Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İslam Muhakeme Hukuku ve Klasik Dönem Osmanlı Uygulamasında Yemin Müessesesi

Oath Administration in Islam-Ottoman Jurisdiction Law

Yılmaz YURTSEVEN, Naci ÇEVİK

İslam-Osmanlı yargılama hukukunda ispat yükümlülüğü prensip olarak davacıya düşen bir görev olup, yemin ise davalının yükümlülükleri arasındadır. İslam yargılama hukukundaki ispat vasıtalarından biri olan yemin, mahkemeye intikal etmiş uyuşmazlıklarda taraflardan birinin olayın doğruluğu hakkında Allah adına beyanda bulunmasıdır. İslam hukukunda bir ispat vasıtası olarak yemin delilinin kullanılabilmesinin hukuki dayanağını ise Kur’an ve Sünnet oluşturmaktadır. Öte yandan mahkemede davalıya yemin teklif edilebilmesi için öncelikle açılmış bir davanın olması, davalının dava konusu iddiayı reddetmesi, davacının iddiasını ispat edemeyip yemin talep etmesi, yeminin hâkim veya naibinin huzurunda bizzat davalıya ettirilmesi gerekmektedir. Ayrıca dava konusunun devredilebilir ve ikrar edilebilir türden olması, hukuki uyuşmazlıklarda yemin deliline başvurulabilmesinin şartlarındandır. Ek olarak dava konusunun Allah haklarına yönelik haklardan olmaması da elzemdir. Bu kapsamda davacının dava konusu iddialarını ispat edememesi halinde onun talebiyle davaya bakmakla görevli hâkim veya naibinin huzurunda davalıya yemin teklif edilir. Kendisine yemin teklif edilen davalının yemin etmesi lehine delil teşkil ettiği halde yemin etmemesi ise aleyhine delil oluşturur. Bununla birlikte İslam hukukunda yalnızca Allah adına yemin edilmesine izin verilmiş olup yemin eden kişinin dini mensubiyeti fark etmeksizin Allah’tan başka bir varlık üzerine edilen yemin hukuken geçersiz sayılmıştır.

Yemin, İspat, Dava, Delil, Yargılama.

The burden of proof in the Islamic-Ottoman judicial law is in principle a duty of the plaintiff, and the oath is among the defendant’s obligations. Oath, which is one of the means of proof in the Islamic judicial law, is that one of the parties making a declaration on behalf of God about the correctness of the event in the disputes submits to the court. The Qur’an and Sunnah constitute the legal basis for the use of oath evidence as a proof in Islamic law. On the other hand, in order to be able to offer oath to the defendant; there must be a lawsuit filed before the court, the defendant must reject the alleged claim, the plaintiff must not prove his claim and demand an oath, the oath must be brought before the judge or the regent and the oath must be brought to the defendant in person. Likewise, the fact that the subject of the case is transferable and reputable is one of the conditions for the application of the oath evidence in legal disputes, and the subject of the case is not necessary for the rights of God. In this context, if the plaintiff cannot prove the subject matter of the case, an oath is offered to the defendant in the presence of the judge or his regent who is in charge of looking at the case at his request. The fact that the defendant, who was offered oath, constitutes evidence in favor of the oath, is an evidence against him. However, in Islamic law, only oath is permitted in the name of God, and regardless of the religious affiliation of the oath, the oath on another being other than Allah is legally void.

Oath, Proof, Case, Evidence, Judgment.

Giriş

Yaradılışı gereği medeni bir varlık olması sebebiyle insan, topluluk halinde yaşamaya ihtiyaç duyar. Topluluk halinde yaşayan insanlar arasında ise kaçınılmaz olarak bazı problemler ortaya çıkar. Bu problemlerden bir kısmı toplumsal hayatın akışı içerisinde mahkemeye intikal etmeksizin çözüme ulaştırılırken, bir kısım problemlerin ise bağımsız yargı mercilerince çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Zira bireyler arasında meydana gelen hukukî uyuşmazlıkların hakkaniyet ölçüsünde çözümlenerek adaletin tecelli ettirilmesi sosyal barışın vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu kapsamda hak ihlâllerinin önlenmesi ya da mağdurların haklarının iade edilmesi hukukun üstünlüğünü esas alan bağımsız mahkemeler tarafından verilen adil kararlarla gerçekleştirilir. Bununla birlikte; bireyler arasındaki hukuki uyuşmazlıkları çözerek adaleti tecelli ettirmekle görevli bağımsız hâkimlerin huzurunda ortaya atılan her bir iddianın, yine bu hâkimlerin huzurunda hukukun öngördüğü birtakım araçlarla ispat edilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle toplumdaki bireyler arasında çıkan uyuşmazlıkların hakkaniyet ölçüleri çerçevesinde tespit edilip, adaletin tam olarak tecelli ettirilebilmesi için davacının davalı tarafından ihlâl edildiğini ileri sürdüğü hak veya haklarını mahkeme önünde ispat etmesi gerekmektedir.1 Buna karşın göstermiş olduğu deliller ile iddiasını ispat edemeyen davacı, söz konusu iddiasının geçersiz olduğuna dair davalıya yemin teklif edebilir.2 İslam-Osmanlı muhakeme hukuku hükümleri gereğince, kural olarak iddiasını ispat etme yükümlülüğü davacının üzerinedir. Davalının yükümlülüğü ise yemin etmektir.3

Yargıya intikal etmiş hukuki bir sorunun çözümünde, taraflar arasındaki şüphe ve belirsizlikleri gidererek, maddi gerçeği ortaya çıkarmaya yarayacak ispat vasıtalarının tümüne delil ya da İslam-Osmanlı hukuk terminolojisindeki ismiyle beyyine adı verilmektedir.4 Esasen bir hakkın ya da kendisine hukuki sonuç bağlanan bir olayın ispatını sağlayan kesin delil anlamına gelen beyyine kavramı, ispat vasıtalarının tamamını kapsadığı halde, İslam hukukçularının çoğunluğu tarafından yalnızca şahitliği karşılayan bir kavram olarak kullanılmıştır. Buna karşın sayıları az olmakla birlikte beyyineyi “mahkeme önünde gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan her türlü delil” olarak tanımlayan İslam hukukçuları da vardır.5 Çağdaş yargılama hukuku sistemlerinde deliller kesin delil ve takdiri delil olmak üzere ikiye ayrılır. Kesin delil hâkime takdir yetkisi vermeyen bağlayıcı delildir. Takdiri delil ise hâkim tarafından serbestçe takdir edilip değerlendirilebilen ve sonuçta hâkimin vicdani kanaatinin oluşmasına esas teşkil edecek her türlü delile verilen isimdir. Günümüz hukuk yargılamasında yer alan ve 12.01.2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili maddelerinde düzenlenen ikrar, kesin hüküm, senet ve yemin kesin delil niteliğindedirler. Buna karşın günümüz hukuk yargılamasında kabul edilen ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun da çeşitli maddelerinde düzenlenen şahit, bilirkişi, keşif ve özel hüküm sebepleri takdiri delil niteliğinde olan delillerdir. Öte yandan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda da benimsendiği üzere modern hukuk sistemlerine göre ceza yargılamasında hâkim hiçbir delille bağlı olmadığı gibi aynı zamanda her şeyi delil olarak kabul edebilir. Diğer bir deyişle günümüz ceza yargılamasında takdiri delil sistemi kabul edilmiş olup, hâkime oldukça geniş takdir yetkisi tanınmıştır.6

İslam hukukçularının çoğunluğu İslam muhakeme hukukunda kabul edilen delil sisteminin kesin delil sistemi olduğu görüşündedirler. Nitekim hadd ve kısas suçlarının ispatında belirli sayıda şahit ya da ikrarın aranması dikkate alındığında İslam hukukunda kabul edilen delil sisteminin kesin delil sistemi olduğu görüşü kuvvetli görünmektedir.7 Bununla birlikte İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Ferhun gibi bazı İslam hukukçuları ise muhakeme hukuku açısından nelerin delil olacağının önceden tespit edilip sınırlandırılamayacağı, gerçeğin ortaya çıkarılarak adaletin tecelli ettirilmesi için her türlü delilin hâkimin takdiri ile kullanılabileceği görüşündedirler. ‘Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz”8 şeklindeki İslam hukuku kuralına bağlı olarak, içtihada açık konularda İslam hukukunun açık hükümleriyle çelişmeyen, sosyo-ekonomik ve teknolojik yeni gelişmelerin hukuken de geçerli olacağının kabul edilebilirliği ortaya konulmaktadır. Çünkü yargılamada esas olan adaletin tecelli ettirilip maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır.9 Şahitlik, yazılı delil, kesin karine, ikrar, yemin ve yemin etmesi gereken tarafın yeminden kaçınması anlamına gelen nükûl İslam muhakeme hukukundaki kesin deliller olup, bunlar hâkimi bağlayıcı nitelikte olan ispat vasıtalarıdır. Buna karşın zayıf karine, aslî hal ve zilyetlik gibi durumlar ise dava konusu olay hakkında hâkime fikir veren takdiri delillerdir. Takdiri deliller, hakkında kesin delil olmayan uyuşmazlıklarla ilgili olarak hâkim tarafından dikkate alınabilirler.10

“İslam Hukuku ve Klasik Dönem Osmanlı Uygulamasında Yemin Müessesesi” ismini verdiğimiz bu çalışmada, bir ispat vasıtası olarak yeminin İslam-Osmanlı muhakeme hukukundaki tanımını yaparak, hukuki niteliği, hukuki dayanağı, şartları, çeşitleri, yemin etme usulü ve hukuki sonuçları ele alınıp incelenecektir. Bu çalışma yapılırken ceza muhakemesi ve hukuk muhakemesi ayrımına gidilmeksizin, her iki alan için genel açıklamalara yer verilmiştir.

I. İslam-Osmanlı Muhakeme Hukukunda Yemin Müessesesi

Sözlük anlamı olarak “sağ el, sağ taraf, ant, kuvvet, bereket” gibi anlamlara gelmekte olan yemin, Arapça bir sözcük olup terminolojide, bir kimsenin kararlılığını pekiştirmek ya da başkalarını ikna etmek amacıyla söz veya beyanını Allah’ın adını ya da sıfatlarından birini anmak suretiyle kuvvetlendirmesi anlamına gelmektedir. Sözlük anlamından hareketle karşılıklı söz verme ve antlaşma anlarında taraflardan birinin sağ eli ile diğerinin sağ elini kuvvetlice tutarak sallamasından dolayı yemin kelimesinin terim anlamını kazandığı ifade edilebilir.11 Öte yandan İslam muhakeme hukukundaki ispat vasıtalarından biri olarak yeminin adli uyuşmazlıklarda taraflardan birinin olayın doğruluğu hakkında Allah’ın adını anarak beyanda bulunması şeklinde tanımının yapılması da mümkündür. Bu kapsamda mahkemede görülmekte olan bir davaya ilişkin olarak taraflardan birine yemin verilmesine tahlif, yemin eden tarafa hâlif, üzerine yemin edilen şeye mahlûfun aleyh, yemin istemeye ya da yemin ettirmeye istihlâf, yemini teklif eden hâkime müstahlif, tarafların karşılıklı yemin etmesine ise tehâlüf adı verilir.12

İslam-Osmanlı muhakeme hukukunda kural olarak ispat yükümlülüğü davacıya düşen bir görevdir. Buna karşın davalının yükümlülüğü ise yemin etmektir. “Bir şeyin bulunduğu hâl üzere kalması asıldır”13 ve “Berâet-i zimmet asıldır”14 şeklindeki kaideler ile Mecelle’de de ifade edildiği üzere İslam-Osmanlı hukuk sisteminde kişinin borçsuz ve suçsuz olması temel prensip olup, davalının borçlu ya da suçlu olmadığını ispat etmesine gerek yoktur. Dolayısıyla İslam-Osmanlı yargılama hukukunda başlangıçta borçsuz ya da suçsuz olduğu kabul edilen davalının yemin etmesi yeterli görüldüğü halde, bu durumun aksini iddia eden davacının ise bu iddiasını ispat etmesi istenmiştir.15 Önemle belirtmek gerekir ki burada “davacı” ibaresi ile kastedilen iddia sahibi taraf olduğu halde “davalı” ibaresi ile kastedilen ise aleyhinde iddiada bulunulan taraftır. Bu sebeple adli uyuşmazlıklarda “iddia sahibi olma” durumu da sürekli olmayıp, olaylara göre değişebilir bir karakter arz ettiğinden, İslam-Osmanlı muhakeme hukukunda ispat yükü, her zaman için davayı açan tarafa yüklenmiş bir yükümlülük olmadığı gibi yemin de her zaman için aleyhinde dava açılan taraf üzerine değildir.16

İslam muhakeme hukukunda ispat vasıtalarından biri olarak yeminin kullanılabilmesinin hukuki dayanağını İslam hukukunun asli kaynakları olan Kur’an ve Sünnet oluşturmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de “yemin” kelimesi ve türevleri yirmi beş farklı yerde yemin etmek anlamında geçmektedir. Yine aynı anlamı ihtiva edecek şekilde yirmi dört farklı yerde ise “kasem” sözcüğü yer almaktadır. Öte yandan Kur’an-ı Kerim’deki surelerden on yedi tanesi de yemin kelimesiyle başlamaktadır.17 Bununla birlikte Kur’an’da yer alan, yeminle ilgili her ayet doğrudan muhakeme hukukuna ilişkin değildir. Ancak toplumsal hayatta insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde söz ve davranışlarını yeminle kuvvetlendirmelerine izin verilmesine karşılık, karşısındakileri kandırmak amacıyla yalan yere yemin edenlere de uhrevi cezalar öngörülmüş olması gibi Kur’an hükümleri, yargılama esnasında yapılan yeminler için de kuvvetli bir dayanak olarak görülür.18

İslam hukukunun Kur’an’dan sonraki ikinci asli kaynağı olan Hz. Peygamber’in sünnetinde de çeşitli şekillerde yemine ve yeminli ifadelere yer verilmiş olmasının yanı sıra, yalan yere yemin ederek hak elde edenlere yönelik çeşitli uhrevi yaptırımlardan da söz edilmektedir.19 Hz. Peygamber’in özellikle mahkemede tarafların ispat yükümlülüğünü de belirleyen “İspat edip delil getirmek davacıya, yemin etmek de davalıya gerekir”20 şeklindeki hadisi ile yeminin İslam yargılama hukukundaki ispat vasıtalarından biri olduğu vurgulanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber kendisinin hâkim olarak dinlemiş olduğu çeşitli davalarda bir ispat vasıtası olarak yemine müracaat etmiştir.21