Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kanunilik İlkesi Bağlamında İnsan Ticareti Suçu

Trafficking in Human Beings in the Context of the Principle of Legality

Olimjon SOBIR

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından kabul edilen “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ve bu sözleşmeye ek “İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Ek Protokol”ün (Palermo Protokolü) imzalanması insan ticaretiyle mücadelede en önemli adımlardan biri olmuştur. Bağlayıcı nitelikte olan Sözleşme ve Ek Protokol sayesinde taraf devletlerin ceza kanunlarına insan ticareti suçunu düzenleyen maddeler eklenmiş, bazıları ise insan ticaretiyle mücadele yasaları kabul etmişlerdir. Böylece devletlerin insan ticareti suçuyla ilgili mevzuatını güncellemesi ve mücadele stratejilerini geliştirmesiyle birlikte insan ticareti olayları daha çok sayıda tespit edilmeye başlamıştır. Ancak suçun tanımı ve hukuki niteliğine ilişkin devletlerin farklı yaklaşımları hem de Palermo Protokolü dahil birçok uluslararası normların iç hukuka aktarılmasındaki yöntem değişiklikleri insan ticaretiyle mücadele konusunda devletlerarası koordinasyonu kötü yönde etkilemektedir. Dolayısıyla bu durum insan ticareti suçunun hukuki niteliğine ilişkin doktrinel yaklaşımları karşılaştırmalı olarak ele alınmasını, suçun uluslararası belgeler ve mukayeseli hukuktaki tanımına ilişkin çelişkileri tespit ederek kanunilik ilkesi açısından değerlendirilmesini gerektirmektedir.

İnsan Ticareti, Kanunilik İlkesi, Belirlilik İlkesi, İnsan Hakları Hukuku, Uluslararası Ceza Hukuku.

The adoption of the “Protocol to Prevent, Suppress and Punish Trafficking in Persons Especially Women and Children, supplementing the United Nations Convention against Transnational Organized Crime” (Palermo Protocol) has been one of the most important steps in fighting against trafficking in human beings (THB). Thanks to the binding nature of the Convention and its Additional Protocol, most of the States parties added the norms regulating THB in their criminal laws, and some of them adopted anti-trafficking laws.Thus, as the states updated their legislation on THB and developed their struggle strategies, human trafficking incidents began to be reported more frequently. However, the different approaches of the states regarding the definition and legal nature of the crime and the methods of implementing international norms, including the Palermo Protocol, adversely affect the inter-state coordination in combating THB. Therefore, this situation requires a comparative analysis of doctrinal approaches regarding the legal nature of THB, determining the contradictions regarding the definition of the crime in international documents and comparative law and evaluating them in terms of the principle of legality.

Trafficking in Human Beings, Principle of Legality, Principle of Legal Certainty, Human Rights Law, International Criminal Law.

Giriş

Teknolojik ilerleme ve küreselleşmenin yan ektisi olarak kabul edilen sınıraşan örgütlü suçlarla mücadele alanında önemli sayıda çok taraflı ve bölgesel uluslararası sözleşmeler imzalanmıştır. Hukuki açıdan bakıldığında sınıraşan organize suçlar kapsamının daha da genişlediği görülmektedir. Kapsamlı bir uluslararası hukuki çerçevenin oluşturulmuş olmasına rağmen, son yıllarda sınıraşan örgütlü suçların, özellikle insan ticareti ile ilgili suçların sayısında büyük bir oranda artış yaşanmıştır. Dünyanın her yerinde gözlemlenen bu artışın nedeni istihdam olanaklarının yetersizliği, gıda ve geçim kaynaklarının güvensizliği, ayrımcılık ve yoksulluk olduğu söylenebilir. Ayrıca son on yıl içerisinde dünyanın birçok bölgesinde yaşanan çatışmalar ve bu bölgelerde yaşayan insanların savaştan ve zulümden kaçmak için ülkelerini terk etmeleri insan ticareti riskinin artmasını etkilemiştir. Dolayısıyla, her yıl milyonlarca çocuk, kadın ve erkek dünyanın tüm bölgelerinde ve birçok ülkesinde insan ticareti mağduru olmaya devam etmektedir.

İnsan ticaretiyle mücadelede devletlerarası iş birliğinin güçlendirilmesi ve çok sayıda uluslararası belgelerin imzalanmasına rağmen suç sayısının artmaya devam etmesi olumlu ve olumsuz olarak değerlendirilebilen iki sebeple açıklanabilir. Birincisi, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından kabul edilen “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ve bu sözleşmeye ek “İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Ek Protokol”ü1 (Palermo Protokolü) imzalayan devletler ceza kanunlarına insan ticareti suçunu düzenleyen maddeleri eklemiş, bazıları ise insan ticaretiyle mücadele yasaları kabul etmişlerdir. Böylece devletlerin insan ticareti suçuyla ilgili mevzuatını güncellemesi ve mücadele stratejilerini geliştirmesiyle birlikte, insan ticareti olayları daha çok sayıda tespit edilmeye başlamıştır. İnsan ticareti suçları sayısındaki artışın olumsuz olarak değerlendirilen diğer bir sebebi de devletlerin suçun hukuki niteliğine ilişkin farklı yaklaşımları ve Palermo Protokolü dahil birçok uluslararası normların iç hukuka aktarılmasındaki yöntem değişikliklerinden kaynaklanan sorunların insan ticaretiyle mücadele konusunda devletlerarası koordinasyonu kötü yönde etkilemesidir.

Çalışmanın amacı insan ticareti suçunun hukuki niteliğine ilişkin doktrinel yaklaşımları karşılaştırmalı olarak incelemek, suçun uluslararası belgeler ve mukayeseli hukuktaki tanımına ilişkin çelişkileri tespit ederek kanunilik ilkesi açısından değerlendirmektir.

İnsan ticaretinin kanunilik ilkesi bakımından incelenmesini gerektiren önemli faktörlerden biri suçun hukuki niteliğine ilişkin doktrindeki çeşitli fikir ayrılıklarıdır. 2016 yılından itibaren Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı’nın BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporlarında insan ticaretinin UCM yargı yetkisi kapsamına alınmasına ilişkin açıklamaları akademik alanda da yoğun tartışmalara yol açmıştır. Bu konudaki tartışmaların temel konusu insan ticareti suçunun insanlığa karşı suç olarak uluslararası suçlar kategorisine alınmasının kanunilik ilkesine uyup uymayacağıdır. Çünkü sınıraşan suç kategorisinde yer alan insan ticareti suçunun UCM’ye taşınmasındaki temel engel bu işlemin kanunilik ilkesine aykırı düşmesidir.

Konuyu kanunilik ilkesiyle bağlayan diğer bir faktör ise çeşitli ülkelerdeki ulusal mevzuat ve düzenleme yöntemleri arasındaki çelişkilerdir. Çünkü birçok ülke mevzuatında uluslararası hukuk ile iç hukuk kurallarının çatışması durumunda uluslararası hukuk kuralına öncelik tanınacağına ilişkin hukuki normlar yer almıştır. Ancak uluslararası hukuk normlarını ulusal mevzuata aktarırken devletlerin kendi istekleri doğrultusunda bazı değişiklikler getirmeye çalıştıkları görülmektedir. Neticede insan ticareti suçlarını düzenleyen ulusal yasaların içeriğini oluşturan kavramlarla ilgili farklılıklar meydana gelmektedir. Bu da insan ticareti suçunun cezalandırılmasında kanunilik ilkesi açısından sorunlara yol açmaktadır.

I. İnsan Ticareti Suçunun Tanımı ve Kanunilik İlkesi

Her bir kişinin yaşam, özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır. Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır. Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez” denilmektedir.2 Günümüzde uluslararası teamül hukukuna dönüşmüş olduğu kabul edilen söz konusu belgede kölelik ve köle ticareti kavramlarının yan yana kullanılması insan ticaretinin de tarihsel kökenlerinde kölelik ve esir ticaretinin bulunduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla insan ticareti faaliyeti, ilk başta uluslararası belgelerde yer alan kölelik ve köle ticareti ile ilgili tanımların bir parçası olarak geçmiştir. Kölelik yasağının bir jus cogens normu olarak kabul edilmesi ve insan ticaretinin çeşitli biçimlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, söz konusu faaliyetin tanımına ilişkin bazı değişikliklerin yapıldığı görülmektedir.

Tarihsel açıdan bakıldığında 19. yüzyılın başlarından itibaren köle ticaretine karşı uluslararası antlaşmalar ağı oluşturulmaya başlamıştır. Bu antlaşmalar çerçevesinde İngiliz donanması uluslararası ve özellikle Atlantik okyanusunda köle ticaretine karşı mücadelenin başını çekmiştir. İngiliz Hükümeti’nin kurduğu karma komisyonlar ve uluslararası mahkemeler tarafından 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde yaklaşık 80.000 köle serbest bırakılmıştır.3 Bu gelişmelerde, 1814-1815 yıllarında gerçekleşen Viyana Kongresi önemli bir rol oynamıştır. Viyana’da imzalanan uluslararası belgelerden biri, 8 Şubat 1815 tarihinde “Köle Ticaretinin Evrensel Olarak Kaldırılmasına İlişkin Sekiz Mahkeme Bildirgesi”dir (63 CTS 473).4 İngiliz diplomasisinin ve Krallığın Viyana’daki temsilcisi Robert Stewart, Lord Castlereagh’ın (1769-1822) bir başarısı olarak bilinen5 Bildirge, Napolyon karşıtı koalisyonun önde gelen yedi gücü- Avusturya, İngiltere, Prusya, Rusya, Portekiz, İspanya ve İsveç hem de Fransa tarafından imzalanmıştır. Söz konusu belgede köle ticareti kavramı tanımlanmamış olsa da “Afrika köle ticareti” adı altında bilinen ticaretin, her yaştaki bilgi sahibi insanlar tarafından, insanlık ve evrensel ahlak ilkelerine aykırı olduğu kabul edilerek taraflar köle ticaretinin yasak edilmesi konusunda gerekli çalışmalara girişeceklerini taahhüt etmişlerdir.6

İnsan ticaretinin yasaklanması için temel oluşturan diğer önemli uluslararası belgelerden biri 20 Kasım 1815 tarihinde imzalanan ve Napolyon Savaşları’nı sonlandıran Paris Antlaşması’dır. “Kesin Barış Antlaşması” olarak da adlandırılan Antlaşma’nın son bölümünde yer alan ek maddede kölelik konusu ele alınmıştır. Söz konusu maddede 8 Şubat 1815 tarihli Bildirge’de belirtilen taahhütleri bir kez daha teyit etmekle birlikte, taraflar devletler hükümetlerinin “zaman kaybetmeden ... köle ticaretinin tamamen ve kesin olarak kaldırılması için en etkili önlemleri almaları gerektiği” vurgulanmıştır.7

Viyana Kongresi’nin ardından devletler, ikili antlaşmalarla da köle ticaretini önlemeye ilişkin maddeleri iç hukuklarına eklemeye başlamıştır. Bu antlaşmalarla âkit devletlerin savaş gemilerine, karşılıklı olarak, âkit tarafların bayrağını taşıyan köle ticareti yapan veya yaptığı sanılan gemilerin açık denizlerde durdurulması ve aranması hakkı tanınmıştır. 20 Aralık 1841 tarihinde İngiltere, Avusturya, Prusya, Rusya ve Fransa arasında bir beşli antlaşma akdedilmiştir.8 Fakat Fransa antlaşmayı onaylamamıştır. Akit devletler her türlü zenci köle ticaretini, gerek vatandaşları gerek başkalarını taşıyan gemiler bakımından yasaklamayı ve böyle bir ticareti korsanlık suçu olarak ilan etmeyi taahhüt etmişlerdir.9

Milletler Cemiyeti döneminde imzalanan 25 Eylül 1926 tarihli Kölelik Sözleşmesi ilk defa “kölelik” ve “köle ticareti” kavramlarını tanımlamıştır. Sözleşmenin 1’inci maddesine göre “Kölelik, üzerinde mülkiyet hakkına bağlı yetkilerin herhangi birinin veya tamamının uygulandığı bir kişinin statüsü veya durumudur”. Aynı maddenin 2. fıkrasında köle ticareti “Köle yapma amacıyla bir kişinin yakalanması, tutuklanması veya ele geçirilmesiyle ilgili tüm eylemler; satma veya takas etme amacıyla köle edinmekle ilgili olan tüm eylemler; satılmak veya takas edilmek amacıyla edinilmiş bir kölenin satışına veya takas edilmesine ilişkin tüm eylemleri ve genel olarak, kölelerle ilgili yapılan her türlü ticaret veya taşıma eylemi” olarak tarif edilmiştir.10 Ancak bu antlaşma, devletlere, antlaşmaya taraf olur olmaz köleliği kaldırmak ödevini yüklememiştir. Taraf devletlerce, sadece yavaş yavaş ve mümkün olduğu kadar kısa bir süre içinde köleliğin her çeşidinin kaldırılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca karşılıklı antlaşmaya dayanan kölelik de herhangi bir cezayı gerektirmemiştir.11

Görüldüğü gibi Milletler Cemiyeti döneminde imzalanan 1926 tarihli Kölelik Sözleşmesi köle ticaretinin uluslararası düzeyde yasaklanması için yeterli olmamıştır. Meselenin başka tarafı da “köle ticareti” kavramı altında düzenlenmeye çalışılan konu eski çağlardan 19. yüzyıla kadar süren kölelik düzeninin kalıntılarını ortadan kaldırmak amacıyla sınırlı olduğu söylenebilir. Diğer bir ifadeyle köle ticaretine karşı mücadele konusu, ağırlıklı olarak “zenci köle ticareti”nin yasaklanmasıyla sınırlı kalmıştır. Bu anlamda bahsi geçen uluslararası belgelerde ele alınan köle ticareti günümüzdeki insan ticareti suçunun tarihsel açıdan ilk görülüş şekillerinden biri olarak nitelendirilebilir. Çünkü köle ticaretinin yasaklanmasına ilişkin hareketler devam ederken arka planda kölelik türlerinde de büyük bir dönüşüm süreci yaşanmaktaydı. Bu süreçte, sadece zenci köle ticareti değil, beyaz köle ticareti de daha sık görülmeye başlamıştı.

20. yüzyılın başlarında, Avrupa’dan kadınların ve çocukların Amerika ve Kuzey Afrika kıtalarına büyük bir göç hareketi başlamıştır. Bu hareket aynı zamanda “beyaz köle” ticareti ile ilgili tartışmaları gündeme getirmiştir.12 Bu dönemden itibaren insan ticareti faaliyetlerinin çeşitlenmesi ve “cinsel sömürü amaçlı” insan ticaretinin de ortaya çıkmasıyla birlikte, uluslararası düzeyde köle ticaretine karşı devam etmekte olan mücadele kapsamının genişletilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Dolayısıyla, bu suçla mücadele etmek ve “beyaz kölelik” olgusunu ortadan kaldırmak için, 1902 ve 1910 yıllarında Paris’te iki konferans düzenlenmiştir.13 Konferans katılımcılarının ortak çalışması sonucunda 18 Mayıs 1904 tarihinde “Beyaz Kadın Ticaretinin Önlenmesine İlişkin Antlaşma” (“International Agreement for the Suppression of the White Slave Traffic”) ve 04 Mayıs 1910 tarihinde ise söz konusu Antlaşmaya ek olarak “Beyaz Kadın Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi” (“International Convention for the Suppression of the White Slave Traffic”) yayınlanmıştır.14

Bu belgelerdeki dikkat çeken husus insan ticareti ile ilgili kavramlar için farklı terimlerin kullanılmasıdır. Belgelerin önsöz kısmında “beyaz köle ticareti” olgusunu ifade etmek için İngilizcedeki “trade” kelimesi yerine “traffic” kelimesi kullanılmıştır. Ayrıca belgelerde yer alan önlemlerin, sadece beyaz insanların köle ticaretine karşı uygulanması öngörülmektedir. Söz konusu önlemler özellikle Avrupalı kadınların fuhuş amaçlı kaçırılmalarını engellemeye yönelik tedbirleri içermektedir. Burada daha önce “beyaz köle ticareti” olarak adlandırılan faaliyete ilişkin tanımlayıcı netlik eksikliği, “insan ticareti” teriminin ayrımcılık amaçlı kullanımı değil, belki “köle ticareti” (“slave trade”) ve “insan ticareti” (“human trafficking”) terimleri arasındaki bir geçiş süreci olarak değerlendirilebilir. Diğer bir önemli husus ise her iki belgenin başlığında “köle” kelimesi kullanılmış olsa da metin içeriğinde kölelikle ilgili düzenleme bulunmamaktadır. Örneğin, 1910 Sözleşmesinin 1. ve 2. maddelerine göre “rızaları olsa bile yaşı küçük kadın ve kızların başkalarının cinsel arzularının tatmini için ahlak dışı amaçlarla kandırılması veya tedarik edilmesi suç olarak düzenlenmiş ve cezalandırılması taraf devletlerden istenmiştir. Yaşı küçük olmayan kadın ve kızların ise hile veya şiddet veya tehdit veya yetkinin kötüye kullanılması veya herhangi surette bir cebir ile fuhuş amacıyla kullanılması veya tedarik edilmesi cezalandırılacak bir eylem” olarak düzenlenmiştir. Bu maddelerde suç olarak düzenlenen faaliyetler klasik anlamdaki köle ticaretine değil; daha çok günümüzde kullanılan insan ticareti tanımına yakındır. Ancak söz konusu belgelerin konusu, sadece kadınlarla sınırlı olduğundan dolayı yukarıdaki tanım insan ticareti faaliyetini ifade etmek için yeterli değildir.

1921 yılında “Kadın ve Çocuk Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme”15 ve 1933 yılında “Tüm Yaşlarda Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Uluslararası Sözleşme”16 imzalanmıştır. İnsan ticaretine ilişkin söz konusu sözleşmeler, BM tarafından, 1949 yılında “İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme”17 adı altında birleştirilmiştir. 1921 tarihli Sözleşmede 1910 tarihli Sözleşmenin 1’inci ve 2’nci maddesinde belirtildiği şekilde, insan ticareti suçunun kavramsal unsurlarına ilişkin tanım yer almıştır.18 Sözleşmenin 2’nci maddesine göre, “akit taraflar 1910 tarihli Sözleşmenin 1’inci maddesi kapsamında her iki cinsteki çocukların ticaretini yapan ve suç işleyen kişileri bulmak ve yargılamak için tüm önlemleri almayı kabul etmişlerdir”. Ancak bu Sözleşmenin de, sadece kadınlar ve çocuklarla sınırlı kalması ve yetişkin erkekleri kapsamamasından dolayı insan ticaretinin bir suç eylemi olarak tanımını ifade etmek için yeterli olduğu söylenemez. Ayrıca Sözleşme insan ticareti konusunda özellikle kadın ticaretine yönelik daha çok fuhuşla ilgili faaliyet olarak bir yaklaşım sergilemiştir.

Aslında “insan ticareti” teriminin fuhuşla ilgili olarak kullanılmasıyla ilgili çok dar bir yaklaşım 1990’lı yıllara kadar sürmüştür. Bu dönemde en yaygın olarak kullanılan tanıma göre insan ticareti, “gelişmekte olan ve geçiş ekonomisine sahip olan bazı ülkelerden özellikle kadınlar ve kız çocuklarını cinsel veya işgücü sömürüsü amacıyla kaçakçılar, insan tacirleri ve suç sendikaları tarafından yapılan insanların ulusal ve uluslararası sınırlar içindeki yasa dışı ve gizli hareketi” olarak bilinmekteydi.19 Aynı zamanda, sahte evlilikler, gizli istihdam ve yanlış evlat edinme gibi diğer yasa dışı faaliyetler insan ticareti ile ilgili faaliyetler olarak kabul edilmiştir.20 Bu tanım kapsamının dar olduğu hükümetler tarafından da kabul edilmiştir. Dolayısıyla, dünyadaki birçok sivil toplum kuruluşları, sadece kadınların ve kız çocukların fuhuşunun istismar edilmesi ile sınırlı bir tanım yerine erkek çocukları ve yetişkin erkekleri de içeren kapsamlı bir insan ticareti tanımının geliştirilmesine ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir.21

Suçun bu şekildeki sınırlı tanımının uluslararası belgelerdeki temeli yukarıda belirtilen 1949 tarihli “İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme”ye dayanmaktadır. “Beyaz kadın ticaretinin önlenmesi” konusu üzerinde durulan söz konusu Sözleşme uyarınca, “insan ticareti yalnızca fuhuş amacıyla yapılabilir. Ancak fuhuş ve sömürü eylemlerinin tanımı Sözleşmede yer almamıştır. Ayrıca, suçun oluşmasında mağdurun rızasının bir öneminin olmadığı belirtilmiştir. Burada fiziksel olarak bir kişinin temini suçun unsuru olarak belirlenmiştir. Sözleşmede, mağdurun cinsiyeti veya insan ticareti suçunun oluşması için sınırların geçilmesi gereğinden bahsedilmemektedir. Sözleşmede sınırlı bir insan ticareti tanımı yapılmasına ve insan ticareti yasaklanmasına karşılık bir denetim mekanizması getirilmemiş; uygulamada da taraf devletlerin Sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediği görülmüştür”.22

Bu sorunun mevcut durumu hakkında konuşmak gerekirse, özellikle cinsel sömürü amacıyla insan ticareti söz konusu olduğunda, uluslararası hukuk alanında kesin bir şekilde evrensel olarak kabul edilmiş bir terimin olduğunu söylemek zordur. Konuyu düzenleyen çeşitli uluslararası belgeler ve yerel yasal düzenlemelerde, insan ticaretinin bu türü tüm insanları veya nüfusun, yalnızca en savunmasız kesimlerini kapsadığına bağlı olarak daha geniş veya daha dar olarak belirlendiği görülmektedir.

Bugün insan ticareti kavramının kapsamlı ve kabul gören en yaygın tanımı 2000 tarihli “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”ne ek Palermo Protokolünün 3’üncü maddesinde yer almaktadır. Palermo Protokolünde insan ticareti; “kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içerecektir” şeklinde ifade edilmektedir.23 Palermo Protokolünde yer alan insan ticareti tanımının yaygın bir şekilde kabul görüldüğü ve belgenin hukuki açıdan bağlayıcı nitelikte olması konuya ilişkin değerlendirmelerin söz konusu tanım üzerinden yürütülmesini gerektirmektedir. Ancak Protokolde yer alan insan ticareti tanımı ise kanunilik ilkesi açısından birtakım tartışmalara yol açmaktadır.