Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Gıyabi Tutuklama Döngüsünü Kırabilmek: Soruşturma Aşamasında Tutuklama Talebinin Reddi Kararlarına Karşı Etkili Bir İtiraz Denetimi

Breaking the Cycle of Detention in Absentia: An Effective Appellate Review of the Denial Decisions of the Motion to Remand Detention [Haftantrag] in the Investigation Phase

Öznur SEVDİREN, Yalım Yarkın ÖZBALCI, Özgenur YANIK

Tutuklamanın hukuksal denetimini talep etme hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkının en önemli güvencelerinden biridir. İtiraz kanun yolu, bu denetimin gerçekleştirilmesini talep etme yönünden birincil bir öneme sahiptir. Bununla birlikte, uygulamada makul bir başarı şansı sunan etkili bir kanun yolu olmaktan uzaktır. Konu, salıverilme kararına karşı yapılan itirazlar açısından daha da vahim bir hal almaktadır. Zira, burada itiraz mercilerince verilen kabul kararları CMK m. 98 bağlamında uygulamadaki adıyla ‘tutuklama amaçlı yakalama emri’ ile icra edilmekte ve böylelikle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun felsefe ve ilkelerine aykırı bir biçimde gıyabi tutuklama uygulaması sürdürülmektedir. Bu bağlamda itiraz kanun yoluna işlerlik kazandırmak, ancak mevzuatta halihazırda itiraz kanun yoluna ilişkin genel hükümler çerçevesinde düzenlendiği şekliyle sözlü inceleme yapılmasına imkân tanınması ile sağlanabilecektir. Dolayısıyla itiraz gerekçelerini kabul edilebilir bulan merciin verdiği yakalama emrinin, şüphelinin gıyabında verilen bir tutuklama kararının yüze karşı okunmasının ön aşaması olarak değil, itiraz incelemesinin karara bağlanmasından evvel başvurulması gereken bir karar türü olarak düşünülmesi gerekir. Bu tespit, Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen tutuklamanın ihtiyari olarak uygulanabilecek bir koruma tedbiri olma niteliği ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutuklamaya ilişkin hükümlerinin zorunlu bir sonucudur. Öte yandan, her ne kadar ilk bakışta, itiraz merciin serbest bırakma kararına karşı itiraz yolu açık gibi görünse de kanaatimizce CMK m. 271/4. maddesi çerçevesinde acele itiraz yoluna ancak merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı gidilebilecektir. Merci tarafından verilen serbest bırakma kararları ise kesindir. Bu çalışmada, söz konusu tespit ve değerlendirmeler, itiraz kanun yoluna ilişkin genel hükümler ile AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları ışığında itiraz incelemesinin soruşturma aşamasındaki kapsamı bağlamında ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır.

Tutuklamanın Hukuksal Denetimi, Soruşturma Aşaması, Gıyabi Tutuklama, İtiraz Kanun Yolu, Özgürlük ve Güvenlik Hakkı.

One of the substantial guarantees of deprivation of the right to liberty and security is to institute proceedings to review the lawfulness of detention. Of all other relevant legal remedies, complaint [Beschwerde] to the detention order has of primary importance. Nevertheless, in practice, this remedy is far from being an effective measure offering a reasonable chance of success. The state of affairs is even more dramatic in relation to those appeal procedures against release decision by the investigating judge. In practice, Article 98 of the Code of Criminal Procedure (the CCP) is interpreted in a such a way that the acceptance of complaint must be carried out by a decision of the so called ‘arrest warrant for the purpose of detention’. Thus, the practice of detention in absentia continued in a way contrary to the philosophy and principles of the CCP. In this regard, the effectiveness of the remedy of complaint to remand detention can only be achieved through the admission of the oral examination, as currently regulated by law under the general provisions. Therefore, the arrest warrant issued by appellate authority should be regarded as a part of appellate review of the release decision instead of a detention order in absentia. This conclusion can be inferred from the wording of the Article 19 of the Constitution, which remand detention is enshrined in as a measure within the discretion of the judge or court, and the provisions on the remand detention of the CCP. Correspondingly, although at first glance, an appeal against the release decision can be filed, in our opinion under Article 271/4 of the CCP an urgent appeal can only be filed against the detention order of the appellate authority. We are of the opinion that release decisions given by the appellate authority cannot be further appealed. By considering the general provisions on the appeal remedy and the scope of appeal examination in the investigation phase in the light of the ECHR and the Constitutional Court, this study elaborates these findings and arguments.

Review of Remand Detention Decision, Investigation Phase, Detention in Absentia, Complaint [Beschwerde] as a Legal Remedy, The Right to Liberty and Security.

GİRİŞ

Özgürlük ve güvenlik hakkının en önemli veçhelerinden biri tutuklamanın hukuksal denetiminin en kısa süre içinde gerçekleştirilmesini talep etme hakkıdır. Bu hak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinin 4. fıkrasında, Anayasa’nın ise 19. maddesinin 8. fıkrasında açıkça düzenlenmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu ise tutuklamanın hukuksal denetimi ile ilgili kanunla öngörülen hallerde itiraz (CMK m. 101), her zaman yapılması mümkün olmak üzere tahliye talebi (m. 104 ve 105) ve en geç otuzar günlük süreler içinde otomatik ve resen denetim (CMK m. 108) gibi olanaklar öngörmüştür. Bu açıdan karşılaştırmalı hukuk sistemlerine nazaran Ceza Muhakemesi Kanunu’nun geniş kataloğu dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, başta itiraz olmak üzere öngörülen bu denetim vasıtalarının etkili bir biçimde işletildiğini söylemek mümkün görünmemektedir. İtiraz kanun yolu bakımından ise uygulamaya ilişkin sorunlar ve uygulamacıların hukuka aykırı tutumları dışında kanunun lafzından ve sistematik ve amaçsal yorumundan kaynaklanan bazı sorunların olduğu aşikardır. Durum, özellikle soruşturma aşamasında, sulh ceza hâkimliğinin tutuklama talebinin reddi kararı üzerine, Cumhuriyet savcılığının itirazı sonrası uygulanacak usul, verilecek kararın niteliği ve bu karara karşı başvurulabilecek kanun yolu bulunup bulunmadığı gibi sorunlar üzerinde odaklanmaktadır.

Bu çalışmada, itiraz kanun yoluna ilişkin genel esaslara dair detaylı bir değerlendirmenin ardından, tutuklama kararına yapılacak itiraz başvurusuna ilişkin özel düzenlemeler değerlendirilecektir. İtiraz incelemesi aşağıda tartışılacağı üzere soruşturma bağlamında ve daha spesifik olarak da serbest kalma kararına karşı itiraz bağlamında merciin yetkileri ve merci tarafından verilen kararın niteliği bağlamında incelenmiştir. Zira kanaatimizce bu konu pratik önemi büyük olmasına rağmen öğretide nadiren özellikle kanun yoluyla boyutuyla ele alınmıştır. Konu gerek Anayasa Mahkemesi gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde sıklıkla ve özellikle sözlü inceleme boyutuyla gündeme gelmektedir. Bu bakımdan etkili bir itiraz incelemesi bakımından ilgili kararların özellikle soruşturma süreci yönünden anlamı detaylı bir biçimde ele alınmıştır.

I. İTİRAZ KANUN YOLUNA İLİŞKİN GENEL HÜKÜMLER

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 267. maddesinin açık hükmü uyarınca “hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” Böylelikle itiraz kanun yolu, hâkim kararlarının tümü için uygulanabilecek iken, mahkeme kararlarına itiraz edilebilmesi için kanunda bu hususun ayrıca belirtilmesi şart koşulmuştur.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268. maddesi ile anılan kararlara itiraz edilmesi için bir süre sınırı da öngörülmüştür. Anılan hüküm uyarınca ilgililer, kararı öğrendikleri tarihten itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe ile yahut tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle itiraz kanun yolu başvurusu yapılabilir.

Böyle bir başvuru üzerine inceleme yetkisi ilk olarak kararına itiraz edilen makama aittir.1 Kararı veren makam CMK m. 268/2 uyarınca üç günlük süre içerisinde kendi verdiği ve itiraza konu edilen kararını yine kendisi düzeltebilir.2 Eğer makam kararında 3 gün içinde bir düzeltmeye gitmez yahut talebi yerinde görmez ise bu halde itirazı, incelemeye yetkili olan ve CMK m. 268/3 ile gösterilen mercie gönderecektir.

Bu aşamada çalışmamızın konusu olan soruşturma aşamasında verilen tutuklama kararı hakkındaki önemli bir değişikliğe de değinmek isteriz. Belirtmek gerekir ki, sulh ceza hâkimliklerinin tutuklama ve adli kontrol kararlarına karşı yapılan itirazları inceleme yetkisi 01.01.2022’den evvel yine başka sulh ceza hâkimliklerinde idi.3 Öğretide Yenisey/Nuhoğlu tarafından, incelemenin bir başka ve üst yargı makamı tarafından yapılmasının (Devolutiveeffekt), kanun yoluna başvurunun en önemli sonuçlarından biri olduğu belirtilmekle birlikte, kanun koyucunun itirazda bu ilkeyi terk ettiği de söylenmekteydi.4 İtirazı inceleyecek merciin böylesine bir yatay ilişki ile belirlenmiş olması, hâkimlerin mesleki dayanışmasının tarafsızlıklarına ilişkin yaratacağı olumsuzluklar gerekçe gösterilerek uluslararası kamuoyunda eleştiriliyor, sulh ceza hâkimliklerinin “kapalı devre yapısı”5 ve mercilere yapılan itirazın etkili başvuru kriterlerini taşımadığı uzunca bir zamandır kanaatimizce de haklı olarak vurgulanıyordu. Venedik Komisyonu bizce isabetli bir biçimde, “Mevcut sistemde, tutukluluğun hukuka uygunluğunun gözden geçirilmesi için yapılan başvurulara karşı itirazların tarafsız ve anlamlı bir şekilde incelenme olasılığı pek yeterli değildir.” tespitinde bulunmuştu.6 Uluslararası Hukuk Komisyonu da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 5/3 ve 5/4 maddeleri ile Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi 9/3 ve 9/4 maddelerinde belirtilen özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik kısıtlamalar bakımından değişiklikten önceki düzenlemenin, sulh ceza hâkimliklerinin yargısal denetimin gerektirdiği bağımsızlık ve yetkinliğe sahip olduklarını tartışmalı hale getirdiğini vurgulamıştır.7

Dolayısıyla ortak kanı, Türkiye’deki sulh ceza hâkimliği sisteminin tutuklamanın tarafsız ve bağımsız organlarca denetlenmesine ilişkin uluslararası standartları karşılamadığı yönündeydi.

Bu sorunun aşılması için CMK m. 268/3-b’de 08.07.2021 tarihli ve 7331 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile bir değişiklik gerçekleştirilmiştir. 01.01.2022 tarihinde yürürlüğe giren değişikliğe göre sulh ceza hâkimliklerinin tutuklamaya veya adli kontrole ilişkin kararlarına karşı itiraz mercii olarak asliye ceza mahkemelerinin belirlenmesi hüküm altına alınmakta, ancak diğer kararlar ile ilgili olarak CMK m. 268/3-a bendi muhafaza edilerek sair kararlara ilişkin incelemenin yine başka sulh ceza hâkimlikleri tarafından yapılması şeklindeki usul sürdürülmektedir. Burada mevcut olan ikili ayrım, yani sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen tutuklama ve adli kontrol kararları ile yine sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen diğer kararlar hakkında yapılan itirazların neden farklı mercilerin görevi haline getirildiği üzerine de düşünülmelidir. Bu bakımdan kanun koyucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına yönelik sınırlama getiren kararları düşünerek onları bu kapalı devre sistemden müstesna tuttuğu savunulabilir ise de aşağıda bir başka veçhesi ile değineceğimiz ve yine kişi hürriyetine bir müdahale teşkil eden gözlem altına alma şeklindeki usulün bu değişiklik kapsamına alınmadığını hatırlatmak gerekir. Netice itibariyle yapılan değişikliğin yeterli olmadığı kanaatindeyiz ancak çalışmanın kapsamı gereği bu husustaki eleştirilerimizi bu aşamada genişletmeyeceğiz.

İtiraza ilişkin böyle bir başvuru gerçekleştirildikten sonra bu başvurunun, itiraz edilen kararın kesinleşmesine ve infazına etkisinin de değerlendirilmesi gerekir.

Yine Yenisey/Nuhoğlu tarafından belirtildiği üzere, kesinleşmenin engellenmesi (Suspensiveeffekt), kanun yoluna başvurunun önemli sonuçlarından bir diğeridir.8 Gerçekten de istinaf kanun yoluna ilişkin CMK m. 275 ve temyiz kanun yoluna ilişkin CMK m. 293 ile yapılan düzenlemeler ile öngörülen sistem bu etkiyi hedeflemektedir ve itiraz dışındaki bu iki olağan kanun yoluna başvuru yapılmış olması tek başına hükmün yalnızca kesinleşmesini değil, icrasını da engeller.

İstinaf ve temyizden farklı olarak, CMK m. 269/1 uyarınca itiraz kanun yoluna yalnızca başvurulmuş olması ise kendiliğinden kararın yerine getirilmesinin geri bırakılması sonucunu doğurmaz. Bir diğer deyişle itiraz olunan karar halen daha geçerli ve uygulanabilir bir karardır. Ancak kanunumuzda bunun aksine karar alınması imkanının düzenlendiğinden de bahsetmek gerekir. CMK m. 269’un ikinci fıkrası uyarınca gerek kararına itiraz olunan makamın gerekse de itirazı inceleyecek merciin başvuruya konu kararın geri bırakılmasına ilişkin bir başka karar alabilmesi mümkündür.9

Belirtmek gerekir ki, CMK m. 74 ile düzenlenen gözlem altına alma usulünün bu bakımdan ayrıksı bir durumu vardır. Gerçekten de CMK m. 74/4 uyarınca gözlem altına alma kararlarına yapılan itirazlar, ayrıca bir başka karar alınmasına gerek olmaksızın, bu işlemin icrasını ve infazını durdurur. Bu bakımdan kanun koyucunun gerek ilk kararı veren makama gerekse de mercie aksi yönde bir karar almak şeklinde bir takdir hakkı öngörmediği, kanunun emredici lafzından anlaşılmaktadır.

Başvurunun itiraz edilen karara olan etkileri bu şekilde açıklandıktan sonra başvurunun nasıl inceleneceğine de değinmek gerekir. İtiraz başvurusu, kural olarak CMK m. 271/1’in 1. cümlesi uyarınca tarafların dinleneceği bir oturum açılmaksızın bir diğer deyişle dosya üzerinden incelenerek karara bağlanır. Nitekim Türkiye’deki uygulama da genel olarak başvuruların dosya üzerinden incelenmesi yönündedir.10 Bununla birlikte, itirazı incelemeye yetkili merciin dosya ile sınırlı olmadığını, önemli yetkilerle donatılmış olduğunu söylemek gerekir.

Kanun koyucu mercie verdiği üç temel yetki ile onun gerçekleştireceği muhakemenin daha etkin olmasını sağlamak amacıyla sahip olduğu imkânları önemli ölçüde arttırmıştır. Bu yetkilerden ilki, itirazın yazı ile cevap verilebilmesi amacıyla ilgililere bildirilmesidir. CMK m. 270/1’in 1. cümlesi uyarınca merci yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Eğer tutuklamaya veya tahliye taleplerine ilişkin bir itiraz söz konusu ise ve bu şekilde itiraz görüş alınması için Cumhuriyet savcısına bildirilmiş ise CMK m. 270/2 uyarınca bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir ve şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir. Belirtmek gerekir ki, itiraza ilişkin yazılı görüş almak ihtiyari olmakla birlikte, tutukluluğa ilişkin savcılıktan görüş alındıktan sonra, alınan bu görüşün şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilmesi zorunludur, bir diğer deyişle merciin takdir hakkı bulunmamaktadır, ancak şüpheli, sanık veya müdafii bakımından kendilerine bildirildikten sonra bir açıklamada bulunmak zorunluğu da bulunmamaktadır. Bu açıklamaların ardından, merciin itiraza ilişkin sahip olduğu yetkilerden ilkinin elindeki başvuru ile sınırlı kalmamak ve tarafların görüşüne başvurmak olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi savcıdan görüş alındıktan sonra bunun taraflara bildirilmesi bakımından oluşabilecek bir eksikliğin çelişmeli yargılama ilkesinin zedelenmesi anlamına gelebileceği kanaatindedir.11 AİHM de içtihadında benzer bir uygulamayı sürdürmekte ve cumhuriyet savcısının yazılı görüşünün şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilmediği hallerde AİHS m. 5/4 uyarınca ihlal kararları vermektedir.12

Merciin itiraza ilişkin sahip olduğu ikinci yetki ise yukarıda ilk cümlesinden bahsedilen CMK m. 271/1’in, ikinci cümlesi ile getirilen ve tarafların dinlenmesine imkân veren düzenlemedir. Hükme göre merci gerekli gördüğü takdirde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekili dinleyebilir. Bu halde itirazı incelemeye yetkili merciin yukarıda belirtildiği üzere dosya üzerinden inceleme yapması kural olmakla birlikte bu kural mutlak değildir, gerekli görülmesi halinde tarafların hazır bulunacağı bir sözlü inceleme yapılması ve kararın bu şekilde verilebilmesi mümkündür.

Tarafları dinleyebilme yetkisinin bir özel uzantısı olarak, tutuklama talebinin reddi kararına itiraz halinde düzenlenebilen yakalama emrinden de kısaca söz etmek gerekir. Tartışma ileride detaylandırılacak olmakla birlikte, CMK m. 98/1’in ikinci cümlesi uyarınca tutuklama isteminin reddi kararına itiraz hali ile sınırlı olmak üzere, merciin yakalama emri düzenleyebilmek şeklinde bir ek yetkisi de vardır. Böyle bir yakalama emrinin ifası ise CMK m. 94 kapsamında icra edilecek; yani şüpheli veya sanık itiraz mercii önünde 24 saat içinde hazır edilecek, bu mümkün değil ise özel bir telekonferans yöntemi olan SEGBİS bağlantısı kurulmak suretiyle dinlenecektir.13 Demek ki, tutuklama talebinin reddi kararlarına itiraz söz konusu olduğunda yalnızca Cumhuriyet Savcı, müdafi ve vekil değil, doğrudan şüpheli veya sanık da dinlenebilir. Yine belirtmek gerekir ki, hükmün lafzı yakalama emri düzenlenebileceğini vurgulamakta ise de hâkim bu şekilde bir emir düzenlemek zorunda değildir. Hâkim, ilk bakışta reddedeceği itiraz için şüphelinin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına müdahale etmekten imtina edebileceği gibi şüpheliyi dinlemek istiyor ise böyle bir emir düzenlemeksizin CMK m. 145 uyarınca çağrıda bulunabilir veya CMK m. 146 uyarınca zorla getirme kararı verebilir.

Merciin sahip olduğu üçüncü bir yetki ise araştırma yapabilme yahut yaptırabilme yetkisidir. CMK m. 270/1’in 2. cümlesine göre merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir. Merciin araştırmasının sınırı kanun ile belirlenmiş değildir. Bu konuyu daha sonra başka bir çalışmada ayrıntılı olarak ele alacağız. Ancak burada da kısa bir değerlendirme yapmakta yarar görüyoruz. Öğretide bir görüş, itiraz merciinin her türlü soruşturma işlemini yapabileceği fikrindedir.14 Ki gerçekten de böyle bir yetkinin sınırlanması nedeniyle maddi gerçeğe ulaşılamaması, ceza muhakemesi hukukunun temel amaçlarından olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacı ile çelişki yaratacaktır.15 Bu kapsamda kanun koyucunun bu yetkiyi tanımlarken inceleme ve araştırma şeklinde iki farklı tabiri kullanmış olmasını da ayrıca değerlendirmek gerekir. Kanaatimizce merci bu hüküm ile kendisine tanınan yetkisini var olan bir delile dair inceleme yapmak, yaptırmak (örneğin dosya kapsamında bulunan birtakım deliller ile ilgili bilirkişi raporu düzenletmek) şeklinde kullanabileceği gibi dosyada o aşamaya kadar bulunmayan bir delilin araştırılmasını sağlamak ve hatta bazı hallerde bu delili toplamak (örneğin bahsi geçen ancak henüz dinlenmemiş bir tanığın beyanına başvurmak) şeklinde de kullanabilir. Yine itiraz merciinin bu konuda kendi imkânları ile sınırlı kalmadığı da vurgulanmalıdır, zira madde lafzında açıkça vurgulanan “yapmak veya yaptırmak” bu konuda gerekli görüldüğü takdirde ilgili makamlara talimat ve müzekkere yazılabileceği, delillerin savcılık aracılığıyla16 veya doğrudan ilgili kurumlardan talep edilebileceği anlamına da gelecektir.

O halde itiraz merci sahip olduğu yetkileri, taraflara itirazı bildirmek, gerek gördüğünde onları dinlemek dosyanın kapsamı ile sınırlı kalmaksızın delil toplamak yahut var olan bir delili incelemek, inceletmek şeklinde de kullanabilir.

Bu üç yetki birlikte değerlendirildiğinde, merciin sahip olduğu geniş yetkiler bir bütün halinde muhakeme işlemini son derece destekleyici niteliktedir. Özetle, mercii kendisine sunulan itiraz başvurusu ve dosyada bulunan evraklarla, yalnızca dosya üzerinden bir inceleme yapmakla yetinmek zorunda değildir. Uygun görürse uyuşmazlıkla ilgili tarafların yazılı görüşlerine başvurabilir, itiraz konusu ile ilgili araştırma yapabilir yahut yaptırabilir ve tarafları dinleyeceği bir oturum tertip edebilir.17

İtirazın incelenmesinin sonuçlandırılmasına ilişkin açık bir süre sınırlaması bulunmadığı da bu anda vurgulanmalıdır. Gerçekten de kanun koyucu kararına itiraz edilen makamın bu konuda bir karar vermesi için 3 günlük bir süreyi kesin olarak öngörmesine rağmen, itiraz mercii için CMK m. 271/3 ile “karar mümkün olan kısa sürede verilir” şeklinde daha muğlak bir ifade seçmiştir. Öğretide, en kısa sürede ibaresinin makul bir süre kavramını ifade edecek kadar geniş yahut hemen kavramını ifade edecek kadar dar bir zamanı belirtmediği,18 bunun mümkün olan kısa süre şeklinde anlaşılması gerektiği de savunulmaktadır.19 Kanaatimizce kanun koyucunun süre söz konusu olduğunda, kararına itiraz edilen makama tanıdığı gibi kesin bir süre belirlememesi yerinde olduğu kadar, yukarıda değinilen yetkilerin kullanılabilmesi de gözetildiğinde, aynı zamanda gereklidir. Zira merci, itiraz konusunu açıklığa kavuşturmak için somut olayın şartlarını gözeterek farklı zamanlara ihtiyaç duyabilir. Bununla birlikte kanun hükmünde yer alan “mümkün olan en kısa sürede” ibaresi, merciin gerektiği kadar zamanı kullanmasına olanak tanımakla birlikte, gerekenden daha uzun zaman kullanmaması bakımından bir kısıtlama içermektedir.20 Ancak burada kabul edilen ve böylece icra edilen bir tutukluluk kararına ilişkin itiraz söz konusu olduğunda ayrıksı bir durumun olduğu söylenmelidir. Bu bakımdan tutuklamanın makul bir sürede sonuçlandırılması şeklindeki yükümlülüğün göz ardı edilmemesi gerekir.21 Kanun tutukluluk yahut tutukluluğun devamına ilişkin kararlara itiraz için bir süre öngörmemekte ise de bu bakımdan CMK m. 105 ile tahliye taleplerinin sonuçlandırılması için öngörülen 3 günlük sınırın itiraz kanun yolu için de uygulanabilmesi kıyas yoluyla mümkün olabilir.22

Bütün bu geniş yetkiler ve gerektiği kadar kullanılan zamanın neticesinde, bu kanun yolu başvurusunun sonuçlandırılması ve itiraz konusu ile ilgili bir karar verilmesi gerekir. İşte kanun koyucu, merciin itirazı haklı görmesi halinde bunu tespit edip, yeniden karar verilmesi için dosyanın ilk kararı veren makama iade edilmesi, bir diğer deyişle bozma kararı verilmesi yolunu seçmemiştir. CMK m. 271/2 uyarınca itiraz mercii eğer itirazı haklı görürse itiraz konusu hakkında da karar vermeli ve tartışmayı sona erdirmelidir.

O halde itiraz üzerine verilen kararların kesin olup olmadığı meselesi de incelenmelidir. Bu bakımdan ilk değinilmesi gereken konu, itiraz üzerine verilen kararın da bir başka itiraza konu edilip edilmeyeceği meselesidir. CMK m. 271/4 ile kanun tek bir istisna hariç, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğunu belirtmiştir.23 Böylece sonu belirsiz bir sürecin başlatılmasının önü kesilmeye çalışılmıştır.24 O halde itiraz üzerine verilen karara kural olarak itiraz edilemez. İtiraz üzerine verilen kararın kesin olmadığı yegâne hal ise ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarıdır. Çalışmamızın merkezine aldığı bu konu üzerinde ayrıntılı açıklamalara aşağıda yer vereceğiz.

Kararın kesinliği ile ilgili değinilmesi gereken ikinci konu ise talebin yinelenebilmesi ihtimalinin mümkün olup olmadığı yani, talebin reddi kararına itiraz da reddedilirse tarafların, örneğin tutuklama bakımından savcının aynı konu hakkında tekrar talepte bulunma imkanının bulunup bulunmadığıdır. Bu bakımdan kanunda bir açıklık yoktur, ancak farklı hükümler incelendiğinde bir kriterin belirlenebildiği kanaatindeyiz. Bu kapsamda ilk bakılabilecek hüküm gözaltı koruma tedbirine ilişkin düzenlemedir. Gözaltı söz konusu olduğunda CMK m. 91/6 uyarınca kanun, sürenin dolması yahut hâkimden serbest bırakılma kararı alınması sebepleri ile gözaltı tedbiri sona ermiş ise yeniden gözaltı kararı verilmesini ancak yeni ve yeterli delilin varlığı ve Cumhuriyet savcısının kararı halinde mümkün görmektedir. Benzer bir kriterin varlığı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra, soruşturmanın yeniden başlatılması için de aranmaktadır. Gerçekten de bu şekilde sona eren bir soruşturmanın yeniden canlanabilmesi için CMK m. 172 uyarınca yeterli şüphe oluşturacak yeni delilin varlığını aramaktadır. Nihayet CMK m. 311 vd. ile düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumuna bakıldığında ortaya konulan ihtimaller de kesinleşen kararın sonrasında çeşitli şekillerde dahi olsa yeni gelişmelerin ortaya çıkmasını şart koşmaktadır. O halde Kanun’un farklı durumlar için ortak genel kabulü, bir mesele çözüldükten sonra onun yeniden tartışmaya konu edilebilmesi için yeni bir gelişmenin gerçekleşmesinin gerektiği şeklindedir. Bu halde kanaatimizce, yeni bir gelişme olmaksızın karara itirazın reddi halinde artık aynı konuda tekrar talepte bulunulması ve bu yeni talepten hareketle ilkinden farklı ikinci bir karar verilmesi mümkün olmamalıdır. 25 Aksi halde örneğin 1 numaralı nöbetçi sulh ceza hâkiminin reddettiği tutuklama talebinin, başka bir nöbetçi mahkemeye tevzi edilebileceği fikri ile sürekli yinelenmesi ve belki de nihai olarak muvaffak olunması gibi hukuk güvenliği ile bağdaşmayan bir pratik gelişecektir. Bu bakımdan yeni gelişme olmaksızın aynı talebin yinelenmesi halinde itiraz kanun yolunda verilen kararın kesinliği göz ardı edilmemelidir. Ancak bu değerlendirme yapılırken 104. maddede devam eden tutukluluğa ilişkin tahliye talebini maddenin lafzındaki “her aşamada istenebileceği” şeklindeki ibare uyarınca bu görüşümüzden ayrık tuttuğumuzu da belirtmek isteriz. Gerçekten de hem maddenin lafzından çıkan yorumla hem de amaca uygun yorumla, yani kişi hürriyeti ve güvenliğine müdahalenin her gün tekrar tekrar gerçekleşmeye devam etmesi nedeniyle, bu yöndeki talebe itiraz reddedilse dahi kişinin yeni bir delil yahut sair gelişme olmaksızın da dilediği zaman tahliye talebini tekrarlamasına imkân sağlanmasının mümkün olduğu kanaatindeyiz.