Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

AİHM ve AYM Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı Kapsamında Gerekçeli Karar Hakkı

Right to Justified Decisions under the Right to a Fair Hearing in the European Court of Human Rights and Turkish Constitutional Court Decisions

Sinem Servet KARAÇAM

Gerekçeli karar hakkına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamında açıkça yer verilmese de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları yoluyla bu hakkı Sözleşmenin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamına almıştır. Anayasamızda ise 141. maddede düzenlenen gerekçeli karar hakkı ve 36. maddede düzenlenen hak arama hürriyeti ile bu hak koruma altına alınmıştır. Gerekçeli karar hakkı, yargılama sürecinin şeffaf bir biçimde kararlara yansıtılması, bireylerin yargıya olan güveninin sağlanması ve kişilerin temyiz haklarını etkin olarak kullanabilmesi gibi birçok açıdan önem taşımaktadır. Gerekçeli karar hakkının unsurları AİHM kararlarında gerekçenin yeterliliği, gerekçenin yasaya dayanması ve gerekçede tarafların iddialarını değerlendirme yükümlülüğü olarak ortaya konmuştur. Türk Anayasa Mahkemesi (AYM) de gerekçeli karar hakkı ile ilgili AİHM’le aynı kriterleri benimsemiştir. Bu çalışmada adil yargılanma hakkı ve hak arama hürriyeti kapsamında koruma altına alınan gerekçeli karar hakkına ilişkin ölçütler çerçevesinde bu hakla ilgili AİHM ve AYM kararları ve bu kararlar arasında uyum olup olmadığı incelenecektir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türk Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Adil Yargılanma Hakkı, Gerekçeli Karar Hakkı.

The European Court of Human Rights (ECtHR) has included the right to justified decisions through legal precedent, within the scope of the right to a fair trial regulated under Article 6 of the European Convention on Human Rights (ECHR), even though the right to justified decision is not explicitly mentioned under the ECHR. However, this right is protected with the right to justified decision regulated in article 141 and the right to legal remedies regulated under the Article 36 of our Constitution. The right to reasoned decision is important in many aspects such as reflecting the judicial process to the decisions perspicuously, ensuring the trust of individuals in the judiciary and enabling individuals to use their right of appeal effectively. The elements of the right to justified decision are set forth in the ECtHR decisions as the adequacy of the justification, the legitimacy of the justification, and the obligation to evaluate the claims of the parties in the reasoned decision. These criteria established by the ECtHR through legal precedent, were also adopted by the Turkish Constitutional Court (AYM). In this study, decisions of the ECtHR and the AYM will be examined and whether there is a consistency between these decisions within the framework of the criteria on the right to a justified decision which protected under the scope of the right to a fair trial and the freedom to seek rights.

European Court of Human Rights, Turkish Constitutional Court, European Convention on Human Rights, Right to Justified Decision, Right to a Fair Hearing.

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa Bakımından Gerekçeli Karar Hakkının Hukuki Yeri ve Amacı

Gerekçeli karar hakkına her ne kadar AİHS’in 6. maddesinde lafzen yer verilmemiş olsa da bu hak davanın hakkaniyete uygun olarak görülmesinin bir gereği olup1 AİHM içtihat yoluyla bu hakkı koruma altına almıştır.2 Bu yaklaşıma uygun olarak AİHM, 6. maddenin demokratik toplumlar açısından önemli olduğunu, bu nedenle dar yorumlanmaması gerektiğini vurgulamıştır.3

AİHM, mahkemelerin karar verirken olay ya da mevzuat bakımından hata yapıp yapmadığını değil, Sözleşme kapsamındaki adil yargılanma hakkının zarar görüp görmediğini inceler.4 AİHM’in adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmedebilmesi için, açık bir keyfilik, tutarsızlık veya mahkemelerin hukukî belirliliğe zarar verecek şekilde yorum sınırlarını aşması gibi hallerin mevcut olması gerekir.5 Bu haller dışında AİHM, yerel mahkemelere verdikleri kararlarda serbestlik tanımıştır.6

İlk derece mahkemelerinin sunmuş olduğu gerekçeler, temyiz aşamasına başvurma hususunda büyük önem taşımakta olup kişinin ilk derece mahkemesinin gerekçesini öğrenmeden kanun yoluna başvurması AİHS’in 6. maddesi kapsamındaki adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir.7 Gerekçeli karar hakkı, kanun yoluna başvurma hakkını etkili kullanabilmeleri için tarafların menfaatini ilgilendirdiği kadar, mahkemelere olan güveni sağlaması bakımından tüm halkın menfaati ile de ilgilidir.8 Ayrıca, gerekçeli karar hakkının yargı kararlarının denetimini sağlayarak keyfiliği önlemek, kamuoyunun yargı kararlarını benimsemesini sağlamak, hukukun zenginleşmesine katkıda bulunmak gibi etkileri de mevcuttur.9 Gerekçeli karar hakkı taraflara iddialarının mahkeme tarafından dinlendiğini göstermesi bakımından da önem taşımaktadır.10 Ayrıca, bir kararın gerekçesinin belirtilmesi yükümlülüğü şeffaf bir süreç hakkını güvence altına alır ve kararın keyfi olmadığına, Anayasaya ve yasalara uygun olduğuna dair kamuoyuna güvence verir.11 Kanada Yüksek Mahkemesinin gerekçeli karar verme ihtiyacını “kamu nezdinde yargı kurumlarının meşruiyetinin esası” olarak gören bakış açısı da gerekçeli karar hakkının önemini gösterir niteliktedir.12

Bu hak sadece ceza yargılamaları açısından değil, hukuk davaları açısından da uygulanan bir ilke niteliğindedir.13 Ayrıca bu ilke adil yargılanma hakkının kapsamı gereği medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili disiplin soruşturmalarına ve idari davalara da uygulanabilmektedir.14

Gerekçe sunma yükümlülüğü sadece mahkemelerin verdiği nihai kararlar için değil, aynı zamanda davada sunulan belirli kanıtları kabul etmeme veya başvurucuyu mahkeme ücreti ödemekten muaf tutmama kararı gibi, yargılama sırasında verilen arar karar niteliğindeki usul kararları için de geçerlidir.15

Anayasamızın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin meşru yollardan faydalanarak yargı mercileri önünde iddia ve savunma haklarına ve bunlara bağlı olarak adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.16

Ayrıca Anayasamızın 141. maddesinin 3. fıkrasında ise bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılacağı belirtilerek gerekçeli karar hakkı düzenlenmiştir.17 Bu maddenin gerekçesinde ise, maddenin bütün kararların gerekçeli yazılması gerektiğini emrettiği, istisnalar dışında genel olarak mahkeme kararlarına karşı kanun yolunun açık olduğu belirtilmiştir.18 Ayrıca gerekçenin devamında, ilgili kişinin kanun yoluna başvurabilmesi, savunmasını yapabilmesi ve inceleyen merciin de incelemesini yapabilmesi bakımından gerekçenin önemli olduğu vurgulanmıştır.19

Bu madde, “Yargı” başlığı altında düzenlendiğinden Anayasamızın 36. maddesinin aksine vatandaşlara verilen bir hak değil, yargı organlarının uyması gereken bir yükümlülük olarak kabul edilmelidir.20 Ancak, her ne kadar Anayasamızda gerekçeli karar hakkı bir hak olarak değil 141. Maddede yer verilen bir ilke olarak yer verilmiş olsa gerekçeli karar ile ilgili bu hüküm, 36. maddede düzenlenen “Hak Arama Hürriyeti”ni tamamlayıcı niteliktedir.21

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Gerekçeli Karar Hakkı

Gerekçenin yeterliliği kriteri bakımından, kararda ayrıntılı bir gerekçeye yer verilmeksizin sadece iç hukuktaki ilgili maddeye atıf yapılması ve sadece yasal ifadelerin tekrarlanması22 adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir.

AİHM “mahkeme önüne taşınan taleplerin red veya kabul nedenlerinin karardan anlaşılmadığı” başvurularda da gerekçeli karar hakkı bakımından ihlal kararı vermektedir.23 Gerekçenin içeriğine yönelik unsurların yanı sıra gerekçeye erişememe, gerekçenin makul sürede ilgiliye bildirilmemesi gibi usuli yükümlülüklerin yerine getirilmemesi de ihlal sonucunu doğurmaktadır.24

AİHM’e göre, temyiz mahkemelerinin kararlarında ise ilk derece mahkemeleri kadar ayrıntılı bir gerekçe aranmamakta olup25 temyiz mahkemelerinin, ilk derece mahkemelerinin kararındaki gerekçeye atıf yapmaları yeterli kabul edilmektedir.26 Belirtmek gerekir ki ayrıntılı gerekçe aranmama durumu onama kararları için geçerliyken, bozma kararları ve istinaf mahkemelerinin uyuşmazlığı yeniden ele alarak verdiği kararlar bakımından ayrıntılı gerekçe aranmaktadır.27 Ancak, ilk derece mahkemelerinin kararlarında yeterli bir gerekçe ortaya koymamaları halinde temyiz mahkemelerinin bu eksiği gidermesi AİHM tarafından beklenmektedir.28

Temyiz mahkemesi, özellikle davacının iddialarını sözlü olarak dile getiremediği, dosya üzerinden yapılan incelemelerde29temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, ilk derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu” gösteren bir karar vermelidir.30 Eğer, temyiz başvurusu açıkça dayanaktan yoksunsa mahkemenin başvuruyu çok kısa bir kararla reddetmesi, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmemektedir.31 Örneğin AİHM, bir kararında temyiz mahkemesinin ilgili kanun maddesine atıf yapmasının yeterli olduğunu kabul etmiştir.32

Jürinin verdiği kararlarda gerekçe bulunmaması ile ilgili olarak ise AİHM, jüriye yanıtlamaları için ayrıntılı sorular yöneltilmesi, dava vekilinin değişiklik için başvurabilmesi gibi nedenlerden ötürü gerekçeye ihtiyaç duyulmaksızın berraklığın sağlanması nedeniyle ihlal bulunmadığına hükmetmiştir.33 Ayrıca, başvurucunun yargıcın jüriyi yanlış yönlendirdiği iddiası ile ilgili başvuru yapabiliyor olması da AİHM’in ihlal bulunmadığına hükmetmesinde etkili olmuştur.34

A.R. isimli kişinin neden kaybolduğu konusundaki açıklamaların varsayıma dayalı35 olduğu Agnelet v. Fransa kararında başvurucu, ortadan kaybolan kişinin hem sevgilisi hem de avukatı olup hakkında 1983 yılında cinayet işlediği iddiasıyla soruşturma açılmıştır. Savcının başvurucu hakkındaki suçlamaların düşürülmesini teklif etmesi sonrasında hâkim kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.36

Başvurucunun tek sanık olduğu ve davanın çok karmaşık olduğu bu başvuruda, A.R’nin annesi 1997 yılında tekrar suç duyurusunda bulunmuş, başvurucunun ayrıldığı karısının da tanıklığıyla soruşturma tekrar başlatılmış, başvurucu açılan davadan beraat etmiştir. Ancak, temyiz başvurusu sonucu 2007 yılında tekrar bir duruşma yapılmıştır. Bu duruşmada, jüri üyelerine başvurucunun A.R’yi öldürüp öldürmediği ve bunu daha önce tasarlayıp tasarlamadığı sorulmuştur. Başvurucu, çoğunlukla bu sorulara “evet” cevabı vermiş (diğer yardımcı sorular ise yargılamanın amacına uygun olmadıklarına karar verilerek sorulmamıştır), bunun sonucunda suçlu bulunarak yirmi yıl hapse mahkûm edilmiştir.37

Başvurucu, Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı için herhangi bir gerekçe sunulmadığına dair bir şikâyet de dahil olmak üzere çeşitli gerekçeler sunarak temyiz başvurusu yapmış, başvurusu kararın AİHS’in 6. maddesi kapsamındaki gerekliliklere uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.38 Bunun sonucunda mahkûmiyet kararı onanan başvurucu AİHM’e başvurmuştur.

AİHM, inceleme yaparken Sözleşme kapsamında jüri üyelerinden kararları için gerekçe göstermelerinin beklemediğini ancak adil bir davanın gereklerinin yerine getirilebilmesi için sanığın verilen kararı anlaması gerektiğini hatırlatmıştır. Mahkeme, jürinin dosyaya erişemediğini, sadece duruşmada okunan iddianameye, soruşturma dosyasına ve delillere göre hüküm verildiğini aktarmıştır. Sonrasında, başvurucunun önceden beraat ettiği bir davada, sonraki yargılamada yirmi yıllık hapis cezasına çarptırılmasında tartışmaya açık pek çok mesele bulunduğunu vurgulamıştır.39

Mahkeme, A.R. isimli kişinin öldürülme ihtimali de dahil tüm varsayımların temelsiz olduğunu ve hiçbir delile dayanmadığını, jüri üyelerine sorulan soruların ise kısa ve öz olduğunu, başvurucunun cinayeti işlediğine dair herhangi bir ima içermediğini ve sorularda başvurucu ile ilgili spesifik ve kesin bir duruma yer verilmediğini belirtmiştir. Açıklanan tüm bu nedenlerden ötürü Mahkeme, başvurucunun en başta beraat ettiği bir davada sonradan neden suçlu bulunduğunu anlamasını sağlayacak yeterli güvenceye sahip olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.40 Bu kararda Mahkeme, mevcut olayda sorulan sorular, deliller ve olayların hangisinin başvurucu hakkında mahkumiyete neden olduğunu gösteremediği için isabetli şekilde gerekçenin yeterli olmadığını tespit etmiştir.

Taxquet v. Belgium kararında ise başvurucu, diğer yedi sanıkla birlikte devlet bakanı A.C.’yi öldürmekten ve devlet bakanının eşi M.H.J.’yi öldürmeye teşebbüsten yargılanmıştır.41 Sonrasında yirmi yıl hapis cezasına mahkûm edilen başvurucu, AİHM’e yaptığı başvuruda suçluluğuna ilişkin kararın gerekçesiz olmasından ve ağır ceza mahkemesinin verdiği karara karşı istinaf yoluna başvurma imkânı olmamasından şikâyet etmiştir. Mahkeme, jürinin kararının gerekçesiz olmasının tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmediğini, kendi görevinin yürütülen yargılamanın davanın tüm koşulları ışığında, keyfiliğe karşı gerekli güvenceleri sağlayıp sağlamadığını ve sanığın mahkûmiyetinin nedenlerini anlamasına izin verip vermediğini tespit etmek olduğunu hatırlatmıştır. Ayrıca Mahkeme, demokratik toplumlarda en ağır cezalar söz konusu olduğunda adil yargılanma kriterlerinin de en yüksek derecede uygulanması gerektiğini vurgulamıştır.42

Olaydaki iddianame ile ilgili olarak ise yerel mevzuat, iddianamenin suçun türünü, cezasını, ağırlaştırıcı ya da hafifletici tüm nedenleri içerdiğini ve davanın başında okunduğunu belirtmektedir. Sanık, iddianameye itiraz edebilse de bu jürinin kanaatini oluşturacak görüşmeden önce yapıldığı için etkili olmamaktadır. Ayrıca olaydaki iddianamede, çelişkili sanık beyanlarına yer verilmesinin yanı sıra başvurucunun aleyhindeki delillere de yer verilmemiştir.43

Ağır ceza mahkemesi başkanı tarafından, jüri üyelerine karara varmaları için sorulan sorular otuz iki tanedir ancak, diğer yedi sanıkla başvurucu hakkında sadece dört soru bulunmaktadır. Jüri, başvurucu hakkında sorulan bu dört soruya olumlu yanıt vermiştir. Tüm sanıklar için, kısa ve aynı olan bu sorular, başvurucunun, hakkında verilen mahkûmiyet kararını anlayabilmesi için, hiçbir somut ve özel olaya atıfta bulunmamaktadır.44

Mahkeme bu nedenle mevcut davanın, mahkeme başkanının sorduğu 768 soruya jürinin verdiği cevaplardan jürinin neden ilgilinin suçlu olduğuna karar verdiği ve verilen cezaya ilişkin gerekçelerin anlaşıldığı ve gerekçeli karar hakkı bakımından herhangi bir ihlalin tespit edilemediği Papon v. France davasından45 farklı olduğunu belirtmiştir.

Sonuç olarak Mahkeme, iddianame ile birlikte bile olsa, mevcut olayda sorulan soruların, hangi deliller ve olayların, başvurucu hakkındaki dört soruya olumlu cevap verilmesine yol açtığının anlaşılmadığını tespit etmiştir.

Başvurucu, sanıkların suçun işlenmesindeki rollerini, jürinin hangi sebeplerden diğer iki sanığın olaylarda kısıtlı bir dahli olduğu gerekçesiyle hafif ceza verdiğini, kendisine ise neden adam öldürme suçundan değil de planlayarak adam öldürme suçundan ceza verildiğini ve hangi gerekçeyle A.C.’nin eşini öldürmeye teşebbüsle ilgili olarak kendisi hakkında ağırlaştırıcı nedenin uygulandığını anlayamamıştır.

Mahkeme davada birçok sanık olduğu için jüriye, belirgin ve kişiselleştirilmiş sorular sorulması gerektiğinin altını çizmiştir. Ayrıca, Belçika’nın hukuk sisteminde istinaf aşaması olmadığını ve temyiz aşamasının da niteliği gereği başvurucunun neden suçlu olduğunu anlayacağı bir aşama olmadığını da hatırlatan Mahkeme, başvurucunun hakkında verilen mahkûmiyet kararını anlamasına izin veren güvencelerden faydalanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.46

Jüri üyelerinin kural olarak gerekçeli karar verme zorunlukları olmasa da, duruşma esnasında ya da öncesinde tarafların önemli iddialarını jüriye sunabilmeleri önem arz etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi jüri sisteminde yapılan yargılamaların kanunların soyut kontrolünü gerçekleştirmediğini ve jürili yargılama sisteminin Sözleşmeye ile uyumsuz olmadığını belirtmektedir.47 Ancak, jürinin kararının Sözleşmeden ve mahkemenin içtihadından türetilen asgari muhakeme standardını karşılaması gerektiğinin altını çizmiştir.48

Yukarıda zikredilen kararda da gerekçeli karar hakkı kapsamında gerekçenin yeterliliğini inceleyen Mahkeme, doktrindeki bu görüşe uygun olarak jüri üyelerine sorulan soruların mahkûmiyet hükmüne dayanak olacak şekilde spesifik ve başvurucunun suçu işlediğini gösterir nitelikte olmadığına karar vermiştir.

Kennedy v. The United Kingdom kararında başvurucu yeni açtığı işyerine gelen telefonların polis tarafından dinlenildiğinden şüphelenmiş ve Tahkikat Yetkileri Mahkemesi (TYM)’ne şikâyette bulunmuştur.49 TYM başvurucuyu haberleşmelerinin dinlenilmediği ya da TYM’nin olası bir dinlemeyi yasal olarak değerlendirmiş olduğu anlamına gelecek şekilde, kendisi lehine bir sonuç çıkmadığı yönünde bilgilendirilmiştir.

AİHM, öncelikle gerekçeli karar hakkının her olayın şartlarına göre ayrıca yorumlanması gerektiğini hatırlatmış ve bu kararda başvurucunun lehine herhangi bir sonuç bulunmadığı konusunda bilgilendirilmesinin yeterli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca, bu bağlamda, bir şikâyetin başarılı olması halinde, şikâyetçinin davasındaki bulgular hakkında bilgi edinme hakkına sahip olduğunu belirten “Şikayetçi lehine bir belirleme yaptıkları takdirde Mahkeme, kendisine bu bulguları içeren tespitin bir özetini verecektir.50 şeklindeki iç hukuk hükmüne atıf yapmıştır. Kısacası TYM’nin başvurucu lehine herhangi bir tespit yapmadığı durumlarda, bu kararın açıklanmasında herhangi bir gerekçe sunulmasının gerekli olmadığı, haksız bir dinleme yapılması halinde ise zaten gerekçelendirme yapıldığı görülmektedir.

Mahkeme, bu tür önlemlerin terörizm ve ciddi suçlarla mücadelede önemini göz önünde bulundurarak, gizli gözetim rejiminin etkinliğini sağlamak için başvuru öncesi yargılama bağlamında başvurucunun haklarına getirilen kısıtlamaların hem gerekli hem de orantılı olduğuna ve başvurucunun AİHS’in 6. maddesi kapsamındaki haklarını ihlal etmediğine hükmetmiştir.51

Hansen v. Norway kararında ise başvurucunun duruşma hakkı, yerel mahkeme tarafından üç günden beş saate düşürülmüş, dolayısıyla başvurucuya tanıkların dinlenmesi ve delillerini sunması için verilen süre azalmıştır.52 Başvurucu bu karara karşı temyiz mahkemesine başvurmuştur. Mahkeme bu başvurudan sonuç alınamayacağının açık olduğunu belirterek, Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun konuyla ilgili hükümlerine atıf yapmış ve başvuruyu reddetmiştir. Bir üst mahkeme de benzer bir açıklamayla başvurucunun başvurusunu reddetmiştir.

AİHM, normalde temyiz mahkemelerinin fazla açıklama yapmadan başvurunun başarı şansı olmadığı gerekçesiyle temyiz başvurusunu reddetmelerinin mümkün olduğunu ancak, temyiz başvurularının somut gerekçelerle de reddedilebileceğini hatırlatmıştır.

Olaydaki Yüksek Mahkemenin yetki alanı hukuki ve usule ilişkin sorunlarla sınırlı olmayıp maddi sorunları da kapsamaktadır. Mahkemenin bu rolünü de dikkate alan AİHM, ulusal temyiz merciinin tam yargı yetkisine sahip bir temyiz mahkemesi olarak usule ilişkin rolünü yeterli şekilde yerine getirmediğini ve başvurucunun menfaatleri göz önünde bulundurmadığını tespit etmiştir.

Mahkeme ayrıca, Yüksek Mahkemenin red kararının başlı başına, görevi Yüksek Mahkemenin kanunları uygulama biçimini ve delillere ilişkin değerlendirmesini incelemek olan bir üst mahkemeye yapılabilecek bir temyiz konusu niteliğinde olduğunu vurgulamıştır. Ancak Mahkeme, Yüksek Mahkemenin sunduğu gerekçelerin başvurucuya bir üst mahkemeye temyiz başvurusunda bulunma hakkını etkili bir şekilde kullanma imkânı vermediğini düşünmektedir. Bu nedenle Sözleşme’nin 6§1 maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir.53

Bu şekilde bakıldığında, alt mahkemenin yapılan bir uygulamayı ve etkilerini incelemeksizin matbu bir gerekçeyle talepleri reddetmesinin, üst mahkemeye yapılacak bir başvuru için de mağduriyete sebep olacağı görülecektir. Tüm bu nedenlerden ötürü temyiz mahkemesinin yeterli açıklama yapmadan başvurunun başarı şansı olmadığı gerekçesiyle başvurucunun temyiz başvurusunu reddetmesinin de adil yargılanma hakkının ihlali olarak tespit edilmesi isabetlidir.

Mazahir Jafarov v. Azerbaijan kararında, başvurucu ile eşi boşanmış, sonrasında başvurucu mülkiyeti kendisine ait olan eve alınmamıştır.54 Bu nedenle başvurucu başka bir evde ikamet etmeye başlamıştır. Başvurucunun eski eşi ve diğer aile üyelerinin evi kullanma hakkı mevcuttur ancak mülkiyet hakkına sahip değillerdir, mülkiyet başvurucuya aittir.

Başvurucu, aile üyelerinin evi kullanma hakkını sona erdirmek için bir dava açarak hepsine ayrı ayrı 6.000 Azerbaycan manatı tazminat ödemeyi teklif etmiş ve bu miktarın aile üyelerinin en az beş yıllık bir süre için benzer alternatif konaklama sağlayabilmeleri için yeterli olacağını ileri sürmüştür. Bölge Mahkemesi başvurucunun iddiasını incelerken, Azerbaycan Anayasa Mahkemesi’nin bu tür bir tazminatın eski aile üyelerinin “sürekli ve belirli bir süre için uygun nitelikteki alternatif bir evde” yaşaması için yeterli olması gerektiğini belirten bir kararına atıfta bulunmuştur.

Mahkeme, başvurucunun önerdiği tazminat miktarının gerçek bir piyasa değerine karşılık gelmediğine bu nedenle mevcut anlaşmazlığın çözümü için kullanılamayacağına hükmetmiştir.

Mahkeme, yeterli tazminat miktarının ne kadar olduğunu belirtmediği gibi başvurucunun duruşmasındaki iddialarını desteklemek için herhangi bir güvenilir kanıt sunmadığını belirterek başvurucunun davasını reddetmiştir. Başvurucu, Emlak Piyasası Katılımcıları adlı bir STK’nın belirlediği, söz konusu dairenin iki odası için aylık kiranın güncel piyasa değerini temyiz aşamasında dosyaya sunmuştur.

Ancak, temyiz mahkemesi de ilk derece mahkemesinin gerekçelerini yineleyerek ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.

Başvurucu AİHM’e yaptığı başvuruda davaya uygulanan Medeni Kanun hükmüne göre, tarafların bir anlaşma yapmaması durumunda, “piyasa fiyatından uygun tazminat” ödenmesine bağlı olarak kullanım hakkının mahkeme kararı ile sona erdirilebileceğini ve bu miktarın mahkeme tarafından belirlenebileceğini ifade etmiştir.55

AİHM, ilk derece mahkemesinin, önerilen tazminat miktarının “piyasa değerine karşılık gelmediği” sonucuna varmak için herhangi bir neden sunmadığını ve bu piyasa değerinin ne olduğu belirtmediğini, bu nedenle mahkemenin kararının yeterli bir gerekçeye sahip olmadığına hükmetmiştir. AİHM’e göre, ilk derece mahkemesi yeterli bir gerekçe ortaya koymadığı için, temyiz mahkemesinin kararı onarken yeterli bir gerekçe ortaya koyması gerekmektedir. Başvurucunun sunduğu Emlak Piyasası Katılımcıları adlı bir STK’nın belirlediği piyasa değeri ile ilgili delil, davanın esasını teşkil eden tazminatın değerlendirilmesiyle yakından ilgilidir. Ancak, temyiz mahkemesi bu konuda sessiz kalmış, gerekçesinde bu delile yönelik bir yanıt verilmemiştir.

Ayrıca AİHM’e göre, yerel mahkemeler piyasa değerinin belirlenmesi için gerekli olan, söz konusu konutun genişliği, durumu, bölgesel konumu, karşılaştırılabilir kira miktarı gibi faktörleri ve başvurucunun kendi önerdiği miktarın beş yıl yeteceğine dair iddiasını değerlendirmemişlerdir. Bu gibi durumlarda, mahkemelerin başvurucunun ödeyeceği miktarın beş yıl yeteceğini ilişkin iddiasını değerlendirip değerlendirmediği, başvurucunun iddiasını yetersiz buldularsa hangi nedene dayandıkları karardan anlaşılamamaktadır. Tüm bu nedenlerden ötürü AİHM’e göre, başvurucunun gerekçeli karar hakkı ihlal edilmiştir.56