Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.02.2022 Tarih ve Esas No: 2021/(22)9-517, Karar No: 2022/152 Sayılı Kararına Göre Delil Gösterme Hakkının Sınırları ve Sonradan Delil Gösterme

Mehmet Akif TUTUMLU

I. Karar Metni

56. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrası “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmünü düzenlemiş olup, hak arama özgürlüğü adı altında hukukî koruma

57. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasında ise, usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.

58. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmünde olup, bu kapsamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı şekilde yer almıştır.

59. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasında; herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. Anılan madde de düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından bir tanesi yargılamanın “makul bir süre içinde” bitirilmesi ilkesidir.

60. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletlerin yargısal sistemlerini makul bir sürede yargılama dâhil olmak üzere, AİHS’nin 6. maddesinde yer alan şartlara uyacak şekilde düzenlemek ile görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner -İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29. paragraf).

61. Bir davaya taraf olan herkes, karşı taraf karşısında kendisini önemli bir dezavantajlı konumda bırakmayacak şartlarda iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir (AİHM, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24 Şubat 1997).

62. Aynı şekilde, tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir (AİHM, Borgers-Belçika, 30 Ekim 1991).

63. Öte yandan, Anayasa’nın 141. maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” denilmek suretiyle, davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir.

64. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan düzenlemeye paralel bir düzenleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 30. maddesinde de yer almaktadır. Sözü edilen 30. madde; “(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” şeklindedir.

65. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki, davacı açtığı davada, davalı tarafından ihlâl edildiğini ileri sürdüğü hakkının mahkeme aracılığı ile tanınmasını ve davalının mahkûm edilmesini talep ederken; davalı da, davacının haklı olmadığının tespitini ve davanın reddini savunur. Davada, her iki taraf da kendisinin haklı olduğunu ileri sürer ve hâkimin kendi lehine karar vermesi için ispat faaliyetinde bulunur.

66. Dava konusu edilen hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayanağı olarak taraflarca gösterilen vakıaların gerçekten var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi faaliyetine ispat denir.

67. İspat, hâkimi ikna (inandırma) faaliyetidir ve dayandığı delillerle hâkimi ikna eden taraf davayı kazanır. İspat araçlarına delil adı verilir (Yılmaz, Ejder: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 4. Baskı, Ankara 2021, s. 3495).

68. Bu ilke ve açıklamalara paralel olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda da yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir.

69. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır.

70. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25. maddesinde düzenlemesine yer verilen “Taraflarca getirilme ilkesi”nin işlerlik kazandığı davalarda, davanın taraflarınca delillerin gösterilmesi işleminin gerçekleştirilmesi gerekir. Anılan ilke uyarınca, hâkim, kural olarak, hiçbir delile kendiliğinden başvuramaz. Bu kuralın istisnasını, bilirkişi incelemesi yaptırılması ve keşif icrası oluşturur (Tanrıver, Süha: Medeni Usul Hukuku, Cilt 1, Ankara 2016, s. 806 vd.).

71. Re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda ise, hâkim, dava bağlamında bütün delillere kendiliğinden müracaat edebilir. Çünkü sözü edilen ilkenin işlerlik kazandığı davalarda, dava malzemesinin bir parçasını oluşturan delillerin toplanması bağlamında da hâkim, tarafların yanı sıra önemli bir rolü üstlenmiş durumdadır; pasif değil, aktif bir konumda bulunmaktadır (Tanrıver, s. 807).

72. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m. 316-322) yargılama usulleridir. HMK, asıl olarak yazılı yargılama usulüne göre hükümler koymuş ve basit yargılama usulünü istisna kabul ederek düzenlemeler yapmıştır.

73. Hukuk yargılamasında, gerek yazılı yargılama gerekse de basit yargılama usulünde dava, mahkemeye hitaben yazılan bir dilekçeyle açılır. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir.

74. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316. maddesinin (g) bendi; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler.” şeklindeki düzenleme ile hangi dava ve işlerin basit yargılama usulüne tabi olduğunu açıklamıştır.

75. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendi uyarınca, gerek yazılı gerekse basit yargılama usulünde, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin dava dilekçesinde belirtilmesi gerekmektedir. Aynı gereklilik, cevap dilekçesi açısından da geçerlidir.

76. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129. maddesinin 1. fıkrasının (d) ve (e) bendlerine göre cevap dilekçesinde; davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ile savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi gerekir. Bu husus davalının savunmasını somutlaştırma yükümlülüğünün gereği olup, davalı savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları hangi delillerle ispat edeceğini cevap dilekçesine ekleyerek mahkemeye vermeli ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların teminini sağlayıcı açıklamalarda bulunmalıdır.

77. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesi;

“(1) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.

(2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.” hükmünü haizdir.

78. Bu düzenleme, tarafların iddialarının (HMK, m. 119/1,f) ve savunmalarının (HMK, m. 129/1,e) dayanaklarını dilekçelerinde göstermeleri yönündeki hükümler ile paraleldir.

79. Kanun, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi ve özellikle karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekliliğini düzenlemiş olup, somutlaştırma yükümlülüğü olarak adlandırılmaktadır.

80. Somutlaştırma yükü, kendiliğinden (re’sen) araştırma ilkesinin geçerli olduğu davalarda da uygulanır.

81. Daha önce Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan bu (yeni) hüküm, soyut ve yuvarlak ifadelerle dava açılmasının ve böylece tarafların ve mahkemenin boş yere zaman kaybetmesinin önüne geçilmek amacıyla getirilmiştir. Hükmün konuluş gerekçesinde, somutlaştırma yükünü yerine getirmeyen tarafın bunun sonuçlarına katlanacağı belirtilmişse de, bunun yaptırımının ne olacağı HMK’nın 194. maddesinde açıkça öngörülmemiştir. Ancak bu husus, HMK, m. 29’daki “dürüstlük kuralı” ile birlikte düşünülmelidir (Yılmaz, s. 3631).

82. Mahkemenin görevi, önüne gelen uyuşmazlığı hukuka uygun bir şekilde karara bağlamaktır. Bunun yerine getirilebilmesi de tarafların kendilerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeleri ve mahkemeden ne istediklerini açıkça ortaya koymalarına bağlıdır. Bu sebeple, somutlaştırma yükü, taraflara düşen önemli bir ödevdir; aksi takdirde davanın aleyhlerine sonuçlanması söz konusu olacaktır.

83. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenen yargılama usullerine göre delillerin gösterilme zamanının açıklanmasında da yarar bulunmaktadır.

84. Yazılı yargılama usulünde, davacının dava dilekçesinde, davalının ise dava dilekçesinin kendisine tebliği üzerine işlemeye başlayan iki haftalık süre içerisinde vereceği cevap dilekçesinde, iddiasının ya da savunmasının dayanağı olan maddi vakıaları ve ispatta kullanacağı delilleri göstermesi gerekir. Davalının cevap dilekçesi kendisine tebliğ edilmiş olan davacı, bu dilekçenin kendisine tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde mahkemeye vereceği cevaba cevap dilekçesinde davalının savunmasını etkisiz kılmak amacıyla yeni vakıalar ileri sürüyorsa ya da dava dilekçesinde belirtmiş olduğu vakıaları genişletiyor yahut eski vakıaların yerine tümüyle yenisini ikame ediyorsa, sözü edilen türdeki vakıaların ispatı bağlamında da yeni delil gösterebilir. Aynı durum davalının, davacının cevaba cevap dilekçesinin kendisine tebliği üzerine iki haftalık süre içerisinde mahkemeye vereceği ikinci cevap dilekçesinde, davacının iddialarını etkisiz hâle getirmek amacıyla savunma bağlamında yeni vakıalar ileri sürmesi veya cevap dilekçesinde dayanmış olduğu vakıaları genişletmesi ya da eski vakıaların yerine tümüyle yeni ve müstakil bir kimlik taşıyan vakıaları ikame etmesi olasılığında da geçerlilik taşır.

85. Hemen belirtilmelidir ki; hem dava dilekçesinde hem de cevap dilekçesinde gösterilen ve tarafın elinde bulunan belgelerin dilekçeye eklenerek mahkemeye sunulması, başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur (HMK, m. 121, 129/2).

86. Tarafların, davanın başında sahip oldukları bütün delilleri göstermek ve ellerinde bulunan delilleri tevdi etmek zorunluluğuyla karşı karşıya bırakılmaları, delillerin gösterilmesi faaliyetine zaman itibariyle sınırlama getirilmesi ve yargılamanın sonraki aşamalarında yeni delil gösterilmesi olanağının kullanımının kanunla belirli şartlara bağlı kılınması anlamını taşımaktadır.

87. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 137. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; “Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

88. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu döneminde yargılama (dilekçeler, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dört aşamadan ibaret iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usûl hukukuna yeni ve önemli bir kurum olarak yargılamada ön inceleme safhası (dilekçeler, ön inceleme aşaması, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşaması) dâhil edilmiştir.

89. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ön inceleme aşaması (m. 140), yargılamada özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, esasen bu duruşmaya doğru bir şekilde hazırlanılması ve yapılması gereken işlemlerin mahkemece ve taraflarca doğru bir şekilde yapılmasına bağlıdır (Yılmaz, s. 2994 vd.).

90. Ön inceleme, dilekçeler aşaması ile tahkikat aşaması arasında ayrı ve bağımsız bir aşama olacak şekilde, beş yargılama aşamasından biri olarak öngörülmüştür. Bu aşamada ilk itirazlar ve dava şartları yönünden dosyanın bir incelemeye tabi tutulması ve tarafların uyuşmazlık içerisinde olduğu konular ile anlaştıkları konuların ayrılarak, delillerin toplandığı ve değerlendirildiği tahkikat aşamasına eksiksiz ve hazır bir şekilde geçilmesi amaçlanmıştır.

91. Ön incelemenin asıl işlevi, uygulamada birbirinin içine geçirilmiş aşamaların ayrılması bağlamında ortaya çıkmaktadır. Zira ön inceleme aşamasına kadar dilekçeler tamamlanmış ve tahkikat aşamasında toplanması gerekenler dışında kalan deliller toplanmış olacak, böylece artık tahkikat aşamasında kural olarak delil toplanması söz konusu olmayacağından, duruşmalar delillerin tartışıldığı oturumlar hâline gelmiş bulunacaktır.

92. Bu çerçevede ön inceleme duruşmasında tahkikat işlemleri yapılamaz, tahkikata götüren hazırlık işlemleri yapılır. Tahkikat aşamasından farklı olarak ön inceleme aşamasında işin esasına girilmeyeceğinden, kural olarak delillerin incelenmesi söz konusu olmayacaktır. Bu aşamada delillerin toplanması için hazırlık işlemleri yapılacak ve bu sayede dosyanın tekemmül etmesi sağlanacaktır.

93. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Ön inceleme duruşmasına davet” başlıklı 139. maddesi, yargılama sırasında tamamlanmış işler bakımından uygulanması gereken ve 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 13. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 7251 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte anılan madde; “(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. (Değişik cümle: 22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:

a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.

b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.

c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.

ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.” şeklinde düzenlenmiştir.

94. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 139. maddesinin yeni düzenlemesine bakıldığında, dilekçelerin teatisi aşamasının tamamlanması ve tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi yine iki farklı aşama olarak korunmaya devam edilmiştir. Fakat değişiklikle birlikte, eksik delillerin sunulması ve başka yerden getirtilecek delillere ilişkin açıklama yapılması ihtarının artık ön inceleme duruşması davetiyesi ile birlikte yapılacağı düzenlenmiştir.

95. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/5. maddesi, uyuşmazlık döneminde yürürlükte olan 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(5) Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir.” hükmünü haizdir. Anılan emredici düzenlemeye göre taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.

96. 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte HMK’nın 140/5. maddesi; “(5) (Değişik: 22/7/2020-7251/14 md.) 139’uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

97. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140. maddesinin 5. fıkrasında vurgulanması gereken husus; “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır.

98. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/5. maddesi, ön inceleme duruşmasında dahi, dava ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olmayan belgenin ikamesine izin vermemiştir. Bu da doğaldır. Çünkü şeklî gerçeği arayan özel hukuk yargılamasında, ilişkinin maddi gerçeği değil, özel hukukun biçtiği kalıplara uygunluğu incelenecektir. Böyle bir kalıbı ispat eden belgeyi delil olarak belirtmeyen tarafın, hak arama özgürlüğünü doğru biçimde kullandığından söz edilemez. Hakkını etkin biçimde kullanma çabasını başlangıçta göstermeyen tarafın, sonradan belgeyi delil olarak kullanmak istemesi, uyuşmazlığın netleşmesini de, çözümünü de geciktirecektir. Üstelik böyle bir belgenin dava veya cevap dilekçesinde belirtilmiş olması, uzlaşmayı kolaylaştırabilecekken, bu imkân da kaybedilmiş olacaktır. Böyle olunca, uyuşmazlığın süratle çözümlenmesinden beklenen kamu yararı zedelenecektir. O hâlde, dava ve cevap dilekçelerinde gösterilmemiş bulunan belge delillerinin, ön inceleme duruşması da dâhil olmak üzere, sonradan ikame edilmesi, ancak 145. maddede belirtilen şartlarla mümkündür.

99. Uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan 140/5. maddesinin sözüne (lafzına) bakıldığında, mahkemenin ön inceleme duruşmasında, taraflara delil sunmaları için vereceği iki haftalık sürenin, tarafların dilekçelerinde gösterip de sunmadıkları belgeleri sunmaları (yahut başka yerden getirtilecek belgelerle ilgili açıklama yapmaları) olanağı için tanındığı anlaşılmaktadır. Nitekim hükmün gerekçesinde de; “Taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir. Yargılamanın uzaması sebeplerinin başında, tarafların ellerinde bulunan delilleri sunmamaları ya da başka yerden getirilecekse gerekli açıklamaları yaparak masrafını vermemeleri gelmektedir. Zaman zaman tarafların bu konuda kötüniyetli olarak yargılamayı uzatıcı işlemler yaptıkları da görülmektedir. Beşinci fıkra ile bu sorun çözümlenmiş olacaktır.” denilmek suretiyle, hükmün sözü (lafzı) pekiştirilmiştir.

100. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun sisteminde, uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan HMK’nın 140/5. maddesi dikkate alındığında ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, vazgeçme yaptırımına bağlanarak, davayı uzatıcı bu kötüniyetli davranışlar engellenmeye çalışılmıştır. Zira dilekçelere eklenip sunulmamış, daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen süre içinde de verilmemiş delillere, tahkikat içinde kural olarak dayanılamaz. Tahkikatın amacı, kural olarak, delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.

101. Ancak istisnaen belirli koşulların gerçekleşmesi kaydıyla, taraflar gerek ön inceleme gerekse de tahkikat aşamasında yeni delil gösterebilme olanağına sahiptirler.

102. Nitekim bu husus, HMK’nın “Sonradan delil gösterilmesi” başlığını taşıyan 145. maddesinde “(1) Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

103. Tarafların Kanun’da belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceklerine ilişkin kurala getirilen istisnanın, dava ve cevap dilekçelerinde hiç delil bildirmeyen, ön inceleme aşamasında veya çıkarılacak davetiye üzerine delillerini sunmayan veya toplanması için gerekli işlemleri yapmayan tarafın tahkikat aşamasında delil bildirme haklarının olduğu şeklinde anlaşılması mümkün değildir.

104. Bu kapsamda delilin sonradan sunulması, o delile daha önceden ulaşılamamasına ya da o delilin varlığı hakkında mazur görülebilir bir bilgisizliğe, bir engellemeye vs. dayanıyorsa mümkündür. Tarafın salt ihmalkârlığı, yeterince araştırmaması, davayı uzatma amacı, davayı önemsememesi, kötü niyeti gibi hususlarla o delili sunmaması hâlinde sonradan delil sunulması kabul edilemez, artık o delilden vazgeçmiş sayılır (Atalay, Oğuz; Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, 15. Bası, İstanbul 2017, s. 1760).

105. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesi gereğince hâkim de, davayı aydınlatma ödevi uyarınca maddi ya da hukukî açıdan belirsiz gördüğü hususlar açısından ihtiyaç duyduğu takdirde taraftan yeni delil göstermesini isteyebilir.

106. Bu aşamada bir diğer istisnai hükmün açıklanması gereklidir. O da “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı HMK’nın 141. madde hükmüdür.

107. 7251 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle yapılan değişiklik öncesi hâliyle, HMK’nın 141. maddesinde yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım yapılmıştır. Buna göre;

“(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır”.

108. Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi için söz konusudur. İkişer dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Her iki taraf da ön inceleme oturumuna gelirse, ancak karşı tarafın muvafakati ile genişletme söz konusu iken; taraflardan biri mazeretsiz gelmez, diğeri gelirse, gelen taraf, karşı tarafın muvafakatine gerek olmadan iddia ve savunmasını genişletip değiştirebilecektir.

109. 7251 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle yapılan değişiklikle birlikte HMK’nın 141. maddesi; “(1) (Değişik: 22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklindedir.

110. Görüldüğü üzere, HMK’nın sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.

111. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu” başlıklı 128. maddesine göre; süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır. Cevap vermemek davalının bilerek cevap vermemesi biçiminde olabileceği gibi, cevap süresinin kaçırılması suretiyle de olabilir. Davayı inkâr etmiş sayılan davalı, daha sonra ikinci cevap dilekçesi veremez. Zira ikinci cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesine karşı verilir. Cevap dilekçesi vermemiş olan davalının sadece inkâr ile yetinmiş olduğu varsayılır ve ön inceleme ile tahkikat aşamasında sadece inkâr çerçevesinde savunma yapabilir ve bu yönde ispat faaliyetinde bulunarak delil gösterebilir (Pekcanıtez, s. 1206). Öte yandan davalının süresinde cevap dilekçesi vermemesi sonucunda davacının da artık cevaba cevap dilekçesi veremeyeceğinin tabii bulunması karşısında, HMK’nın 136. maddesine göre dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanması nedeniyle ön inceleme aşamasına geçilecek ve kanundan kaynaklı istisnai hâller dışında görülmekte olan davaya ilişkin taraflar açısından iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı başlamış olacaktır.

112. Ön inceleme aşamasında tarafların anlaşıp anlaşamadıkları konuları belirleyen ve hangi vakıaların uyuşmazlık konusu olduğunu tespit eden ve bunu tutanağa geçiren mahkemenin, tahkikat aşamasında yapacağı faaliyet (iş), uyuşmazlık konusu olayları incelemek, bunlar hakkında tarafların gösterdiği delilleri, ileride vereceği hükme esas almak üzere ispat hukuku kurallarına göre değerlendirmektir (Yılmaz, s. 901).

113. Taraflar, tahkikat aşamasında kural olarak iddia ve savunmalarını genişletip değiştiremezler; yani yeni vakıa ileri süremezler ve eski vakıaların yerine yeni vakıalar ikame edemezler. Bunun yapılabilmesi ancak karşı tarafın açık muvafakati, bunun mümkün olmaması durumunda da ıslah suretiyle gerçekleştirilebilir.

114. Keza, bir delilin sonradan ileri sürülmesinin yargılamayı geciktirme amacı taşımaması veya süresinde ileri sürülememesinin ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmaması durumunda, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir (HMK, m. 145).

115. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 145. maddesinin gerekçesinde şöyle denilmektedir: “Uygulamada, davaların uzamasının temel sebeplerinden birinin de gereksiz yere yeni delil sunulması ve bu konuda taraflara verilen sürelere uyulmaması olduğu bilinmektedir. Maddenin ilk fıkrasıyla, Kanunda belirtilen sürelerden sonra, davada yeni delil sunulmasının yasak olduğu kural olarak benimsenmiştir. Fakat iki istisna kabul edilmiştir. Yeni delil sunulması talebi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya delilin süresinde sunulmaması ilgili tarafın kusuru dışında bir sebebe dayanıyorsa, hâkim gerekçesini de belirtmek şartıyla, yeni delil sunulmasına izin verebilir. Bu şekilde delil sunma kuralına istisna getirilmesi, hukukî dinlenme hakkının tabiî bir sonucudur”.

116. Kanun koyucunun, belli şartların varlığı hâlinde, taraflara yargılamanın daha sonraki aşamalarında delil ileri sürebilmeleri için istisnai bir düzenleme getirmesinin gerekçesi, adil yargılanma hakkının bir unsurunu oluşturan “hukukî dinlenilme hakkı”dır (Yılmaz, s. 3032).

117. Basit yargılama usulünde, davacının dava dilekçesinde, davalının ise dava dilekçesinin kendisine tebliği üzerine iki haftalık süre içerisinde vereceği cevap dilekçesinde iddiasının ya da savunmasının dayanağı olan maddi vakıaları ispatta kullanacağı tüm delilleri, her bir delili maddi vakıalarla da ilişkilendirmek suretiyle göstermesi gerekir.

118. Nitekim bu husus HMK’da “Delillerin ikamesi” başlığını taşıyan 318. maddesinde; “(1) Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.” şeklinde düzenlenmiştir.

119. Basit yargılama usulünde dilekçeler teatisi aşaması; dava dilekçesi ve onun karşılığını oluşturan cevap dilekçesi ile sınırlıdır. Bu usul, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit ve seri bir yargılama usulüdür.

120. Basit yargılama usulünde, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri bulunmamaktadır (HMK, m. 317/3). Dolayısıyla delillerin gösterilmesiyle ilgili olarak ikinci dilekçeler bağlamında yapılan açıklamalar, basit yargılama usulü açısından geçerli değildir. Ancak HMK’nın 322. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; ön inceleme ve tahkikat aşamalarında yeni delil gösterilmesi hususunda yazılı yargılama usulü dikkate alınarak yapılan açıklamalar, basit yargılama usulünde de aynen geçerlilik taşımaktadır.

121. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 322. madde yollamasıyla uygulanması mümkün olan HMK’nın 145. maddesindeki koşulların bulunması hâlinde, sonradan gösterilen delillerin basit yargılama usulünde de incelenmesi mümkündür.

122. Yine, basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (HMK, m. 319).

123. Mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanacağı; 15. maddesinde ise bu Kanunda açıklık olmayan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 450. maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu yürürlükten kaldıran HMK, 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanun’daki basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerin uygulanacağını düzenlemiş, aynı Kanun’un 316 vd. maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.

124. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmezden evvel, tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Zira tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar. Bu sebeple HMK’nın 145. maddesinde belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır.

125. Bu aşamada temyiz incelemesinin kapsamıyla ilgili açıklama yapmakta yarar bulunmaktadır.

126. 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmiş ve anılan Kanun’un 450. maddesiyle de 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) ek ve değişiklikleriyle birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak, kanun koyucu uygulamada birtakım sorunların ortaya çıkmasını engellemek için Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda geçiş hükümlerini ayrıca düzenlemiştir.

127. Bu bağlamda HMK’nın Geçici 3. maddesi;

“(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2’nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444’üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (Ek cümle: 1/7/2016-6723/34 md.) Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez.

(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” düzenlemesi gereğince, inceleme konusu dosya bakımından temyiz yoluyla ilgili olarak 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun uygulanması gerektiği açıktır. Ancak burada uygulanacak hükümlerin, 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz incelemesine konu olan hükümlerinin olduğu unutulmamalıdır.

128. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 428. madde hükmü dikkate alındığında; “Mahkemesi Temyiz aşağıda beyan olunan esbaptan dolayı temyiz olunan hükmü nakzeder.

1- Kanunun ve iki taraf beynindeki mukavelenin yanlış tatbik edilmiş olması.

2- Mahkemenin davayı rüyete vazifedar bulunmaması,

3- İki tarafı ve sebebi müttehit bir dava hakkında yekdiğerine mütenakız kararlar verilmesi,

4- Usulü muhakemeye muhalefet edilmesi,

5- Meselei maddiyenin takdirinde hata edilmesi,

6- İki taraftan birinin davasını ispat için serdettiği delillerin sebebi kanuniye müstenit olmayarak kabul edilmemesi,

Usulü muhakemeye muhalefetten dolayı bir hükmün nakzolunabilmesi mahkemeye ait vazaifte usulü muhakemenin ihlal olunmasına ve işbu kusur ve hatanın lahik olan hükmü tağyir edecek derecede bulunmasına veya müddei, yahut müddeaaleyh tarafından usulü muhakemenin tağyir ve ihlal olunduğunu ispat edecek derecede itiraz olunup da mahkemede tetkik edilmemiş olmasına mütevakkıftır.” durumları bozma sebepleri olarak sayılmıştır.

129. Temyiz yolunda hüküm mahkemesinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Bu nedenle temyiz sadece hukukun yanlış uygulanmış olduğu sebebine dayanabilir. Temyiz talebinde yeni vakıalar ileri sürülürse, bunların Yargıtayca incelenmesi caiz olmadığından Yargıtay sadece hukukun yanlış uygulanmış olup olmadığını incelemekle yetinir.

130. Kural olarak temyiz incelemesinde daha önce ileri sürülmeyen yeni vakıaların ve delillerin ileri sürülmesi mümkün değildir. Delillerle ilgili her türlü kararı verecek mahkeme hüküm mahkemesi, yani ilk derece mahkemesidir. Temyiz incelemesinde ise tahkikat yapılmayıp, dava dosyasına usulüne uygun girmiş olan delillerin, ispat yükü çerçevesinde ilk derece mahkemesince değerlendirilmesinin isabetli yapılıp yapılmadığına bakılmaktadır.