Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Genel İtibariyle Vakfın Unsurları ve Vakıfta Amaç

In General, Elements of the Foundation and the Purpose in the Foundation

Önder EGE

Medeni hukuk açısından vakıf, bağımsız bir hak süjesi meydana getirmek üzere mal veya hakların belirli ve sürekli bir amaca tahsis edilmesidir. TMK m. 101/I hükmündeki tanıma göre, bir vakfın tüzel kişiliğe sahip olması için, dört zorunlu unsurunun olması gerekmektedir. Bu unsurlar, vakıf kurma iradesiyle hareket eden kişi (vakfeden); vakfın bünyesini oluşturan yeterli mal veya hak; bu malın veya hakkın özgüleneceği bir amaç; bu malın veya hakkın bu amaca tahsisini belirten tüzel kişi kurma iradesidir. Amaç unsuru bir vakfın temelini oluşturur ve kaderini çizer. Amaç unsurunun sınırlarını ise TMK m. 104/IV hükmü belirlemektedir. Bu çerçevede makalemizde vakfın tüm unsurlarına kısaca değinip, asıl konumuz olan, “amaç” unsurunu daha ayrıntılı mercek altına almaya gayret edeceğiz.

Vakıf, Tüzel Kişilik, Vakfeden, Amaç.

In terms of civil law, foundation is the allocation of property or rights for a specific and permanent purpose in order to create an independent subject of rights. According to the definition in the article 101/I of the Turkish Civil Code for a foundation to have juridical personality (legal entity), it must have four mandatory elements. These elements are the person who acts with the will to establish a foundation (founder); sufficient property or right constituting the foundation’s structure; a purpose to which this property or right will be assigned; the will to establish a juridical person indicating the allocation of this property or right for this purpose. The element of purpose forms the grounds for a foundation and determines its destiny. The limits of the objective element are designated by the article 104/IV of the Turkish Civil Code. In this context, in our article, we will briefly touch on all the elements of the foundation and try to focus on the “purpose” element, which is our main subject, in more detail.

Foundation, Juridial Person, Founder, Purpuse.

I. Giriş

Vakıf kelimesi, Arapça “vakf” (çoğulu evkaf) kelimesinin Türkçe karşılığı olup, “duruş, durma, bekleme, tutma, kımıldamama”, anlamına gelmektedir1 . Vakıf kavram olarak sosyal hayatta farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bu durum kavramın hukuki, iktisadi ve dini boyutlarının olmasından kaynaklanmaktadır2 . Örneğin, iktisadi tanıma göre vakıf; bireysel çalışma ve gayretle kazanılan olanakların ve mal varlığının gönüllü olarak paylaşılmasını ifade eden bir sistemdir3 . İslam hukuku bakımından vakıf ise; “bir malın maliki tarafından dini, içtimai ve hayrı bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde özetlenebilecek hukukî bir işlemle kurulan ve hayır müessesesini ifade eder4 . Hanefi doktrini fakihlerinden ve İmâmeyn (iki imam) olarak bilinen Ebu Yusuf ile İmam Muhammed, bu malların vakfedenin mülkiyetinden çıkıp Allah’ın (kamunun) mülkü haline gelmekte olduğuna işaret ederek vakıf kavramını izah etmiştir5 . Osmanlı uygulamasında genellikle İmâmeyn’ın yaklaşımı benimsenmiştir6 . Vakıf bir malın ya da mal topluluğunun belirli bir amaca tahsis edilerek, vakfedenin vefatı sonrasında da bağımsız bir varlık olarak hayatını sürdürmesi ve sosyal hayatın bazı ihtiyaçlarının karşılanmasına katkı sağlamaktır7 . Bir başka ifadeyle vakıf, hukuki ehliyeti haiz bir şahsın (vâkıf) belirli nitelikteki malını (mevkûf) hayır maksadıyla sadakanın ruhuna uygun belli bir amaç lehine (mevkûfun aleyh) ebedî olarak tahsis etmesidir (irade beyanı)8 .

Türk toplumu vakıf müessesini çok eski zamanlardan itibaren sosyal hayatın içinde görmüştür. Vakıf şeklinde kurulmuş olan külliyeler, medreseler, kütüphaneler, hastaneler, aşevleri, çeşmeler, hanlar ve hamamlar yurdun dört bir yanında karşımıza çıkmaktadır9 . Çağdaş hukuk sisteminde, sosyal hayatın gereksinimleri bakımından vakıf ile özel mülkiyet alanından çıkan mallar devlet mülkiyetine de geçmemekte, adeta üçüncü tür bir mülkiyet grubu oluşturmaktadırlar. Bu nedenle vakıflara “Üçüncü Sektör” de denilmektedir10 .

Vakıflar sadece Türkiye’de değil, Anglosakson ve Kıta Avrupası hukukunda da yer alan ve oldukça etkin müesseselerdir11 . ABD’de kâr amacı gütmeyen kuruluşların, özellikle vakıfların sürekli güçlendikleri ve etkinliklerini arttırdıkları bilinen bir gerçektir12 . AB coğrafyası bakımından da durum farklı farklı değildir. Şöyle ki, son yıllardaki araştırmalar 24 AB ülkesinde en az 95.000 kamu yararına çalışan vakıf olduğunu göstermektedir. AB’deki vakıflar özellikle milenyumdan itibaren ciddi bir büyüme kaydetti. Örneğin, dokuz ülkede (Belçika, Estonya, Fransa, Almanya, İtalya, Lüksemburg, Slovakya, İspanya ve İsveç), vakıfların % 43’ü 1998-2008 yılları arasında kurulmuştur13 .

AB hukukunda Vakıflar, kendi yerleşik ve güvenilir gelir kaynaklarına sahip bağımsız, ayrı ayrı kurulmuş kâr amacı gütmeyen kuruluşlardır. Genellikle, ancak münhasıran değil, bir bağış tarafından finanse edilirler ve kendi yönetim kurullarına sahiptirler. Kurumları veya bireyleri destekleyerek ya da kendi programlarını işleterek, iş yapmaları ve kamu yararı amaçlarıyla destek sağlamaları için onlara mallar, haklar ve kaynaklar verilmiştir. Üyeleri yoktur, ancak özel kaynakları kamu yararı amacıyla ilişkilendirirler14 . Mukayeseli hukuk açısından bakıldığında, İsviçre vakıflar hukukunda son dönemlerde vakıfların şeffaflığı konusuna da dikkat çekilmektedir15 .

Türkiye’de ZGB’nin kodifikasyonu ile vakıf kavramı yanında “tesis” (Stiftung, Foundation) kavramı da hukuk literatürüne girmiştir. O dönem kanun koyucu eski vakıf kavramı ile yeni vakıf kavramı arasındaki farkı vurgulanmak için “tesis” terimini yaygınlaştırmak istemiş, ancak tüm çabasına rağmen bunda muvaffak olunamamıştır. Mevzuattaki pek çok yerde “vakıf” ve “tesis” bir arada kullanılmıştır. Bu gün artık terim sorunu ile ilgili hukuki bir tartışma bulunmamaktadır. Çünkü 13.07.1967 tarihli, 903 sayılı Kanun ile “tesis” terimi terk edilmiş, “vakıf” terimine dönülmüştür16 .

Strachwitz, vakıfların sivil toplumda kurum olarak sosyal eylemin meşru şekli olup, birbirlerine ortak tanımla bağlı olarak, çeşitli şekillerde tezahür ettiğine işaret etmiştir17 . Bu çerçevede, İslami vakıf, Alman “stiftung”, Fransız “fondation”, Flaman, “stichting”, İtalyan, “fondazione” ve Anglo-Sakson “foundation” kavramlarından pek de uzak değildir18 . Koyunoğlu’na göre ise, Türk medeni hukukundaki “vakıf” ve batıdaki “foundation” vb. kavramları, İslâm ve Osmanlı uygulamasındaki vakıf kavramıyla tam uyuşmamaktadır19 . Bu nedenle Koyunoğlu, yürürlükteki hukuka göre kurulan yapılar için vakıf yerine “özel statülü dernek” veya başka bir ismin kullanılabileceğini önermektedir20 . Kanaatimizce derneğin kişi topluluğu olması karşısında mal topluluğu niteliğindeki bir tüzel kişi olan vakfın, derneğin bir türevi gibi yorumlanması yürürlükteki medeni hukuk mevzuatı açısından mümkün değildir.

Kanaatimiz odur ki, vakfın Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden itibaren benzeri görülmemiş bir kapsam ve işleve kavuşmuş olması, salt dini nedenler ile açıklanabilecek bir olgu değildir. Dolayısı ile vakıf müessesi bakımından dini, ahlaki, sosyal, iktisadi, siyasi, psikolojik vb. faktörlerin nazarı dikkate alınması suretiyle bir değerlendirme yapılması kuramsal olarak daha sağlıklı sonuçlara varmamıza katkı sağlayacaktır21 .

Türkiye’de 1926 yılında kabul edilen 743 sayılı Medeni Kanun’a kadar ki dönemde kurulmuş olan vakıflara “eski vakıflar”, bu dönemden sonra kurulan vakıflara ise “yeni vakıflar” denilmektedir22 .

5737 sayılı VK m. 2 hükmünde; “mazbut vakıflar”, “mülhak vakıflar”, “cemaat ve esnaf vakıfları” ve “yeni vakıflar” olmak üzere dört çeşit vakıf düzenlenmiştir23 .

5737 sayılı VK m. 3 hükmü ise bir önceki maddede zikredilen vakıf çeşitlerinin tanımlarına yer vermiştir. Buna göre, mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi öncesinde kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıflara mülhak vakıflar adı verilir24 . 743 sayılı mülga Türk Kanuni Medenisi yürürlük tarihinden önce kurulmuş tüzel kişiler olan mazbut vakıfların her biri ayrı şahsiyeti haiz olmakla beraber, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince doğrudan devlet (VGM) tarafından yönetilirler25 . Cemaat (Azınlık) vakıfları kavramı, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları ifade eder26 . Esnaf vakıfları ise 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun yürürlüğünden önce kurulmuş ve esnafın seçtiği yönetim kurulu tarafından yönetilen vakıflardır27 .

Yeni vakıfları mazbut vakıflardan ayıran en belirgin fark ise, bu vakıfların hayırseverliğin yanı sıra daha çok sosyal yaşamın sorunları ve katılımcı demokrasinin gerekleri ile sivil toplum alanında hareket etmeleridir28 .

Bu makalenin konusuna giren vakıflar; “yeni vakıf” olarak nitelendirilen, mülga 743 sayılı Medeni Kanun ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümlerine göre tüzel kişiliği haiz vakıflar olup aşağıdaki açıklamalar büyük nispette bu vakıflarla ilgili olacaktır29 .

II. Vakfın Unsurları

Medeni hukuk açısından vakıf TMK m. 101/I hükmünde tanımlanmıştır30 . Eski Medeni Kanun’a göre ise vakıf, başlı başına mevcudiyeti haiz olmak üzere, bir malın belli bir gayeye tahsisidir31 . Vakıf, bağımsız bir hak süjesi meydana getirmek üzere mal veya hakların belirli ve sürekli bir amaca özgülenmesi (tahsis) sonucunda doğar32 .

5737 sayılı Vakıflar Kanunu m. 4 hükmünde vakfın özel hukuk tüzel kişisi olduğu belirtilmiş ve TMK m. 102, m. 104 (ZGB-SCC m.81) ile Vakıflar Yönetmeliği m. 7 hükümlerinde ise vakfın tüzel kişilik kazanması usulü ayrı hükümler olarak düzenlenmiştir. TMK m. 101 hükmündeki şartları havi olan vakfın ikametgâhının bulunduğu Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından tesciline karar verilir ve mahkemece tutulan özel sicile tescili ile vakıf tüzel kişilik kazanır33 .

TMK m. 101/I hükmündeki tanıma göre, bir vakfın tüzel kişiliğinden bahsedebilmek için, dört zorunlu unsurun varlığı aranmalıdır. Bu unsurlar, (1) vakıf kurma iradesiyle hareket eden kişi (vakfeden), (2) vakfın bünyesini oluşturan yeterli mal veya hak, (3) bu malın veya hakkın özgüleneceği bir amaç ve (4) bu malın veya hakkın bu amaca tahsisini belirten tüzel kişilik (vakıf) kurma iradesidir34 . Doktrinde bazı yazarlar vakfın üç unsurundan bahsetmişlerdir. Bu yazarlara göre vakfın unsurları, (1) Mal, (2) Malın usulüne uygun olarak belirli ve sürekli bir amaca tahsisi, (3) tüzel kişiliktir35 . Bu çerçevede makalemizde, vakfın medeni hukuk alanındaki tanımından yola çıkarak, vakfın zorunlu unsurlarından “kişi”, “mal” ve “irade” unsurlarına kısaca değinip, ardından dördüncü unsur ve asıl konumuz olan, “amaç” unsurunu mercek altına almaya gayret edeceğiz36 .

TMK m. 102/III hükmünde vakıf kurmak maksadıyla bir kısım mallarını veya haklarını belirli ve sürekli bir amaca tahsis eden kişi “vakfeden” olarak isimlendirilmiştir. Doktrinde ve uygulamada “vakfeden” yerine “vakıf kuran”, “vakfın kurucusu” veya “vâkıf” terimleri de tercih edilebilmektedir37 .

Vakıf kurabilmek için gerçek kişilerin fiil ehliyetine sahip bulunmaları şarttır38 . Tam ve sınırlı ehliyetli kişilerin vakıf kurabilmelerine karşılık, sınırlı ehliyetsiz ve tam ehliyetsizlerin vakıf kurmaları söz konusu değildir. Sınırlı ehliyetsiz kişiler, temyiz kudretini haiz küçükler ve kısıtlılar (mahcurlar), kanuni temsilcilerinin izniyle dahi vakıf kuramazlar39 . Bu yasak, TMK m. 449 (eMK m. 392) hükmünde açıkça belirtilmiştir. Ancak, yukarıda izah edilen şart, gerçek kişi vakfedenlerin sağlıklarında vakıf kurabilmeleri için gerekli olan ehliyet şartıdır. Eğer vakıf ölüme bağlı bir tasarrufla, yani vakfedenlerin ölümünden sonra hüküm ifade etmek üzere kurulacak ise, vakfedenin tam veya sınırlı ehliyetli olması şart değildir. Sınırlı ehliyetsizler de vasiyet yoluyla vakıf kurabilirler. Çünkü TMK m. 502 (eMK m. 449) hükmü uyarınca 15 yaşını dolduran ve temyiz kudretini haiz her gerçek kişi vasiyet yoluyla mallarında tasarrufta bulunma ehliyetine sahiptir40 .

TMK m.101/I hükmüne göre gerçek kişiler dışında, özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri de vakıf kurabilirler41 . Tüzel kişilerin vakıf kurması hâlinde, vakıf kurma ehliyeti bakımından, tüzel kişilerin ehliyetiyle ilgili TMK m. 49, m. 50 (eMK m. 46 vd.) hükümleri uygulanır42 . Buna göre, tüzel kişilerin vakıf kurma ehliyeti olduğu kabul edilse de, vakıf kurmak için ehliyetli olup olmadıkları hususunda kurulacak tüzel kişiliğin vasfına ve kuruluş belgesindeki hükümlere göre hareket edilir43 . Eğer esas sözleşmede organların yetkili olduğuna dair böyle bir hüküm yoksa genel kurul kararı ile de tüzel kişinin vakıf kurmasına karar verilebilir44 .

Vakıflara ilişkin mevzuatın uygulanmasında VK m. 2 hükmü uyarınca milletlerarası mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi saklı tutulmuştur. Bu doğrultuda, VK m. 5-6 hükümleri uyarınca yabancılar Türkiye’de hukuki ve fiili mütekabiliyet (karşılıklılık) esasına göre yeni vakıf kurabilirler. Ancak yeni vakıfların yönetim organlarında görev alanların çoğunluğunun Türkiye’de yerleşik bulunması gerekir45 .