Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Toplumun Koruma Sorumluluğu Kapsamında Askeri Müdahale

Military Intervention as Part of Responsibility to Protect of the International Community

Lider Bal

Ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlalleri karşısında silahlı müdahalenin mümkün olup olmadığı son yıllarda uluslararası hukuk gündeminden hiç düşmeyen bir konu haline gelmiştir. Güncel olarak, “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin son halkası Suriye kriziyle ilgili olarak da uluslararası toplumun müdahale kapasitesi yoğun olarak tartışılmaktadır. Uluslararası toplumun insani felaketleri önleme konusundaki sorumluluğu ve bu sorumluluktan kaynaklanan hukuki sonuçlar tartışmaların temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı, 2000’li yıllarda sistemleştirilen “koruma sorumluluğu” konseptinin kapsamını, hukukiliğini ve öngördüğü müdahale mekanizmalarını BM Şartı ve geçmiş uygulamalar ışığında değerlendirmek olacaktır.

Koruma Sorumluluğu, İnsani Müdahale, Suriye, Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi, Kosova, NATO.

The possibility of armed intervention against severe violations of human rights and humanitarian law, in recent years, has become the agenda commonly discussed in international law. Currently, the phase called ''Arab Spring", in relation to the last link, Syrian crisis, and the intervention capabilities of the international community are also being intensively discussed. The responsibility of the international community to prevent humanitarian disasters and the legal consequences arising from this responsibility form the basis of the discussions. The purpose of this study is to analyze, in the light of the UN Charter and past practices, scope and juridicity of the concept of “responsibility to protect” and intervention mechanisms that it offers.

Responsability to Protect, Humanitarian Intervention, Syria, United Nations, Security Council, Kosovo, NATO.

GİRİŞ

2010 yılının sonunda Tunus’taki gösterilerle başlayan ve hızla diğer Arap devletlerine de yayılan diktatöryel yönetimlere karşı ayaklanmalar uluslararası ilişkileri olduğu kadar uluslararası hukuku da yoğun bir şekilde meşgul etmeye devam etmekte. Kamuoyunda “Arap Baharı” olarak adlandırılan bu süreç Tunus, Mısır ve Libya’da rejim değişikliklerine varan bir etki doğurarak ismini hak ettiğini düşündürtse de, ülke halklarının bu kalkışmalar esnasında maruz kaldığı şiddet ve insani kayıplar “bahar”dan ziyade bir “şiddet cehennemi” görünümünü ortaya çıkarmıştır.

Hâlihazırda Suriye’de olup bitenler hiç şüphe yok ki bu tespiti güçlendirmekte. 2011 Mart ayındaki kitlesel gösterilerle başlayan sivillere dönük silahlı bastırma ve şiddet olayları silahlı muhalif grupların oluşmasıyla adeta bir iç savaşa dönüşerek artmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye özel temsilcisi Kofi Annan’ın 6 maddelik şiddete son verme planı ve bu planın Suriye hükümetince kabulü üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2043 sayılı kararıyla bir gözlemciler grubu oluşturulmuş olsa da, bu çabaların istenilen sonucu vermediği onlarca sivilin hayatına mal olan Houla (25 Mayıs 2012) ve Kubeyr (6 Haziran 2012) katliamlarından sonra gerek BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon1 gerekse Özel Temsilci Kofi Annan2 tarafından açıkça ifade edilmiştir. BMGK Başkanlığı da yaptığı açıklamada, Suriye’nin bu katliamlarla uluslararası hukuk ve BMGK’nin 2042 ve 2043 sayılı kararlarından kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal ettiği tespitinde bulunmuştur3.

Uluslararası toplumun kaygıyla izlediği bu krize barışçıl bir biçimde son verme çağrı ve girişimlerinin karşılık bulmaması askeri müdahale seçeneğinin gündeme gelmesine yol açmaktadır. Askeri müdahale dâhil hiçbir seçeneğin göz ardı edilmemesi gerektiğini başta Türkiye hükümeti olmak üzere bazı bölge ülkeleri ve Fransa, ABD gibi BMGK daimi üyeleri sürekli olarak ifade etmekteler.