Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Ceza Muhakemesinde Çağrı, Zorla Getirme ve Yakalama

Ersan ŞEN, Buğra ŞAHİN, Fırat ÇETİNTAŞ

Bu yazımızda; şüpheli, sanık, tanık, mağdur, şikâyetçi ve bilirkişinin, hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcılığı tarafından nasıl çağrılacağı ve dinleneceği incelenecek, son olarak uygulamada bazı güncel sorunlara ayrı başlık altında yer verilecektir.

Bir çağrı/davet ve hazır bulundurma yöntemi olan zorla getirme; sadece şüpheli veya sanık hakkında değil, tanık, bilirkişi, mağdur ve şikâyetçi hakkında da uygulanabilecektir. Esasında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sınırlama getirilmesini öngören zorla getirme usulünün, şüpheli veya sanık, yani suçlananlar dışında kalan kişilere uygulanması ilk bakışta itiraza konu olabilir. Yakalama tedbiri ise, ancak şüpheli ve sanık bakımından tatbik edilebilir.

Ancak ceza yargılamasında süratle maddi hakikate ve adalete ulaşmak; tutuklu şüpheli veya sanığın bu durumuna son verip yargılamayı bitirmek esas olduğundan, ceza yargılamasında, yüklendiği veya üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeyen kişilerin keyfi davranışlarının önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Bu nedenle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m. 146/7’de çağrıya rağmen gelmeyen ibaresi özellikle yer almıştır. Buna göre; önce tanık, bilirkişi, mağdur ve şikâyetçiye adli makam önüne gelmesi için usulüne uygun davet yapılmalı, hatta çağrıda gelmemenin sonuçları ve zorla getirme yoluna başvurulacağı kaydı da düşülmeli, buna rağmen görevini yerine getirmekten imtina edip yargılamayı geciktiren kişinin zorla getirilmesine karar verilmelidir.

Davet, zorla getirme ve yakalama tedbirlerinin açmazı; bir taraftan şüphelinin ve sanığın savunma hakkının korunması, diğer taraftan da delil karartma ile adaletten kaçmanın önlenmesi arasında gözetilmesi gereken denge ve bu sırada ortaya çıkan tercih karmaşasıdır. Esasen CMK m. 145’e ve m. 146’ya uygun düşen bir durumda, nitelikli yağma veya kasten yaralama suçunu işlemekle suçlanan şüphelinin, CMK m. 145 ile m. 146’da öngörülen şartlar tüketilmeksizin, yakalanıp gözaltına alınması da yasal şartlar bakımından sorunlu gözükmektedir. Ancak uygulamada, delil karartmanın ve özellikle de adaletten kaçmanın önüne geçilmesi için yakalamanın mecburen tercih edildiği ve buna da dayanağın ortada tutuklama veya adli kontrol tedbirinin tatbiki ihtimalinin bulunmasının gösterildiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde; suç veya terör örgütü üyeliğinde de benzer sorunların yaşandığı, örgütün faaliyeti kapsamında suç işlemeyen veya suça teşebbüs etmeyen şüphelinin yakalanıp gözaltına alındığı, hakkında CMK m. 145 ve m. 146’nın tatbik edilmediği, böylece kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından daha ağır bir yöntem olan yakalama tedbirinin uygulandığı görülmektedir. Uygulamada buna gerekçe olarak da, suç veya terör örgütü soruşturmalarında zamanlılığın çok önemli olduğu, aynı zamanda yapılmayan yakalamalarda örgüt mensuplarının birbirlerine haber verdikleri, adaletten kaçtıkları ve/veya delil kararttıkları gösterilmektedir. Ancak aynı uygulama; örgüt suçlarında yakalama ile ilgili böyle bir mazereti ortaya koyarken, farklı zamanlarda ve örgütün faaliyeti kapsamında suça karışmayan kişilerin yakalanmasında ise, kendisi ile çelişkiye düşmekte ve belirttiği gerekçe dayanaksız kalmaktadır. Davet, zorla getirme, yakalama ve gözaltına alma tedbirlerinde bu gibi sorunlarla çokça ve sıkça karşılaşıldığından ve bu uygulama kişi hürriyeti ve güvenliği aleyhine ve yeknesaklık içermeyecek biçimde, hatta bazen kişi lehine keyfi uygulanabildiğinden, kanaatimizce bu tür sorunları, uygulamaya ve yönetmeliklere ve genelgelere bırakmak yerine, mutlaka İHAS m. 5 ile Anayasa m. 13’ü ve m. 19’u gözeten ayrıntılı, belirli, bilinir ve öngörülebilir yasal düzenlemeye gidilmelidir. Aksi halde; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan bu tedbirler yönünden, karmaşıklık, belirsizlik, öngörülemezlik ve keyfilik, kişiye, zamana, olaya ve duruma göre varlığını korumayı sürdürecektir.

Uygulamada, özellikle suç örgütü soruşturmalarının “suçüstü” olarak nitelendirildiği, buna dayanak olarak da örgütün devamlılığının gösterildiği, bu durumda CMK m. 90’a göre yakalama yapılıp, CMK m. 91/1’e göre gözaltı emirlerinin verildiği, hatta bu emirlerin yakalama öncesinde yazılıp kolluğa gönderildiği, arama ve elkoymaya dair hâkim kararları ile eş zamanlı uygulandıkları ve bundan ötesi, henüz şartları oluşmadığı halde CMK m. 98/1 uyarınca hâkimden yakalama emirlerinin düzenlendiği görülebilmektedir ki, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tedbir amaçlı kısıtlayan bu hallerin şartları son derece sıkı ve sınırlı şekilde öngörülmüştür.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, “suç örgütü kurmak” suçu bağımsız bir suç tipi olarak düzenlense de, bir mütemadi, yani neticesi devam eden bu suç tipinde suçüstünün mümkün olmayıp, suç örgütünün amacı veya faaliyetleri kapsamında işlendiği ileri sürülen suçlara müdahalede suçüstü halinin ve dolayısıyla CMK m. 90’ın ve m. 91/1’in gündeme gelebileceğini, bunun dışında sırf suç örgütünün varlığından bahisle birçok amaç eylemi bekletip, suçüstü yapmayı bir kenara bırakarak, “suç örgütü” adı yapılan soruşturmada CMK m. 90’ın ve m. 91/1’in tatbikinin isabetli olmayacağını ifade etmek isteriz. Cumhuriyet savcısının doğrudan şüphelileri yakalatamaması ve gözaltına aldıramaması eleştirilebilir. Belki bu hususu bir yasal boşluk olarak eleştirmek mümkün olsa da, CMK m. 98/1’in, 145’in ve m. 146’nın tahdidi şartları göz ardı edilemez. Çünkü normlar hiyerarşisinde “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m. 13’ün gözden uzak tutulması imkânsızdır.

I. Şüpheli ve Sanığın Çağrılması ve Dinlenilmesi

Şüpheli ve sanığın ifadesinin alınması ve sorgusunun yapılması usulü CMK m. 145’te düzenlenmiştir.1 Suç isnadı altında olan kişi; soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcılığı tarafından, kovuşturma aşamasında hâkim veya mahkeme tarafından davetiye ile çağırılır. CMK m. 2/1-g’ye göre “ifade”; “Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı,”, “sorgu” ise “Şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme,” tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi anlamına gelir.

Çağrı kâğıdı çıkarılmasına/davetiye gönderilmesine rağmen ifadesinin alınabilmesi için hazır bulunmayan şüpheli veya sanık hakkında, CMK m. 146 uyarınca zorla getirme kararı çıkarılabilir.2 Zorla getirme kararı; şüphelinin veya sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında, gerektiğinde zor kullanılarak savcılık, hâkimlik veya mahkeme önüne çıkarılmasını ifade eder. Soruşturma aşamasında; çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında CMK m. 98 uyarınca, kovuşturma evresinde, CMK m. 199’a göre hâkim veya mahkeme tarafından sanık hakkında her zaman yakalama emri çıkarılabilecektir.

Soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı; soruşturmaya başlanılmasında basit suç şüphesinin, iddianame düzenlenmesinde yeterli suç şüphesinin tespitinde, aynı zamanda delil niteliğinde olan şüpheli ifadesine ihtiyaç duyabilmektedir. Soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, şüphelinin ifadesinin alınması için öncelikle davetiye çıkarır. Davetiye çıkarılmasına rağmen, belirtilen zamanda, savcılık veya kolluk makamında hazır bulunmayan şüpheli hakkında Cumhuriyet savcısı tarafından zorla getirme kararı çıkarılabilir. Zorla getirme kararını çıkarma yetkisi, soruşturma aşamasında esas olarak Cumhuriyet savcısına, istisnai hallerde ise sulh ceza hâkimliklerine aittir. CMK m. 163 bu hükmün istisnası niteliğinde olup, gecikmesinde sakınca görünen hallerde Cumhuriyet savcısına ulaşılamamakta veya olay genişliği itibarıyla iş gücünü aşmakta ise, CMK m. 163 uyarınca sulh ceza hâkimliği tarafınca zorla getirme kararı verilebilir. Kolluk zorla getirme kararını icra etmekle yükümlüdür.

CMK m. 146/3 gereğince; zorla getirme kararı üzerine yetkili mercii önüne götürülen şüpheli veya sanığın, derhal ifadesinin alınması veya sorgusunun yapılması gerekir. Buna olanak bulunmadığı; Cumhuriyet savcısı veya hâkimin, ifade veya sorgu işlemini derhal yapamadığı durumda, yol süresi hariç en geç yirmi dört saat içerisinde ifade ve sorgu işleminin yerine getirilmesi, bu sürenin dolması halinde şüpheli veya sanığın bırakılması gerekir. Fıkrada geçen yol süresinin, azami ne kadar süreceğinin düzenlenmemesi eleştiriye açıktır. Örneğin; Ağrı’dan zorla getirme kararıyla yola çıkarılan şüphelinin, ifadesinin İstanbul’da alınacağı düşünülürse, yol süresi dahil 24 saatlik sürenin dolmasıyla, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m. 5’te ve Anayasa m. 19’da korunan kişi hürriyet ve güvenliği hakkının zedelenebileceği düşünülebilir. Cumhuriyet savcısı veya hâkimin, ifade veya sorgu işlemi için 24 saatlik süreyi sonuna kadar kullanmaması, olanak bulunduğu anda işlemi yerine getirmesi gerektiği tartışmasızdır.

CMK m. 146 uyarınca; yargı mercii tarafından ifadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişinin, hangi sıfatla davet edildiğinin davetiyeye yazılması gerekir. Bu hususun davetiyeye yazılması, elbette davetiyenin nedenini gösteren bir açıklama değildir. Çünkü kişinin hangi konumla çağrıldığı, sadece bir sıfat tanımlaması olup, çağrılma nedeninin hukuki nitelendirmesini gösterir. Ancak maddede, çağrılma nedeninin davetiyeye açıkça yazılması gerektiği ifade edilmiştir.

Buna göre; davet edilen kişinin adı ve soyadı ile kimlik bilgilerinin, adresinin, ne zaman ve nerede hazır olacağının, hangi sıfatla çağrıldığının davetiyede yer alması yeterli olmadığı gibi, emredici özellik taşıyan CMK m. 145’e de uygun değildir. Davetiyede, çağrılan kişiye çağrılma nedeninin de açıkça bildirilmesi gerekir.

Tanığa çağrılma nedeninin açıkça bildirilmesinin, yani “tanık” sıfatı ile çağrılmasının yanında, bir de hangi konuda tanıklık yapacağının iletilmesinin sakıncalı olacağı, tanığın tarafsızlığını bozabileceği ve önceden tanıklık yapacağı konuda hazırlanmasına yol açacağı, bunun da maddi hakikate ve adalete zarar vereceği ileri sürülebilir. Bu eleştiri, ancak tanığa hangi konuda tanıklık yapacağının genel olarak bildirilmesi kaydıyla kabul edilir gözükmektedir.

Belirtmeliyiz ki, CMK m. 145 ve m. 146 tanıkların ifadesinin alınması ile ilgili değildir. Bu maddeler; şüpheli veya sanığın ifade veya sorgu için çağrılmasını, davete icabet etmediği takdirde de zorla getirilmesini öngörmektedir. Bununla birlikte; CMK m. 146/7’de, çağrıya rağmen gelmeyen tanık, bilirkişi, mağdur ve şikâyetçi ile ilgili olarak da şüpheli veya sanıkta olduğu gibi zorla getirilme kararı verilebileceği belirtilmiştir.

Şüpheli veya sanığın, tartışmasız şekilde korunması gereken savunma hakkı ve dolayısıyla hakkında ileri sürülen suçlamayı bilme hakkı vardır. Bu nedenle; CMK m. 145’te yer alan çağrılma nedeni ibaresi şüpheli ve sanık bakımından dar yorumlanmamalı, şüpheli veya sanığa gönderilen davetiyeye net bir şekilde suça konu fiili ve hatta hukuki nedenleri içeren ibarelerin yazılması gerekir. Ancak uygulamada; yalnızca sanığın adı ve soyadı, adresi, kimlik bilgileri, hangi sıfatla çağrıldığı, ne zaman ve nerede hazır bulunacağı, davete icabet etmediği takdirde zorla getirileceği ibarelerinin de yazıldığını, hangi nedenle çağrıldığına dair açıklamanın hiç bildirilmediğini veya bu konunun açıkça dile getirilmediğini görmek mümkündür. Bu tür bir uygulamanın; bir suçlama sebebiyle ifade veya sorgu için çağrılan şüpheli veya sanığın iddiaya konu hususu önceden bilme hakkını engellediğini, bu durumun da CMK m. 90/4’te kabul edilen yasal hakların derhal şüpheli veya sanığa bildirilmesi usulüne aykırı olduğunu ifade etmek isteriz.

Özellikle; şüpheli ve sanık yönünden çağrılma nedeni açıkça belirtilmeyen davetiyenin CMK m. 145’te öngörülen usule aykırı olduğunu, bu eksiklik ile gönderilen davetiye sonrasında CMK m. 146 uyarınca zorla getirmenin tatbik edilemeyeceğini, şüpheli veya sanığın savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağını ifade etmek isteriz.

Kovuşturma aşamasında ise; CMK m. 176 gereğince iddianamenin tebliği öngörülmüş, böylece sanığın suçlandığı fiili ve hukuki nitelendirmesini öğrenip, savunmasını hazırlayabilmesi için en az bir haftalık süreye sahip olması sağlanmıştır. Bir haftalık sürenin, soruşturma aşamasında şüpheli bakımından da tatbik edilebileceği, yani davetiye ile çağrılan şüpheliye, savunmasını hazırlaması için bir hafta müsaade edilmesi gerektiği, bunun İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m. 6/3-b’de korunan savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak kuralına uygun olacağı, ayrıca davetiyede şüpheliye atılı suça ilişkin ayrıntılı bilgi verilebileceği, böylece ne ile suçlandığını bilen şüphelinin savunmasını hazırlayabileceği, aksi takdirde, ifade sırasında suçlandığı fiil ve hukuki nitelendirmesi ile ilk defa karşılaşan şüphelinin, kendi aleyhine olacak şekilde ifade verebileceği, bu ifadesinin soruşturmanın devamında ve kovuşturma aşamasında, şüphelinin cezai sorumluluğu bakımından geri dönülemeyecek sonuçlara yol açabileceği; şüphelinin, ancak, CMK m. 148/4 uyarınca, müdafii bulunmaksızın verdiği ifadeyi hâkim veya mahkeme huzurunda doğrulamayıp, bu ifadeden hukuken kurtulabileceği, bunun yanında, Cumhuriyet savcısı huzurunda müdafii bulunsun veya bulunmasın veya kollukta müdafii ile verdiği ifadeyi, yargılamanın ilerleyen aşamalarında reddedemeyeceği, neticede davetiye ile çağrılan şüpheliye ne ile suçlandığı konusunda, davetiye içeriğinde nitelikli aydınlatma yapılmadığı takdirde, bireyin savunma hakkının kısıtlanacağı ileri sürülebilir.

Diğer yandan; şüpheliye çıkarılan davetiyede ne ile suçlandığına ilişkin ayrıntılı açıklamaların/fiillerin/delillerin yer aldığı takdirde, maddi gerçeğin ve adaletin ortaya çıkmasının zorlaşacağı, bu durumda şüphelinin, delil karartabileceği veya adalette kaçabileceği, yine yukarıda yer verdiğimiz görüşte ileri sürülen bir haftalık süreyi, şüphelinin savunmasını hazırlamak için kullanabileceği gibi, delil karartmak veya adaletten kaçmak için kullanabileceği, bunun önüne geçmenin tek yolunun, şüphelinin suçlandığı fiillerin ayrıntısını ifade esnasında öğrenmesi olduğu, CMK m. 145/1’de geçen çağrılma nedeninin açıkça belirtilmesi hükmünün, şüpheliye çıkarılan davetiyede isnat edilen suçun vasfının belirtilmesinin yeterli olacağı şeklinde kabul edilmesi gerektiği düşünülebilir.

Burada; davetiye ile çağrılan şüphelinin, ifade vermeyi reddederek savunmasını hazırlamak için süre istediği durumda, Cumhuriyet savcısı tarafından verilecek sürenin delil karartmak ve/veya adaletten kaçmak için kullanılma tehlikesi ile bu süre verilmediği takdirde, şüphelinin İHAS m. 6/3-b’de korunan savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak hakkının ihlal edilme ihtimali arasında bir denge gözetmek gerekir.

Soruşturma aşamasının; kovuşturmadan farklı olarak delil toplama evresi olduğu, CMK m. 176’nın, sanığın savunmasını hazırlaması için gerekli süreye ve kolaylığa sahip olması hakkını karşıladığı, soruşturmada henüz suç şüphesinin iddianame düzenlenmesi için yeterli düzeye gelip gelmediğinin dahi belli olmadığı, şüphelinin davetiye ile çağrıldığı durumda suçlamanın ayrıntıları ile ilk defa karşılaşmasının “soruşturmanın gizliliği” ilkesi ile de uyuştuğu, aksi takdirde maddi hakikate ve adalete erişme yolları ile şüphelinin savunma hakkı arasında dengenin, Cumhuriyet savcısı aleyhine orantısız biçimde bozulacağı, bununla birlikte, davetiye ile çağrılan şüphelinin, savunmasını hazırlamak için süre istediği durumda, özellikle suçlamaya dayanak fiillerin ve delillerin karmaşık yapıda ve dosyanın kalabalık olduğu hallerde bu sürenin ifade işlemine başlanmaksızın verilmesi gerektiği, bu süreçte şüphelinin delil karartma ve/veya adaletten kaçma girişiminde bulunduğu halde, tutuklama tedbirinin tatbik edilebileceği kanaatindeyiz.