Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

T.C. Anayasa Mahkemesi ile K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi Kararlarında Yürürlüğü Durdurmaya İlişkin İçtihat Değişiminin İncelenmesi

An Analyze on the Reorientation of the Case-Law of Constitutional Court of Turkey and the Constitutional Court of TRNC Regarding the Stay of Execution

Sıla TATLIDİL

T.C. Anayasa Hukukunda yürürlüğü durdurma konusu son derece tartışmalı bir konu olmakla birlikte, K.K.T.C. Anayasa Hukukunda da durum bundan farklı değildir. Bunun en büyük nedeni; T.C. Anayasa Mahkemesi ve K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi’nin, ilk 30 yıllık uygulamalarında kendilerini yürürlüğü durdurma kararı vermekle yetkili görmemeleridir. T.C. Anayasa Mahkemesi 1993 yılından itibaren, K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi ise 2012 yılından itibaren yürürlüğü durdurma yetkisini içtihat yoluyla benimsemişlerdir. Bu dönüşüm, T.C. Anayasa Mahkemesi açısından daha sorunsuz yaşanmıştır. Çünkü Anayasa’da yürürlüğü durdurma yetkisine ilişkin bir kural yer almamasına rağmen bunu yasaklayan bir düzenleme de yer almış değildir. İçtihat değişikliğinin dayandığı gerekçelerin bir kısmı, tartışılabilir özellik taşısa da önemli bir kısmı, başta “qui potest majus, potest etiam minus” olmak üzere, Anayasa Mahkemesi’nin denetim işlevini anlamlı kılmak amacıyla yürürlüğü durdurmayı denetim etkinliğinin özünde var olan bir araç olarak betimleyen gerekçeler belli bir ağırlık taşımaktadır. Ancak aynı şeyi K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi için söylemek zordur. Çünkü K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi’nin, yeni içtihadında, eski gerekçesini ya da temellendirmelerini tam olarak aşabilmiş olduğu söylenemez.Bu çalışmada, gerek T.C. Anayasa Mahkemesi’nin gerekse K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi’nin içtihat değişikliklerden önce konuya dair ortaya koydukları gerekçeler, ardından ise içtihat değişikliği ile birlikte konuya dair ortaya koydukları gerekçeler incelenmiştir.

Yürürlüğü Durdurma, T.C. Anayasa Mahkemesi, K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi, Qui Potest Majus, Potest Etiam Minus.

Stay of execution in Turkish Constitutional Law is a highly controversial issue and the situation in the TRNC Constitutional Law is no different. The main reason for this is the failure of the Constitutional Court of Turkey and the TRNC to consider themselves authorized to give stay of execution orders in their first 30 years of practice. Subsequently, the Constitutional Court of Turkey since 1994 and the TRNC Constitutional Court since 2012 have adopted the power to aword stay of execution through case-law. This transformation, has been experienced more smoothly in case of the Constitutional Court of Turkey. Because, there is no rule in the Constitution regarding the power to stay of execution, and at the same time, there is no regulation prohibiting it. Although some of the rationale on which the case-law was based are controversial, most of them describe stay of execution as an essential tool of the effectiveness of the Constitutional Court in order to make the supervisory function, especially “qui potest majus, potest etiam minus”, bear a certain weight. However, the same cannot be said for the TRNC Constitutional Court. Because, the TRNC Constitutional Court has not been able to overrule its old reasoning in the new case-law. In this study, the reasons given by the Turkish Constitutional Court as well as the TRNC Constitutional Court on the issue before the change in case-law, along with the case-law change, the reasons they gave regarding the issue are examined.

Stay of Execution, The Constitutional Court of Turkey, The TRNC Constitutional Court, Qui Potest Majus, Potest Etiam Minus.

Giriş

Güncel K.K.T.C. Anayasası, 1961 T.C. Anayasası’nın Kuzey Kıbrıs’ın gereksinimlerine göre adapte edilmiş ve güncellenmiş halidir. Bu nedenle K.K.T.C. Anayasası, Türkiye için de başka anayasalara kıyasen büyük bir önem arz etmektedir. K.K.T.C. Anayasası 1985’de yapılmış olduğundan, 1982 Anayasası’ndan esinlenmiş kurallar da bulunmaktadır. Fakat Anayasa koyucu, bu noktada son derece titiz davranmış ve anayasal sorunları çözmede faydalı olabilecek düzenlemelere yer vermeyi tercih etmiştir.

Yürürlüğü durdurma konusuyla ilgili K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi, T.C. Anayasa Mahkemesi’ne kıyasla içtihadını yaklaşık 19 yıl sonra değiştirmiştir. Gerek T.C. 1961, 1982 Anayasa’ları gerekse K.K.T.C. Anayasası’nda koruma altına alınmış bir takım temel haklar vardır. Demokratik ve çağdaş toplum yapısı üzerinde temellendirilmiş olan her devlet, Anayasa ile güvence altına alınmış olan kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları korumak ve söz konusu hakların en iyi şekilde gözetilmesini sağlamakla yükümlüdür. İşte bu noktada devreye yargı yetkisi girmektedir. Çalışmamızın ana konusunu belirlemiş olan Anayasa yargısı, kanunların Anayasa’ya uygunluğunun denetimini sağlayan bir yargı koludur. Türkiye’de Anayasa yargısını yaşama geçiren organ, Anayasa Mahkemesi’dir. Kuzey Kıbrıs’ta ise, ayrı bir Anayasa Mahkemesi bulunmadığından, Anayasa yargısı faaliyeti, Yüksek Mahkeme’nin Anayasa Mahkemesi görevini üstlenmesiyle gerçekleşmektedir.

Çalışmamızda, genel olarak T.C. ve K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlüğü durdurma kararları ile ilgili içtihat değişimi ayrı ayrı incelenmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda ilk olarak; T.C. Anayasa Mahkemesi’nin yürürlüğü durdurma ile ilgili 1993 yılından önceki içtihadı, ardından da T.C. Anayasa Mahkemesi’nin 1993 yılından sonraki içtihadı ele alınmıştır. Bu bağlamda, T.C. Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki içtihat değişimi değerlendirilmeye çalışılmıştır. İkinci olarak; K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi’nin yürürlüğü durdurma ile ilgili 2012 yılından önceki içtihadı, ardından K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi’nin 2012 yılından sonraki içtihadı ele alınmıştır. Çalışmamızın son kısmında ise, K.K.T.C. Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki içtihat değişimi değerlendirilmeye çalışılmıştır.

I. T.C. Anayasa Mahkemesi Tarafından Yürürlüğü Durdurma Kararlarının Uygulanması

1982 Anayasası’nda ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’da, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) yürürlüğü durdurma kararı verebilmesine ilişkin yetki açıkça düzenlenmemiştir. AYM, 1993 yılından önce bu konuya ilişkin olarak önüne giden davalarda kendisine açıkça yürürlüğü durdurma yetkisi verilmediğini gerekçe göstermiştir. 1993 yılından sonra ise, bu içtihadından dönerek yürürlüğü durdurma kararı vermeye başlamıştır. Yürürlüğü durdurma kararı verilmeye başlanmasıyla birlikte de yeni bir içtihat oluşturulmuştur.1 Çalışmamızda ilk olarak 1993 yılından önce AYM’e giden davalarda, neden yürürlüğü durdurma kararı verilmediğinin gerekçeleri üzerinde durulacak ve arkasından yeni geliştirdiği içtihadın ana gerekçeleri üzerinde durulacaktır.

Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası döneminde kendisinin yürürlüğü durdurma yetkisi olup olmadığını 1972 yılında önüne giden iptal davasında tartışmış olup, yürürlüğü durdurma yetkisi olmadığı gerekçesiyle yürürlüğü durdurma kararı vermemiştir.2 AYM, açılan iptal davasında Anayasa’ya uygunluk denetimi yaparken, yürürlüğü durdurma kararı verilmesinin ağır sonuçlar doğuracağından bahsetmiştir. Dolayısıyla bu tür bir yetkinin Anayasa’yla tanınması gerektiğini açık bir dille ifade etmiştir. Öte yandan yürürlüğü durdurma kavramının bir çeşit yargılama usulü konusu olarak değerlendirilmesi halinde de 6216 sayılı Kanun’da bu yetkinin tanınması gerektiğine de vurgu yapmıştır.3

AYM, 1993 yılından önce kendisini yürürlüğü durdurma kararı vermekle yetkili görmemişti.4 Bu durumu tasdik eden dava, 25/03/1972 günlü 14139 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair 17/03/1972 günlü 1576 sayılı Kanun’la ilgilidir. Davacılar adı geçen ilgili yasanın iptal istemiyle birlikte yürürlüğü durdurma isteminde bulunmuşlardır.5

Karar incelendiğinde davacıların, usul açısından, esas açısından, maksat açısından ve yürütmenin durdurulması açısından belli gerekçelere dayandıkları görülmektedir.6 Davacıların yürürlüğün durdurulmasına ilişkin gerekçesinde, her ne kadar mevzuatta yürürlüğün durdurulmasıyla ilgili bir kural bulunmasa da bazı hukukçuların bu müesseseyi yargı yetkisinin doğal bir sonucu saydıklarından bahsedilmektedir.7 Bunun yanında gerekçede bazı yasaların maddi ölçülere göre, öznel işlem niteliği taşıyabileceğinin örnek olarak ölüm cezasının yerine getirilmesinin doğası gereği bu nitelikte bir yasayı zorunlu kıldığının altı çizilmiştir.8 İşte bu tür bir yasama işleminin yürürlüğünün durdurulmaması halinde, öznel işlemlere karşı AYM’e başvurulmasının bir anlam ifade etmeyeceğini, çünkü dava olumlu sonuçlansa bile bu arada ilgili kişinin ölüm cezasının infaz edilmiş olacağı, dolayısıyla öznel işlemlerin uygulanmasının AYM tarafından durdurulabileceği yönünde gerekçe sunmuşlardır. AYM, bu gerekçeleri inceleyerek davayı karara bağlamıştır. AYM’in gerekçeleri özetle şöyledir: