Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Adil Yargılanma Hakkının John Locke’un Toplum Sözleşmesi Kuramından Hareketle Gerekçelendirilmesi

Justification of the Right to a Fair Trial Based on John Locke's Social Contract Theory

Samet ERDEM

Liberalizmin en önemli değeri olan kişinin karar ve eylemlerinde başkalarının keyfi ve rastlantısal zorlamasından bağışık olup kendi iradesine göre eyleyebilmesini salık veren bireysel özgürlük ilkesi, aynı zamanda bireyi devlete ve üçüncü kişilere karşı korumaya hizmet eden birçok hak ve özgürlüğün de türetildiği kaynaktır. Öyle ki çağdaş düzenlerin felsefi kaynağı olan liberalizmin kurucusu ve toplum sözleşmesi kuramcısı John Locke, devletin dahi bireysel özgürlüğü korumak için kurulduğunu savunmuştur. Locke siyasal iktidarın bireylerin devletsiz bir yaşamda sahip olduğu kendini koruma ve haklı bir sebep olmaksızın haklarını ihlal edenleri cezalandırma hakkını devlete devretmeleriyle ilişkilendirmiştir. Bu nedenle düşünürün kuramında bireylerin haklarını konu alan uyuşmazlıkların adil bir çözümü iktidar ve meşruiyetiyle doğrudan ilgilidir. Bireyin, bireysel özgürlüğü korumak için kurulan devletin kendisinin ve diğer bireylerin olası ihlallerinden korunması için adil yargılanma hakkı bireysel özgürlükten türeyen mutlak bir hak olarak gündeme gelmektedir. Adil yargılanma hakkı herkesin özgürlüğünün teminat altına alınması için öngörülen hukuki kısıtlamaların içerisinde kalan alanı koruyan bir araçtır. Birey- birey ve birey- devlet arasında ortaya çıkan hukuki ihtilafların bağımsız tarafız aleni ve hakkaniyete uygun bir biçimde devletin bu işle görevlendirilmiş organları tarafından çözülmesini salık verir. Kendine özgü doğal ve mutlak bir hak olarak adil yargılanma hakkı çağdaş dünyada bireyin sahip olduğu diğer tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi ve politik sistemlerin meşruiyet ölçütüdür.

Adil Yargılanma Hakkı, Bireysel Özgürlük, Cezalandırma, Devlet, Eşitlik, Hukuk, Hukuki Uyuşmazlık, Meşruiyet, Mülkiyet, Sosyal Sözleşme, Tazminat.

The principle of individual freedom, which is the most important value of liberalism and advocates for individuals to act according to their own will, immune from arbitrary and random coercion from others in their decisions and actions, is also the source from which many rights and freedoms protecting the individual against the state and third parties are derived. John Locke, the founder of liberalism and a social contract theorist, who is the philosophical source of modern systems, argued that the state itself is established to protect individual freedom. Locke associated the political power with individuals relinquishing their right to punish those who violate their rights without just cause in a stateless life, for the sake of protection and transferring this right to the state. Therefore, in the philosopher's theory, the fair resolution of disputes concerning individuals' rights is directly related to power and legitimacy. The right to a fair trial emerges as an absolute right derived from individual freedom, established to protect the individual from potential infringements by the state itself and others. It exists within the legal confines intended to safeguard everyone's freedom. The right to a fair trial emerges as a mechanism to protect the domain preserved by these legal limitations. It advocates for the impartial, public, and just resolution of legal conflicts that arise among individuals or between an individual and the state, facilitated by the designated state organs. As a distinctive, innate, and absolute right, the right to a fair trial serves as the safeguard for all other rights and freedoms individuals possess in the modern world, acting as a criterion for the legitimacy of political systems.

Right to Fair Trial, Individual Freedom, Punishment, State, Equality, Law, Legal Dispute, Legitimacy, Property, Social Contract, Compensation.

GİRİŞ

Liberalizm açısından en temel değer olan bireysel özgürlük ilkesi1 bireylerin karar ve eylemlerinde başkasının keyfi iradesine ve keyfi zorlamasına tabi olmadığı bir duruma karşılık gelmektedir2. Sınırsız bir özgürlüğün gerçek anlamda bir özgürlük olamayacağına yönelik savlar3 reddedilemez gerekçelere dayanmaktadır. Gerçek ve ideal bir özgürlük düzenine erişebilmenin yolu, özgürlüğün onu koruyabilmek için sınırlanmasından geçmektedir4. Özgürlüğün esasen onu koruyabilmek için sınırlanması devletin üç temel faaliyetinden biri olan hukuk oluşturmak (yasama) yoluyla gerçekleşmektedir5. Sınırsız bir özgürlük durumunda bireyin sahip olduğunu düşündüğü hak ve özgürlüklerin kullanımı esnasında bir itirazla muhatap olması durumunda geri adım atmasını kendisinden beklemek doğru olmayacaktır. Bireyin herhangi bir hakkına veya özgürlüğüne yönelen bir tehdit veya itiraz karşısında direnç gösterdiği bir senaryonun ise itirazda ya da tehditte bulunan bireylerle arasında bir çatışmaya, toplumsal düzenin selameti ve nihayetinde bireyin özgürlüğü için bir tehlikeye dönüşmeyeceğinin hiçbir garantisi bulunmamaktadır6. Dolayısıyla ideal ya da ideale en yakın özgürlük düzeninin sürdürülebilmesi için tek başına özgürlüğün sınırlanması ya da daha doğru bir ifadeyle hukukun oluşturulması yeterli değildir. Ayrıca sınırlandırılan alanın etkin bir biçimde korunması gerekir.

Liberal düşünürlere göre devlet olarak adlandırdığımız politik örgütlenme biçimi, bireysel özgürlüğü korumak için gerekli olan bu sınırlamanın nasıl yapılacağı, sınırlandırılmış alanı kimin koruyacağı, sınırın nerede olduğu konusunda bir çekişme ortaya çıktığında bu çekişmeyi kimin çözümleyeceği gibi kaygılardan doğmuştur7. Devlet, bu ödevi üç temel işlevle; hukukun oluşturulması, tatbiki (yargı) ve gereklerinin yerine getirilmesi yoluyla gerçekleştirmektedir. Liberaller, ideal bir devlet modelinin sadece hukuki ihtilafları çözmekle sınırlı olarak faaliyet gösteren bir devlet olduğunu, devletin tüm işlevinin uyuşmazlık çözmeye hasredilmesinin gerekli ve meşru olduğunu savunmaktadır8. Bu yargıdan hareketle devletin en temel ödevinin ve kuruluş sebebinin bireylerin doğal haklarından olan bireysel özgürlüğü9 bireysel özgürlüğün bir uzantısı olarak da “hak arama özgürlüğünü” ve “adil yargılanma hakkını” korumak olduğu savunulabilir10.

Çağdaş devletlerin liberal idealin çok uzağında olduğunu belirtmek kaçınılmaz bir zorunluluktur11. Ancak adil yargılanma hakkının bireylerin sahip olduğu diğer tüm hakların, bu bağlamda hukukun neyi gerektirdiği konusunda son sözün söylendiği süreç olan yargılama sürecinin güvencesi olması, bireysel özgürlüklerin korunması konusunda yargısal işlevin önemini artırmaktadır. Liberal teori açısından devletin en temel ödevi ve varlığının başta gelen gerekçelerinden biri olarak adil yargılanma hakkının gerçekleştirilmesi ihtiyacı, yargılama faaliyetini, diğer devlet faaliyetlerine nazaran ön plana çıkarmaktadır12. Öyle ki bu durum çağdaş devletlerde meşruiyetin en asli kaynağı olarak hukuka (yasama faaliyetine) ve özellikle hukukun tatbikine (yargı faaliyetine) dikkati yoğunlaştırmaktadır. Hukukun tatbiki ise ancak adil bir biçimde gerçekleştirildiğinde kendisinden beklenen sonuçları sağlayacaktır.