Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kıbrıs Sorununun Tarihçesinde 60 Yıldır Başarısız Barış Arayışları

The Unsuccessful Search for Peace Since 60 Years in the History of the Cyprus Issue

S.Enis TULÇA

Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin son 60 yılına damgasını vuran Kıbrıs meselesi aslında ilk olarak 1931 yılında ada’da iki toplum arasında cereyan eden hadiselerle gündeme gelmiş ancak 1930-1955 yılları arasında etkisini devam ettiren Atatürk-Venizelos dönemi barışçıl rüzgârı içinde ön plana çıkmayıp sorun 1955’lerden itibaren gündemdeki yerini almıştır. 1923 Lozan antlaşması ve sonrasındaki dostluk dönemi ile Türkiye ve Yunanistan’ın artık dost iki ülke olarak bölgede sorunsuz yaşayabilme şanslarına karşılık Yunanistan Osmanlı Devleti ile Yeni Türkiye Cumhuriyeti arasındaki çizgiyi bu yönde algılamayıp hasmane siyasetine Kıbrıs sorununu önemli bir kart olarak kullanmak ile devam etmeyi tercih etmiştir. Türkiye açısından ise Yunanistan’ın 1830’dan beri genişleme politikalarında önemli bir aşama ve ülkemiz için Cumhuriyet döneminde eğer gerçekleşirse önemli bir kayıp olacak olan Kıbrıs meselesini, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri kendi taraflarından 1955 sonrasında sahiplenince uyuşmazlık yıllarca sürmüş ve adanın akıbetinin “Girit” olmaması için bu mücadele verilmiştir. 1955’lerden beri bu uzun soluklu mücadelede Yunan Ortodoks Kilisesi ve Avrupa Birliği soruna yön veren iki önemli unsur olagelmiştir. Türk tarafında ise süreç içinde 1974 yılında Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının adaya darbesi ve Makarios’u devirmelerinden sonra gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtları, Türkiye ikincisini dünyaya gerekçelendiremediği için 1974 sonrasında sorunun hep sanık sandalyesinde olmuştur. Bu durumun 2004 Annan planı referandumunda Kuzey’in “Evet”i ile bertaraf edileceği beklenirken bu neticeyi KKTC ve Türkiye kendi açılarından müspet yönde tahvil edememişlerdir. Şimdilerdeki görüşmelerde ise 1959 Zürih-Londra görüşmelerinden beri Yunan ve Rum tarafından hâkim olan görüş aslında hep aynı olup, bütün mesele ada Türklerinin eşit değil azınlık mensubu olarak tayin edebilme gayretleridir. İçinde bulunduğumuz süreçte Rum lider Anastasiadis Rum tarafı açısından yeni bir referandumda ikinci kez “Hayır” denmemesi için ancak “Evet” neticesine inanacağı bir referandum metni ortaya çıkana kadar görüşmeler çeşitli gerekçelerle uzamaya mahkûmdur.

Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan, Avrupa Birliği, Silahlanma, Deniz yetki alanları, Eşitlik, Egemenlik.

Cyprus issue which has left its mark on the relations between Turkey-Greece for the last 60 years has started to take place in the agenda in 1931 upon the incidents occurred between two societies in the island. However, having not come into prominence within the peaceful environment of Ataturk-Venizelos era dominating the period between the years of 1930-1955, the issue has taken place in the agenda since 1955. With the Treaty of Lausanne of 1923 and the following friendship period, Turkey and Greece had the chance to live as two friendly nations without any problem. But on the other hand, Greece preferred not to perceive the line between the Ottoman Empire and the New Republic of Turkey in this direction, and preferred to continue its hostile politics by considering the Cyprus issue as an important card. With respect to Turkey, the dispute lasted for many years because the Cyprus, issue which would be a significant step in expansionary policies regarding Greece since 1830 and a significant loss for our country, if being occurred in the Republic period, has been adopted by Turkish Cypriots and Turkey on their own parts after 1955, and this struggle has been made in order fate of the island not to be “like Crete”. Since 1955s, the Greek Orthodox Church and the European Union became two important factors that have shaped the issue. The process, on the Turkish side, the Cyprus Peace interventions which took place after the coup made by the Junta of the Colonels in Greece and the subversion of Mr. Makarios, had always become the basis of the issue after 1974, because the second intervention of Turkey could not be justified to the world. This problem was expected to be eliminated by the “Yes” vote of the North in the referendum of Annan Plan in 2004, however, this consequence could not be turned into an affirmative direction with regards to Turkey and TRNC. Also in the present negotiations, the standpoint dominated by Greek and Greek Cypriots has been always the same since Zurich-London negotiations of 1959, and the entire issue has been their efforts to designate the Turkish people of the island as minorities, instead of equal. Today, in the current situation, the negotiations process will be compulsorily prolonged for various reasons until the Greek Cypriot leader Mr. Anastasiadis has raised a new referendum text in which he believes to be concluded by “Yes” vote so as not to be given “No” vote for the second time in a new referendum with respect to the Greek Cypriot.

Cyprus, Turkey, Greece, European Union, Armaments, Maritime Jurisdiction Areas, Equality, Sovereignty.

Giriş

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, son İngiliz Vali Sir Hugh Foot’un ada’dan ayrılıp 16 Ağustos 1960 tarihinde ilanı ile birlikte, 1955’lerden beri süregelen EOKA1 ve TMT2 arasındaki mücadelenin, daha çok ada Türklerinin verdiği kayıpların ve tedhiş olaylarının son bulacağı ve 1960 sisteminin uzun vadeli olacağı ümit edilirken hemen iki yıl sonra Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios3’un Ankara’yı ziyaretinde Başbakan İsmet İnönü’ye Anayasa’daki, Türkler için olmazsa olmaz unsurları ihtiva eden maddelerin gözden geçirilmesi ve değiştirtmesi talebini Türkiye reddetmiştir. Bir yıl sonra ise 1963 yılında “Kanlı Noel” olarak hafızalara yerleşen Rumlar tarafından Türklere saldırılar ve cinayetler başlamıştır. Böylece Kıbrıs sorunu Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için 1963 itibariyle başlamış olup Yunanlılar ve Rumlar için ise, 11 yıl süren bu baskı tedhiş ve sindirme gayretlerine son verecek ve 1960 Garanti antlaşmalarına uygun 1974 Barış Harekâtı, sorunun başlangıç tarihidir. Bütün mesele zaten 1963 ile 1974 arasında yaşananlar ile ilgili daha ileriki yıllarda uzlaşma masalarında her iki tarafın farkı yaklaşımları sebebiyle ortak çözümde buluşulamaması bugüne kadar bir çözüm üretilememesine sebep olmuştur. Daha sonraki yıllarda, 1977 Makarios-Denktaş, 1979 Kipriyanu-Denktaş zirveleri, 1992’de Galli fikirler dizisi ve 2002 yılı 11 Kasım günü ilan edilen Annan planı ve görüşmeleri neticesinde 2004 Nisan’ındaki Referandumu neticesi yıllar içinde en çok hatırlanan başarısız çözüm girişimleridir. Türk tarafında ise uzun yıllar, önce Türk toplumu lideri, Federe Devlet Başkanı ve daha sonra KKTC Cumhurbaşkanı olacak olan Rauf Denktaş4 bu mücadelenin önderi olmuştur. Bu uzun maraton’da Cumhurbaşkanı Denktaş zaman zaman katı duruşlarıyla eleştirilse de bizim nazarımızda Kıbrıs sorununa en hakim ve bilge insanlarımızdan biri olup aleyhimize neticelenecek en kötü senaryolarından Kıbrıs Türkü’nü ırak tutmayı başarmıştır.

1955-1959 yılları arasında Uluslararası çözüm talep ve baskıları, ABD, NATO ve İngiltere’nin yoğun ısrarlarıyla masada çıkan çözüm yukarıda bahsettiğimiz Rum tutumu sebebiyle uzun vadeli olamamıştır. Bu tarz beynelmilel çözüm baskıları Rum tarafının iradesinin dışında oldukça yenileri de gelecekte uzun vadeli olamamaya mahkûmdur. Makalemizde uzun yıllar Kıbrıs sorunu ile ilgili toplumlararası görüşmelerde ele alınan ve halen en son çözüm teşebbüsünde tarafların görüştüğü teknik detaylardan çok meselenin siyasi tarih süreci ile Rum ve Yunan tarafında bu uzun tarihçeyi kapsayan vizyonu inceleyeceğiz.

1. 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarının İmzalanmasının Rumlar İçin ENOSİS Fikrinin Devamına Engel Teşkil Etmemesi

2001 yılında KKTC Cumhurbaşkanı Üniversitemizi ziyaret etmiş ve Kıbrıs sorunuyla ilgili bir de konferans vermişti. Türk-Yunan ilişkilerinin örnek bir döneminde 1931 yılında Kıbrıs adasında yaşanan olaylardan bahsetmişti. Aynı yıl Yunanistan meşhur gizli kararname ile bugün de tartışması devam eden Ege denizinde Hava sahasını 3 mil’den 10 mile5 taşımıştır. Kıbrıs’ta ise o zaman 7 yaşında olan Rauf Bey bir gün dedesi ile Lefkoşa’da çarşıda gezerken birdenbire silah sesleri duyulmaya başlanmış, dedesi Rauf Bey’i tanıdığı bir esnafın dükkânına emanet ettikten sonra ne olup bittiğini anlamak üzere dolaştığında Rumların Türk esnaf’ın bulunduğu bir bölgeye bir silahlı saldırısının yaşandığı anlaşılmıştır. Daha sonra hadiseler büyümüş ve adada sıkıyönetim ilan edilmiştir.