Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Şirketlerin Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Açısından Hesap Verebilirliği Sorunu

The Accountability Question of International Corporations Under the International Human Rights Law

Said Vakkas GÖZLÜGÖL

GİRİŞ

Bugün, pek çok alanda küreselleşmenin ulaştığı boyutta, uluslararası şirketler1 ulusal ve uluslararası ekonomik düzenlerde merkezi bir rol almış bulunmaktadır. Büyük şirketler, çok farklı formlarda ve oldukça karmaşık şekillerde küresel olarak faaliyette bulunmaktadırlar. Bu şirketler hem sayısal olarak hem de güç ve etki olarak giderek büyümektedirler. Sayısal açıdan bakıldığında, Birleşmiş Milletler (BM) 1999 Dünya Yatırım Raporu’nda, 500.000’den fazla alt ve ilişkili şirketle 60.000 uluslararası şirket grubu bulunduğu tahmin edilmiştir.2 2008 yılında ise bu rakam yaklaşık 790.000 alt şirket ve milyonlarca tedarikçiyle 79.000’e ulaşmıştır.3 Güç ve etki açısından bakıldığında ise, 1970’lerden beri uluslararası şirketlerin güç, nüfuz ve zenginliğinde adeta bir patlama olduğu görülmektedir. Son zamanlarda durum daha da hızlı bir gelişim sürecine girmiş bulunmaktadır.4 BM 2012 Dünya Yatırım Raporu’nda tespit edildiği üzere, küresel olarak üç milyar dolar ve üzerinde değere sahip uluslararası birleşme ve satınalma işlemi sayısı 2010’da 44 iken, 2011 yılında bu sayı 62 olarak gerçekleştirilmiştir.5 Ulusal ekonomilerin finansal, ticari ve teknolojik entegrasyonu ekonomik küreselleşme süreçlerini inanılmaz şekilde genişletmiş bulunmaktadır. Mal ve hizmetlerin üretim, dağıtım ve ticaretinde geleneksel siyasi ve coğrafi sınırlar anlamını kaybetmiş durumdadır. Üretim ve dağıtım zincirleriyle uluslararası şirketler ulusal ekonomi ve yargısal sınırları aşmakta, ekonomik küreselleşme ve teknolojik yeniliklerle ilgili etkinlik kazanımlarını istismar etmekte, yerel ve küresel piyasalar üzerinde, ulusal ve uluslararası olaylarda daha önce hiç olmadığı kadar güç ve etki kullanmaktadırlar.6

Bu boyutta güç ve etki, insan haklarının korunması ve gerçekleştirilmesi bakımından, hem daha büyük teşvik potansiyeli hem de insan haklarına saygıyı zayıflatma potansiyeli taşımaktadır. Şirketler, diğer herhangi bir toplumsal aktörden daha çok insan hayatına dokunmaktadır. Şirketler, insan hayatına sağlanan yararlar yanında, bireylere, topluluklara ve çevreye zarar verebilmektedirler. Tedarik zincirlerinde, doğrudan veya dolaylı olarak, ayırımcılık, zorla çalıştırma, çocuk işçiliği, hayata ve sağlığa risk oluşturabilmektedirler. Bilhassa çatışma bölgelerinde, şirketler güvenlik ihtiyacı ile karşılaşabilmektedirler ki bu ihtiyaç sıkça disiplin ve ahlâki yönden zayıf devlet güvenlik güçlerince sağlanmaktadır. İnsan hak ve özgürlüklerine saygı bağlamında, sadece bir ülkede bulunmaları itibarıyla bile baskıcı hükümetlere ekonomik ve ahlâki destek sağlayabilmektedirler. Bu destek kimi zaman insanlığa karşı suçlara katılma boyutuna ulaşmaktadır.7 Etik ilkeleri ve uygun politikaları yoksa, şirketler çıkar takibinde zulme dahil olma riskiyle karşılaşmaktadırlar.8 Bu bakımdan şirketlerin uluslararası zulme veya terorizme destek sonucuna ulaşan eylem ve ihmallerinden sorumluluğu anlayışı doğrudan ceza ve medeni hukuk sorumluluğuyla ilişkili görülmekle9 birlikte, temelde insan hakları hukuku bakımından hesap verebilirliği de gerektirmektedir. Baskıcı yönetimlerce ve paramiliter gruplarca yapılan insan hakları ihlâlleri, aynı zamanda buralarda faaliyette bulunan uluslararası şirketlere atfedilebilecek insan hakları ihlâlleri sonuçta bu şirketlerin kötü yönetimlerinin sorumluluğunu düzenleme ihtiyacını kaçınılmaz kılmaktadır.

Günümüz küreselleşmiş ekonomisinde uluslararası şirketler münferit devletlerin veya devletlerin oluşturduğu organizasyonların düzenleme kapasitelerinin üzerinde faaliyette bulunabilmektedirler. Diğer bir ifadeyle, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde insan hakları hukuku çerçevesinde, insan lehine yükümlülükleri bulunan devletler bu şirketlerin etki ve nüfuzuna maruz kalabilmektedirler. Hatta, devletler doğrudan veya dolaylı olarak, bizzat buna meydan verebilmektedirler. Devletler, doğrudan yabancı yatırımları çekmek üzere aktif olarak yeni formlarda arayışa girmekte, politika ve kanunlarını değiştirmektedirler. Bu yolda, devletler örneğin, tedrici olarak gümrük bariyerlerini kaldırmaktadırlar.