Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Gündemden Düşmeyen Bir Tartışma: İşçi Alacaklarının Belirsiz Alacak Davasına Konu Edilebilirliği

A Never Ending Discussion: The Admissibility of Employees’ Credits to Unestimable Action of Debt

Ragıp ŞENGÜL

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile belirsiz alacak davası ayrı bir dava türü olarak pozitif hukukta yer edinmiştir. Talep sonucunun belirlenmesinin imkânsız ya da alacaklıdan beklenemeyecek olduğu durumlarda uygulanması amacıyla getirilen bu dava türünün hangi işçi alacakları açısından gündeme gelebileceği gerek doktrinde gerek yargı kararlarında tartışma konusu olmuş, hâlâ da çözümlenebilmiş değildir. Özellikle Yargıtay’ın işçi alacaklarına ilişkin uyuşmazlıklara bakmakla görevli Daire sayısının azaltılması, belirsiz alacak davasına ilişkin mevzuat değişiklikleri işçi alacaklarının bu dava türüne konu edilebilirliğini gündemde tutmaktadır. Ayrıca hâlihazırda dinamik bir yapıya sahip olan iş hukukunun özellikle ülkemizdeki çalışma hayatında meydana gelen süratli değişimlerin bir yansıması olarak daha da dinamik bir yapıya sahip olması da işçi alacaklarının belirsiz alacak davasına konu edilebilirliğinin gündemdeki yerini korumasına yol açan bir başka unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışmamızda belirsiz alacak davasının medenî usûl hukukundaki yeri incelenmiş ve işçi alacaklarının bu özel dava türüne konu edilip edilemeyecekleri doktrin ve güncel yargı kararları dikkate alınarak her bir alacak kalemi açısından ayrı ayrı değerlendirilmiştir.

Belirsiz Alacak Davası, İşçi Alacakları, Talep Sonucu, İşçi Lehine Yorum, İş Hukuku.

With the enactment of the Code of Civil Procedure No. 6100, the unestimable action of debt has taken place in positive law as a separate type of lawsuit. In cases where it is impossible to determine the final claim or cannot be expected from the creditor, this type of lawsuit, which is brought to the agenda in terms of which credits of employees’ may be came to the fore, has been a matter of debate unsolved both in the doctrine and in the judicial decisions. Reduction of the chambers of the Court of Cassation dealing with disputes regarding credits of employees and legislative amendments regarding unestimable actions of debt keep the subject on the agenda. In addition, the fact that the labor law, which has a natural dynamic structure, has gained even more dynamism due to rapid changes in working life causing the issue to maintain it’s place on the agenda. In our study the place of the unestimable action of debt in civil procedure law has been examined and whether credits of employees can be claimed to this special lawsuit is evaluated seperately in terms of each credit by considering the doctrine and current judicial decisions.

Unestimable Action of Debt, Credits of Employees, Final Claim, Interpretation in Favour of Employee, Labour Law.

Giriş

1086 sayılı Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) yürürlükte olduğu dönemde belirsiz alacak davası açılması imkânı bulunmamaktaydı. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte alacaklıya, koşulları oluştuğu takdirde belirsiz alacak davası açabilme imkânı tanınmıştır. HMK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte açılabilmesi mümkün hale gelen belirsiz alacak davasına doktrinde gösterilen ilgi artmış ve buna bağlı olarak özellikle davanın açılabilmesi için gerekli koşulların yorumlanması noktasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bir eda davası türü olan belirsiz alacak davasına işçi alacaklarını konu edinen uyuşmazlıklar dışındaki uyuşmazlıklarda da başvurulmasına karşın, tartışmaların en çok gündeme geldiği alan iş hukuku olarak karşımıza çıkmaktadır1 .

HMK’nın 119/1-ğ maddesi uyarınca dava dilekçesinde talep sonucunun açık şekilde bulunması gerekli2 ise de kimi hallerde davacının, alacağının tamamını net olarak tespit etmesi mümkün olamamaktadır3 . İşte bu durumda hak arama özgürlüğünün yansıması olarak alacaklının belirsiz alacak davası açmasına imkân sağlanmıştır4 . Böylece hak arama özgürlüğünü kullanmak üzere davacının korunması ve talep sonucunu tam olarak belirleyememiş olduğu esnada dava açmasının sakıncalarının bertaraf edilmesi amaçlanmıştır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için alacağın miktarının tam olarak belirlenememiş ya da belirlenebilmesinin objektif olarak imkânsız olması gerekir5 . Başka bir ifadeyle belirsiz alacak davası istisnai bir dava olup, ancak koşullarının mevcudiyeti durumunda ikame edilebilir. Ancak belirsiz alacak davasında talep sonucunun açık şekilde yer almaması, davanın açılabilmesi için gereken harcın özellikle tam eda davasına kıyasla daha az miktarlı olması, zamanaşımını alacağın davaya konu edilen kısmını da aşarak tüm alacak bakımından kesmesi, faiz başlangıcının talep sonucunda yer almayan miktarı da kapsayacak şekilde tüm alacak için geçerli olması gibi sebepler, özellikle işçi alacaklarının belirsiz alacak davasıyla talep edilmesine, başka bir deyişle, özellikle ekonomik açıdan işverene kıyasla dezavantajlı durumdaki işçilerin ağırlıklı olarak bu davayı tercih etmelerine yol açmıştır.

İşçi alacaklarına dair davaların belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı hakkında doktrinde farklı görüşler mevcuttur. Geçmişte Yargıtay’ın 7., 9. ve 22. Hukuk Daireleri arasında da görüş farklılıkları bulunmakta idi. Bunun yanı sıra, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) belirsiz alacak davası yoluyla talep edilen işçi alacağı hakkında bireysel başvuru üzerine vermiş olduğu 22.02.2022 tarihli6 ve 08.06.2023 tarihli7 kararlarının Yargıtay’ın benimsediğinden farklı bir görüşü yansıtması, işçi alacakları ile belirsiz alacak davası arasındaki ilişkiyi farklı bir noktaya taşımıştır. Çalışmamızda belirsiz alacak davasının medenî usûl hukukundaki yeri ve işçi alacaklarının belirsiz alacak davasıyla talep edildiği uyuşmazlıklara ilişkin kararlar incelenmiş, ardından işçi alacakları kategorize edilerek belirsiz alacak davasına konu edilip edilemeyecekleri çeşitli ihtimaller dâhilinde değerlendirilmiştir8 .

I. Belirsiz Alacak Davasının Medeni Usûl Hukukundaki Yeri

Belirsiz alacak davasının pozitif hukukumuzda yer edinmesi HMK’nın yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinde gerçekleşmiştir. HMK Tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sevk edilmesinden sonra, Adalet Komisyonu’nda yapılan görüşmeler neticesinde belirsiz alacak davası başlıklı madde tasarıya ilave edilmiştir9 .

Bu özel dava türüne HMK’da yer verilmesinin birden fazla amacı olduğu görülmektedir10 . Madde gerekçesine göre, hak arayan kişinin alacağının miktarını tam olarak tespit edemediği veya tespit edebilmesinin kendisinden beklenemeyecek olduğu uyuşmazlıklarda kişinin miktarını bilmediği bir alacağın davasını açmaya mecbur bırakılmasının hak arama özgürlüğü ile bağdaşmadığı dikkate alınmıştır. Ayrıca ıslah yolunun yargılama süreci boyunca bir kez kullanılabilmesi nedeniyle dava esnasında talebini artırmak dışında başka bir sebeple bu yola başvuran davacı, artık dava değerini yükseltmek isterse ikinci kez ıslah yolunu kullanamayacağından yeniden dava açmak dışında başka bir hukuki imkânı bulunmamakta, bunun neticesi olarak da usûl ekonomisi zarar görmektedir11 . Oysa belirsiz alacak davasında alacaklı, ıslah yolunu kullanmaksızın, talebini artırabilir12 . Bir başka gerekçe olarak ise, davanın açıldığı tarih itibarıyla alacağın miktarını ya da değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesi davacıdan beklenemez veya imkânsız iken zamanaşımının dava konusu yapılmayan kısım bakımından işlemeye devam etmesi ve bunun neticesi olarak alacağın zamanaşımına uğramasının önüne geçmek için dava değerinin yüksek tutulmaya çalışılmasının gerek davacıya gerekse yargıya verdiği zararı azaltmanın hedeflenmesi belirtilmektedir13 . Zira davanın açılmasıyla alacağın dava edilen kısmı bakımından zamanaşımı kesilmiş olmaktadır14 . Gerçekten, belirsiz alacak davasına başvurabilme imkânının bulunmadığı durumlarda alacaklı, zamanaşımının kesilmesini sağlayabilmek adına dava değerini yüksek tutabilmekte, bunun neticesi olarak gerçekte mevcut olmayan bir değer üzerinden dava ikame edebilmekte, davanın reddedilen kısmı bakımından aleyhine yargılama giderine hükmedilebilmekte, bu kısım daha sonra ilamlı icra takibine konu edilebilmekte, kısacası yargıda iş yükü oluşmasına sebebiyet verebilmektedir. Oysa belirsiz alacak davasının en önemli sonuçlarının başında, alacağın belirlenebilir hale gelmesi sonrasında artırılan kısım bakımından zamanaşımının kesilmesi gelir15 . Özellikle kısmi dava ikame edilmesi halinde dava konusu yapılmamış miktar bakımından zamanaşımının işlemeyi sürdürmesi, belirsiz alacak davasını davacı açısından cazip kılan özelliklerin başında gelmektedir. Nitekim bu durumda alacaklı belirsiz alacak davası ikame ederek hem alacağın tamamı bakımından zamanaşımı def’i ile karşılaşma riskini bertaraf etmiş olacak hem de bunu aleyhine yargılama giderine hükmedilmesi ihtimaliyle karşılaşmadan yapabilecektir.

HUMK döneminde belirsiz alacak davası gibi bir dava türü mevcut olmadığından, bu davanın günümüzde karşıladığı gereksinimlerin ıslah yoluyla giderilmesine çalışılmaktaydı. Zira bu dönemde HUMK’un m. 87 hükmünde yer alan “Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyid edemez.” şeklindeki son cümle AYM’nin kararıyla iptal edilmişti16 . Bu doğrultuda HUMK döneminde müddeabihin ıslah yoluyla artırılması imkânı ortaya çıkmıştır17 . Ne var ki yukarıda belirttiğimiz sebeplerle, ıslah kurumunun işletilmesi de belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı faydaları tam anlamıyla karşılamadığından, uygulamada alacağın miktarını belirleyebilmesi imkânsız ya da kendisinden beklenemeyecek olan davacının bu ihtiyacının giderilebilmesi mümkün olmamış ve belirsiz alacak davası HMK’ya dâhil edilmiştir.

Belirsiz alacak davasının istisnai bir dava olması nedeniyle, açılabilmesi için birtakım koşulların varlığı gerekir. Bunlar; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını veya değerini tam olarak belirleyebilmenin alacaklıdan beklenemeyecek ya da imkânsız olması, alacaklının belirli bir değeri geçici olarak gösterme zorunluluğu ve alacaklının hukuki ilişkiyi somut şekilde ortaya koyması gerekliliğidir18 .

Birinci koşul olarak davanın açıldığı tarihte alacaklının alacağın miktarı veya değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyecek ya da bunun imkânsız olması gerekir. Belirtilen koşul, doğrudan HMK m. 107/1 hükmünün birinci cümlesinden anlaşılmaktadır. Bu belirsizlik, alacaklının hesap yapmasına yarayacak belge ve bilgilerin elinde olmamasından kaynaklanabileceği gibi, mahkemenin gerçekleştireceği araştırma sonucunda alacak miktarının ortaya çıkacak olmasından da ileri gelebilir. Örneğin sözleşme ihlali nedeniyle uğranan zararın tazminini isteyen kimse bakımından zararın hesaplanması pekâlâ mümkün olabilecek iken, bir haksız fiil neticesinde davacının zararını tahsil etmek üzere dava açması halinde tüm zararını hesaplayabilmesi pek çok zaman mümkün olmamaktadır19 .

Alacağın miktarının delillerin tahkikat aşamasında değerlendirilmesi sonucu belirleneceği durumların yanı sıra, uzman bilirkişi tarafından yapılacak bedel hesaplaması da alacağın belirsiz olduğuna işaret eden unsur olarak karşımıza çıkar20 . Ancak yalnızca bu gerekçelerin varlığı belirsiz alacak davası ikame edilmesi için yeterli değildir21 . Bu sayılan sebeplerin belirsiz alacak davasının ikame edilmesi için fikir verdiği, ancak başlı başına davanın açılması imkânı vermediği görülmektedir. HMK m. 107’nin gerek madde metninde gerekse madde gerekçesinde, alacağın miktarı veya değerinin belirlenebilmesinin hangi koşullarda alacaklıdan beklenemeyeceği ya da imkânsız olduğuna ilişkin net bir düzenleme bulunmadığı görülmekte olup, bu konu doktrin ve uygulamaya bırakılmıştır22 .

Davacının dava dilekçesinin talep sonucunda alacağın belirsiz olduğunu belirtmesi tek başına yeterli değildir23 . Zira HMK m. 107/1’in ilk cümlesinde “... alacağın miktarını veya değerini tam olarak belirleyebilmenin alacaklıdan beklenemeyecek olması” ifadesine yer verildiği görülmektedir. Bu çerçevede anlaşılması gereken; dava tarihi itibarıyla davacının Türk Medenî Kanunu24 (TMK) m. 2’de yer alan dürüstlük kuralı kapsamında dürüst, makul ve ortalama zekâya sahip bir insanın göstermesi gereken dikkat ve özeni göstermesine karşın yine de alacak tutarını net şekilde gösterebilmesinin kendisinden beklenememesidir25 . Bir görüşe26 göre, burada İcra ve İflas Kanunu27 (İİK) m. 67’de yer alan icra inkâr tazminatına yönelik, alacağın likit olup olmadığı yönünde Yargıtay tarafından getirilen içtihatların dikkate alınması gerekmekte, bunun alacağın belirsiz olup olmadığının tespitinde önem taşıdığı belirtilmektedir28 . Bir başka görüş, alacağın likit olup olmaması ile alacağın belirli olup olmamasının birbirinden farklı kavramlar olduğunu, getirilen düzenlemelerin de belirsiz alacak kavramını likit alacaktan farklı kıldığını belirtmektedir29 .

HMK m. 107/1’in ilk cümlesinde “... veya bunun imkânsız olduğu hallerde” şeklinde yer verilen ifade ise, alacağı belirlemenin imkânsız olması halini işaret etmektedir. İmkânsızlık halinin ortaya çıkması fiili ya da hukuki imkânsızlık şeklinde olabilir. Fiili imkânsızlık hali fiziksel elverişsizliği barındıran bir durum olup, örnek olarak ciddi bir rahatsızlık nedeniyle hastanede tedavi gören kişinin o esnada zararının miktarını ve tedavinin sonuçlarını bilebilmesinin mümkün olmaması verilebilir30 . Hukuki imkânsızlık bakımından ise kişinin alacağın miktarını belirlemesini sağlayacak bilgi ve belgelere erişebilmesinin mümkün olmaması, örneğin bu bilgi ya da evrakın uyuşmazlığın karşı tarafında bulunması veya alacağın miktarının hâkimin takdirinde olması örnek olarak gösterilebilir31 . Doktrinde bir başka görüş, imkânsızlık durumlarını sübjektif, objektif, hukuki ve geçici imkânsızlık hali olarak nitelendirmektedir32 . Objektif ve sübjektif imkânsızlık kavramlarına Yargıtay 9. HD’nin de bazı kararlarında değindiği görülmektedir33 .

İkinci koşul, dava dilekçesinde belirli bir değeri geçici olarak gösterme zorunluluğu olmasıdır. Buna göre davacının dava dilekçesinin talep sonucunda asgari bir miktarı, geçici olarak belirtmesi gerekir34 . Davacının bildirdiği bu miktara geçici talep sonucu denilmektedir35 . Davacının talep sonucu olarak belirtmesi gereken bu asgari miktarın yanı sıra davanın neticesinde hükmedilmesini istediği azami bir miktarı da belirtmesi gerekli değildir. Zira davacı, belirsiz alacak davası açtığından, yargılama esnasında talep sonucunu kesin olarak belirleyebilecek ve mahkemeye bildirebilecektir. Şayet davacı, davanın ikamesi esnasında bildirdiği asgari miktarı yargılama esnasında belirli hale getirmez ise mahkemece verilecek karar, geçici talep sonucuna göre olacaktır36 .

Davanın asgari bir miktar belirterek açılması zorunluluğunda, asgari miktar ile kastedilen; davacının mevcut olduğunu tespit edebildiği en az miktardır37 . Dolayısıyla burada davacının kişisel takdirine göre dava dilekçesinde belirteceği bir asgari rakamdan söz edilmesi düşünülemez. Bunun başlıca sebebi, dava açılırken belirtilen dava değeri üzerinden karar ve ilam harcının tahsil ediliyor olmasıdır. İlaveten yargılama süresince davacı tarafından tamamlama harcı yatırılarak dava değeri, yani talep artırılmadığı takdirde, karar ve ilam harcı da geçici talep sonucu üzerinden hesaplanmaktadır38 . Harcın kamu düzeni ile doğrudan ilgili olduğu göz önünde bulundurulduğunda, belirsiz alacak davasında asgari miktar bildirilmesinde davacının kendi isteğine göre beyan edebileceği bir dava değerinden söz edilemeyeceği açıkça görülmektedir39 . Zira aksi düşünüldüğü takdirde, az harç ödemek gayesiyle hareket edilmesi anlamı doğar ki, bu da medenî usûl hukuku bakımından da geçerli olan ve HMK m. 29/1’de yer alan dürüstlük kuralına aykırılık teşkil eder40 . Bu çerçevede davacının belirsiz alacak davasını ikame ederken, söz gelimi 20.000,00-TL’lik bir alacağı olduğu durumun hal ve koşullarından anlaşılıyor olmasına karşın 100,00-TL üzerinden dava açmasının hukuka uygun olduğu söylenemez. Bu durumda HMK m. 120/2 dikkate alınarak, mahkemece eksik harcın tamamlatılması için davacıya iki haftalık kesin süre verilmesi, aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılacağının ihtar edilmesi gerekir.

Ancak uygulamada işçi alacaklarının belirsiz alacak davasıyla talep edildiği durumlarda dava dilekçesinde talep sonucunun sembolik ve düşük miktar olarak belirtildiği görülmektedir41 . Bu hususun açıkça uyuşmazlığın mahiyetinden anlaşıldığı durumlarda dahi tahkikatın davacının belirleyebileceği asgari miktarın altında açılan dava bakımından sürdürüldüğü, delil toplanmasına devam edildiği, hesaplama için bilirkişi raporunun alındığı, kısacası tahkikat aşamasının sonuna yaklaşıldığı zamana kadar davanın görülmeye devam ettiği anlaşılmaktadır. Son derece olağan bir uygulama haline gelmiş olan bu durum, belirsiz alacak davasının faydalarını ve işlevini gölgeler niteliktedir.

Üçüncü koşul alacaklının uyuşmazlığa konu hukuki ilişkiyi net şekilde ortaya koyması gerekliliğidir. Zira belirsiz alacak davasında belirsizlik unsuru talep sonucu bakımından söz konusudur, yoksa hukuki ilişkinin belirsizliğinden söz edilemez. Hukuki ilişkiden anlaşılması gereken; HMK m. 119/1-e maddesinde yer verilen maddi vakıalardır. Zira HMK m. 107/1’de davacının hukuki ilişkiyi bildirmesi gerektiği açıkça madde lafzından anlaşıldığı gibi, aynı maddenin ikinci fıkrasında da davacının iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın yapabileceği işlemin yalnızca alacağın değerini veya miktarını artırabilmesi olduğu görülmektedir42 .