Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Krediye Bağlı Hayat Sigortası Sözleşmelerinde Dain-i Mürtehin Olarak Belirlenen Bankanın Hukukî Durumunun Yargıtay Kararı Kapsamında Değerlendirilmesi

An Evaluation of the Legal Status of the Bank Determined as Loss Payee on Credit Life Insurance Contracts under a Decision of the Court of Cassation

Yasin YAVŞAN

Krediye bağlı hayat sigortası sözleşmesi taraflarınca banka, uygulamada sıklıkla dain-i mürtehin olarak belirlenmekte ve böylece bankanın sigorta alacağı üzerinde öncelikli hak sahibi olması amaçlanmaktadır. Bankanın sigorta alacağı üzerinde öncelikli hak sahibi olduğu düşüncesinden hareket eden Yargıtay, dain-i mürtehin kaydına sigorta hukuku ve usul hukuku bakımından birtakım hukukî sonuçlar bağlamaktadır. Bu çalışmada, dain-i mürtehin sıfatına sahip bankanın mirasçılar karşısında sigorta alacağı üzerinde öncelikli hak sahibi olup olmadığı ve mirasçılar tarafından sigortacıya karşı açılan davanın görülmesinde bankanın onayının gerekip gerekmediği incelenecektir.

Dain-i Mürtehin Kaydı, Lehtar, Krediye Bağlı Hayat Sigortası, Rehinli Alacaklının Sigorta Alacağı Üzerindeki Hakkı, Dava Şartı.

In practice, the bank is often determined as loss payee by parties of credit life insurance contract, and thus, it is aimed that the bank has a priority right over the insurance claim. Based on idea that the bank has a priority right over the insurance claim, the Court of Cassation attributes some legal consequences to the loss payee clause in terms of insurance law and civil procedural law. In this study, it will be examined whether the bank, which has the title of loss payee, has a priority right over the insurance claim against the heirs and whether the bank’s approval is required in the hearing of the lawsuit filed by the heirs against the insurer.

Loss Payee Clause, Beneficiary, Credit Life Insurance, The Right of Pledgee on Insurance Claim, Cause of Action.

I. Maddî Vakıalar ve Mercilerin Çözümü

Davacı murisi 14/06/2011 tarihinde dava dışı ... Bankası Niksar şubesinden bireysel kredi kullanmıştır. Kredi tahsis edilirken aynı banka şubesi tarafından ... Emeklilik A.Ş.’nin acentesi sıfatıyla kredi koruma grup hayat sigortası katılım sertifikası düzenlenmiş ve banka, sigorta bedeli üzerinde dain-i mürtehin olarak tayin edilmiştir. Sigortalı muris 05/10/2011 tarihinde, teminat süresi içerisinde, vefat etmiştir. Vefat üzerine murisin mirasçısı sigorta bedelinin ödenmesi için davalı kuruma başvurmuştur. Davalı kurum, 04/06/2012 tarihli yazısı ile murisin vefatından 1 yıl önce diyabet, 6 yıl önce hipertansiyon rahatsızlığı olduğundan bahisle vefat tazminatının ödenmeyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine davacı vekili, murisin bu hastalıklar hakkında bilgisinin olmadığını belirterek, sertifikada düzenlenen vefat teminatının faizi ile birlikte davalı sigortacıdan tahsiline veya kredi borcu kapsamında ilgili bankaya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, murisin sağlık beyan formunda belirtilen hastalıklarla ilgili bir sağlık probleminin olmadığını beyan ettiğini ancak murisin bu formda belirtilen hastalıklardan olan ventriküler fibrilasyon, miyokard enfarktüsü, kalp yetmezliği nedeniyle vefat ettiğini, bunun üzerine yapılan araştırmada müteveffanın 6 yıldır diyabet ve 1 yıldır hipertansiyon hastalıkları olduğunun öğrenildiğini, müteveffanın 14/06/2011 tarihli sözleşmenin beyan formunda hastalıklarını saklayarak gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu beyanla, davanın reddini savunmuştur.

İlk derece mahkemesi, davanın görülebilmesi için dain-i mürtehinin onayının gerektiğini, ancak söz konusu onayın bulunmadığını, bu sebeple davacının dava ehliyetine sahip olmadığını belirterek davanın HMK m.114/1-d ve HMK m.114/2 hükümleri uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar vermiştir.

Hükmün davacı tarafından temyizi üzerine, Yargıtay, kararın gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulmamış ve davacının tüm temyiz itirazlarını reddetmiştir. Bu çerçevede usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA oyçokluğuyla karar verilmiştir.

Karşı Oy

Karşı oy kullanan üyeye göre, dava konusu poliçenin lehtar kısmında “kanuni varisleri” ifadesi yazılı olup, TTK’nın 1493/7 maddesine göre sigortacıdan edimi isteme ve tahsil yetkisi, aksi kararlaştırılmadıkça, lehtara aittir. Sigorta tazminatı üzerinde rehinli alacaklı olarak bankanın gösterilmesi kanun metninde belirtilen “aksinin kararlaştırılması” olarak değerlendirilemez. Zira, dain-i mürtehinin haklarının korunması için kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Kaldı ki davacı tazminatın kendisine veya alacaklı bankaya ödenmesini talep ederek murisinin bankaya olan borcunu kapatma iradesini ortaya koymuştur.

Sigortacıyla ihtilafa düşen sigorta ettirenin/lehtarın açacağı davada sınırlı aynî hak sahibinin rızasının dava şartı olarak kabul edilmesi doğru değildir. Zira, Kanun maddelerinin metninde açıkça ödeme aşamasında alınması gereken bir rızadan bahsedilmiştir. Bu nedenle TMK’nın 879 ve TTK’nın 1456. maddelerinin gerekleri hükümde ve hükmün infazı aşamasında yerine getirilmelidir. Şöyle ki, mahkeme sigortacıyı mahkûm edeceği tazminatın ödenmesinden önce sınırlı aynî hak sahibinin rızasının alınması şartını hüküm fıkrasına dercettiğinde hem sigorta ettirenin/lehtarın haklılığı belirlenmiş hem de sınırlı aynî hak sahibinin hakkı korunmuş olacaktır.

Murisinin hayat sigortası poliçesi tazminatını almak için bu davayı açabilmesini poliçede lehine dain-i mürtehin kaydı bulunan bankanın (kalan kredi borcuyla sınırlı olarak olsa bile) muvafakatine bağlamak ve bu muvafakati aktif dava ehliyetinin bir şartı olarak kabul etmek lehtarın poliçeden doğan dava hakkının elinden alınması sonucunu doğurur. Öte yandan, genellikle kredi veren bankanın iştiraki olan sigorta şirketlerinin poliçeden doğan yükümlülüklerini hukuka aykırı olarak yerine getirmekten kaçındıkları durumlarda, kredi veren kardeş kuruluşların uyuşmazlığın mahkeme önüne gelmesini engelleyici bir enstrüman olarak muvafakat vermemelerine bu yolla yargısal bir koruma sağlanmış olmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine göre “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukukî dinlenilme hakkı” başlıklı 27. maddesinde bu hak şu şekilde ifade edilmiştir;

(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.

(2) Bu hak;

a-) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,

b-) Açıklama ve ispat hakkını,

c-) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir.

Birey için son derece önemli alanlara temas eden hukukî dinlenilme hakkı Anayasayla teminat altına alınan ve uluslararası antlaşmalarla da (AİHS 6. madde) temin edilen bir hak olduğundan, kanuni düzenleme ile ortadan kaldırılması mümkün olmadığı gibi kanun maddelerinin yorumlanması yoluyla da kullanılması engellenemez.