Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Paylı Mülkiyete İlişkin Paradigmalar ve Türk Medeni Kanunu’nun Tutumu

The Paradigms Regarding the Joint Ownership and the Approach of the Turkish Civil Code

Burak ÖZEN

Eski Türk Medeni Kanunu, tek kişi mülkiyetini asıl saymıştır. Bu nedenle paylı mülkiyeti geçici bir düzen olarak tasarlamıştır. Buna karşılık, yeni Türk Medeni Kanunu’nun tutumu farklıdır. Paylı mülkiyet düzeni geçici bir düzen olarak görülmemiş, bu düzenin kalıcılığını sağlayacak yasal düzenlemeler getirilmiştir. Bu yazıda her iki düzen arasındaki farklar ele alınmaya çalışılmıştır. Bu yapılırken yeni Türk Medeni Kanunu’nun getirmek istediği düzenle çelişen düzenlemelerine özellikle değinilmiştir.

Paylı Mülkiyet, Kullanma ve Yararlanma, Yönetim, Paydaşlığın Giderilmesi, İntifa Hakkı.

The previous Turkish Civil Code had determent the sole ownership as the main type of ownership. Because of this determination the concept of joint ownership had been designed as a contemporary order. However the approach of the current Turkish Civil Code is otherwise. The joint ownership order is not a contemporary order anymore and legal regulations that could maintain the permanence of the mentioned order are brought. Through this article the differences between both orders are examined. The regulations that contradict the new order have been specificly studied throghout the said article.

Joint Ownership, Usage and Utilization, Management, Termination of Joint Ownership, Usufruct.

I. TEK KİŞİ MÜLKİYETİ-TOPLU MÜLKİYET AYRIMI

Eşya üzerinde tek bir mülkiyet hakkı olabileceğini biliyoruz. Şu hâlde, kural olarak, eşyanın belirli kısımları üzerinde farklı kişilere ait birden fazla mülkiyet hakkı olamaz. Elbette bu kuralın istisnaları olabilir. Örneğin arsa üzerinde bulunan ve bu taşınmazın bütünleyici parçası olan bir yapı, üst hakkı irtifakı sayesinde arsa malikinden başkasına ait kılınabilir. Gerçi arsa üzerindeki mülkiyetin kapsamına, kural olarak, arsa üzerindeki yapılar, bitkiler ve kaynaklar da dâhildir (TMK m. 718 f. 2)1 . Teferru (üst arza tabidir) ilkesi bunu gerektirir. Öyle ki, bütünleyici parça için yasada aranan koşulların, arsa üzerindeki yapılar, bitkiler ve kaynaklar için gerçekleşip gerçekleşmediğini ayrıca araştırmaya bile gerek yoktur. Bütün bunlar yasa uyarınca arsanın bütünleyici parçası sayılırlar2 . Arsanın bütünleyici parçası sayılan yapılar ve bitkiler, bağımsız bir eşya niteliği taşımadıkları için başlı başına mülkiyete konu olamayacak, arsa üzerindeki mülkiyet yapıları ve bitkileri de kapsamına alacaktır. İşte arsa üzerindeki mülkiyeti kayıtlayan bir üst hakkı irtifakı kurulduğunda, arsa mülkiyeti ile üzerindeki yapının mülkiyetini ayrıştırmak mümkün olmakta, yapının mülkiyeti üst hakkı sahibine ait kılınabilmektedir. Gerçi yapı üzerindeki mülkiyet üst hakkına bağlı bir yetki olduğuna göre, üst hakkıyla birlikte el değiştirecektir. Ama yine de teferru ilkesine bir ayrık gelmiş olduğu da açıktır. Bu ayrık üst hakkı devam ettiği sürece devam eder, üst hakkı (şu veya bu sebepten ötürü) sona erdiği anda ana kurala dönülür. Bir başka deyişle, üst hakkı sona erdiği anda, yapı bağımsız mülkiyet konusu olamaz hâle gelir ve yapı üzerindeki mülkiyet arsa mülkiyetinin kapsamına girer3 .

Yukarıda belirtildiği gibi eşya üzerinde tek bir mülkiyet bulunur. Eşya üzerindeki bu tek mülkiyet hakkı eşyanın her bir zerresini kapsar. Buna göre, arsa üzerindeki yapının kimi odalarının birisine kimi odalarının başkasına; bir otomobilin ön kısmının birisine arka tarafının başkasına ait olması söz konusu olmaz4 . Ne var ki, eşya üzerindeki bu tek mülkiyet bir kişiye ait olabileceği gibi, birden fazla kişiye de ait olabilir. İşte bu ikinci durumda toplu mülkiyetten söz ediyoruz. Toplu mülkiyetin asıl görünümünün de “paylı mülkiyet” olduğunu ayrıca biliyoruz. Roma’dan kalma paylı mülkiyet toplu mülkiyetin asıl görünümünü oluştururken, Cermen Hukuku’nun “elbirliği mülkiyeti” ancak yasa tarafından özel olarak tasarlanmış belirli ilişkilerin (elbirliği topluluklarının) varlığına bağlı olarak ortaya çıkar.

II. ASIL OLAN TEK KİŞİ MÜLKİYETİ MİDİR?

Şimdi temel bir soru soralım: Yasa koyucunun nezdinde asıl olan tek kişi mülkiyeti midir? Eğer öyleyse, aynı yasa koyucu, toplu mülkiyeti arzu edilmeyen ve istenmeden katlanılacak bir durum olarak görecektir. Yoksa yasa koyucu tek kişi mülkiyetiyle toplu mülkiyet arasında ayrım yapmamakta, her ikisini de olağan mülkiyet rejimleri olarak görmekte, biri lehine diğeri aleyhine bir değer hükmü taşımamaktadır mı diyeceğiz? Yasa koyucunun bu bakış açılarından hangisine sahip olduğunu nasıl anlarız? Kuşkusuz yasayı hazırlayanların kalbini açıp okuyacak değiliz. Gizli birtakım niyetlerin açığa çıkmasına uğraşılacak da değildir. Yasanın kendi içerisinde yer alan bazı belirtiler, belli bir mülkiyet rejimi için yasa koyucu tarafından tasarlanmış model, ele aldığımız sorun açısından saptama yapmaya olanak verecektir. Ne var ki bu fikri çaba gösterilirken, “bütün bu söylenenler retorikten ibarettir” tarzındaki yorumlara muhatap olunacağı da kesin gibidir.

Yasa koyucunun paylı mülkiyet rejimini olağan kabul etmediğini ve sürekliliğini arzu etmediğini gösteren en önemli belirti, bu rejime ilişkin düzenlemelerin olabildiğince çabuk bir biçimde tek kişi mülkiyetine geçişi teşvik etmesidir. Paylı mülkiyet rejimi, sürekli olarak anlaşmazlıkların doğmasına zemin hazırlayan ve bu anlaşmazlıkların giderilmesi için yasa tarafından özel birtakım tedbirlerin gösterilmediği bir rejim olarak biçimlendirilmişse, böyle bir durum var demektir. Öyle ki, paydaşlar, anlaşmazlık kaynağı bir mülkiyet yapısını devam ettirmek yerine, tez zamanda paydaşlığın giderilmesini arzu edecek hâle getirilirler.

III. ESKİ MEDENÎ KANUN’UN TEK KİŞİ MÜLKİYETİNİ ASIL SAYMASI

Eski Medeni Kanun’umuzun paylı mülkiyeti ele alışı, tek kişi mülkiyetinin asıl sayıldığı bir bakış açısını işaret eder. Söz gelimi Eski Medenî Kanun zaviyesinden baktığımızda, paylı mülkiyet konusu malın kullanılmasına ve bu maldan yararlanmaya ilişkin olarak paydaşlar arasında yapılan sözleşmelerin, sonradan paydaş olanları bağlamadığını görürüz. Sonradan paydaş olanlar, kendilerinden önce kullanma ve yararlanmaya ilişkin olarak yapılan sözleşmelere taraf olmadıklarını, bu sözleşmelerde yer alan düzenlemelerin kendilerine karşı ileri sürülebilir bir hak sağlamadığını ileri sürebilmektedirler. Böylelikle paydaşlar arasında kalıcılığı teminat altına alınmış bir kullanma ve yararlanma düzeni oluşturulamamaktadır. İşte bu tablo, paylı mülkiyet rejiminin “geçici” bir rejim olarak tasarlandığını gösterir. Paylar el değiştirip yeni paydaşlar ilişkiye dâhil olduğunda, bir anlaşmazlık ortaya çıksın ve paydaşlığın giderilmesi yoluna başvurulsun isteniyor gibidir. Paydaşlığın giderilmesi yoluna gidilmesi, ister aynî paylaşım isterse nakdî paylaşım söz konusu olsun, tek kişi mülkiyetine geçişi sonuçlandırır.

Yine Eski Medeni Kanun zamanında, paylı mülkiyet konusu malın yönetimine ilişkin paydaşların karar alamadığı durumlarda, yargıçtan karar alınabilmesi olanağı yasa tarafından öngörülmemiştir. Yönetime ilişkin karar almada ortaya çıkan tıkanıklığın yargıca başvurarak aşılmasının öngörülmemesi, yine bir an önce bir arıza çıksın ve bu arızanın giderilmesi için çıkar yol bulunamayınca paydaşlığın giderilmesi yoluna başvurulsun anlamına gelir. Önemli denilebilecek bir yönetim işinin kotarılması için paydaşlar bir araya gelip karar alınamıyorsa, yargıçtan paydaşların kararı yerine geçecek bir karar alınması yolu da kapalıysa, paydaşlığın giderilmesini isteyip bu sorunlu ilişkiye son vermek tek çıkar yol olarak görülecektir5 .