Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Mahkeme Kararlarının Gerekçesi 
Bağlayıcı mıdır?

Hasan DURSUN

Danıştay, mahkeme kararlarının gerekçesinin bağlayıcı olduğu görüşünü savunmaktadır. Mahkeme kararlarının gerekçesinin bağlayıcı olup olmadığı konusunda maddi anlamda kesin hüküm kavramı ile Anglo-Sakson hukukunun “emsal karar” (precedents), “ emsal karar öğretisi”, (the doctrine of precedents), “ stare decision”, “ ratio decidendi”, “ obiter dicta” (veya dicta veya obiter dictum) ve kavramları iyice bilinmeden sağlıklı bir sonuca ulaşılamaz. Temel olarak teamüli hukuk (common law) dizgesine dayalı olan İngiliz-Amerika hukukunda mahkeme kararlarının gerekçesi kimi durumlarda bağlayıcı olmasına karşın, Kıta Avrupası yazılı hukuk dizgesine sahip olan Türkiye’de mahkeme kararlarının gerekçesinin bağlayıcılığı kabul edilemez. Yalnızca Danıştay içtihadı birleştirme kararlarının gerekçesi bağlayıcı bir etkiye sahiptir. Ancak, bu bağlayıcılık, Anayasaya aykırıdır.

Maddi Anlamda Kesin Hüküm, Gerekçenin Bağlamazlığı, Hüküm Fıkrasının Bağlayıcılığı, İçtihadı Birleştirme Kararları, Emsal Kararlar (Precedents), Emsal Karar Öğretisi (The Doctrine of precedents), Stare Decision, Ratio Decidendi, Obiter Dictum, Obiter Dicta, Dicta, Sub Silentio.

GİRİŞ

Danıştay Beşinci Dairesi başlıktaki soruyu olumlu olarak yanıtlamaktadır. Danıştay Beşinci Dairesinin bu kararına yol açan olayda, bir kamu görevlisi, 8.3.1994 tarihinde atandığı tekniker kadrosunda çalışması nedeniyle 657 sayılı Kanunun 36’ncı maddesinin (A) bendinin 4’üncü alt bendi uyarınca bir derece verilmesi istemiyle İdareye başvurmuş, İdare ise herhangi bir cevap vermemiştir. Bunun üzerine, söz konusu kamu görevlisi 13.7.1998 tarihinde yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmıştır.

İlk derece idare mahkemesi ise, olayda davacının Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünde memur olarak görev yapmakta iken, X üniversitesinin Meslek Yüksekokulu İnşaat Bölümü mezunu olduğundan tekniker unvanlı kadroya atanması nedeniyle, davacıya söz konusu 657 sayılı Kanunun 36/A-4 hükmü uyarınca bir derece verilmesi gerekirken, bu istemin reddi yolundaki işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal edilerek başvuru tarihi olan 13.7.1998 tarihinden itibaren geçerli olarak davacıya özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine, onun geçmişe yönelik isteminin ise reddine karar vermiştir.

Davalı idare ise, davacının 4.5.1994 tarihinde de İdareye aynı taleple başvurması sonucu talebinin reddi üzerine dava açtığını ve davasının ret ile sonuçlandığını, bu davada ise aynı talep nedeniyle davacıya yeniden dava açma hakkı doğmayacağını ileri sürerek idare mahkemesinin kararının bozulması için Danıştay’a temyiz isteminde bulunmuş, Danıştay Beşinci Dairesi de 6.11.2002 tarihli ve E. 1999/2310, K. 2002/4242 sayılı Kararıyla idare mahkemesinin kararını oyçokluğuyla bozarak, kesin hüküm niteliğini kazanan bir yargı kararının, yalnızca hüküm fıkrası itibarıyla değil, aynı zamanda gerekçesi itibariyle de bağlayıcı olduğu sonucuna varmıştır.1 Danıştayın ulaşmış olduğu bu sonucun isabetsiz ve hukuka aykırı olduğu aşağıda ayrıntılı bir biçimde incelenecektir.