Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Europa: Nazi Almanyası’na Varoluşsal Bir Bakış

Melike AKKARACA KÖSE

Bu yazıda gerek Nazi Almanyası’na sunduğu farklı bakış açısı gerek II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’yı ele alışı gerekse iktidar ilişkilerine getirdiği varoluşçu eleştiri ile sinema tarihinde ayrı bir yere sahip olan Von Trier’in Europa filmi analiz edilmektedir. 

Von Trier, Europa, Varoluşçuluk, Nazi Almanya’sı, II. Dünya Savaşı.

Von Trier’in her filmi Avrupa sinemasının en etkileyici örnekleri olmalarının yanı sıra insan ve iktidar arasındaki ilişkiye getirdiği özgün yaklaşımı ile derin birer siyasi eleştiridir. Von Trier’in 1991 tarihli Europa filmi Europe isimli üçlemesinin son filmidir.

Trier Europa filminde Nazi Almanyası’na oldukça farklı bir noktadan, ikinci dünya savaşı sonrası Almanya’dan bakar. Klasik Nazi Almanyası eleştirilerinden farklı olarak film siyah-beyaz iyi – kötü zıtlıklarında seyretmez, bizi insan olmanın gri dünyası ile yüzleştirir. Filmde Amerikalı genç idealist Leopold Alman amcası Bay Kessler’in yanına yıkılmış Almanya’ya ‘biraz şefkat göstermek’ için gelmiştir ve gönüllü olarak Alman demiryollarında kondüktör olarak çalışmaya başlar. Bir savaş karşıtı olan Leo’nun Almanya’nın kendine özgü kültürü ve tarihsel koşulları hakkındaki saflığında ve cehaletinde Trier Amerikan müdahaleci idealizminin körlük derecesinde iyimser yanına, yardıma geldiği topluma merhamet göstermesindeki yukarıdan bakışına ve hümanist yanılgılarına ayna tutmaya çalışır. Amcası Leo’yu Amerikalıların merhametine muhtaç kalmış olan Almanların hepsinin ondan nefret edecekleri konusunda uyarır ve biraz alçakgönüllülük tavsiye eder. Aslında bu anlamda uluslararası insani müdahalelerin tümüne halen yöneltilebilecek bir eleştiri olarak film güncelliğini korumaktadır. Aslında film sadece bu ana hattı üzerinden okunduğunda Leo’nun saflığı ve deneyimsizliği yüzünden kendisine tamamen yabancı bir ortamda nasıl hem Naziler hem de Amerikalı güçler tarafından bir maşa olarak kullanıldığının ve kurbanı olduğu komplolar sonucunda kendisini bir trene bomba yerleştirirken bulduğunun hikayesidir.

Europa tren raylarında başlar tren rayları ile biter; filmin büyük bir kısmı trende geçer. Kullanılan tren metaforu aslında aynı zamanda filmin varoluşsalcılık ile kaderciliğin sürekli çarpıştırıldığı diyalektik yapısına da iskelet olur. Film boyunca Leo kim olduğunu bilemediğimiz bir dış ses tarafından basit emirlerle yönlendirilir ve yönetilir. Bu ses içselleştirilmiş iktidarın sesi olduğu kadar kaderin boyun eğdiren kaçınılmaz sesi de olabilir. Leo’ya Almanya’ya gitmesini/gideceğini emreden bu ses Leo’nun ölümünden sonra da konuşmaya devam eder. Film akıp giden raylar üzerinde bu ses ile başlar.