Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Anayasa Mahkemesi Kararları

Anayasa Mahkemesi Kararları(*)

Başvuru Numarası: 2017/35282
Karar Tarihi: 10.02.2022
R.G. Tarih ve Sayı: 29.11.2022-32028

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan icra takibine yönelik şikâyete ilişkin yapılan yargılamadan alacaklının haberdar edilmemesi nedeniyle mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucu Umde İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. (Şirket), M.M.nin temsilcisi olduğu E.K. Konutları 2. Etap Sitesi (F) Blok’ta tadilat işleri yapmıştır. Taraflar arasında borcun ödenmesi hususunda ihtilaf ortaya çıkmıştır. Başvurucu Şirket borcun ödenmediğini iddia etmekte; borçlular ise borcu ödediklerini, senetleri almadıklarını, Şirket temsilcisi C.B.de borcun ibra edildiğini ileri sürmektedir.
11. Başvurucu 2/8/2015 tanzim tarihli ve 5.300 TL bedelli olan iki ayrı bonoya dayanarak Ankara 32. İcra Müdürlüğünde kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takipleri başlatmıştır.
12. Borçlular, takiplere dayanak senetlerin onaylı suretlerinin gönderilmediğini ve tebligatların usulsüz olduğunu belirterek takiplerin iptali talebiyle Ankara 7. İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) iki ayrı şikâyette bulunmuştur. Şikâyet dilekçelerinin başvurucuya tebliğ edildiğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.
13. Mahkeme; dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda verdiği 20/9/2017 tarihli kesin kararlarında, takiplerin iptaline ve başvurucu aleyhine her dosya için ayrı ayrı 400 TL vekâlet ücreti ile ayrı ayrı 75,50 TL yargılama giderine hükmetmiştir. Mahkeme gerekçeli kararlarında; keşide yeri unsuru bulunmayan dayanak belgelerin bono olarak kabul edilemeyeceğini, 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 776. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinde öngörülen koşulu taşımayan belgelere dayanılarak borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip yapılmasının mümkün olmadığını açıklamıştır. Ayrıca Mahkeme, takibe dayanak senetlerde düzenleme yeri belirtilmediği gibi düzenleyenin adının yanında da herhangi bir idari birim yazılı olmadığı için sözü edilen 2/8/2015 keşide tarihli belgelerin kambiyo senedi vasfı taşımadığını belirtmiştir.
14. Nihai kararlar 29/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 3/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Anayasa Mahkemesinin 10/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Mahkeme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu; icra takipleri başlattığını, takiplere karşı borçlular tarafından yapılan şikâyet başvuruları üzerine Mahkemece şikâyet dilekçeleri kendisine tebliğ edilmediği gibi dilekçeye ilişkin beyanı alınmadan ve dosya üzerinden inceleme yapılarak aleyhine kesin olarak karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu, davadan ancak gerekçeli kararın tebliğ edilmesiyle haberdar olabildiğini ve iddialara karşı savunma hakkı tanınmaması dolayısıyla adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özünün başvuru konusu davadan haberdar edilmemesi sonucu iddialarını ve savunmalarını sunmasına imkân sağlanmamasına ilişkin olması nedeniyle ihlal iddialarının adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkeme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Uygulanabilirlik Yönünden
38. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
39. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun’un Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasına “adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde “değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil...” edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme’de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa’da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ve buna ilişkin AİHM içtihadının da gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
40. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da uygulanır. Anayasa’nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni meselelerde uygulanabilmesi için ilk olarak ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış veya en azından savunulabilir temeli bulunan bir hakkın bulunması gerekir. İkinci olarak bu hakka dair ilgili kişinin menfaatini etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Öte yandan bu uyuşmazlık ihtilaf konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici bir nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § 28).
41. Şikâyet müessesesi, icra dairesinin somut işlemine karşı bir denetim işlevi yerine getirir ve şikâyet olunan, aslen icra dairesidir. Ancak dava sonucu işlemin iptali veya düzeltilmesi kararı verilmesi hâlinde şikâyet konusu işlemin lehine olduğu kimsenin hukuksal durumu doğrudan etkilendiği için uygulamada bu kişiler davalı olarak gösterilmektedir. Nitekim yargısal kararlarda olduğu gibi başvuru konusu olayda da takip alacaklısı sıfatıyla başvurucu, mahkeme kararında davalı olarak gösterilmiştir.
42. Şikâyet konusu işlem temelde icra dairesinin işlemi olmakla birlikte şikâyet sonucu verilen karar, takibin taraflarının haklarını önemli ölçüde etkilemektedir. Takibin sonuçsuz kalması, haciz veya satış işleminin yapılamaması ve takip hukukundan doğan bir hakkın var olup olmadığına yönelik tespitler tarafların haklarını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle şikâyetin takibin diğer taraflarını ilgilendirip ilgilendirmediği hususundan ziyade somut olay çerçevesinde ilgilinin hakkının etkilenip etkilenmediği hususunda kategorik bir şekilde değerlendirilmesinin doğru olacağı açıktır.
43. İcra hukuk mahkemelerinin şikâyet başvurularıyla ilgili verdikleri kararların adil yargılanma hakkı yönünden bireysel başvuru incelemesine konu olup olamayacağı Anayasa Mahkemesince benzer başvurular kapsamında değerlendirilmiş ve şikâyetin takibin diğer tarafını ilgilendirip ilgilendirmediğinden ziyade somut olay çerçevesinde şikâyet başvurusu sonunda verilen kararın ilgilinin haklarını etkileyip etkilemediği hususunun değerlendirilmesiyle bir sonuca varılmasının doğru olacağı kabul edilmiştir (İbrahim Demirayak, B. No: 2013/4075, 10/3/2016, § 25).
44. Somut olayda başvurucu, alacağı için bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip başlatmıştır. İcra konusu alacağın takip şeklinin usulüne uygun olup olmadığı hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunduğu görülmüştür. Başka bir ifadeyle başvurucunun alacağı ile kanunda özel olarak öngörülen takip yöntemine yönelik bir uyuşmazlık mevcuttur.
45. Son olarak bireysel başvuruya konu yargılamanın uyuşmazlık konusu alacak yönünden belirleyici olup olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Somut olaya konu şikâyet, icra müdürlüğünün cebri icra sürecindeki işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olup olmadığının karara bağlandığı bir mekanizma olup davada alacağın esasıyla ilgili bir karar verilmemektedir. Bununla birlikte alacağın esasına yönelik bir karar verilmemesi, şikâyete ilişkin uyuşmazlıkları Sözleşme’nin 6. maddesi ile Anayasa’nın 36. maddesinin ortak koruma alanının kapsamı dışına çıkarmamaktadır. Şöyle ki 2004 sayılı Kanun’un 167. ile 176. maddeleri arasında düzenlenen kambiyo senetlerine mahsus takip yolunun genel haciz yolu ile yapılan icra takiplerine göre örneğin itiraz üzerine takibin durmaması, seri takip prosedürüyle alacağın hızlı tahsil edilmesi (takipte öncelikle ilk haciz uygulayana ödeme yapılması nedeniyle), ispat kolaylığı gibi birçok hususta avantaj sağladığı açıktır. Dolayısıyla takip usulündeki farklılığın alacağın elde edilmesi yönünden bir belirleyiciliği bulunmasa da alacaklı açısından söz konusu takip yolunun kullanılmasında medeni hak niteliğindeki birçok hakkın etkilenmesi mümkündür. Bu yönüyle uyuşmazlığın esasının karara bağlanmadığı ancak alacağın takip yöntemini belirleyen yargılamaların da bu bağlamda Sözleşme ile Anayasa’nın ortak koruma alanında olduğu kabul edilebilir.
46. Somut olayda başvurucunun başlattığı icra takibine borçlunun şikâyeti üzerine Mahkeme, bono vasfı taşımayan belgeye dayanarak borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip yapılmasının mümkün olmadığını belirtip takibin iptaline karar vermiştir. Mahkemenin kararının belli bir miktar paranın ödenmesine ilişkin alacağın ne şekilde icra edileceğine yönelik olduğu, bir başka ifadeyle davada alacağın tahsil usulü konusunda ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümlendiği anlaşılmıştır. Bunun yanı sıra yargılamada başvurucu aleyhine yargılama gideri ve vekâlet ücretine hükmedilmek suretiyle başvurucunun birtakım mali yükümlülüklere katlanmak zorunda bırakıldığı da açıktır.
47. Başvuruya konu talebin hukuk sisteminde uyuşmazlık konusu yapılabildiği anlaşılmakla başvurucunun mahkeme hakkı bağlamındaki adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının konusunun Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının kapsamında yer aldığı ve adil yargılanma hakkının güvencelerinin somut başvuruya uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.
b. Kabul Edilebilirlik Yönünden
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkeme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
49. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
50. Anayasa’nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında, hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığa ilişkin bir karar verilmesini isteme güvencesini de sağlar. Öte yandan Sözleşme’yi yorumlayan AİHM de Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkeme hakkı şeklinde genel bir hakkı düzenlediğini kabul etmekte ve bu hakkın karar hakkını da içerdiğini ifade etmektedir (İbrahim Demiroğlu [GK], B. No: 2017/15698, 26/7/2019, § 54).
51. Demokratik bir toplumda vazgeçilmez bir hak niteliğindeki adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkeme hakkı uyuşmazlığın bir mahkeme önüne getirilebilmesini, dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı iddia ve savunmaların yargı merciince incelenerek değerlendirilmesini ve bir karara bağlanmasını, ayrıca verilen kararın icra edilmesini gerektirir. Buna göre mahkeme hakkı; mahkemeye erişim hakkı, karar hakkı ve kararın icrası hakkını içerir (İbrahim Demiroğlu, § 55).
52. Kişiler dava açmak suretiyle mahkemelerden hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak yargısal koruma talep etmektedir. Bireylerin yargısal koruma taleplerine cevap vermek, bu bağlamda dava konusu uyuşmazlığın esasını inceleyerek iddia ve savunmaları değerlendirdikten sonra davayı karara bağlamak yargı mercilerinin anayasal yükümlülüğüdür. Anılan hak yargılama sürecinin adil olarak yürütülmesini temin edecek birtakım usul güvenceleri sunmaktadır. Dolayısıyla bireysel başvuru incelemelerinde adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirme yapılırken davanın sonucuna ilişkin bir çıkarım yapılması mümkün değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkili olan iddiaların -mahkeme hakkının gereği olarak- derece mahkemelerince işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini denetleme görevi bulunmaktadır (Emin Arda Büyük [GK], B. No: 2017/28079, 2/7/2020, §§ 52, 55).
53. Anayasa’da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı; davacıların ileri sürdükleri iddia ve savunmaların mahkemelerce gereği gibi incelenmesinin yanı sıra davalıya ve uyuşmazlıktan hak ve yükümlülükleri doğrudan etkilenen kişilere de iddia ve savunmalarını ileri sürme imkânı vererek davaya etkili şekilde katılmalarını, bu kişilerin mahkemelerce gereği gibi dinlenmesini de içerir.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
54. Başvurucu; kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan icra takiplerinde Mahkemece şikâyet dilekçeleri kendisine tebliğ edilmeden, iddialara karşı itiraz ve delil sunma hakkı tanınmadan şikâyetlerin kabulü ile takiplerin iptaline karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
55. Somut olayda başvurucunun Ankara 32. İcra Müdürlüğünün E. 2017/6277 ve E. 2017/6278 sayılı dosyalarında, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla İcra Müdürlüğü nezdinde takip başlattığı, takip borçlusu tarafından takibin iptali talebiyle yapılan şikâyetle ilgili olarak Mahkemenin şikâyet dilekçelerini başvurucuya tebliğ etmeden ve söz konusu şikâyetle ilgili savunmalarını almadan dosya üzerinden inceleme yaparak takibe dayanak senetlerin kambiyo vasfını haiz olmadığı gerekçesiyle takiplerin iptaline kesin olarak karar verdiği anlaşılmıştır.
56. Mahkeme hakkı, kişilerin haklarında açılan davadan haberdar edilmelerini, yargısal sürece katılımlarının sağlanmasını yani hukuken davanın süjesi olma özelliğinin pratiğe yansıtılmasını gerekli kılar. Dolayısıyla hakkında dava açılan bir kişinin dava ile ilgili beyan ve delillerini sunma hakkının fiilen ortadan kaldırılması mahkemeye erişim sorununu ortaya çıkarır. Özellikle davanın kesinleşmesinden sonra yargısal süreçten haberdar olan bir kişi için gerçek anlamda bir yargılamanın yapıldığından bahsetmek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle yargısal süreçten usulüne uygun bir şekilde haberdar edilerek iddialara ilişkin beyan ve delillerini sunma imkanı tanınmayan bir kişi için gerçek anlamda uyuşmazlığın mahkeme önüne getirildiğinden bahsedilemez.
57. Mahkemenin uyuşmazlığı karara bağlarken davalı tarafın yargılamaya katılımını ihmal ederek iddia-savunma kurgusunu oluşturmadan davayı sonuçlandırması hâlinde -şeklî anlamda uyuşmazlık mahkeme önüne getirilmiş olsa bile- ortada gerçek anlamda bir yargılama yapıldığından bahsedilemeyecektir. Çünkü ana süjeden yoksun yürütülen bir yargılamanın sonucunun da hukuken bir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Bu durumda uyuşmazlığa ilişkin yargılama süreci bir yanılsamadan ibaret kalacaktır.
58. Başvurucu, şikâyet dilekçesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle dilekçe içeriğinden haberdar olamamış; bu nedenle esasa ilişkin beyan ve itirazlarını sunma hakkından yoksun bırakılmıştır. Bunun yanında mahkeme kararının kesin olması nedeniyle söz konusu eksikliğin sonraki aşamalarda giderilmesi de mümkün olmamıştır. Böylelikle yargısal fonksiyonun gerçek anlamda yerine getirilmesi için zorunlu olan iddiaya karşı savunma hakkının tanındığı taraflarca sunulan deliller çerçevesinde uyuşmazlığın karara bağlandığı bir yargısal süreç başvurucu yönünden yaşanmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun davadan (şikâyetten) haberdar edilmeyerek uyuşmazlığa katılımının sağlanmaması mahkeme hakkından yoksun bırakılması sonucunu doğurmuştur.
59. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Rıdvan GÜLEÇ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.
B. Diğer İhlal İddiaları Yönünden
60. Başvurucu; icra takibine yönelik yaptığı şikâyetin duruşma yapılmadan dosya üzerinden karara bağlanması, aleyhine vekâlet ücreti ve yargılama giderine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuruda adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden başvurucunun söz konusu iddiaları yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
61. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. ...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
62. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması ile her bir dosya için 794 TL maddi tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.
63. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
64. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
65. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
66. Başvuru konusu yargılama sürecinde mahkeme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararlarından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
67. Bu durumda adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 7. İcra Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
68. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 515 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.015 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Rıdvan GÜLEÇ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin mahkeme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 7. İcra Hukuk Mahkemesine (E. 2017/766, K. 2017/752; E. 2017/767, K. 2017/753 sayılı dosyaları) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 515 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.015 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/2/2022 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Somut olaya konu şikâyet, icra müdürlüğünün cebri icra sürecindeki işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olup olmadığının karara bağlandığı bir mekanizma olup davada alacağın esasıyla ilgili bir karar verilmemektedir. Bununla birlikte alacağın esasına yönelik bir karar verilmemesi, şikâyete ilişkin uyuşmazlıkları Sözleşme’nin 6. maddesi ile Anayasa’nın 36. maddesinin ortak koruma alanının kapsamı dışına çıkarmamaktadır. Uyuşmazlığın esasının karara bağlanmadığı ancak alacağın takip yöntemini belirleyen yargılamaların da Sözleşme ile Anayasa’nın ortak koruma alanında olduğu kabul edilmiştir.
Başvurucunun ihlal iddiaları iki ayrı başlık altında incelenmiştir.
a. Mahkeme Hakkının İhlali İddiası Yönünden
Başvurucu, icra takipleri başlattığını, takiplere karşı borçlular tarafından yapılan şikâyet başvuruları üzerine İcra Hukuk Mahkemesince şikâyet dilekçeleri kendisine tebliğ edilmediği gibi dilekçeye ilişkin beyanı alınmadan ve dosya üzerinden inceleme yapılarak aleyhine kesin olarak karar verildiğini belirtmiştir.
“Şikâyet” müessesesi, icra dairesinin somut işlemine karşı bir denetim işlevi yerine getirir ve şikâyet olunan, aslen icra dairesidir. “Şikayet”, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 16. maddesinde sınırlı olarak sayılan;
- İşlemin kanuna uygun olmaması,
- İşlemin hadiseye (olaya) uygun olmaması,
- Bir hakkın yerine getirilmemesi,
- Bir hakkın sebepsiz olarak sürüncemede bırakılması sebeplerine dayalı olarak şikayette bulunulabilir.
Öte yandan 2004 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre “İcra mahkemesine arz edilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanır.” Bu yasal düzenleme gereğince icra mahkemeleri mümkün olduğu durumlarda dosya üzerinden incelemeyi yapar ve karar verir. Tanık dinletilmesi veya yemin deliline başvurulması söz konusu değildir. Ancak dosya üzerinden karar verilmesinin olanaksız olduğu hallerde tarafları duruşmaya çağırır. Taraflar duruşmaya katılmasa dahi gereken karar verilir.
İcra mahkemesinin vermiş olduğu kararların infazı için kesinleşmesi de zorunlu değildir. Zira icra hukuk mahkemesinin vermiş olduğu kararlar maddi anlamda kesin hüküm oluşturmamaktadır. İcra hukuk mahkemesi sınırlı yetkili bir mahkemedir. Yani sınırlı ve kanunla kapsamı belirli bir yargılama ve inceleme yetkisi bulunmaktadır. İcra hukuk mahkemesi tarafından hakkında karar verilen bir uyuşmazlık daha sonra genel mahkemelerde dava konusu yapılabilecektir. Bunun sebebi icra hukuk mahkemesinin verdiği kararın uyuşmazlığın esasına ilişkin bir kesinlik oluşturmamasıdır.
Şikayet üzerine icra hukuk mahkemesinin verdiği kararlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmese de istihkak davaları sonucu verilen kararlar (İİK m.97-99) ve ihalenin feshi isteminin reddine ilişkin kararlar (İİK m.134) şekli ve maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder. Somut olayda böyle bir davanın olmadığı hatırda tutulmalıdır.
İcra hukuk mahkemelerince verilen kararlar, yargı yolunun açık olması sebebiyle şekli anlamda kesinleşmeye elverişli olsa da; uyuşmazlığın esasını maddi anlamda kesin olarak karara bağlamadığı için maddi anlamda kesinleşmeleri mümkün değildir. İcra hukuk mahkemesindeki yargılamanın amacı maddi gerçeği bulmak değil, takip hukuku bakımından uyuşmazlığı seri bir şekilde çözüme kavuşturmaktır.
Öte yandan, şikayetin bir dava olup olmadığı dahi tartışmalıdır. Nitekim doktrinde bunun bir dava olmadığını savunanlar, bu yolun kendine özgü bir başvuru yolu olduğunu bu nedenle HMK’nın 119. maddesindeki (Dava Dilekçesinin İçeriği başlıklı hüküm) şartları taşımasına gerek olmadığını belirtmektedirler. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi de şikayetin bir dava olmadığını bu nedenle bir dava dilekçesindeki unsurları taşımasının gerekmediğini belirtmiştir (Y. 12. HD, E. 2016/16845, K. 2017/8872, K.T. 6/6/2017).
Nitekim İcra ve İflas Kanunu’nun 18. maddesine göre sözlü talebin tutanağa geçirilmesiyle de şikayet yolunun işletilebileceği gözönünde bulundurulmalıdır.
Şikâyet konusu işlem temelde icra dairesinin işlemidir. Yukarıda da belirtildiği üzere icra hukuk mahkemesinde dava açılması ve yargılama süreci basit yargılama usulüne göre yürütülür ve hızlıca sonuçlandırılır. İcra mahkemesi, dosya üzerinden karar vermesi halinde, işin mahkeme önüne gelmesinden itibaren en geç on beş gün içinde karar vermelidir. Nitekim İcra Hukuk Mahkemesi dosya üzerinden inceleme yaparak dava tarihinden itibaren bir hafta içinde karar vermiştir.
İcra Hukuk Mahkemesince verilen karar başvurucunun iddia ettiği alacağı ortadan kaldıran veya değiştiren bir sonuç doğurmaz. Başvurucu, bu karara rağmen isterse genel mahkemelerde alacak davası açabileceği gibi, kambiyo senetlerine mahsus takip yerine genel haciz yoluyla takip yapmakta da muhtariyete sahiptir. Genel mahkemelerde açılan davada ilgili mahkeme İcra Hukuk Mahkemesindeki dava sonucuyla bağlı olmaksızın tamamen HMK’daki usul kurallarına göre yargılama yapacak, tarafların iddia ve delillerinin değerlendirerek bir karar verecektir. Bu karar, takip konusu alacağın varlığı veya yokluğu ile ilgili olarak maddi anlamda kesin hüküm teşkil edecektir. Tam tersi açıdan düşünüldüğünde de icra hukuk mahkemesinin davanın reddine karar vermesi de borçlu açısından kesin hüküm teşkil etmediği gibi, borçlu olduğu iddia edilen kişi, menfi tespit davası açabileceği gibi, cebri icra tehdidi altında borcu ödemesinden sonra istirdat davası da açabilir. Sonuç olarak, İcra Hukuk Mahkemesi, iddia edilen alacağı ortadan kaldırmamakta, takibin niteliğini değiştirmektedir.
Adnan Altın kararında başvurucu, İcra ve İflas Kanunu’nun 265. maddesi gereği ihtiyati haciz kararlarına yapılan itirazda, Mahkemenin duruşma açarak değerlendirme yapması zorunlu olduğu halde, Kanun ve yerleşik yargısal içtihatlara aykırı olarak dosya üzerinden inceleme yaparak karar verdiğini bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi yaptığı değerlendirmede; “ihtiyati haciz kararına yapılan itirazda, İlk Derece Mahkemesinin başvurucuya itirazla ilgili sözlü beyanda bulunma imkânı tanımadan dosya üzerinden değerlendirme yapmak suretiyle karar verdiği anlaşılmış ise de; Mahkemenin 2004 sayılı Kanun’da belirtilen sebepler çerçevesinde tamamen şekli, sınırlı ve teknik nitelikte bir inceleme yaparak itirazı değerlendirdiği, uyuşmazlığın niteliği göz önüne alındığında, başvurucunun kişisel özellikleri, davranışları gibi sözlü yargılamayı zorunlu kılan olguların Mahkemenin kararını doğrudan etkileme potansiyeline sahip olmadığı, Mahkemenin yazılı belge ve beyanlara istinaden uyuşmazlığı hakkaniyete uygun bir şekilde sonlandırma imkânına sahip olduğu, başka bir ifadeyle davanın yazılı sunumlar temelinde hüküm vermeye elverişli bir yapıda olduğu, nitekim Kanunda da bu elverişliliği sağlama adına, itiraz edene, dilekçesine tüm delil, bilgi ve belgeleri ekleme zorunluluğu getirdiği, dolayısıyla başvurucuya sözlü beyanda bulunma hakkının kullandırılmamasının başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal etmediği” sonucuna ulaşmıştır (Adnan Altın, 2013/9748, 7/1/2016, §§ 39-53). Somut olayda da İcra Hukuk Mahkemesinin tamamen şekli, teknik ve sınırlı bir inceleme yaptığı hatırda tutulmalıdır.
Açıklanan nedenlerle somut olay yönünden başvurucunun mahkeme hakkını ya da iddia ettiği alacağa yönelik icra takibi yapma hakkını tamamen ortadan kaldıran, imkânsız hale getiren veya zorlaştıran bir durumun söz konusu olmadığı, dolayısıyla başvuru konusu olay yönünden başvurucunun mahkeme hakkının ihlal edilmediği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
b. Yargılama Giderleri Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası Yönünden
Başvurucu, yapmış olduğu icra takibine yönelik şikayetler sonucu aleyhine vekalet ücretlerine ve yargılama giderlerine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
Somut olayda başvurucu aleyhine, kendisine tebliğ edilmeyen ve haberdar olmadığı İcra Hukuk Mahkemesindeki şikayet sonucunda yargılama giderlerine hükmedilmiştir. Başvurucunun İcra Hukuk Mahkemesindeki şikayette bir kusurunun olduğu iddiasında bulunulmadığı gibi şikayet konusu da icra dairesinin işlemidir. Bu yönüyle başvurucunun adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahale olduğu açıktır.
Ancak başvurucunun aleyhine, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca ayrı ayrı 400 TL vekalet ücretine ve 75,50 TL yargılama giderine hükmedildiğine dair iddialarını içerir başvurunun, kabul edilebilirlik kriterlerinden olan anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri yönünden incelenmesi gerekir.
Anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterine ilişkin genel ilkeler Anayasa Mahkemesince daha önce incelenmiş ve bu konuda karar verilmiştir (bkz. K.V., [GK], B. No: 2014/2293, 1/12/2016, §§ 47-68; Anılan kararda başvurucu gerçek kişi olup 184 TL karar düzeltme para cezası, 660 TL vekâlet ücreti, 114,85 TL harç ve 100 TL posta masrafı olmak üzere toplam 1.058,85 TL’nin anayasal ve kişisel öneminin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.).
Anayasa Mahkemesi, önüne gelen iddialara ilişkin birçok başvuruda mahkemeye erişim hakkının kapsam ve içeriğini belirlemiştir (Mürsel Malkoç, [GK], B. No: 2013/9466, 27/10/2015, § 27; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52; Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,§§ 38-39)
Buna göre Mahkemenin sıklıkla uygulanmış açık bir içtihadının bulunduğu mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun genel bir soruna işaret etmediği gibi Anayasa’nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşıdığının ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
Somut olayda başvurucu, sermaye şirketidir. Başvurucunun aleyhine toplam 800 TL vekalet ücreti ile 151,00 TL yargılama giderine hükmedilmesinin kendisine ciddi anlamda zarar verdiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda herhangi bir açıklamasının da olmadığı gözetildiğinde önemli bir zararı olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.
Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın yorumlanması ve uygulanması açısından önem taşımadığı gibi başvurucunun da önemli bir zarara uğramadığı sonucuna varıldığından, anayasal ve kişisel önemden yoksun olduğu anlaşılan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

- • - • -