarihinde Şuşa’nın geri alınmasının ardından Rusya aracılığıyla ateşkes beyannamesi hazırlanmış ve 10 Kasım’dan itibaren taraflar arasında ateşkes antlaşması imzalanmıştır. Dağlık Karabağ sorunu boyunca taraflar arasında birçok kez geçici ateşkes antlaşmaları imzalanmış fakat bunlardan yalnızca 1994 tarihli Bişkek Protokolü ve 2020 yılında imzalanan “üçlü bildiri” hukuki önemi olan belge niteliğinde olmuşlardır.

Çalışmamızda Dağlık Karabağ sorunu, uluslararası ceza hukuku çerçevesinde incelenmektedir. Çalışmanın ilk bölümünde uluslararası ceza hukuku ve gelişimi hakkında, aynı şekilde Uluslararası Ceza Mahkemesi hakkında bilgi verilmektedir. Çalışmanın ilerleyen kısımlarında Dağlık Karabağ sorununun tarihi arka planı ele alınmaktadır. Daha sonra her iki savaşta Ermeniler tarafından gerçekleştirilen savaş suçları analiz edilerek uluslararası ceza hukuku kapsamında değerlendirilmiştir.

Çalışmanın son kısmında sonuç ve kaynakça bölümü yer almaktadır. Sonuç kısmında Dağlık Karabağ sorununun Uluslararası Ceza Mahkemesinde işlenmesi konusunun önemi ve sonuçları hakkında kısa bilgiye de yer verilmektedir.

I. Genel Olarak Uluslararası Ceza Hukuku

Uluslararası Ceza Hukuku, uluslararası suçları yöneten hukuktur ve sadece uluslararası kamu düzenine ilişkin sorunlarla sınırlı değildir1 . Uluslararası ceza hukukunun tanımı, kapsamının belirlenmesine bağlı olarak farklılık teşkil etmektedir ve konuya ilişkin farklı görüşler mevcuttur.2 Uluslararası ceza hukuku, değişik ve belirsiz hukuk düzenlerinde farklı biçimlerde ele alınmaktadır. Bu disiplinin alanı açısından farklı görüşler mevcuttur. Genel olarak baktığımız zaman, bu disiplinin konusunu oluşturduğu varsayılacak üç farklı alan vardır.

Birincisi, yabancılık unsurunun var olduğu olaylarda ulusal ceza hukukunun uygulanmasıdır. Bu uygulama, “ceza kanunlarının yer açısından uygulanma alanı” olarak bilinen konulara karşılık gelmektedir. Yabancılık unsuruna sahip suçların yargılanması açısından ulusal mahkemelerin dayandıkları yargılama ilkeleri ve bu suçların soruşturulmasında ulusal mahkemelerce uygulanan hukuk bu alandadır. Ceza hukukunun yer bakımından uygulanma alanı da ulusal hukuk kurallarıyla uygulanmaktadır.

İkinci alan, ceza kanunlarının yer açısından uygulanma alanı ile yakından bağlantılıdır. Söz konusu alan, uluslararası ya da sınır dışı suçların önlenmesi ve cezalandırılmasında uluslararası adli iş birliğidir. Suçlulukta aktif bir şekilde mücadele edebilmek bakımından uluslararası iş birliğine gitmek ve bunu düzenleyen antlaşmalar yapmak gerekebilir. Söz konusu alanda istinabe, polis teşkilatları arasında yapılan iş birlikleri, geri verme, yabancı mahkeme tarafından verilen kararların tanınması ve uygulanması, son olarak kovuşturmaların ülkeler arasında aktarılması gibi konular yer almaktadır.

Üçüncü alan ise insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, soykırım gibi doğrudan uluslararası hukukun uygulanması aracılığıyla ve gerektiğinde uluslararası mahkemeler nezdinde yargılanabilecek suçlarla ilgilidir. Temel uluslararası suçlara ait unsurlar, bu suçları soruşturmak açısından kurulan uluslararası mahkemeler ve bu mahkemelerin sahip olduğu yetki ve kurallar da bu alana aittir. Bu alan öğretide devletler ceza hukuku olarak adlandırılmaktadır ve doğrudan uluslararası hukuka göre cezalandırılabilir olan davranışları içermektedir.3 Burada cezalandırılabilirlik uluslararası örf ve âdet veya sözleşme hükmünden ileri gelmektedir. Uluslararası ceza hukuku dar anlamda üçüncü alandan oluşmaktadır.

İtalya, Fransa, İspanya ve Almanya gibi ülkeler yukarıda bahsettiğimiz ilk iki alanın ulusal ceza hukukunun bir parçası olduğunu ve yalnızca üçüncü alanın gerçek anlamda uluslararası ceza hukukunun konusuna ait olduğunu belirtmiştir.4 Bu ayrıma esasen üçüncü alan, uluslararası hukukun cezai boyutunu ele alırken ilk iki alan yalnızca söz konusu hukukun uluslararası boyutunu ele almaktadır.

Uluslararası ceza hukukunun kapsamına ilişkin yukarıda bahsettiğimiz üç anlayışa benzer başka yaklaşımlar da mevcuttur. Bir başka yaklaşıma esasen uluslararası ceza hukuku dört farklı ve kapsamı giderek daralan, ancak aynı merkezde buluşan, iç içe geçmiş çemberlere benzemektedir. Bu yaklaşıma esasen, mevcut dış çember “karşılaştırmalı sınır aşan” veya devletler arası ceza hukukundan oluşmaktadır. Bu yaklaşıma göre, maddi veya usulü ceza hukukunun uluslararası veya sınır aşan yönlerini düzenleyen ulusal kanunlar bu kapsamda yer almaktadır.

Çemberin ikinci halkası bazı suçları öngören antlaşmaların mevcut olmasıdır. Bu halkayla bağlantılı fakat kendine özgü bir olgu oluşturan “devletlerin uluslararası suçları” kavramıdır. Bu kavrama esasen cezai sorumluluk bireylere değil kuramsal ve kollektif devlet kurumuna uygulanacaktır.5 Son kavram ise uluslararası hukukun ulusal hukuktan bağımsız bir şekilde bireylerin cezai sorumluluğunu doğuran kuralların var olduğudur.

Uluslararası ceza hukukunun temel özelliklerini kısaca özetleyecek olursak: Uluslararası hukukun nispeten daha yeni ve daha az gelişmiş dalıdır. Bir diğer önemli özelliği, insan hakları hukuku ve ulusal ceza hukukundan kaynağını almasının yanı sıra aynı zamanda sürekli bunlardan esinlenmesidir.6 Uluslararası ceza hukukunun başka bir özelliği de devletlerin iş birliğine dayanarak uygulanmasıdır.

II. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Mahkemenin Yargı Yetkisi

İnsanlar tarih boyunca en acımasız suçlardan biri olan savaş suçlarından mustarip olmuşlardır. Savaş suçları diğer suçlara nispeten Antik Yunanistan devri ve muhtemelen ondan önceki zamanlarda da soruşturulmuştur. Ancak bu suçla ilgili yargılamalar her ne kadar çok eskiden beri yapılmış olsa da yargılamalar ulusal makamlar tarafından eşit ve tarafsız gerçekleştirilmemiştir. Bu yargılamalar, genelde galiplerin mağdurlar üzerinde boyun eğdirme çabaları şeklinde gerçekleştirilmiştir.7 Bu durum zaman geçtikçe daha vahim bir hal almıştır. Öyle ki en ağır suçları işleyenler bile ulusal makamlar tarafından keyfi yargılanıyor, büyük yıkımlarla sonuçlanan suçlar cezasız kalarak daha büyük yıkımları ve kayıpları beraberinde getiriyordu. Tüm bu nedenlerden dolayı sadece bir ulusun değil tüm ulusların hayatını alt üst eden ve haklarını çiğneyen sorumluların yargılanması adına uluslararası bir ceza mahkemesinin kurulması ve yapılan yargılanmaların uluslararası bir boyut kazanması düşünceleri geliştirilmeye başlatılmıştır.

Uluslararası ceza mahkemelerinin kurulması için gerçekleştirilen çabalar Birleşmiş Milletlerin el atmasıyla daha sistemli ve somut bir şekilde yürütülmeye başlatılmıştır. Öyle ki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1947 yılında “İnsanlığın Barış ve Güvenliğine Karşı Suçlar” kurallarını sistemli bir şekilde belirlemek ve Uluslararası Ceza mahkemesini hazırlama görevini Uluslararası Hukuk Komisyonuna (UHK) vermiştir. Ancak bu görev daha sonra alınarak özel bir komiteye verilse de 1954 yılına kadar üzerinde çalışılan tasarıda herhangi bir sonuca ulaşılamamıştır8 .

25 Kasım 1992 yılında Birleşmiş Miletler Genel Kurulu’nun (BMGK) talebi üzerine UHK, yeniden Uluslararası Ceza Mahkemesinin statü taslağı üzerinde çalışmaya başlamıştır. Nihayet 45 oturumun ardından hazırlanan rapor 1993 yılında BGMK tarafından olumlu karşılanmış ve Uluslararası Hukuk Komisyonu 1994 yılında raporu BGMK’ne teslim etmiştir.

Tüm bu aşamalarla senkronik olarak Güvenlik Konseyi tarafından iki mahkeme kuruldu. Bunlardan biri 1993 yılında ad hoc nitelikte olan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesidir. Diğeri ise 1994 yılında kurulan yine ad hoc nitelikte kurulan Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesidir (UCM)9 . Her iki mahkemede de adı geçen ülkelerde gerçekleşen soykırım sorumlularını yargılamak için ülkelerin talepleri üzerine kurulmuştur.

Tüm bu gelişmelerin ardından 1998 yılı 17 Temmuz tarihinde Roma’da Uluslararası Ceza Divanı’nın Kurulmasına Dair Birleşmiş Milletler Roma Diplomatik konferansı gerçekleştirilmiş ve sonucunda Uluslararası Ceza Divanı Roma Statüsü kabul edilmiştir. UCD’nin kurulması ile tarihte ilk defa insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve soykırım eylemlerini soruşturmak ve cezalandırmak için sürekli bir yargısal organ oluşmuştur. Mahkemenin yargı yetkisinin işlerlik kazanması ise 11 Nisan 2002 yılında yapılan bir törenle gerçekleştirilmiştir. Böylelikle Mahkemenin yargı yetkisinin işlerlik kazanmasıyla birlikte Mahkemenin kuruluş aşaması da tamamlanmış oldu.10 UCM’nin kurucu anlaşması olan Roma Statüsüne göre mahkemenin esas özellikleri şu şekildedir:

Uluslararası Ceza Mahkemesinin en önemli özelliği Roma Statüsü 1. maddesinde yer alan “mahkemenin daimî nitelikte” olması özelliğidir. Mahkemenin bu niteliğinin temel sebepleri uluslararası barış ve adaleti sağlamak ve bu temenninin korunması ve suç faillerine gerekli cezaların verilmesidir. Mahkemeye ait diğer önemli özellik, Mahkemenin yerleşik özelliğine sahip olmasıdır ki, bu da Mahkeme faaliyetinin Lahey kentinden yürütülmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak Mahkemenin tek bir merkezden yürütülmesi öğretide her zaman kabul edilmemekte ve bazı eleştirilere sebep olmaktadır. Öyle ki yerleşim yerine ait iki önemli görüş vardır. Bunlardan biri Mahkemenin tek bir merkezden yürütülmesinin doğru olmamasıyken diğeri doğru olanın böyle önemli bir Mahkemenin tek bir merkezinin olması gerektiğidir. İkinci görüşe göre Mahkemenin yerleşik merkezden yürütülmesi hem güvenliğin sağlanması hem de adli iş birliğinin yapılması için daha etkili ve uygundur. Ancak yine ikinci görüşe göre ilgili madde hükümlerine esasen ve Mahkemenin uygun gördüğü durumlarda başka bir yerde toplanabilmesi de mümkündür.11

Mahkemeye ait diğer önemli özellik BM ile ilişkisinin olması ancak ondan bağımsız bir şekilde faaliyet gösteren bir organ gibi kurulmuş olmasıdır. Mahkeme kendiliğinde 4 temel organdan ibarettir. Roma Statüsünün 4. bölüm madde 34 hükümleri gereğince bu organlar, 1) Başkanlık; 2) Yargı Makamı; 3) Savcılık Makamı; 4) Yazı İşleri Müdürlüğü olarak ayrılmaktadırlar.

Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ilgili diğer bir önemli konu da Mahkemenin yargı yetkisi konusudur. Her ne kadar statüde Mahkemenin yargı yetkisi sınırları belirlenmiş olsa da doktrinde her zaman tartışma konusu olmuştur. Bu tartışma, Mahkemenin evrensel yargı yetkisi temelinde yapılmaktadır. Evrensel yargı yetkisine göre Mahkemenin öngördüğü durumlarda statüye taraf olmayan devletlerle ilgili bir durum oluştuğunda Mahkeme, yargı yetkisini kullanabilecektir. Bu durum, Mahkeme ile statüye taraf olmayan devletler arasında evrensel yargılama yetkisi bakımından ilişkinin nasıl olduğu, söz konusu ilişkinin “aut dedere aut judicare” (yargıla veya iade et) ilkesi çerçevesinde nasıl değerlendirildiği farklı görüşler tarafından tartışma konusu olmuştur. Bu konuya ilişkin doktrinde iki temel görüş baskın olmaktadır. İlk görüş Mahkemenin evrensel yargı yetkisini savunmaktadır. Bu görüşe esasen eğer devletler tek başına yargılama yetkilerini kullanabiliyorsa o zaman onların bu yetkiyi uluslararası mahkeme aracılığıyla kullanmalarında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Bu sebepten dolayı ilgili devletlerin söz konusu ilke gereğince statüde düzenlenen suçları da yargılama yetkisine sahip olabileceklerini iddia ederek Mahkemenin evrensel yargı yetkisine sahip olduğunu ileri sürmektedirler.

İlk görüşün tam tersi olan ikinci görüş, Mahkemenin evrensel yargı yetkisine sahip olmaması yönündedir. Bu görüşe göre Mahkemenin evrensel yargı yetkisine sahip olması Viyana Antlaşmalar Hukuku sözleşmesinin 34. maddesinde düzenlenen evrensel hukuk ilkelerinden “res inter alios acta” ilkesini ihlal etmektedir. Bu yüzden de Mahkemenin evrensel yargı yetkisine sahip olduğu tespitinin doğru olmadığı düşüncesindedirler.

Mahkemenin yargı yetkisini incelediğimiz zaman sınırsız olmadığını görebiliriz. Mahkemeye tanınan yetkiler çeşitli açılardan; yer, zaman, kişi ve konu bakımından belirlenmiş sınırlara sahiptir. UCM’nin yargı yetkisine giren suçlar: insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, soykırım suçu ve saldırı suçu olarak belirtilmiştir.12 Çalışmamızda Dağlık Karabağ sorununun uluslararası ceza hukuku bağlamında değerlendirmesi yapılmıştır.