Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kamu Sağlığı ile Özgürlükler İkileminde Biyo-Terörizm ve Biyo-Suçlar

Bio-Terrorism and Bio-Crimes: In the Dichotomy Between Public Health and Liberty

Özgür TAŞDEMİR

İnsanlığın en büyük korkularından biri salgın hastalıklardır. Bu korku, istendiğinde terör amacıyla etkili bir biçimde kullanılabilir. Biyolojik suçlar ve biyolojik terörizm biyolojik saldırıların görünümleri olarak biyolojik ajanların kullanıldığı eylemlerden oluşurlar. Böylelikle, bir biyolojik saldırı ve salgın hastalık tehdidinin nasıl önlenebileceği, yaşanmakta olan bir salgının nasıl durdurulabileceği ve saptanabileceği ulusal güvenliği ilgilendiren konular arasında yerini alır. Devletlerin güçlü bir sağlık sistemine sahip olmaları tek başına biyolojik saldırılarla mücadele etmek için yetersizdir. Bu sistemin temellerini atacak hukuksal yapıyı oluşturmalarının yanı sıra saldırılarla hızlı ve seri bir biçimde mücadeleyi sağlayacak çeşitli hukuksal çareler yaratmış olmaları gerekmektedir. Devlet ve toplum üzerinde ağır ve derin etkiler bırakan, bu yüzden mücadele edilebilmeleri için yeni ve çok kapsamlı önlemler gerektiren biyolojik saldırılar, kamu sağlığı ve özgürlükleri arasında dikkat çeken bir ikilem oluşturmaktır. Türk hukuk sisteminin içinde bulunduğumuz yüzyılın koşullarına göre dikkatlice değerlendirilmesi bir gerekliliktir. Bu bağlamda çalışmamızda, biyolojik saldırıların kriminolojik yönlerine değinilmiş ve olası saldırılarla ceza hukuku yönüyle nasıl mücadele edilebileceğine ilişkin kimi hukuksal çareler aranmıştır.

Biyolojik Savaş, Biyolojik Saldırı, Biyolojik Terör, Biyolojik Güvenlik, Biyolojik İstila, Biyolojik Suç, Kamu Özgürlükleri, Kamu Sağlığı, Hukuk, Türk Ceza Hukuku.

One of the humanity’s biggest fears is epidemic diseases. This fear can be used effectively for act of terrorism when intended. Biological crimes and biological terrorism consist of acts using biological agents. Hence, prevention of biological attacks and epidemic threats, detection of existing epidemic diseases are among the issues that concern national security. For nation states’ having a strong health system per se is not sufficient to combat biological attacks. Besides establishing the legal structure that will lay the foundations of this system, they must conceive various legal remedies for challenges emerges from biological threats. Biological attacks, which have a heavy and profound impact on the state and community life, require actual and comprehensive measures and so create a prominent dichotomy between public health and freedoms. Potential bio-terrorism threats have revealed the need for detailed and comprehensive legal regulations. In this study, the criminological aspects of biological attacks were mentioned and in this direction some legal remedies were examined for fight against biological terrorism and crimes.

Biological Warfare, Biological Attack, Biological Terror, Biological Security, Biological Invasion, Biologic Crime, Public Freedom, Public Health, Law, Turkish Criminal Law.

I. GİRİŞ

İnsanlığın en büyük korkularından ve kimi zaman da çaresizliklerinden birinin salgın hastalıklar olduğunu düşünebiliriz1 . Hatta, kıyamet sonrası dünya tasvirlerine dayanan görsel yapımların ana temalarından biri, gizemli bir virüs salgınıyla tükenmeye yüz tutmuş insan türü ve onun yıkılan uygarlığıdır2 . İnsanın, doğal bir felaket olan salgınlar karşısındaki varoluş mücadelesi, edebiyat eserlerine de konu olmuştur3 . Salgın hastalıklar, insanın doğa karşısında hissettiği o kadim çaresizliği ve korkuyu, ona yeniden hatırlatır. 2020 yılının ikinci çeyreğini geride bıraktığımız şu günlerde, bu varoluşsal korkuyu, aniden beliren bir virüsün yol açtığı “Covid” salgınıyla yeniden duyumsuyoruz. Gözle görünmeyen, katlanarak yayılan, yok etme yolunu bulamadığımız, sinsi ve ölümcül bir düşmanla karşı karşıya kalmamız her zaman mümkün. Doğa karşısında, ilk insandan bu yana taşıdığımız, çocukken karanlık karşısında hissettiğimiz o kadim korkuyu duyumsatan bu gibi koşulların, istendiğinde terör amacıyla nasıl da etkili bir biçimde kullanabileceği rahatlıkla hayal edilebiliriz. Örneğin, 2001 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde, kimi insanlara şarbonlu mektupların gönderilmesi, her ne kadar az sayıda kişinin ölümüne yol açmış olsa da yarattığı korkuyla bugün bile tazeliğini koruyan bir anıdır4 .

Teknolojinin hayatımızın her alanını kapsadığı bu zaman diliminde, biyolojik suçlar ve terör eylemleri, gerek yol açtıkları zararın kapsamı ve büyüklüğüyle, gerekse de yarattıkları korkunun derinliğiyle devletler ve hukuk sistemleri için çağımızın en önemli meydan okumalarından biri olarak nitelenebilir. Çalışmamızda, gerçekleştiklerinde hedef alınan toplumun bütünlüğü ve ülkesi için büyük tehlike oluşturabilecek biyolojik saldırıların/suçların ve terör eylemlerinin kriminolojik yönleri açıklanmıştır. Biyolojik silahların kullanımı, yol açabileceği tehlikelerle uluslararası sözleşmelere de konu olmuştur. Çalışmada işbu sözleşmeler de irdelenmiştir. Dünyada, biyolojik saldırı ve terör eylemleriyle mücadele iki hukuksal yaklaşım öne çıkmaktadır. Bu yaklaşımlardan biri, uluslararası düzenlemelerle biyolojik silahların üretiminin yasaklanmasını ve silahsızlanmayı esas alırken, diğeri hem uluslararası hem de ulusal düzenlemelerle ceza hukukunun kullanımına ağırlık verir. Çalışmada da bu olası saldırılarla ceza hukuku aracılığıyla nasıl mücadele edilebileceğine ilişkin kimi hukuksal çareler tartışılmış ve bu bağlamda Türk Ceza Hukukundaki düzenlemeler değerlendirilmiştir.

Belirtmek gerekir ki biyolojik suçlar ile bunlardan vücuda gelen terör eylemleri, ölümcül bir salgına neden olabilme yetenekleriyle kamu sağlığı için büyük bir tehlike oluştururlar. Her ülkede, koşulları değişmekle birlikte akıl sağlığını önemli ölçüde kaybetmiş kişilerin veya bulaşıcı hastalığa yakalandığı için kamu sağlığı için tehlike oluşturanların özgürlüklerinin kısıtlanması söz konusu olabilmektedir. Biyo-terörizm ve biyo-suçlar, ikincisine girerler. Bu yüzden biyolojik suçlar ve terör eylemleriyle mücadele, kamu sağlığının korunmasıyla yakından ilgilidir ve dolayısıyla, aynı zamanda kamu sağlığının korunması adına birtakım özgürlüğü kısıtlayan zorlayıcı tedbirlerin kişiler üzerinde uygulanmasını gerektirebilirler. Bu bağlamda ve konumuzla ilgisi ölçüsünde, Türk mevzuatındaki kamu sağlığının korunması amacıyla başvurulan kişisel özgürlüklere müdahale niteliğindeki önleyici hukuksal düzenlemeler de irdelenmiştir. Gerçekten de kamu sağlının korunması ve ona yönelen tehlikelerin önlenmesi, kamu sağlığı ile bireysel özgürlükler arasında bir dengenin kurulmasını gerektirmektedir5 .

II. SAVAŞIN, SALDIRININ, TERÖRÜN VE SUÇUN “BİYOLOJİK” NİTELENDİRİLMESİ

Ne yazık ki salgın hastalıklar sadece bir doğa felaketi değildir. Eski çağlardan bu yana bir savaş yöntemi olarak bilinçli bir biçimde kullanılmışlardır. Orta Çağda salgın hastalıktan öldüğü düşünülen canlıları mancınıklarla düşman surlarının gerisine atmak, Kızılderililere çiçek hastalığına yakalanmış insanların kullandığı battaniyeleri armağan etmek, su kuyularını hastalığa yol açacak biçimde canlı leşleriyle kirletmek, biyolojik savaş yöntemlerinin tarihsel örnekleri arasındadır6 . Biyolojik savaş ile düşmanın insan unsurunun kitlesel bir biçimde etkisizleştirilmesi veya yok edilmesi hedeflenir. Başka bir anlatımla, biyolojik silahlarla gerçekleştirilen saldırılar, düşmanın savaşma yeteneğini ortadan kaldırmak içindir. Nükleer ve kimyasal silahlarla beraber kitle imha silahları arasında yer alabilen biyolojik savaş silahları, etki alanlarındaki genişlik ve saptanmalarındaki güçlükle diğerleri arasında öne çıkar. Örneğin, 1970 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) uzmanlardan oluşturduğu bir komitenin hesaplamalarına göre, 50 kilogramlık kurutulmuş şarbon (anthrax) tozu bir hava aracından 5 milyon kişilik bir yerleşim yeri üzerinde havaya karıştırıldığında, toplamda 250 000 kişilik kayba, sağlık hizmeti almadığı takdirde ölecek 95 000 ağır hastaya ve 125 000 ağır yaralıya neden olabilecektir7 .

Öte taraftan biyolojik savaşın araçlarının doğrudan hedefleri arasında sadece insanlar bulunmaz; bitkiler ve hayvanlar da biyolojik bir savaşın kurbanları arasındadır. Düşmanın insan unsurunu kitlesel olarak yok etmenin yanı sıra, onun toplumsal yaşamına temel oluşturan ekinler ve hayvanlar de hedef alınır. Böylelikle, dolaylı yoldan insan sağlığı üzerinde etkide bulunulur. Kimi zaman ilk elde akıllara gelmez ama sadece hayvanlar değil, bitkiler de biyolojik bir savaşta veya terör eyleminde hedefler arasında yer alır8 . Hatta, terör amacıyla ormanlara ve tarım sektörüne zararlı olabilecek bitki patojenlerinin kullanımına agro-terörizm denilmektedir9 .

Bu bağlamda, biyolojik savaş yollarının nadiren hatırlanan başka bir türü de biyolojik istiladır (biyo-istila). Yabancı bir canlı türünün ait olmadığı bir bölgeye ulaşması ve o bölgedeki ekolojik dengeyi bozması biyolojik istila olarak tanımlanabilir10 . Biyolojik istila yabancı (egzotik) türlerin11 , o yöredeki doğal toplulukların (bitki veya hayvan) nüfusunu azaltması ya da yok etmesiyle gerçekleşir. Biyolojik istila gemilerin balast sularıyla, insan eliyle veya ekosistemlerdeki değişiklikler nedeniyle (örneğin küresel ısınmayla) bitki ya da hayvan türlerinin yer değiştirmesiyle gerçekleşir12 . Bu bağlamda bir türün belirli bir bölgedeki ekolojik sistemi bozması amacıyla yerinin -insan eliyle- kasten değiştirilmesi bir biyolojik saldırı yöntemi olarak karşımıza çıkar13 . Görülebileceği üzere, biyolojik saldırılarla, sadece insan sağlığı değil, ekolojik denge de rahatlıkla bozulabilir. Böylelikle tarımsal üretim, üretim zinciri, ekonomik düzen, domino taşları gibi birbirlerinin peşi sırası yıkılmaya başlar; kıtlık baş gösterebilir, sağlık çalışanlarının dahi etkilendiği bir salgınla insan kontrolündeki tüm altyapı hizmetleri durma noktasına gelebilir. Doğaldır ki tüm bu konular, kamu sağlığıyla yakından ilgilidir.

Bir salgın veya bir biyo-istila olayı, temelde üç biçimde gerçekleşebilir: doğallıkla/kendiliğinden, kazara veya kasten.14 Biyo-terör ve biyo-suçlar son gruba girer. Tüm bunlar geniş anlamıyla, çevresel terörizm kavramının içine girmektedir15 . Çünkü biyo-terörizm eylemlerinde ya da biyolojik suçlarda hayvan, bitki veya patojenler silah olarak kullanılarak insanlara, hayvanlara, tarım alanlarına saldırılar gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla çevresel terörizm, bir terör eylemi olarak çevreye karşı girişilen eylemleri de içine alır. Başka bir anlatımla, bir kümelendirmeye gidilirse, biyo-terörizm çevresel terörizmin altında yer alırken, zirai terörizm (ve dolayısıyla biyo-istila) biyo-terörizmin bir alt türünü oluşturur.

Özellikle günümüz teknolojileriyle mikroorganizmaların kontrolünün olanaklı duruma gelmesi, bir salgın ya da bir biyo-istila olayının nasıl gerçekleştiğini kamuoyunun gündemini oluşturan konulardan birine dönüştürebilmektedir. Bunu yaşadığımız zaman diliminde, deneyimlenen covid salgınında rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Salgına yol açan virüsün insan yapımı mı olduğu, insan yapımıysa kasten veya kazara mı yayıldığı uzun süre spekülasyon konusu olmuştur16 .

İnsanların mikroorganizmaların hastalıklara yol açtığını bilimsel olarak kavradıkları zaman dilimi, 19. yüzyıla, Pasteur, Koch ve diğer bilim insanlarının keşiflerine dayanır17 . Onların kapısını araladığı, mikrobiyoloji alanındaki bilimsel gelişmeler, gelecek nesillerin ömrünü uzattığı gibi mikroorganizmaların en ölümcül silahlara dönüştürülmesine olanak tanımıştır18 . İnsan yapımı salgınlara, patojenlerin19 manipülasyonuna ve bunların kasten yayılımının sağlanmasına tarih boyunca en çok savaşlarda rastlanılmışsa da günümüzde suçlular ve terör örgütleri tarafından bu yolların kullanımı olasıdır. Yakın tarihimizdeki SARS, MERS gibi salgınlar, olası salgınların; gerçekleştirilmiş terör eylemleriyse20 biyolojik saldırı tehditlerinin, uzakta olmadığını insanlara hatırlatmıştır.

Biyo-suçlar, biyo-terörizm ve biyolojik savaş, biyolojik saldırıların görünümleri olarak biyolojik ajanların kullanıldığı eylemlerden oluşurlar. Bu bağlamda bir devletin en çok zorlanabileceği faaliyet, biyolojik tehditlere karşı vatandaşlarının biyo-güvenliğini korumaktır21 . Çünkü, biyolojik saldırılar, daha önce vurgulandığı üzere tüm doğaya, dolayısıyla ekolojik dengeye ve üretim zincirlerine zarar vermekte, toplumsal bir çöküş yaratmaktadır. Bu yüzden, biyo-güvenliğin sağlanması, çevrenin korunmasından halk sağlığına, ulusal güvenlikten ekonomik düzene, birçok alanın eşgüdüm içerisinde gözetimini gerektirmektedir. Tarihsel olarak güvenlik, devletler tarafından başka bir devletin askeri saldırılarından korunmak olarak algılanmıştır. Bu algı, günümüzde hala geçerli olmakla birlikte, ulusal güvenlik endişelerine çağımızda eklenenlerden biri de biyolojik tehditlerdir. Böylelikle, bir biyo-saldırı ve salgın tehdidinin nasıl önlenebileceği, yaşanmakta olan bir salgının nasıl durdurulabileceği ve saptanabileceği ulusal güvenliği ilgilendiren hayati konular arasında yerini alır22 .

Biyo-saldırılar, mikroorganizmaların veya canlı organizmalardan üretilen biyolojik toksinlerin23 , insanlarda ve insanın bağımlı olduğu diğer canlılar üstüne ölüm ya da hastalık yaratmak içini kasıtlı kullanımıdır24 . Biyo-saldırılarda kullanılabilecek duruma getirilen kimi mikroorganizmalar (patojenler) veya biyolojik toksinler, biyolojik silahları oluşturur. Bir biyolojik silahın yapımında en önde gelen konu, patojen seçimidir ve seçilen patojene göre silahın üretim aşamaları değişiklik gösterir25 . Patojenler, bakteri, virüs veya parazitlerden oluşur. Her türün ve kendi alt türlerinin bulaşma yolları ve neden oldukları hastalıkların özellikleri ayrıdır. Biyolojik silah olarak kullanılabilecek patojenler, bulaşıcılıkları, öldürücülükleri, kitlesel biçimde üretimlerindeki kolaylıkları, taşınabilirlikleri, yüzeylerdeki zamansal etkinlikleri, nasıl yayıldıkları gibi niteliklerinin düzeylerine göre kategorilere ayrılmaktadır. Bu bağlamda Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Center for Disease Control and Prevention), patojenlerin, silah olarak kullanılabilme olanak ve yeteneklerine göre, A-B-C harfleri altında üç seviye kategoriye ayırmıştır26 . Bunlardan “A” grubu, insandan insana bulaşma ve öldürücülük oranı en yüksek, toplumsal korku ve yıkıma yol açma yeteneği en fazla olan, en tehlikeli gruptur. “B” grubu, bulaşma oranı ortalamanın üzerinde bulunan, öldürücülük oranları düşük olmakla birlikte sağlam bir sağlık altyapısıyla başa çıkılabilecek patojenlerden oluşur. Kanımızca, Covid salgınına yol açan, coronavirüs bu grupta yer alabilir ki 2020 yılında birebir deneyimlediğimiz ekonomik ve sosyal etkileri dahi durumun ciddiyetini rahatlıkla göstermektedir. “C” grubuysa, ancak moleküler biyoloji ve genetik mühendisliğiyle biyolojik silah yeteneğine kavuşturulabilecek mikroorganizmaları içerir27 . Örneğin ilk ve en tehlikeli kategori olan “A” grubunda, variola virüsü28 , yersinia pestis bakterisi29 , bacillus anthracis bakterisi (anthrax)30 , botulinum bakterisi31 , lassa, marburg ile ebola virüsleri32 sırasıyla başı çeker33 . “A” grubunda bulunan patojenlerin ortak özelliği öldürme oranlarındaki yüksekliktir. Özetle patojenlerin, öldürme oranlarıyla bulaşma yetenekleri arttıkça listede yerleri de yukarıya doğru yükselmektedir.

Biyolojik silahların (biyo-silahların) bir devletçe başka bir devlete karşı kullanımı biyo-savaş34 ; aynı silahların terörizm amacıyla kullanımıysa biyo-terörizm olarak nitelendirilir35 . Biyolojik savaşı ayırt etmek ilk bakışta kolaydır. Diğer taraftan, biyo-güvenlik bağlamında biyo-terör (biyolojik terör) ve biyo-suçlar arasındaki sınıra, ayrıca değinilmesi gerekir. Biyo-suçlar (biyolojik suçlar), dar ve geniş anlamıyla iki açıdan tanımlanabilir. Dar anlamıyla biyo-suçlar biyolojik silahların kullanıldığı suçları niteler36 . Geniş anlamıyla biyo-suçlarsa, biyolojik ajanların kötüye kullanıldığı ya da araçsallaştırıldığı her türlü suçu açıklar37 . Biyo-terörizmden farklı olarak, politik, ideolojik ve dini hedeflerle, toplumsal korku yaratarak, siyasi ve ekonomik karmaşa oluşturma amacı taşımazlar38 . Bu yüzden genellikle tek bir bireye ya da küçük bir insan grubuna yöneltilen eylemlerle ortaya çıkarlar; çoğunlukla intikam, kazanç dürtüleriyle işlenirler39 . Dar anlamıyla biyo-suçlara, başka bir kişiye zorla AIDS’li kan şırınga edilmesi,40 1978 yılında KGB’nin gerçekleştirdiği, şemsiye ucuna yerleştirilen bir mekanizmadan fırlatılan risin zehri içeren bilyeyle öldürülen muhalif gazeteci Markov Suikastı, ilk akla gelen örnekler olarak gösterilebilir. Diğer yandan geniş anlamıyla biyo-suçların en yüksek düzeyde ortaya çıkma olasılığı gösterdiği kriminojen ortamın, ticari rekabetin ve kar hırsının egemenliğindeki gıda sektörü olduğu vurgulanmaktadır41 . Gerçekten de biyo-suçların arkasındaki motif kriminologlar tarafından incelendiğinde, büyük oranda gıda sektöründeki firmalara karşı şantaj amacıyla ya da bireysel intikam dürtüsüyle işlendikleri görülmüştür42 . Bu yüzden, biyolojik saldırılar karşısında, biyolojik güvenliğin önemli bir unsudur da gıda güvenliğidir43 . Yine görülebileceği üzere tüm sözü edilenler kamu sağlığı ve sağlık hukukuyla da doğrudan ilişkilidir. Her türlü biyolojik saldırı aynı zamanda kamu sağlığı açısından ciddi bir tehdittir.

III. BİYOLOJİK GÜVENLİK VE HUKUK

Biyolojik güvenlik (biyo-güvenlik) kavramı kapsamlı ve iç içe geçmiş çok sayıda alanın korunmasını ifade eder. Bu alanların korunumu, ulusal güvenlikle halk sağlığının örtüştüğü, pozitif bilimlerin doğrudan ışık tuttuğu, hukuk devleti ilkesinin sınırlarını çizdiği bir düzlemde gerçekleştirilir.44 Biyolojik silahların üretimini, bulundurulmasını ve etkinleştirilmesini içeren, dikkatsiz, uygunsuz, kasıtlı kötücül biyolojik ajan ve biyo-teknoloji kullanımlarından, ortaya çıkan yeni salgın hastalıklardan korunma yol ve yöntemleri, bunlara ilişkin izlenecek hukuk politikası, biyo-güvenliğin kapsamındadır45 . Tarihsel gelişmelere bakıldığında, 20. yüzyılla birlikte hem biyolojik saldırılar hem de salgınlarla mücadele uluslararası kamuoyunun gündemine gelen sıcak konularından biri olmuştur.

İspanyol Gribi salgınının ve I. Dünya Savaşının bitimini izleyen yıllarda, 1925 tarihinde Cenevrede imzalanan, “Boğucu, Zehirli veya Diğer Gazların ve Bakteriyolojik Savaş Yöntemlerinin Savaşta Kullanımının Yasaklanmasına İlişkin Protokol” (Cenevre Protokolü) savaşlarda biyolojik ve kimyasal silahların kullanılmasını kesin ve net bir biçimde yasaklar46 . Türkiye de bu Sözleşmeyi 1925 yılında imzalamış ve 1929 yılında onaylayarak yürürlüğe koymuştur. Bu sözleşme kitle imha silahlarını doğrudan ele alan, kullanımlarını yasaklayan ilk anlaşma ve temel bir metin olarak nitelendirilir47 . Sözleşmenin başlığından anlaşılacağı üzere, sadece çatışmalar sırasında biyolojik silahların kullanımı yasaklanmıştır. Ne var ki bu Sözleşmeyle biyolojik silahlar için teknoloji geliştirilmesi, silahların üretimi ve bulundurulması, patojenler üzerinde yapılacak deneyler hakkında herhangi bir kısıt getirilmemiştir48 . Kanımızca belki de bunun bir nedeni, biyolojik ve kimyasal silahların geliştirilmesine yönelik imkanların o yıllardaki darlığıdır. Dolayısıyla II. Dünya Savaşı’nın ardından teknolojik olanakların hızla geliştiği 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Sözleşme, biyolojik ve kimyasal silahlar kaynaklı tehditleri gidermekte yetersiz kalmıştır.

Yukarıda söz edilen nedenlerle kimyasal ve biyolojik silahlar üzerinde mutlak bir yasak getirilmesine yönelik çabalar, Cenevre Protokolünden ardından da sürmüştür49 . 1969 yılında Birlemiş Milletler tarafından konuyla ilgili bir rapor hazırlanmış; bu raporda, biyolojik ve kimyasal silahların etkilerinin, zaman ve mekanla sınırlandırılmayacağının, insanla onun parçası olduğu doğada geri dönülemez ciddi zararlar bırakacaklarının altı çizilmiştir50 . Bu raporu bir yıl sonra, çalışmamızda da kimi örneklerinden yararlandığımız toplumsal sağlığı odağına alan Dünya Sağlık Örgütü’nün 1970 tarihli raporu takip eder. Bu raporda, biyolojik ve kimyasal silahların sivilleri tehdit ettiği, etkilerinin öngörülemez olduğu belirtilir51 . Tüm bu çabalar, 1972 yılında imzaya sunulan Biyolojik Silahlar Sözleşmesi ile neticelenir. Çalışmanın devamında değinilecek olan bu Sözleşme, küresel terörün ortaya çıkışıyla birlikte, devlet dışı aktörlerce bu silahlara ulaşılabileceği olasılığı öngörülerek hazırlanmamıştır.

Biyo-terörizmin gerçek anlamıyla kavramsallaşıp Dünya kamuoyunun gündeminde yer edinmesi teknolojik ilerlemelerin giderek ivmelendiği 20. yüzyılın son çeyreğine denk gelir52 . Aynı dönemde Dünya üzerindeki terör örgütlerinin sayısı ile çeşitlerinde artma gözlemlenir. Küreselleşme ve iletişim teknolojilerinin yarattığı olanaklar, terör örgütlerinin biyolojik silahları üretme yol ve yöntemlerine erişebilmelerine zemin hazırlar. Özetle, uluslararası terörist grupların ve eylemlerinin sayısındaki artışa paralel olarak biyolojik ve kimyasal silahların yaygınlaşması, bu silahların terör örgütlerince kullanılması olasılığını yükseltmiştir53 . Gelişen ve küresel ölçeğe ulaşan teknolojik olanaklar, biyolojik tehditlerin ağırlığını ve sayısını arttırır. Tüm bu koşullar, geleceğin biyolojik saldırılarının daha ölümcül olabileceğinin göstergesidir54 . Ayrıca bu zaman aralığında, biyo-güvenlik politikalarında devletler ve aralarında yaşanabilecek olası çatışmalar tek odak olmaktan çıkar ve dikkatler terör örgütlerine çevrilir55 . Böylelikle biyolojik silahların kullanım biçimleri değerlendirildiğinde biyo-terörizm, devletler için gizil niteliğiyle diğer kitle imha yollarından çok daha tehlikeli, en sınayıcı meydan okumalardan biri olarak belirir56 .

Aslında biyolojik bir saldırı ile görülmemiş yeni bir salgının ortaya çıkış tehlikeleri birbirleriyle koşuttur. Hatta, yeni nesil ölümcül salgın hastalıklar, terör saldırılarına benzetilmektedir; zira bu hastalıklara neden olan patojenler de farklarına varıldığında çoktan etkilerini göstermiş olmakta ve kitlesel ölümlere yol açmaktadır57 . Hatta öngörülebilirlikleri terör saldırılarından çok daha düşüktür58 . Bu nedenlerle çağımız, belki de güvenlik ve kamu sağlığının birbirlerinden ayrı düşünülmeyeceği, biyoloji ve ilgili diğer bilim dallarının daha çok göz önüne gelerek izlenecek politikalara nezaret edecekleri bir geleceğe işaret etmektedir59 .

Diğer taraftan patojenlerin, genel olarak suç işlenirken, özel olaraksa terörizmde, daha geniş boyutta da savaşlarda kullanımı, aynı zamanda, çağımıza ait güncel bir sorun olarak teknolojiden yararlanma biçimlerine işaret eder. Mikrobiyolojideki ve biyo-teknolojideki gelişmeler, doğadaki türlerin çözülen genetik yapıları, genom düzenlemeye ilişkin “crispr” teknolojisi60 , nano-teknoloji, biyolojik ajanların silah olarak yetkin ve sofistike bir biçimde yeniden tasarımlanıp insanlar için ciddi tehlike arz edebilecek niteliklere kavuşturulabileceklerini imler. Çünkü artık teknoloji, “ikili kullanımıyla61 hem sağaltma hem de yok etme yol ve yöntemlerini bizlere sunar. Bu nedenlerle organize suç örgütleri nezdinde biyo-terörizme başvurulabilmesi ya bir devletin desteğini ya da ileri düzeyde teknik bilgi birikimine erişmeyi gerektirir. Terör örgütleri, mikrobiyoloji uzmanlığına sahip üyeleriyle veya bu uzmanlığa sahip yardımcıları aracılığıyla biyo-terör eylemlerine girişebilir. Bu yüzden, biyolojik araçların suçlarda kullanımına genellikle, üçüncü dünya ülkelerinden çok, gelişmiş Batı ülkelerinde rastlanılmaktadır62 .

Çağımızın ilk ve en çarpıcı biyo-terör eylemleri Batı uygarlığı içinde yer alan ülkelerde gerçekleşmiştir. Bunlardan en göze çarpanı, 1984 tarihli Rajneeshee Biyo-Terör saldırısıdır. Rajneeshee (Osho) takipçileri, ABD’nin Dalles şehrindeki yerel seçimleri etkilemek amacıyla oy kullanabilecek nüfusu, ‘oy kullanmaya gidemeyecek’ duruma getirmeyi hedefler ve o bölgedeki restoranların salata barına salmonella bakterisi bulaştırırlar. Bunun sonucunda 700’ün üstünde insan zehirlenir. Daha az sayıda insansa hastanelik olur. Biyolojik silah kullanmaya yeltenmiş başka bir organizasyon ise Aum Shinrikyo’dur. Bir kıyamet kültünden oluşan organizasyon, 1995 yılında Japonya’nın başkenti Tokyo’nun çeşitli metro istasyonlarına 13 kişinin ölümüne ve 6 bin kişinin zehirlenmesine neden olan sarin gazı saldırısını gerçekleştirmiştir63 . Sonrasında bu terör örgütünün, eğitimli ve zengin üyeleri tarafından yürütülen, biyolojik bir silahlanma programı yürüttüğü öğrenilmiştir. Bu program üzerinden Ebola virüsü örneklerini ele geçirip kullanmaya yeltenmişlerdir64 .

Çağımızda kitle imha silahlarının devletler dışındaki organizasyonlar tarafından gizlice üretilebilmesi olanaklıdır. Bu bağlamda, laboratuvar güvenliği ile genetik çalışmaların kapsamı, ilgili alanlardaki bilimsel yayınlardan biyolojik silahların üretimine ilişkin verilerin sağlanabilecek olması karşısında bilimsel faaliyetlere ilişkin hakkın kullanılması hukuka uygunluk nedenini kullanılıp kullanılmayacağı ve patojenlerin hangi amaçlarla bulundurulabileceği, sorgulanması gereken konular arasında yerlerini alır. Bir patojenin genetiğiyle oynanıp nasıl daha öldürücü duruma getirilebileceğine ilişkin bilimsel bir makaleyi, biyo-güvenlik bağlamında nasıl değerlendirmek gerekir? Böyle bir yayın teröristler veya haydut devletler için aşama kaydetmelerine yarayacak bir yol gösterici olarak kabul edilebilir mi? Daha kısa ve net bir soruyla biyo-terörün varlığı, bilimsel üretimin kontrolü için bir meşruiyet nedeni olabilir mi65 ? Bu soruların yanıtı kanımızca olumsuzdur. Zira bilimsel eserleri anlamak ve oradaki kuramları uygulamak ileri düzeyde bir teknik kapasite gerektirir. Diğer taraftan, makul bir biçimde donatılmış herhangi bir biyolojik araştırma laboratuvarı da gerektiği gibi denetlenmezse, kısa bir sürede biyolojik silah üretebilmesi ve bu üretime ilişkin izlerin aynı çabuklukta silinebilmesine yönelik olanaklar sunar66 .

Biyolojik silahlar, kendilerini yaratan teknoloji gibi onları kullanmak isteyenler için de ikili nitelik gösterir: bir yandan cezbedici diğer yandansa caydırıcıdırlar. Bu silahları kullanmayı hedefleyenler için cezbedicidirler; zira, silah niteliğine getirilmiş patojenler kullanıldığında bunu ancak aradan uzun bir süre geçtikten sonra saptamak olanaklıdır ve kimin tarafından kullanıldığını bulmaksa son derece zordur. Gözle görülmeyen ve konaklarında kendilerini yeniden üretebilen patojenler, geç saptandıkları gibi çok küçük miktarlarına karşın büyük bir topluluğu etkileyebilirler67 . Bu durumu yine halihazırda hepimizi etkileyen ve deneyimlediğimiz, kuluçka süresi uzun ve bulaştırıcılığı yüksek bir tip corona virüsten kaynaklanan “Covid” salgınında görmekteyiz. Öte taraftan, bu silahları kullanmaktan çoğu zaman terör örgütleri ve suçlular imtina ederler; zira, silah haline getirilecek patojenler doğadan kolayca elde edilebilir niteliktelerse de bulundurulmaları, taşınmaları, tekrardan üretilmeleri ve kitlelere kolaylıkla bulaşacak duruma getirilmeleri, onlar üzerinde uygulanmaları son derece güçtür. Kaldı ki bulaşıcılıklarıyla onlara silah niteliği kazandıracak olanlar için de ciddi risk oluştururlar. Bu faaliyetleri gerçekleştiren kişiler büyük risk altında kaldıkları içindir ki yüksek teknik bilgi ve çok sayıda ileri seviyede teknik ekipmana gereksinim duyarlar.

Tüm bu süreçler geçildiğinde ve riskler kabullenilip azaltıldığında, biyolojik silahı kullanmak kolaylaşır. Artık suya karıştırılabilirler, yiyeceklere yerleştirilebilirler, herhangi bir araçla havaya salınabilirler, kendilerine bu hastalıkları bulaştıran intihar eylemcileri (suicide coughers) tarafından kalabalıklara bulaştırılabilirler68 . Tüm bunlara karşın bir biyolojik silahın geniş kitleler üzerinde etkinlik gösterebilmesi, aslen hava yoluyla diğer canlılarca solunumuna bağlıdır. Mikroorganizmaların hava yoluyla bulaşabilir yeteneğe ulaştırılmaları ile onları havaya karıştırıp yayacak araçların yapılması, ileri seviye bilgi birikimiyle teknik gerektirdiğinden terör örgütlerinin yeteneklerini aşar. Bu yüzden, şimdiye kadar gerçekleştirilen biyo-terör eylemleri, sınırlı sayıda insanı etkilemiş, yol açtıkları ölümlerin oranı son derece düşük kalmıştır69 . Gerçekten de terör örgütlerinin önemli bir bölümü kendi ideolojileri ve ilkelerinden ziyade operasyonel gerekçelerle biyolojik silahları tercih etmezler. Çünkü diğer silah ve patlayıcılarla karşılaştırıldıklarında, biyolojik silahların basit yöntemlerle üretilmeleri zordur ve üretilmişlerse de etkileri kısıtlıdır70 . Yalnız bu ileriki yıllarda sofistike üretim yöntemlerinin, terör örgütleri tarafından asla kullanılamayacağı anlamına gelmemektedir. Zira biyo-terörizmi uygulamayı planlayan, buna kalkışan ya da niyet eden terör örgütleri üzerine yapılan araştırmalar, örgütlerin üyelerini ve insan havuzlarındakileri biyolojik saldırının dehşetine duyarsız kılabileceğine, risk alma ve silahlanma yeteneklerine, sofistike taktikleri uygulayabilme kapasitelerine, genel olarak Batı uygarlığına karşıt oluşlarına, ütopik amaçlarına, arkalarındaki yabancı devlet desteğine işaret ederler71 .

Yukarıda söz edilen özellikleriyle insanlık için çok büyük bir tehlike potansiyeli taşıyan biyolojik silahlara ilişkin hukuksal düzenlemelerse ulusal ve uluslararası boyutlarıyla ele alınabilir. Uluslararası hukuk boyutuyla ele alındığında, biyo-terörle mücadelede iki yaklaşımın izlendiği; bunlardan ilkinde silah kontrolünün ve silahsızlanmanın, diğerindeyse ceza hukuku yaptırım ve tedbirlerinin temel alındığı görülür72 .