Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Depremin Miras Hukukuna İlişkin Sonuçları Hakkında Genel Bir Değerlendirme

A General Evaluation on the Consequences of Earthquakes on Inheritance Law

Sinan Sami AKKURT

6 Şubat 2023’te, merkez üsleri Kahramanmaraş olan 7.7 ve 7.6 büyüklüklerinde iki ana deprem meydana geldi. Nisan 2023 sonu itibariyle açıklanan resmî rakamlara göre bu iki deprem ve artçıları sonucunda Türkiye’de yaklaşık “elli bin” kişinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Bu depremlerin, resmî kayıtlar nazara alınarak yapılan açıklamalarda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve hatta 1268 Kilikya depreminden beri genel olarak Anadolu coğrafyasında en fazla can kaybına neden olan depremler oldukları ifade edilmektedir. Bu çalışma, öncelikle anılan depremlerde yakınlarını yitiren kişilere ve onlara yardımcı olmaya gayret eden çok sayıda hukukçunun hukuksal arayışlarına genel hatlarıyla fakat ivedilikle bir yol haritası oluşturulması; depremde hayatını kaybeden kişilerin kişiliklerinin hangi esnada, hangi esaslar çerçevesinde son bulduğunun belirlenmesi ve onların sağ kalan yakınlarının miras hukukuna ilişkin sorunlarının hangi hükümlere göre çözüme kavuşturulacağının genel olarak ortaya koyulması amaçları doğrultusunda hazırlanmıştır. Yitirdiklerimizin sonsuz anısına saygıyla.

Deprem, Ölüm, Ölüm Karinesi, Birlikte Ölüm Karinesi, Gaiplik, Mal Rejimi Tasfiyesi.

On February 6, 2023, two major earthquakes of magnitude 7.7 and 7.6 occurred, with epicenters in Kahramanmaraş. According to the official toll announced as of the end of April 2023, it is estimated that approximately “fifty thousand” people lost their lives as a result of these two earthquakes and their aftershocks. In the official statements, it is stated that these are the earthquakes that caused the highest mortality in the Anatolian geography in general, in the history of the Republic of Turkey and even since the 1268 Cilicia earthquake. This study was prepared with the purposes of primarily aiming to create a guide for the people who lost their relatives in the aforementioned earthquakes and the legal pursuits of many lawyers who try to help them, in general terms, but immediately; and to determine at what stage of their personalities and under what conditions the persons lost their lives in the earthquake and to find solution generally for the problems with regards to the inheritance law provisions that will be applied for their alive relatives. With respect to the eternal memory of those we lost.

Earthquake, Presumptive Death, Presumption of Multiple Death, Disappearance, Dissolution of Property Regime.

Giriş, Takdim ve Sınırlandırma

“6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri”1 Türkiye’nin özellikle on bir ilinde2 büyük yıkımlara neden olmuş,3 resmî açıklamalara göre bu iki ana deprem ve artçıları neticesinde yaklaşık elli bin kişinin hayatını kaybettiği ifade edilmiş,4 anılan illerde ve civarlarında yaşamını sürdüren pek çok yurttaş farklı bölgelere/ illere göç etmek durumunda kalmıştır.

Anılan “depremlerde hasar gören binaların sebep olduğu zararlardan kaynaklanan hukuki sorumluluk” konusu; tarafımızca kaleme alınan “I- sözleşme sorumluluğu” ve “II- haksız fiil sorumluluğu” olmak üzere iki müstakil çalışma hâlinde, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi’nin 2023 Yılı, 31’inci Cildinde yayımlanmıştır. Lâkin böylesi kitlesel yıkıma neden olan bu depremlerin miras hukuku bakımından sonuçlarına da değinmek bir medenî hukukçu olarak ödev telakki edilerek, anılan depremlerde yakınlarını yitiren kişilere ve onlara yardımcı olmaya gayret eden çok sayıda hukukçunun hukuksal arayışlarına genel hatlarıyla fakat ivedilikle genel bir yol haritası oluşturulması amacıyla bu çalışma kaleme alınmıştır.

Adlî tıp biliminde “kitlesel doğal afet5 olarak kategorize edilen bu tür felaketlerde yaşamlarını yitiren tüm kişilerin ölüm anları ve/veya kimlikleri her hâlükârda sarih olarak belirlenememekte, hatta enkaz altında kaldıkları varsayılan/ iddia edilen bazı kişilerin sonradan cesetlerine dahi ulaşılması mümkün olmamaktadır. Ölüm anının ve/veya ölenin kimliğinin sarih olarak tespit edilemediği böyle durumlar, ilgili kişinin yakınlarının mirasçılık durumları hakkında belirsizlik yaratmaktadır. Örneğin aynı enkaz içerisinde hayatını kaybeden eşlerden hangisinin önce hangisinin sonra öldüğünün belirlenebilmesi, bunlardan hangisinin diğerine mirasçı olacağının tespitinde birincil derecede önem arz etmektedir. Oysa bunun tespit edilmesi, kitlesel doğal afetler karşısında her durumda mümkün olamamaktadır. Aynı şekilde ne sağ olarak kendisine ne de ölü olarak cesedine ulaşılamayan, kendisinden hiçbir surette haber alınamayan kişilerin akıbeti de mirasçıların durumu hakkında belirsizlik yaratabilmektedir. Örneğin içinden bazı kişilerin sağ olarak kurtulduğu bir enkazda cesedine rastlanmayan ya da enkazdan çıkartılıp hastaneye götürüldüğü iddia edilmekle birlikte hiçbir hastane kaydında adı geçmeyen, kendisine hiçbir surette ulaşılamayan kişilerin durumları böyledir.

İşte çalışmada; ölüm(leri)ne kesin gözüyle bakılmakla birlikte ceset(ler)ine ulaşılamayan, özellikle birbirleri karşısında ölüm anları/sıraları kesin olarak tespit edilemeyen ve/veya ölüm(leri) hakkında kuvvetli olasılık bulunan ancak kendi(ler)inden haber alınamayan deprem mağdurlarının kişiliklerinin ve terekelerinin akıbeti hususları genel çerçevede ele alınacak olup, esasında her biri hakkında müstakil monografiler yazılabilecek/yazılmış olan oldukça geniş kapsamlı bu hususlar hakkında fazlaca doktrinel tartışmaya girmeden, öz itibariyle, çalışma konusundan ve amacından uzaklaşmadan izahta bulunulmasına gayret edilecektir.

I. Ölümüne Kesin Gözüyle Bakılan Fakat Cesedine Ulaşılamayan Kişilerin Durumu

Depremde ağır hasar gören veya tümüyle yıkılan binaların sebep olduğu ölümlerde her durumda kimlik tespiti mümkün olmamakta, hatta ölümüne kesin gözüyle bakılmakla birlikte cesedine dahi ulaşılamayan kişiler olduğu bilinmektedir. TMK m.31, kişinin, ölümüne kesin gözüyle bakılmasını gerektiren böyle durumlar içinde kaybolduğu takdirde cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılacağını hükme bağlamaktadır. Bu hüküm “ölüm karinesi” olarak tabir edilir.6

Esasen kişinin ölmüş olduğu sonucuna cesedinin bulunması ve cesedin o kişiye ait olduğunun belirlenmesi (kimliklendirme) ile ulaşılır. Fakat öyle olaylar vardır ki cesedi bulunamasa veya ceset ile kişi arasında kimliklendirme sarih olarak gerçekleştirilemese dahi o olay içerisinde kaybolan kişinin ölmüş olduğuna kesin gözüyle bakılır. Örneğin deprem dolayısıyla yıkıldığı esnada o binada bulunduğu kesin olan fakat binanın, kimsenin sağ olarak kurtarılamadığı enkazında cesedi dahi bulunamayan veya bulunan cesetlerle kimliğinin eşleştirilmesi (teknik sebeplerle) mümkün olmayan kişinin durumu kural olarak böyledir.

TMK m.31’in uygulanabilmesi için öncelikle kişinin, genel hayat tecrübelerine göre ölümüne kesin gözüyle bakılmasını gerektiren bir olay içerisinde kaybolmuş olması şarttır. Depremde yıkılan binanın enkazında sonradan yangın çıktığı, gaz sızıntısına bağlı patlamalar olduğu, çetin kış şartlarının yaşandığı bir mevsimde günlerce enkaza müdahale edilemediği durumlar, ölüme kesin gözüyle bakılmayı gerektiren, yaşanmış (acı) örnekler arasındadır. Öte yandan kişinin hayatta olabileceğine dair en ufak bir ihtimal, başka deyişle kişinin ölüp ölmediği hususunda az da olsa tereddüt varsa ölüm karinesinin şartlarının gerçekleştiğinden bahsetmek isabetli olmaz.7 Örneğin içerisinden bazı kişilerin sağ olarak kurtulduğu bir enkaz altındaki kişilerin, insanın aç ve susuz olarak hayatta kalabileceği maksimum süre (hayatta kalabilme süresi)8 zarfında ölümlerine kesin gözüyle bakılması mümkün ve insanî olmayacağı için, o aşamada TMK m.31’in söz konusu kişiler hakkında uygulanması isabetli görülmemektedir. Fakat zor koşullarda hayatta kalabilme süresi henüz dolmadan enkaz kaldırma çalışmalarına girişildiği, ağır iş makinelerinin henüz hayatta kalabilme süresi içerisindeyken hafriyat/enkaz kaldırmaya başladığı bir faraziyede, anılan enkaz altındaki kişiler hakkında da artık ölüm karinesinin işletilebilmesi mümkün hâle gelmiş olur.

Bununla birlikte, TMK m.31’in uygulama alanı bulması için kişinin sadece ölümüne kesin gözüyle bakılmasını gerektirecek bir olay içerisinde kaybolmuş olması yeterli olmayıp, ayrıca kişinin cesedinin bulunamamış olması da şarttır. Cesedin kişiyi teşhis etmekten uzak, örneğin kimliklendirme yapılamayacak ölçüde deforme olduğu durumlarda da TMK m.31 anlamında cesedin bulunamadığının kabul edilmesi gerektiği ifade edilmektedir.9 Kişinin cesedine ulaşılabildiği durumlarda ise ölüm karinesinin işletilmesine gerek bulunmamaktadır.

TMK m.44 uyarınca, ölümüne kesin gözüyle bakılmasını gerektiren durumlar içerisinde kaybolan kimse hakkında, cesedi bulunamamış olsa dahi o yerin en büyük mülkî amirinin (illerde valinin, ilçelerde kaymakamın) emriyle ölüm tutanağı düzenlenerek nüfus kütüğüne ölü kaydı düşülür (ölüm olayı işlenir). Maddedeki “o yer” ifadesinden ölüme kesin gözüyle bakılmayı gerektirecek olayın vuku bulduğu yer değil, “ilgililer tarafından müracaat edilen yer”in anlaşılması isabetli olur. Nitekim bu durum 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu (NHK)’nun 32/I maddesinde de açıkça ifade edilmektedir.

Ölüm karinesi çerçevesinde nüfus kütüğüne ölü kaydı düşülmesini talep edebilecek “ilgililer”, hakkında ölüm karinesi cereyan eden kişinin alt veya üst soyu, kardeşleri, bunlar yoksa mirasçılarıdır. Bu kişilerin başvurularında ölüme kesin gözüyle bakılmasını gerektirecek olayı belgelendirmeleri ya da yetkili makamların durumu resmî bir yazı ile nüfus müdürlüğüne bildirmeleri gerekli ve yeterlidir (NHK m.32/II). Bu kişiler dışındaki diğer ilgililerin ölüm karinesinin gereğinin idari yolla yerine getirilmesini isteme yetkileri bulunmasa da diğer her ilgili, söz konusu kişinin ölü veya sağ olduğunun mahkemece tespitini dâva edebilir (TMK m.44/II).

Alt soy, üst soy, kardeşler veya mirasçılar tarafından müracaat edilen nüfus müdürlüğü, başvuru dilekçesini ve ekli belgeleri, olayın doğru olup olmadığı ve öldüğü iddia edilen kişinin olayın meydana geldiği sırada orada bulunup bulunmadığı çerçevesinde inceleyerek, ilgili evrakları olay ve kişinin orda olduğunu kanıtlar nitelikte görürse mülkî idare amirinin emriyle kütüğe ölü kaydı düşer (NHK m.32/III).

08.05.2020 tarihine kadar, deprem gibi kitlesel doğal afetlerde meydana gelebilecek toplu ölümler hakkında uygulanmak üzere ayrıca “Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik10 (NHKY)” m.66 yürürlükte idi. Buna göre depremde “... binaların çökmesi, yıkılması gibi nedenlerle toplu ölümlerin olması hâlinde mülkî idare amirlerince görevlendirilecek memurlarca ölenlerin kimlikleri tespit edilir. Kimlik tespitinin yapılması mümkün olmadığı takdirde, mülkî idare amirince görevlendirilecek kişilerce ölenlerin fotoğrafları çektirilerek özel bir dosyada muhafaza edilir. Olaya adlî makamlarca el konulmuş ise bu makamlarca yaptırılan tespitten yararlanarak ölenlerin kimlikleri ve nüfusta kayıtlı oldukları yer iki örnek halinde listeye geçirilir. Listelerin alt kısmı tutanak şeklinde bağlanarak listeyi düzenleyen görevlilerce imzalanır. Liste düzenlenmesine olanak bulunmadığı hallerde, ilgili makamların resmî yazıları veya bu makamlarca verilecek belgelere dayanılarak ölüm tutanağı düzenlenmek üzere listeler o yerin nüfus müdürlüğüne teslim edilir. İki örnek olarak düzenlenen ölüm tutanakları aile kütüğüne tescil edilerek bir örneği ölüm özel kütüğüne, bir örneği ise Genel Müdürlüğe gönderilecek olan dosyaya takılır. Bu tutanaklara ‘...............ce verilen .......... tarihli ve ....... sayılı listeye dayanılarak düzenlenmiştir’ şeklinde açıklama yapılır. Görevli memurlarca düzenlenmiş olan listelerin bir örneği ile ilgili makamlarca verilmiş belge veya yazılar aynı yer nüfus müdürlüğünde açılacak özel bir dosyada ve süresiz olarak muhafaza edilir. Nüfus müdürlüğünün hasar görmüş olması halinde düzenlenmiş olan listelerle ilgili olarak Bakanlıkça verilecek talimata göre işlem yapılır” idi. Dolayısıyla deprem neticesinde meydana gelen toplu ölümler bakımından ilgililerin nüfus müdürlüklerine müracaat etmesine gerek olmaksızın ölümlerin tespiti, ilgili karinelerin işletilmesi ve nüfus kütüğünün buna göre düzenlenmesi yönünde idarenin re’sen işlem yapmakta görevli ve yetkili kılındığı ifade edilebilirdi. Ancak 08.05.2020 tarihli ve 2505 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile çıkartılan “Nüfus Hizmetleri Uygulama Yönetmeliği (HNY)” ile, “Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik (NHKY)” yürürlükten kaldırılmış olup (m.75), NHY’de kitlesel afetler neticesinde meydana gelen toplu ölümler hakkında uygulanmak üzere, ilgili idareyi re’sen görevli ve yetkili kılan böyle özel bir düzenleme (artık) yer almamaktadır.

Kişinin nüfus kütüğüne ölüm karinesi işletilerek ölü kaydı düşülmesiyle o, ölümüne kesin gözüyle bakılmasını gerektiren olayın gerçekleştiği tarihten itibaren (geriye etkili olarak) ölmüş kabul edilir ve ölümle ilgili tüm sonuçlar bu andan itibaren doğar.11 Bu tarih itibariyle kişinin terekesi, teminat göstermelerine gerek olmaksızın mirasçılarına geçer. Şayet bu kişi evliyse evliliği de olay tarihini itibariyle kendiliğinden sona ermiş sayılacağından, mal rejiminin tasfiyesinde ve katılma alacağının terekeye dahlinde bu tarihin esas alınması gerekir.

Nüfus kütüğüne ölü kaydı düşülen kişinin ölü olmadığı sonradan anlaşılırsa bu kişinin mahkemeye müracaat ederek ölü kaydının kaldırılmasını talep etmesi gerekir (NHK m.35, 36). Sonradan çıkagelen kişinin böyle bir talepte bulunmaması hâlinde ölü kaydının iptali NHK m.36/I, (a), (c) ve/veya 40 hükümlerine göre yapılmalıdır. Nüfus kütüğüne ölüm karinesi işletilerek ölü kaydı düşülen kişinin sonradan ortaya çıkması durumunda mirasçılarına intikal etmiş olan malvarlığının TBK m.77 vd. anlamında sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenmesi mümkün ve isabetli görülmektedir.12

II. Hangisinin Önce Öldüğü Tespit Edilemeyen Mirasçıların Birbirleri Karşısındaki Durumu

Kimin mirasçı olacağı, mirasbırakanın ölüm anına göre belirlenir. Öyle ki mirasçı olabilmek için mirasbırakanın ölümü anında sağ olmak şarttır (TMK m.580/I). Oysa deprem dolayısıyla ağır hasar gören veya yıkılan bina(lar)da hayatını kaybeden çok sayıda kişinin (mirasçının) hangisinin önce hangisinin sonra öldüğünün tespit edilebilmesi çoğu durumda çok zor veya imkânsızdır.

Mirasbırakanla birlikte, çoğunlukla aynı enkaz altında kalınması gibi bir olay nedeniyle hayatını kaybedip de mirasbırakandan önce mi sonra mı son nefesini verdiği tespit edilemeyen kişilerin (birbirleri karşısındaki) mirasçılık durumunun nasıl belirleneceği meselesi öncelikle TMK m.29/II çerçevesinde incelenir. Buna göre “birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda ölmüş sayılır”.

Birlikte ölüm karinesi13 tabiriyle ifade edilen bu hüküm, bir üst başlıkta değinilen “ölüm karinesi”nden farklı olarak; ölüm olayının değil, ölüm anının tespitine ilişkindir. Bu nedenle birlikte ölüm karinesinin işletilebilmesi için çoklu ölümlerin aynı olay içerisinde gerçekleşmesi gerekmeyip, hangisinin önce veya hangisinin daha sonra gerçekleştiğinin ispat edilememesi (belirlenememesi) gerekli ve yeterlidir.14 Örneğin hangisinin önce veya sonra öldüğü tespit edilemeyen mirasçıların aynı enkaz altında hatta aynı olay neticesinde yaşamlarını yitirip yitirmedikleri, karinenin işletilebilmesi bakımından önem arz etmez. Farklı enkazlarda, hatta biri enkaz altında kalmak diğeri gaz sızıntısından etkilenmek gibi farklı olaylar neticesinde yaşamını yitiren mirasçılar hakkında da TMK m.29/II hükmünün uygulanması mümkündür. Yeter ki bunlardan hangisinin önce, hangisinin sonra öldüğünün ispatlanması mümkün olmasın.15

Önemle belirtilmelidir ki birlikte ölüm karinesinin işletilebilmesi için ölen kişilerden her ikisinin de ölüm anının (ayrı ayrı) ispat edilemiyor olması şart değildir. Bunlardan yalnızca birinin (diğerine kıyasen) ölüm anının ispat edilememesi de karinenin işletilmesi bakımından yeterlidir. Nitekim ölen iki kişiden yalnızca birinin (diğeri karşısında) ölüm anının tespit edilememesi demek, diğerinden önce mi sonra mı öldüğünün belirlenebilmesi için gerekli olan referans (mukayese) noktasının bulunmaması demektir. Ancak (yalnızca) birinin diğerinden önce ya da sonra öldüğü ispat edilebiliyorsa, bu hâlde birlikte ölüm karinesinin uygulanması mümkün değildir. İspat her türlü delille gerçekleştirilebilir.16

TMK m.29/II hükmü, özellikle miras hukuku açısından önemli sonuçlar doğurur. Nitekim yukarıda da kısaca değinildiği üzere hangisinin önce hangisinin sonra öldüğü ispat edilemeyen, dolayısıyla TMK m.29/II uyarınca aynı anda ölmüş sayılan kişilerin birbirlerine mirasçı olmaları mümkün değildir17 (TMK m.580/I). Buna göre örneğin deprem esnasında aynı evde bulunan eşler ve çocuklardan hiçbirinin enkaz altından sağ kurtulamadığı bir faraziyede, bunların hangisinin daha önce veya sonra öldüğü kurtarma ekipleri, enkaz başında bekleyen yurttaşlar, o enkazdan sağ olarak kurtarılan diğer mağdurlar gibi tanık beyanlarıyla da belirlenemiyorsa, birbirlerine mirasçı olmaları mümkün değildir. Zira bunların hepsi, TMK m.29/II uyarınca aynı anda ölmüş sayılırlar ve TMK m.580/I uyarınca birbirlerine mirasçı olamazlar. Buna göre örnekteki eşler birbirlerine mirasçı olamayacakları gibi, çocuklar da ana-babalarına mirasçı olamazlar.

Bu hâlde, yani birlikte ölüm karinesi uyarınca birbirlerine mirasçı olamayan kişilerin mirasları, ölümleri anında hayatta olan kendi mirasçılarına geçer. Örneğin yukarıdaki faraziyede bahsedilen eşlerden her birinin (ölen çocukları dışında başka altsoyları bulunmadığı bir durumda) kendi ana ve babaları (ikinci zümre başı mirasçıları) farklı ilde veya binada oldukları için hayatta kalmışlarsa, enkazda yaşamını yitiren kocanın mirası kendi ana ve babasına, karının mirası ise kendi ana ve babasına intikal eder.

Öte yandan birlikte ölüm karinesi, aynı anda ölmüş sayılan ve dolayısıyla evlilikleri ölümle son bulan eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesine ve katılma alacağına hak kazanmalarına etki etmez. Yukarıdaki örnekteki eşler her ne kadar birbirlerine mirasçı olamasalar da evlilikleri ölümle son bulmuş olacağı için aralarındaki mal rejiminin tasfiyesi neticesinde hesaplanan katılma alacağı hangi eş lehine çıkıyorsa, anılan meblağ ilgili eşin terekesine dâhil olur ve bu (alacaklı) eşin mirasçıları (örnekteki kendi ana ve babası), diğer (borçlu) eşin mirasçılarından (borçlu eşin ana ve babasından) katılma alacağı tutarındaki meblağın kendilerine verilmesini talep edebilirler.18

Kitlesel yıkıma yol açan depremlerin ardından sıkça sorulan sorulardan biri de evli eşlerden birinin kendi üst soyuyla aynı enkazda yaşamını yitirdiği, diğer eşin ise ortak çocuklarıyla sağ kaldığı faraziyede mirasçılık durumlarının ne olacağı yönündedir. Durumu bir örnek üzerinden somutlaştırmak gerekirse; oldukça variyetli baba B ve evli kızı K, aynı enkaz altında yaşamlarını yitirmişler ve fakat hangisinin önce hangisinin sonra öldüğü ispat edilememiştir. Geride B’nin eşi ve K’nın öz annesi E, K’nın kocası O ve K ile O’nun ortak (öz) çocukları Ç sağ kalmıştır. Bu durumda E, O ve Ç’nin, B ve K karşısında mirasçılık durumları nasıldır? Damat O ve torun Ç, variyetli B’nin mirasından doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanabilirler mi?

Örnekteki B ve K, TMK m.29/II uyarınca aynı anda ölmüş sayıldıkları için birbirlerine mirasçı olamazlar (TMK m.580/I). Bu nedenle her birinin mirası, ölümleri anında hayatta olan kendi mirasçılarına intikal eder. Buna göre B’nin mirası (sayılanlardan başka mirasçısı olmaması durumunda) kök içinde halefiyet ilkesi gereğince torunu Ç’ye ve torunla (birinci zümreyle) birlikte mirasa iştirak eden eşi E’ye kalır. Dolayısıyla damadı O, bu mirastan (K üzerinden) dolaylı da olsa yararlanamaz. O sadece, merhum karısı K’nın ölüm anında mevcut olan kendi terekesi üzerinden talepte bulunabilir. Oysa aynı enkaz altında kalmış olsalar da K’nın B’den daha sonra öldüğünün ispatlanabildiği bir faraziyede B’nin mirası önce K’ya, onun ölümü üzerine ise (dolaylı olarak) O ve Ç’ye kalır. Dolayısıyla birlikte ölüm karinesi (TMK m.29/I), ilk faraziyede O’nun, B’nin mirasından dolaylı olarak da olsa yararlanmasını engellemektedir.

TMK m.29/II, birlikte gaiplik hakkında da uygulanır.19 Aşağıda daha detaylı açıklanacağı üzere ölümlerine kuvvetle muhtemel gözüyle bakılmasını gerektiren olay(lar)da kaybolan ancak hangisinin önce hangisinin kaybolduğu açıkça belirlenemeyen kişilerin durumu birlikte gaiplik olarak ifade edilebilir. Gaiplik kararı geçmişe etkili olarak sonuç doğuracağı için, hangisinin önce hangisinin sonra kayboldukları ispat edilemeyen kişilerin mirası, bunlar birbirlerine mirasçı olamayacak şekilde aynı anda açılmış sayılır. Yukarıdaki son örnekte baba B ve kızı K’nın enkazdan ağır yaralı olarak çıkartılıp farklı hastanelere kaldırıldığı ancak ne anılan hastane ne de emniyet kayıtlarında izlerine bir daha rastlanmadığı, kendilerinden uzun süredir hiç haber alınamadığı bir faraziyede, haklarında şartları dâhilinde mahkeme tarafından verilecek gaiplik kararı neticesinde bunların, TBK m.29/II uyarınca birlikte gaip sayıldıkları, dolayısıyla birbirlerine mirasçı olamayacakları söylenebilir. Ancak birlikte ölüm karinesinden farklı olarak burada, eşler hakkında (ayrıca evlenmenin feshi kararı bulunmadıkça) yalnızca gaiplik kararı onların evliliğini sona erdirmiş olmayacağı için aralarındaki mal rejiminin tasfiyesi de gerçekleşmeyecek, dolayısıyla eşlerden biri lehine hesaplanacak olan katılma alacağının onun terekesine dâhil olması da söz konusu olmayacaktır. Her ikisi hakkında da gaiplik kararı bulunduğu için evlenmenin feshi talebinde bulunmaları mantıken imkânsız görünen eşler dışında başka kişilerin (örneğin mirasçılarının veya diğer ilgililerin) kural olarak evlenmenin feshini gaiplik nedeniyle dâva etme hakları da bulunmadığı için (TMK m.131/II), birlikte gaiplik durumunda mal rejimi tasfiyesi hususunda kanunda bilinçsiz (gerçek) boşluk olduğu düşünülmektedir. Kamu düzenine ilişkin olduğu düşünülen böyle bir husus hakkında ihdas edilmesi önerilen yasal düzenleme, eşlerin her ikisi hakkında da gaiplik kararı bulunan hâllerde evliliklerinin feshinin, Cumhuriyet savcısı ve/veya kanunî ya da atanmış mirasçılar gibi, hakları bu karara bağlı olan diğer (ilgili) kimseler tarafından dâva edilebileceğinin kabulü yönündedir.