Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Diktatoryal Yönetimlerin Evrensel Yargılanma Kâbusu: İşkence Yasağı İhlâlinin Takibinde Uluslararası Normlara Bakış

Universal Jurisdiction Nightmare of Dictatory Regimes: Outlook to International Norms in the Pursuit of Violation of Prohibition of Torture

Hilal CECANPINAR

Bütün toplumu tehdit eden uluslararası suçların yargılaması Uluslararası Ceza Mahkemesi veya uluslararası sözleşme veyahut ulusal metinleriyle evrensel yargı ilkesini kabul eden devletler eliyle yapılmaktadır. İnsanlığa karşı suçlar, barışa karşı suçlar, soykırım suçu, saldırı suçu, işkence suçu gibi suçlar zamanaşımına tabi olmaksızın yargılamaya konu olabilmektedir. Liderler, iktidardayken işledikleri bu tür suçlar nedeniyle kendi ülkelerinde, sığındıkları ülkede veya üçüncü bir ülkede yargılanabilecek, işledikleri fiiller cezasız kalmayacaktır.

Söz konusu yargılama imkânı uluslararası belgelerle devletlere tanınmış olan evrensel yargı yetkisinden doğmaktadır. Evrensel yargı yetkisinde fiilin işlendiği yerin, fiili gerçekleştiren kişinin tâbiiyetinin önemi yoktur. Yalnızca evrensel yargı yetkisini doğuran fiilin işlenmesi bağlantı noktasının oluşmasında yeterlidir. Böylelikle devletlerin yargı yetkisi ortaya çıkar ve zanlılar her devletçe yargılanabilir hale gelir.

1984 Birleşmiş Milletler İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayri İnsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme, taraf devletlere evrensel yargı yetkisi tanıyan uluslararası sözleşmelerden biri olup Hissene Habre’nin yargılanma talebinin dayanak noktasıdır.

Bu kapsamda öncelikle ilk başlık altında evrensel yargılamaya konu teşkil eden suçun niteliği (I), sonrasında evrensel yargılama yetkisinin kapsamı (II) nihayetinde son başlıkta işkence yasağının ihlâl edildiği iddiasıyla yargılanması Uluslararası Adalet Divanı önüne gelen örnek ve yakın tarihli Hissene Habre davası incelenecektir (III).

İşkence Yasağı, Evrensel Yargı Yetkisi, Hissene Habre, Uluslararası Suç, Birleşmiş Milletler İşkence veya Küçük Düşürücü Muamele veya Cezaların Önlenmesi Sözleşmesi.

Judgment of all the society threatening international crimes are carried out by International Criminal Court or the states that have accepted the principle of universal jurisdiction through the international treaties or their national texts. Crimes such as crimes against humanity, crimes against peace, crime of genocide, crime of aggression, crime of torture could be subject to judgment without being subject to prescription. Leaders, due to the this kind of crimes committed when they are in power, could be judged in their own countries, in the country where they refuge or in a third country; acts are committed by them will not go unpunished.

Possibility of judgment in question arises from universal jurisdiction power entitled to the states by international documents. In Universal Jurisdiction, it does not matter where an act is committed and the nationality of the person who commits the act. Simply committing the act that gives rise to universal jurisdiction is enough in forming of agglomeration. In this way, judicial power of the states comes out and suspects can be judged by each state.

The United- Nations Convention against Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment is been an international convention that entitles universal jurisdiction to contracting countries and is the mainstay of trial request for Hissene Habre.Within this scope, firstly under the first title, qualification of the crime that constitutes a subject to universal judgment (I), after then the scope of universal jurisdiction (II), finally in the last title, the sample case with recent date, “Hissene Habre”, whose judgment came in front of International Court of Justice by the assertion of violation of prohibition of torture, will be examined (III).

Prohibition of Torture, Universal Jurisdiction, Hissene Habre, International Crime, The United- Nations Convention against Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment.

GİRİŞ

17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan halk hareketlenmeleri giderek tüm Arap ülkelerinde diktatörlüğe karşı bir isyan hareketine dönüşünce, demokrasi, insan hakları ve adil paylaşıma dayalı ekonomik talepler gölgesinde gerçekleşen bu ayaklanmaya, 1848 İşçi Ayaklanmalarına verilen “Halkların yahut Devrimlerin Baharı” kavramsallaştırmasından hareketle “Arap Baharı” adlandırması uygun görülmüştü. Bu halk ayaklanmaları sırasıyla önce Tunus’ta, sonra Mısır’da, devamında Yemen’de, Bahreyn’de ve Suriye’de, ara ara Fas’ta, Ürdün’de ve Cezayir’de görülmeye başlanmıştır. Bu ayaklanmalar neticesinde, Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali 14 Ocak 2011’de ülkesinden kaçıp Suudi Arabistan’a sığınmış, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek 11 Şubat 2011’de görevinden istifa etmiş, Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi 20 Ekim 2011’de muhalifler tarafından öldürülmüştür. Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ise 27 Şubat 2012’de görevi yardımcısına devrederek Amerika Birleşik Devletleri’ne sığınmıştır. Son olarak Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın1 sığınma talebiyle Venezüella ile görüşmeler yaptığı basına sızmıştır. Bu yönetimsel değişiklikler Arap dünyasında iç karışıklıklar, görevdeki geçiş hükümetleri ve demokrasi hamlelerinde yaşanan zorluklar ve ekonomik darboğaz ile sonuçlansa da, özgürlükler ve demokrasi noktasında gelinmesi beklenen aşama ile bir bahar havası oluşturduğuna ilişkin ön kabul hala sürmektedir.

Devrik yönetimlerin ve liderlerin yargılanması ve hesap sorulması bu noktada dönüşümün temel unsuru olarak görülmektedir. Yönetimde kaldığı süre içerisinde işlendiği iddia edilen suçlara ilişkin kimi devrik liderler ülkelerinde yargılanırken (Hüsnü Mübarek örneğinde olduğu gibi), kimi hakkında ise Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yakalama kararı çıkartılmış durumdadır (Seyfülislam Kaddafi örneğinde olduğu gibi)2. Aslında Uluslararası Ceza Hukuku kapsamında halen görevde olan yönetici ve liderlerin akıbeti de devrik liderlerden farklı bir durum arz etmemektedir. Hem Uluslararası Ceza Mahkemesi kapsamındaki suçlara ilişkin uluslararası yargılama imkânı bulunurken ve hem de çeşitli suçlara ilişkin evrensel hukuk kuralları ve devletlerin bağlı olduğu metinler ulusal düzeyde belirli suçların yargısız kalmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda, insanlığa karşı suçlar, barışa karşı suçlar, soykırım suçu, saldırı suçu, işkence suçu gibi suçların zanlıları, zamanaşımına tabi olmaksızın yargılanması ve cezalandırılması amaçlanan failler olarak karşımıza çıkmaktadırlar3. İktidarda bulundukları süre dâhilinde işledikleri bu tür suçlardan dolayı devrik liderlerin yargılanması gerek kendi ülkelerinde, gerek sığındıkları ülkelerde ve gerekse de üçüncü bir ülkede gerçekleştirilecek ve cezasız kalmayacaklardır.

19 Şubat 2009 tarihinde Belçika’nın, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Adalet Divanı’na başvurarak Çad eski cumhurbaşkanı Hissene Habre’nin Senegal tarafınca yargılanmasının ya da cezaî takip amacıyla Belçika’ya iade edilmesi konusunda iki ülke arasındaki uyuşmazlığın hukukî çerçevesinin tespiti talebinde bulunması ve Adalet Divanının, üç yıla yakın bir süre içerisinde uyuşmazlık konusunu inceleyip 20 Temmuz 2012 tarihinde esasa ilişkin nihaî kararını ilân etmesi, bu Arap Baharı gölgesinde kalmış diktatörlerin geleceği açısından örnek bir dava olarak yol gösterici konumundadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi kapsamında yargılanmaları mümkün olmasa bile yahut kendi ülkelerinden kaçmış bulunsalar bile, devrik diktatörleri bekleyen, evrensel bir uluslararası metin ve angajman sonucu, yargılama ve cezalandırma imkânı mevcuttur. Söz konusu yargılama imkânı sağlayan uluslararası belgelerle devletlere tanınmış olan evrensel yargı yetkisidir.