Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İspatta Akıl Yürütme, Tecrübe Kuralları 
ve Karinelerin İşlevi

Reasoning, Life Experience and Presumptions in Evidence

Doğan GEDİK

Bu çalışmada; ceza yargılamasıyla sınırlı olmak üzere delillerin değerlendirilmesinde ve vicdani kanaatin oluşumunda tamamlayıcı yöntem olarak yararlanılan akıl yürütme, tecrübe kuralları ile karineler inceleme konusu yapılmıştır.

Akıl Yürütme, Boşluk Doldurma, Hayatın Olağan Akışı, Karine, Kanuni Karine, Mantık Kuralları, Tecrübe Kuralları, Fiili Karine.

In this article, limited with criminal procedure, reasoning, life experience and presumptions as a complementary method in evaluation of evidence and the formation of personal conviction is studied.

Reasoning, Filling the Gaps, Ordinary Course of Events, Presumption, Presumption of Law, Rules of Logic, Rules of Life Experience and Presumption of Fact.

I. Giriş

Ceza yargılamasında ispatı gereken olay bir bütündür; ancak bu bütünlük mozaik tablosunda olduğu gibi birçok parçadan, yani küçük parçalardan meydana gelir. Mevcut deliller de çok defa olayın bütününü değil, parçalarından birine veya birkaçına ilişkin olur. Her parça için de birden fazla temsilci, yani delil bulunması mümkündür. Olay belirlenirken bu delillere dayanılacak, yani onlar vasıta olarak kullanılacaktır1.

Bir delilin, gerek tek başına gerek diğer deliller ile bir bütün olarak sağlıklı bir biçimde değerlendirilebilmesi için, maddi olayla ilgili olan ve hükme etkisi olabilecek bütün delillerin toplanmış olması gerekmektedir. Delillerin değerlendirilmesinin ön şartı, bilinen ve ulaşılabilen tüm delillerin toplanmış olmasıdır. Eğer bu yapılmamış, yani toplanması gereken tüm deliller toplanmamış ise, eldeki delillerin değerlendirilmesi sonucu ulaşılan kanaat de, gerçeği yansıtmaktan uzak olacaktır. Bu nedenle, ispatı zorunlu olan maddi vakıalara ilişkin bütün deliller (gerektiğinde re’sen) toplanıp, külli bir şekilde değerlendirilmelidir2. Nitekim Yargıtay da, delillerin külli olarak, tümü birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerektiğini; deliller arasında çelişki bulunmamasına ve delillerin bir birilerini destekleyip tamamlaması gerektiğini; çelişki olduğu takdirde de bu çelişkilerin giderilmeye çalışılması, çelişki giderilmediğinde ise hangine üstünlük tanındığının açıkça gerekçelendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir3.

Bu noktada önemli gördüğümüz Yargıtay 6. Ceza Dairesinin kararını aktaralım: “Yargılanacak her uyuşmazlıkta; şüphelilik, uyuşmazlığın somut olması ve uyuşmazlığın çözümü şeklinde özellikler vardır. O halde önce olay öğrenilmelidir. Yani sübut konusunda bir hükme varılır. Sübut (veya ispat) meselesi maddi mesele olup, bu konu geçmişteki olayı zihnimizde yeniden yaratmak, yani nasıl meydana geldiğini belirlemektir. Olay belirlendikten sonra, olaya uygulanacak hukuki norm ve bunun olayın tipine uygun olup olmadığı konusunda sonuç çıkarılır. Maddi durumun tespiti, hukuki durumun tespitidir. Hâkim bu güne dayanarak dünü öğrenir. Dün hakkındaki şüphesini deliller sayesinde yener. Şüphenin yenilmesi yerini belirliliğe terk eder. Delillerin gösterdiği objektif bakımından bir (ihtimal) dir. Buna rağmen ihtimal belli bir dereceye gelince kanaat (kanı) olacaktır. Şüphe yerini kanaate bıraktığında ispatta aranan belirlilik ortaya çıkar. Her olayda lehe ve aleyhe deliller vardır. Kanaati meydana getiren delillerin tek tek değerlendirilişi kadar hep birlikte değerlendirilmesi de mümkündür. Deliller bütünlük teşkil ediyorsa, bir bütünün birbiri ile uyuşan ve birbirini tamamlayan parçaları ise, bu hakiki delildir. İspat konusu, gerçeğin bir parçası olan olay hakkında hüküm vermektir.