Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Yerleşim Yerine İlişkin Bazı Tespit ve Değerlendirmeler

Some Facts and Aspects Regarding to Residency Status

Eda ERDEM

Roma hukukundan beri bireyin temel hak ve özgürlüklerini uygun bir şekilde kullanabilmesi için yerleşim yeri (domicile) kavramına ihtiyaç duyulmuştur. Öyle ki, söz konusu kavram tebligatın yapılması, yetkili mahkemenin belirlenmesi, yabancılık unsuru içeren davalarda uygulanacak hukukun belirlenmesi gibi birçok amaç için kullanılmaktadır. Ancak, hukuki öngörülebilirliğin arttırılabilmesi için yerleşim yeri kavramına ilişkin ilkelerin belirlenmesi gerekmektedir.

Gereklilik İlkesi, Teklik İlkesi, Mutad Mesken, İradi Yerleşim Yeri.

The concept of residency (domicile) has been needed in order for the individual to use his/her fundamental rights and freedoms appropriately. So that the concept in question is used for many purposes such as making the notification, determining the jurisdiction issues, determining the applicable law in cases involving foreign elements. However, in order to increase legal predictability, it is necessary to determine the principles related to the concept of residency.

Principle of Necessity, Principle of Uniqueness, Habitual Residence, Voluntary Settlement.

GİRİŞ

Çalışmamız kapsamında yerleşim yeri kavramı ve bu kavrama ilişkin ilkeler açıklanacak ve iradi yerleşim yeri konusu söz konusu ilkeler ışığında değerlendirilecektir.

İnsanlar için bir yere ait olma duygusu her ne kadar ihtiyaç olsa da değişim de kaçınılmazdır. Bu nedenle, insanın bir yerde sabit bir şekilde kalması beklenemez. Bir yandan, insan yaşamının değişim ve hareket gerektirmesi söz konusuyken bir yandan insanın hukuki ilişkileri bakımından bir yerde yerleşik olması zorunluluğu hasıl olmaktadır. Bu zorunluluk, yerleşim yeri (ikametgah) kavramının ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Yerleşim yeri kavramı, 4721 sayılı Medeni Kanun’un “tanım” kenar başlığını taşıyan 19. maddesinde “Yerleşim yeri, bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir” şeklinde açıklanmıştır. Bir kimsenin yerleşim yeri, ‘iradi’, ‘kanuni’ veya ‘itibari’ şekilde somutlaştırılabilmektedir. Dolayısıyla; tanımın kenar başlığı her ne kadar genel bir başlık gibi gözükse de, aslında yalnızca ‘iradi’ veya ‘bağımsız1 ’ yerleşim yerine işaret etmekte olup kişinin yerleşim yerinin kanunen belirlendiği veya varsayıldığı halleri kapsamamakta ve yerleşim yeri kavramını açıklığa kavuşturmamakta, yerleşim yerinin ne şekilde saptanacağını belirlemektedir2 .

Yerleşim yeri kavramının birtakım özelliklerini incelemeye geçmeden önce, bu kavramın hukuken önemini değerlendirmek isteriz. Nitekim, yerleşim yeri, her bireyin yaşamında önemli bir yer taşımaktadır. Yerleşim yeri bir kişinin hem kendisi için hem de bu kişiyle hukuki münasebet içerisinde bulunan diğer kişiler için fazlaca önem taşıdığından kamu menfaati açısından da önem arz eden, hukuk disiplinin önemli bir kavramıdır3 . Kişilerin yerleşim yerlerinin mevcut olması öncelikle bizzat kendileri için büyük bir kolaylık sağlamaktadır; zira, bir kimsenin en azından bir yerde kesin olarak bulunabileceğinin bilinmesi halinde, o kişinin davalarının görülmesi, o kişiyi ilgilendiren tüm ihbarların, ihtarların, tebligatların kendisine karşı bu yerde yapılması zorunludur. Vergi, seçim, yasalar çatışması halinde uygulanacak ulusal hukukun seçimi ve bu suretle kişilerin bu hususlardan en çabuk şekilde haberdar olması sağlanmış olur4 . Özetle, kişinin yerleşim yerinin belirli olması hem kamu hukuku hem yargılama hukuku hem de o kişi ile hukuki münasebetlere giren diğer kişiler açısından oldukça önemlidir. Zira, üçüncü kişilerin, ilgilisinin yerleşim yerine yapılmış olan tüm işlemlerin o kişinin eline varmış olduğunu kabul etme hakları vardır. Böylece toplumda işlem güvenliği de sağlanmış olur.

Yerleşim yerinin önemine ilişkin bazı çeşitli hukuk disiplinlerinden örnekler verecek olursak; öncelikle Medeni Kanun’una göre birçok davada yetkili kılınan mahkeme, davanın taraflarından birinin yerleşim yerinin bulunduğu yere göre tespit edilir5 . Örneğin; evliliğin feshi ayrı bir dava ile istenecekse, bu dava davacının yerleşim yeri mahkemesinde açılır (TMK md. 131/I, 131/II), gaiplik kararı verme yetkisi, gaibin son yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesine aittir (TMK md. 31/II). Bir boşanma davasında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yerin bulunduğu yer mahkemesidir (TMK md. 168). Vesayet işlerinde yetkili makam, vesayet altındaki küçüğün veya kısıtlının yerleşim yerindeki vesayet daireleridir (TMK md. 411). Para borçlarının kural olarak alacaklının borcun ifa edileceği zamandaki yerleşim yerinde ödenmesi gerekir (TBK md. 89).

Medeni Usul Hukuku bakımından, yer bakımdan yetkilerin tespiti konusunda genel bir hüküm mevcuttur (HMK md. 6). Söz konusu hükme göre, davalının yerleşim yeri mahkemesi, aksine bir hüküm bulunmadıkça, bütün davalar için yetkilidir. Kuralın arkasında yatan neden herkesin hukuk kurallarına uygun bir şekilde hareket ettiğinin varsayımıdır. Davacı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekle mükelleftir. Bu sebeple davalının olduğu yere gitmek konusunda davacıya bir külfet yüklenmiştir6 . Nitekim aksi ispat edilene kadar davalının haklı sayılmasına bağlı olarak, davalıya asgari zahmet ve masraf yüklemek gerekir7 .

Milletlerarası özel hukuk bakımından da kişinin uzun yıllar oturduğu, aile ve iş ilişkilerini kurduğu ve kişiye en yakın bağlanma noktası olarak yerleşim yeri kabul edilmiştir8 . Bu kapsamda, hem yetkili hem de görevli mahkemenin belirlenmesinde yerleşim yeri kavramının kullanılması gerekmektedir. MÖHUK madde 40 uyarınca, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi iç hukukun yer itibariyle yetki kurallarına göre belirlenir. Bu nedenle yukarıda belirtmiş olduğumuz MK ve HMK’da yer alan yetkili mahkemenin yerleşim yeri esasına bağlı olarak belirlendiği hükümler, yabancılık unsuru içeren bir uyuşmazlıkta Türk mahkemelerinin yetkisi belirlenirken de etkili olacaktır. Ayrıca MÖHUK’ta özel yetki kuralıyla tesis edilmiş olan Türklerin kişi hâllerine ilişkin davalar (md. 41), yabancıların kişi hallerine ilişkin bazı davalar (md. 42.), miras davaları (md. 43), iş sözleşmesi ve iş ilişkisi davaları (md. 44), tüketici sözleşmesine ilişkin davalar (md. 45) ve sigorta sözleşmesine ilişkin davalar bakımından da (md. 46) yerleşim yeri kavramına yer verilmektedir. Yerleşim yeri kavramı, MÖHUK kapsamında uygulanacak hukukun belirlenmesinde de kullanılan bir kavramdır. Örneğin MÖHUK madde 24(4)’e göre sözleşmeden doğan borç ilişkilerine uygulanacak hukukun taraflarca kararlaştırılmamış olması hâlinde sözleşmeye en sıkı ilişkili hukukun uygulanması gerekir. En sıkı ilişkili hukuk ise karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilmektedir.

Yine, MÖHUK madde 4(a) gereğince vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri, bulunmadığı hâllerde mutad mesken o da yok ise dava tarihinde bu kişilerin bulunduğu ülke hukuku uygulanacaktır. Görüldüğü üzere, MÖHUK’ta yer alan bu hükümle birlikte, milletlerarası özel hukukta sıklıkla kullanılan milli hukuk kavramı, vatansızlar ve mülteciler için bulunmadığından9 , milli hukuka en yakın ikinci hukuk olarak görülen yerleşim yeri kavramıyla bu ihtiyaç giderilmeye çalışılmaktadır.

Özetle, bir kimsenin yerleşim yeri, hukuki hak ve sorumlulukların tayini bakımından önemli bir etkiye sahiptir. Hukukumuzda pek çok işlem için bu denli önemli olan ‘yerleşim yeri’ kavramı, 4721 sayılı Medeni Kanun’umuzun 19 ila 22. maddeleri arasında düzenlenmiş bir müessesedir ve 743 sayılı önceki Medeni Kanun’a göre bazı değişiklikler içermektedir. Bu çalışmada yerleşim yeri kavramı yukarıda açıklamış olduğumuz yönleriyle değerlendirilecektir.

I. TERİME İLİŞKİN TESPİTLER

Öncelikle belirtmek gerekir ki, 743 Sayılı Medeni Kanun’un 19. maddesinde yerleşim yeri kavramı yerine ‘ikametgâh’ terimini kullanılmaktaydı. Ancak, buna rağmen, bazı yazarlar, ‘ikametgâh’ terimi yerine ‘konut’ terimini kullanmaktaydı10 . Ancak konut, ‘yerleşme amacı koşulu aranmaksızın bir kişinin oturduğu yer’ olarak tanımlanmış olup mesken anlamında da kullanılmaktadır11 . Bir kimsenin konutu yerleşim yeri olabileceği gibi yerleşim yeri her zaman için konutu olmaz. Bir yerin konut olabilmesini kanun koyucu bir takım özel şartlara bağlamamışken bir yerin bir kimsenin yerleşim yer olabilmesini kanun koyucu bir takım özel şartlara bağlamıştır. Bu sebeplerle ‘konut’ ya da ‘mesken’ kavramının ‘yerleşim yeri’ kavramı yerine kullanılması doğru değildir12 .

‘Mesken’ yalnızca ‘fiili’ bir duruma işaret eder13 . Bir kimsenin fiilen oturduğu her yer mesken olabilir. Bir kimsenin kışlık, yazlık, dağ evi, geçici bir süre için konakladığı akrabasının veya arkadaşının evi, bir baraka, çadır, kulübe dahi kişinin meskeni olabilir. Fakat ‘ikametgah’, kişinin hukuken oturduğu yerdir14 . Yerleşim yeri kavramının fiili oturma yerini karşılamaması sebebiyle oluşan durumlardan dolayı yerleşim yeri kavramı yerinden farklı olarak mutad mesken kavramının kullanıldığı görülmektedir15 . Kişilerin yerleşme niyeti olmadan fiilen yaşamakta olduğu yeri ifade eden mutad mesken kavramı geçici çalışma veya öğrenme faaliyetlerinde bulunan kişilerin bulundukları yeri ifade etmek için kullanılmaktadır16 .

Yerleşim yerinin Yeni Medeni Kanun’daki lafzına bakıldığında ise görülmektedir ki, bugün ‘ikametgâh’ tabirinden vazgeçilmiş olsa bile, yerine getirilen kavram ‘konut’ ya da ‘mesken’ değil, ‘yerleşim yeridir’. 4721 sayılı Medeni Kanunumuzla ‘ikametgah’ kelimesi yerine getirilen ‘yerleşim yeri’ ibaresi anlam açısından bir farklılık yaratmamış olup sadece günümüz diline uygun hale getirilmiştir.

II. YERLEŞİM YERİNE İLİŞKİN İLKELER

Yerleşim yerinin önemi sebebiyle bu kavrama ilişkin bir takım ilkeler kabul edilmiştir. Yerleşim yerine gereklilik ve teklik ilkeleri hâkimdir17 . Bazı yazarlar, bu iki unsura ek olarak ‘süreklilik’ denen bir ilkeden de bahsetmektedirler18 . Bu ilkeler kanunda açık bir şekilde belirtilmemiş olup, yerleşim yerine ilişkin bazı hükümler gereği zorunlu olarak ortaya çıkmıştır.