Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İş İlişkisi İçinde Çalışanların Yarattıkları Eserin Kullanım Hakkı Yetkisinin Çalıştıranlara Ait Olması Hükmü Üzerine Bazı Düşünceler

Some Regards on the Rule That Right of Use of the Work Created by the Employees in an Employment Relationship Belongs to the Employers

Sefer OĞUZ

Eser sahibi, eseri yaratan gerçek kişidir. Gerçek eser sahipliği ilkesi gereği eseri yaratan eserin sahibidir. Bu ilkeye uygun olarak işçilerin işlerini görürken yarattıkları eserler üzerindeki hak sahipliği tarihsel bir gelişme göstermiştir. İlk başlarda çalıştıran ve işçi ilişkisinde işçilerin işlerini görürken yarattıkları eserlerin sahibi gerçek veya tüzel kişi çalıştıranlardır. Bu ilişkideki ikinci gelişme ise çalıştıran gerçek veya tüzel kişilerin, işçilerin yarattıkları eserler üzerindeki mali hakların sahibi olarak tanınmasıdır. Nihayet bu gelişmedeki son nokta çalıştıran gerçek veya tüzel kişiler işçilerin işlerini görürken yarattıkları eserler üzerindeki mali hakların kullanma yetkisinin sahibi olarak düzenlenmesidir. Bu düzenlemenin gerçek eser sahipliği ilkesine uygun olarak işçi ve çalıştıran menfaatlerinin uzlaştıran bir çözüm olduğu söylenebilir. Bu kapsamda çalıştırana, işçiler tarafından yaratılan eser üzerindeki mali hakların kullanım hakkı geçmiştir. Eserin yaratıcısı hayatta olduğu sürece manevi haklar onda kalmaya devam edecektir.

Eser Sahibi, Gerçek Eser Sahibi, Çalıştıran, İşçi, Mali Hakların Kullanılması.

An owner of a work is a natural person who created the work. According to the real work ownership principle, the person who created the work is the owner. In accordance with this principle, the worker’s right to ownership of the work which is created by the employees while performing their work demonstrated a historical development. In the beginning, the natural person or legal entity employers were the owner of the work which is created by employees during the work. The second development in this relation is recognition of natural persons or legal entities which are employers as the owner of the monetary rightowners of the work which is created by the employees through their work. Finally, the natural persons or the legal entities which are employers were regulated as the owners of the usage of monetary rights of the work which is created through employees’ work was the last step of this process. It can be considered as this regulation is a solution method for reconciliation of interests of both the employee and the employer in compliance with the real work ownership principle. Within this context, the right of usage of the monetary rights of the work which is created by the employee is transferred to the employer. The moral rights will remain on the owner of the work as long as the owner lives.

Work Owner, Real Work Ownership, Employer, Employee, Usage of Monetary Rights.

I. Giriş

Fikir ve sanat eserleri hukukunda eseri yaratan kişinin sırf yaratma olgusuyla temyiz kudretine sahip olmasa dahi eser sahipliğini ipso iure aslen kazanması ilkesinin genel kabul gören bir ilke olması tarihsel bir yolculuğun sonucudur. Eseri yaratan kişinin, sınai mülkiyet haklarının aksine eserini herhangi bir sicile tescil ettirmesine de gerek yoktur. Fikri mülkiyet hukukunda eserin hak olarak korunması, eseri yaratan gerçek kişinin hak sahibi olarak tanınmasından önce ortaya çıkmıştır. Eseri yaratan kişinin eser üzerindeki mali ve manevi haklarını tanıyan gerçek hak sahipliği ilkesi ise tarihi gelişiminin sonucudur1 .

Eski Yunan ve Roma’da şairlerin kazanç elde ederek, şiirlerin bin nüshaya kadar kopyalanmasına rağmen madde ile eser arasında ayrım yapılamamıştır2 . Bu dönemde, fikri ürünlerin korunması, madde ile eser üzerinde bir ayrım yapamadıkları için “bir şeyin aslına sahip olan teferruatına da sahip olur” ilkesi ile madde ile eser arasında bir ayrım yapmadan korumaya çalışmışlardır3 . Eserin korunması düşüncesinin, eserin raptedildiği eşyanın teferruatı sayılması ile başladığı söylenebilir.

Oysa eserin korunması, eseri yaratan kişinin fikri emeğinin üçüncü kişiler tarafından beş duyu ile algılanması ile başlar. İşte eser türlerine göre yayımlama, teşhir ve temsil edilmesiyle aleniyete kavuşturulmasından sonra eser korunmaya muhtaç hale gelmiştir. Avrupa’da matbaanın icadından özellikle 1450 yılı sonrasında matbaacılar kazanç sağlayan eserler için imtiyazlar istemeye başlamışlardır4 . Zira eser, aleniyet kazanmasından sonra çok sayıda kopyalanmasıyla ekonomik bir değere dönüşecektir. Bu nedenle tarihçiler, eser korumasını matbaanın icadından önce ve matbaanın icadından sonra olmak üzere iki dönemde incelemektedirler5 .

Eser sahiplerini koruyan ilk kanun 1709’da İngiliz Parlamentosu tarafından kabul edilen “Kraliçe Anne Kanunu” (The Statute of Anne) adını taşıyan kanundur6 . Bu Kanun ile eseri yaratan kişilerin gerçek eser sahibi olarak korunmaya başladığı söylenebilir. Gerçek eser sahipliği olarak tanımlanan bu ilkeye çalışma ilişkisi içinde çalışanların yarattıkları eserlerde istisna getirilmiştir.

Ülkemizde bu istisna halen yürürlükte olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun (FSEK) 8. maddesinde düzenlenmişti. FSEK’i hazırlayan komisyon başkanı Hirsh hükmün ilk halini, çalışanların işlerini görürken yarattıkları eserlerin sahibi olmaları gerekirken, istihdam edenlerin sahibi olmasını eleştirel bir şekilde ifade etmiştir7 .

FSEK’te tayin eden veya çalıştıran ile memur, hizmetli ve işçiler arasındaki eser üzerindeki menfaatleri düzenleyen hükmün ilk hali şöyledir: “Aralarındaki özel sözleşmeden veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça; memur, hizmetli ve işçilerin; işlerini görürken vücuda getirdikleri eserlerin sahipleri bunları çalıştıran veya tayin edenlerdir. Bu kaide tüzel kişilerin uzuvlarına da şamildir” (FSEK m. 8, f. II).

Yukarıdaki hükümde 4110 Sayılı Kanunun8 4. maddesiyle yapılan değişiklikle işçilerin işlerini görürken yarattıkları eserler üzerindeki çalıştıran veya tayin edenlerin eser sahipliği hakkı kaldırılmıştır. Bunun yerine çalıştıran veya tayin edenlerin sadece mali haklara sahip olabileceği kabul edilerek aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir. “Aralarındaki özel sözleşmeden veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça; memur, hizmetli ve işçilerin; işlerini görürken vücuda getirdikleri eserlerin mali hak sahipleri bunları çalıştıran veya tayin edenlerdir. Bu kaide tüzel kişilerin uzuvlarına da şamildir” (FSEK m. 8, f. II).

Hüküm 4630 Sayılı Kanunun9 11. maddesi ile son halini almıştır. “Aralarındaki özel sözleşmeden veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça; memur, hizmetli ve işçilerin işlerini görürken meydana getirdikleri eserler üzerindeki haklar bunları çalıştıran veya tayin edenlerce kullanılırlar. Tüzel kişilerin uzuvları hakkında da bu kural uygulanır” (FSEK m. 18, f. II).

Eser sahibi ‘yaratma gerçeği’ ilkesinin sonucu olarak eseri vücuda getiren gerçek kişidir. Dolayısıyla eser sahipliğinden doğan bütün haklarda kendiliğinden eser sahibine ait olur. Ancak, bu durum çalışan statüsündeki kişilerin işlerini görürken yarattıkları eserler yönünden çalıştıranlar aleyhine bir durum yaratır. Bugün için fikri mülkiyet hukukunda kabul gören ‘gerçek hak sahipliği’ ilkesinin geçirdiği evrimin basamaklarından birisinin de FSEK m. 18, f. II’de yapılan değişikliğin olduğunu söyleyebiliriz. Bu düzenleme ile eser sahipliğinin devredilmeyeceği ilkesi korunarak; çalıştıranlar ile tayin edenlere eser üzerindeki kullanma yetkisinin sahibi statüsü tanınmıştır. Bu hakkın tanınmasına gerekçe olarak çalıştıran ile tayin edenlerin çalışanlara yaptığı yatırım ve kurduğu organizasyon karşılığında aldığı mali riskin bedeli olduğu söylenebilir10 .

Avrupa Birliği Bilgisayar Programları Direktifi 2(3)’de FSEK m. 18, f. II’ye paralel bir hüküm düzenlenmiştir11 . Buna göre, işçinin işlerini görürken yarattığı bilgisayar programı üzerinde eser sahibinin mali haklarının kullanım yetkisinin çalıştırana ait olduğu düzenlenmiştir.

Ancak, genel hüküm mahiyetinde TBK m. 501’de “Bir veya birkaç kişi, yayımcının belirlediği plana göre bir eser meydana getirmeyi üstlenmişse, sadece sözleşmeyle kararlaştırılan ücrete hak kazanır.” şeklinde bir düzenleme bulunmaktadır. Bu hüküm gerçek eser sahipliği ilkesine aykırıdır12 .

Tasarıda “Bu durumda telif hakkı yayımcıya ait olur.” şeklindeki ifade mecliste değiştirilerek “Bu durumda sözleşme konusu mali haklar yayımcıya ait olur” şeklinde kabul edilmiştir.

Çalışanların işlerini görürken meydana getirdikleri eserler üzerindeki hakların çalıştıranlar ve tayin edenler tarafından kullanılacağı düzenlenmiştir. FSEK m. 18 hükmünün bütününe bakıldığında şu sonuçlara varılabilir. İlki çalıştıran veya tayin edenler eser üzerindeki mali hakların kullanma yetkisini kanunen iktisap ettiği sonucudur13 . İkincisi ise yapımcı veya yayımcının mali hakları eser sahibi ile yapacağı yayım sözleşmesi (TBK m. 487-501) ile kullanabileceğidir. Bu noktadan hareketle yapımcı veya yayımcı mali hakları yazılı bir sözleşmeyle devre konu olacak hakları ayrı ayrı gösterilmesi şartı ile iktisap edebilirler.

Gerçek kişinin eser yaratma gerçeği ilkesine uygun olarak kanunlaşırken düzeltildiğini ancak bu hüküm “Bu durumda sözleşme konusu mali haklar yayımcı tarafından kullanılır.” şeklinde ifade edilebilirdi.

Bern Sözleşmesinde tayin edenler veya çalıştıranlar ile memur, hizmetli ve işçiler arasındaki istihdam ilişkisi içinde yaratılan eserler üzerindeki hakların sahipliği ve nasıl kullanılacağı bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu konuda düzenleme yapma takdir yetkisi taraf ülkelere bırakılmıştır.

Kanun koyucu “Genel Hizmet Sözleşmesini” TBK m. 393-460 arasında düzenlemiştir. Ancak, fikri ve sınai mülkiyet hakkı ile ilgili olarak; hizmet buluşları üzerinde işçinin ve işverenin hakları, bunların kazanılması ile diğer sınai ve fikri mülkiyet hakları konusunda özel kanun hükümleri uygulanır.’ demek suretiyle FSEK m. 10 ile FSEK m. 18 hükümlerine işaret etmiştir (TBK m. 427).

Bu çalışmada eserin FSEK korumasına hak kazandığı an, işçilerin işlerini görürken yarattıkları eser üzerindeki mali hakların kullanım yetkisi ruhsat da dâhil olmak üzere manevi hakların da kullanım yetkisinin devredilip devredilemeyeceği konuları ele alınacaktır. Bu konular özellikle içtihatlar ve doktrindeki görüşlerin ışığında açıklanmaya çalışılmıştır.

II. Hizmet İlişkisi Kapsamında Çalışan ile Çalıştıran İlişkisi

Mali haklar birbirinden bağımsız olacak şekilde çoğaltma hakkı (FSEK m. 22), yayma hakkı (FSEK m. 23), temsil hakkı (FSEK m. 24), işleme hakkı (FSEK m. 21), eseri erişime hazır bulundurma hakkı (FSEK m. 25, f. II) ve güzel sanat eserlerinde satış bedelinden pay talep hakkı (FSEK m. 45) olarak sınırlı sayıda belirlenmiştir. Bu mali haklardan biri üzerindeki tasarruf diğerlerine tesir etmez (FSEK m. 20). Mali haklara dair sözleşmelerin yazılı olması ve konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şarttır (FSEK m. 52).

Eseri yaratan kişi, münhasıran eser üzerindeki mali hakları kullanma hakkına sahiptir (FSEK m. 18, f. I). Esas itibariyle mali hakları kullanma hakkı, eser üzerindeki mali hakların sahipliğinden doğar. Bu eser üzerindeki hakların kullanım yetkisinin kanun gereği başka bir kişiye geçtiği iki düzenleme bulunmaktadır. İlki, birden fazla eser sahibini bir araya getirerek onları organizasyon sonucunda bu kişilerin yarattıkları eser ayrılmaz bir bütün teşkil ediyorsa sözleşmede aksi öngörülmediği sürece eser üzerindeki haklar bu kişileri bir araya getiren gerçek veya tüzel kişiler tarafından kullanılır (FSEK m. 10, f. III). İkincisi ise iş ilişkisi içinde memur, hizmetli ve işçilerin işlerinin görürken meydana getirdikleri eserler üzerindeki hakların çalıştıran veya tayin edenler tarafından kullanılmasıdır (FSEK m. 18, f. II). Eser üzerindeki kullanım hakkının tayin edenler veya çalıştıranlar tarafından kullanılması için eserin ayrılmaz bir bütün teşkil etmesi de aranmamıştır.

Eser üzerindeki mali hak devredilebileceği (FSEK m. 48) gibi hak, eser sahibinde kalarak kullanım yetkisi de devredilebilir14 . Mali hakkı sınırlayan ve kullanım yetkisinin başkasına devri ruhsat olarak tanımlanmıştır (FSEK m. 56). Ruhsat sözcüğünün karşılığı olarak sınai mülkiyet hukukunda lisans terimi kullanılmıştır. Doktrinde ruhsatlar çeşitli kıstaslara göre tasnif edilmektedir. Ruhsatlarda kanuni (FSEK m. 47) ve zorunlu (mecburi) ruhsat (FSEK m. 9) olmak üzere ikili bir ayrım yapılmıştır15 . Ayrıca ruhsat, kullanım hakkı devir edilecek kişi sayısına göre tam ve basit ruhsat olarak ikiye ayrılır (FSEK m. 56). Eser üzerindeki mali haklar iradi olarak devredilebileceği gibi kanuni olarak da devredilebilir. İşte bu mali haklar, üzerinde ruhsat olarak adlandırılan kullanım hakkı da devredilebilir. Kanun koyucu eser üzerindeki mali hakkın kullanım yetkisini münhasıran bir kişiye vermesi halinde tam ruhsat (FSEK m. 56), f. II), aynı ruhsatın birden fazla kişiye vermesi veya vermesine mani hal yoksa basit ruhsat söz konusudur (FSEK m. 56, f. II). İşçi çalıştırılması, gerçek kişilerden müteşekkil bir adi ortaklıkta olağan dışı işlemlerde bütün ortaklar çalıştıran taraf olarak sözleşmede yer bulabilir (TBK m. 625).

Doktrinde ruhsat sözleşmesinin malvarlığına yaptığı etki bakımından nitelendirilmesinde tartışma bulunmaktadır. Bir görüşe göre, mali hakkın kullanma yetkisinin devri alacağın devri niteliğinde olduğundan tasarruf işlemidir16 . Bir başka görüşe göre, mali hakların kullanım yetkisinin devri sözleşmesi borçlandırıcı bir muameledir17 . “Tasarruf işlemi, bir hakkı doğrudan doğruya etkileyerek onu devreden, sınırlayan, sona erdiren veya onu içeriğini değiştiren işlem” olarak tanımlanmıştır18 . Ayrıca FSEK m. 48, f. II’de ruhsat işlemi devir ile birlikte tasarruf muamelesi olarak sayılmıştır. Bu itibarla, ruhsat sözleşmesi mali hakkı doğrudan etkileyerek kullanım hakkı devredildiğinden tasarruf işlemi olarak nitelenmesi görüşüne katılmaktayız.

Doktrinde çalıştıran ile tayin edenler işçilerin işleri görürken yarattıkları eserlerin kazandıkları kullanım yetkisi kanuni tam ruhsat niteliğinde (FSEK m. 18, f II) olduğu savunulmaktadır19 . Bu görüşe gerekçe olarak Kanunun sistematiği, lafzı ve kanun koyucunun iradesi bu yorumu zorunlu kıldığı gösterilmektedir20 . FSEK m. 18 hükmünün mahiyeti gereği işveren bir kişi olduğundan ve eser üzerinde kanunen kazandığı kullanma hakkını (ruhsatını) çalışanların yazılı izni ile devredebilir (FSEK m. 49). Buna göre çalıştıran, çalışan ile çalıştıran ilişkisinde yaratılan eserin kullanım hakkının devrine yazılı izin vermesi halinde, mali hak sahibi çalışanlar üçüncü kişilere devretme hakkına sahip olduklarında basit ruhsat söz konusu olabilir. Bu itibarla, FSEK m. 18 kapsamında kullanım hakkının tam veya basit ruhsat mı olduğunun tespitini her somut olayda çalışan ile çalıştıran arasında yapılan sözleşme hükümlerine bakarak yapılması gerektiği kanaatindeyiz.

Bu çalışmada bazen özel hukuk bağlamında çalıştıran (işveren) ve kamu hukuku bağlamında tayin eden kavramları için çalıştıran, kamu hizmeti bağlamında memur, hizmetli ve işçi için çalışan sıfatlarını kullanacağız.

Tayin eden veya çalıştıranlar ile memur, hizmetli ve işçiler aralarında özel sözleşmeden veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça, işlerini görürken meydana getirdikleri eserler üzerindeki haklar bunları çalıştıran veya tayin edenlerce kullanılır. Bu ifadeye göre kanun koyucunun eserin işlerin görülmesi sürecinde ortaya çıkması halinde iş ilişkisi kuran sözleşmenin türü ve niteliği ile ilgilenmediği görülmektedir.

Fikri Mülkiyet hukukunda gerçek eser sahipliği ilkesi geçerlidir. Buna göre eseri vücuda getiren, eserin yaratılmasıyla eser üzerindeki mali ve manevi hakları kendiliğinden edinir. Bu genel kuralın istisnası çalışanların istihdam ilişkisi için işlerini görürken yarattıkları eserlerdir. Bunlardan ilki çalıştıranın işçi ile özel hukuk hükümlerine göre kurduğu istihdam ilişkisidir. İkincisi ise tayin edenlerin memur ve hizmetli ile kamu hukuku hükümlerine göre kurduğu istidam ilişkisidir. Bu iki istihdam ilişkisinde çalışanların işlerini görürken meydana getirdikleri eserler üzerindeki hakların kullanılma yetkisi tayin edenlere veya çalıştırana ait olacaktır.

Devlet veya bir kamu tüzel kişisinde görevli tayin edenler ile memur ve hizmetli arasındaki istihdam ilişkisi idare hukuku hükümlerine göre kurulur.

FSEK’te çalıştıran ve tayin eden kavramlarının bir tanımı yapılmamıştır. Çalıştıran devlet ve kamu tüzel kişileri, gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişileri olabilir. Çalıştıranın tacir olma şartı bulunmamakla birlikte adi ortaklıkta çalıştıran sıfatı ile tam ruhsat hakkına sahip olması mümkündür21 . Kollektif şirket, komandit şirket, anonim şirket, paylı komandit şirket ve kooperatif ile dernek ve vakıf özel hukuk tüzel kişileri olarak çalıştıran sıfatına olabilir. Tüzel kişinin uzuvları hakkında da bu kuralın uygulanacağı ibaresinden; çalıştıran özel hukuk tüzel kişisi olabileceğini kabul etmek gerekir.

Kanun koyucu; FSEK m. 18 kapsamında bir işverene sözleşme ile bağlı olarak onun yönetim ve denetimi altında çalışanları sayma usulü memur, hizmetli ve işçi olarak belirlemiştir. Bu kimselerden işçinin özel hukuk kurallarına göre iş sözleşmesi kurduğu gerçek veya tüzel kişiyi çalıştıran; memur, hizmetli ve işçinin çalışma ilişkisi kurduğu devlet ve kamu tüzel kişisini çalıştıran olarak tanımlamıştır.