Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

1961 Anayasası’nın Türk Anayasacılığındaki Yeri ve Önemi

The Place and Importance of the 1961 Constitution in Turkish Constitutionalism

Fatih ÖZKUL

Ülkemizde muhalefet görevini üstlenen altı partinin “Bilkent Deklarasyonu” ismi ile yayınladıkları güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışmasında 1961 Anayasası, “dar kalıplı ve “vesayetçi” biçiminde tanımlanarak eleştirilmiştir. Gerçekten de siyasi parti temsilcilerinin hazırladığı güçlendirilmiş parlamenter sistemin ayrıntılarının anlatıldığı Bilkent Deklarasyonunda, 1961 Anayasası ile ilgili ifadeler tartışmaya değer niteliktedir. Deklarasyon, 1961 Anayasası’nı tekrar gündeme getirmiştir. Kimi yazarlarca anayasa tarihimizin en ileri anayasası olarak görülen 1961 Anayasası, özellikle bazı siyasetçiler tarafından ülkenin sosyolojik unsurları ile bütünlük sağlayamadığı için eleştiri konusu yapılmıştır. Genel olarak konuya baktığımızda, 1961 Anayasası hakkında söylenmesi gereken ilk şeyin çoğulcu, özgürlükçü ve hukukun üstünlüğüne dayalı, demokrasi yönünde yapılmış bir anayasa olduğudur. Ayrıca 1961 Anayasası’nın özellikle temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeleri incelendiğinde, çağdaşlarına göre de örnek bir anayasa olduğu anlaşılmaktadır. 1961 Anayasası en çok, güçsüz hükümetlere yol açtığı iddiasıyla eleştiriye uğramıştır. 1961 Anayasası’nın uygulandığı zaman dilimi içerisinde, yürütme organının ve parlamentonun tıkandığı, karar alamadığı, politika üretemediği süreçlerin yaşandığı bir gerçektir. Ancak bunun sebebi, Anayasa’dan ziyade parti sayısının çokluğu, hükümetlerin yasama organında istikrarlı, disiplinli, tutarlı bir çoğunluk tarafından desteklenmemiş olmaları ve uygulanan seçim sistemidir. Kanaatimizce 1961 Anayasası haksız şekilde eleştirilmemeli, aksine sağlamış olduğu kazanımlardan ders alınmalı, bıraktığı mirastan faydalanılmalıdır.

Anayasa, 1961 Anayasası, 1961 Anayasası’na Getiriler Eleştiriler, Çoğulcu Anayasa, Anayasanın Üstünlüğü.

In the strengthened parliamentary system work of the six parties that took on the duty of opposition in our country, the 1961 Constitution was criticized by being defined as “narrowly molded and “tutelage” which is published under the name “Bilkent Decleration”. Indeed, in the “Bilkent Declaration”, in which the details of the strengthened parliamentary system prepared by the representatives of political parties are explained, the statements about the 1961 Constitution are worth discussing. The Declaration brought the 1961 Constitution back to the agenda. The 1961 Constitution, seen by some writers as the most advanced Constitution in Turkish history, was criticized by some politicians, especially because it could not integrate with the sociological elements of the country. When we look at the subject in general, the first thing to be said about the 1961 Constitution is that it is a constitution made in the direction of democracy, which is pluralistic, liberal and based on the rule of law. In addition, when the regulations regarding the fundamental rights and freedoms in the 1961 Constitution are examined, it is also understood that it is an exemplary constitution compared to its contemporaries. The 1961 Constitution was most criticized for allegedly leading to weak governments. It is a fact that there were processes in which the executive branch and parliament were blocked, unable to take decisions and produce policies during the time period when the 1961 Constitution was implemented. However, the reason for this is the large number of parties rather than the Constitution, the governments not being supported by a stable, disciplined and consistent majority in the legislature. In our opinion, the 1961 Constitution should not be criticized unfairly, on the contrary, lessons should be learned from its achievements and the legacy it left behind should be utilized.

The Constitution, The 1961 Constitution, The Criticisms of the 1961 Constitution, Pluralistic Constitution, Supremacy of the Constitution.

GİRİŞ

28 Şubat 2022 tarihinde muhalefet partileri tarafından gerçekleştirilen hükümet sistemi arayışları konulu çalışma sonucunda, rasyonelleştirilmiş parlamenter sistem bir hükümet modeli önerisi olarak tartışılmış ve imzalanan metin de kamuoyu ile paylaşılmıştır. Anılan çalışmada 1961 Anayasası, “dar kalıplı” ve “vesayetçi” biçiminde tanımlanarak eleştirilmiştir.1 Ancak kanaatimizce 1961 Anayasası2 ile ilgili olarak ifade edilen bu düşüncelerin üzerinde tartışılması ve Anayasa’nın yeniden hatırlanması gerekmektedir.

Bilindiği üzere anayasa, bir devletin hukuki yapısını oluşturan, kurumların yetkilerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen, temel hak ve hürriyetleri belirleyen temel ve en üst hukuk kurallarından oluşmaktadır.3 Anayasa aynı zamanda devletin ideolojisini de ifade etmektedir.4 Anayasayı yapan kurucu iktidar, nasıl bir yönetim kabul ettiğini, vatandaşlarının devlet karşısındaki konumunu, haklarını, sorumluluğunu, devletin vatandaşlarına olan görevlerini anayasada belirtir.5 Anayasanın dayandığı temel felsefeyi ihtiva eden bu kurallar genelde başlangıç kısmında düzenleme altına alınmaktadır.6

Anayasacılık tarihimize baktığımızda 1876 yılından beri bir anayasaya sahip olduğumuz anlaşılmaktadır. İlk Osmanlı Anayasası olan 1876 Anayasası’nı 1921 ve 1924 Anayasaları, sonrasında ise 1961 ve 1982 Anayasaları takip etmiştir. Kanaatimizce 1961 Anayasası bu çizgide önemli bir yere sahip olup, yapı ve felsefe bakımından diğer Anayasalarımızdan ayrılmaktadır. Ülkemizin dördüncü Anayasası olan 1961 Anayasası, 27 Mayıs Askeri Darbesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Söz konusu askeri darbe Demokrat Parti (DP) hükümetine karşı yapılmış ve yeni anayasa yapılırken askeri müdahale öncesi dönemin koşulları dikkate alınmıştır.7 1961 Anayasası’nı daha iyi anlayabilmek için, yeni anayasanın yapım koşullarının ve bu ihtiyaca sebep olan nedenlerin de ortaya konulması önem arz etmektedir. Ancak bizim bu çalışmadaki temel amacımız, 1961 Anayasası ile getirilen sistemin dar kalıplı ve vesayetçi bir anlayış sergileyip sergilemediği hususunu ortaya koymaktır. Bu sebeple çalışmamıza, 1961 Anayasası öncesi gelişen siyasi ve toplumsal olayları açıklamakla başlayacak, devamında 1924 ve 1982 Anayasaları da gözetilerek, Anayasa’nın temel özelliklerini, getirdiği kurumları ve uygulandığı dönemi inceleyerek kendi kanaatimiz olan, 1961 Anayasası’nın dar kalıplı ve vesayetçi nitelikte tanımlanamayacağı sonucuna ulaşacağız.

I. 27 MAYIS 1960 ASKERİ DARBESİ VE 1961 ANAYASASI’NIN YAPIM SÜRECİNE ETKİ EDEN FAKTÖRLER

Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) ayrılanların kurduğu DP, 1950 yılında iktidara gelmiş ve devam eden 1954 seçimlerini de kazanmıştır.8 DP, Türk siyasi tarihinde önemli bir yere sahiptir. DP’nin iktidara gelişi ile birlikte, cumhuriyetin ilanından beri devleti yöneten CHP’nin egemenliği son bulmuş, gerçek anlamda çok partili siyasal hayata geçilmiştir.9 DP iktidara ilk gelişinde, gerek ekonomik gerekse temel hak ve hürriyetler konusunda önemli başarılara imza atmıştır.10 Bu gelişimin, 1954 seçimlerinin DP tarafından kazanılmasından sonra da bir müddet devam ettiği söylenebilir.11 Ancak 1957 seçimleri öncesine gelindiğinde, devlet idaresine karşı hem halk hem de CHP tarafından hoşnutsuzlukların dile getirildiği gözlenmektedir.12 1957 seçimleri öncesinde, DP ile muhalefet partileri arasındaki anlaşmazlıkların daha kırıcı ve sert bir alana taşınması ile birlikte, DP tarafından “vatan cephesi” oluşturulmuştur.13 Vatan cephesinin oluşturulması ile birlikte, hem muhalefet ile iktidar, hem de vatandaşların kendi arasında gerginlikler yaşanmaya başlamıştır.14 1957 seçimlerini de DP kazanmış, ancak muhalefet partileri meclisteki üye sayılarını artırmak suretiyle milletvekili sayısı bakımından DP’ye üstünlük sağlamıştır.15 Muhalefetin iktidara karşı yasama organında çoğunluk sağlaması ile birlikte DP, daha sert bir siyasi tutuma yönelmiştir.16

Muhalefet Partileri ve CHP’nin lideri İsmet İnönü, her alanda DP’nin siyasi tutumunu eleştirmeye başlamış ve bu eleştirilere halkın önemli bir bölümünden de destek gelmiştir. 1957 sonrasında DP’nin ilk yıllarına oranla ekonomide ve halkın refah seviyesinde ciddi gerileme başlamış,17 bunlara hükümetin dış politikadaki tutumuna yönelik eleştiriler de eklenmiştir.18 Bununla birlikte DP tarafından özellikle, yargı organı, üniversiteler ve basına karşı sistemli müdahale girişimlerinde bulunulmuştur.19 Bu noktada 1959 yılının Nisan ayında İsmet İnönü tarafından gerçekleştirilen ve “Ege Vazife Gezisi” olarak adlandırılan etkinliği hatırlamakta da fayda vardır. İsmet İnönü anılan gezisinde, Kurtuluş Savaşında ordunun izlediği rotayı takip ederek halkla buluşmayı ve basın organlarına demeç vermeyi planlamıştır. DP ise bu geziye “Ege Taarruzu” ismini vererek, özellikle gezilecek yerler konusunu onaylamamıştır. İsmet İnönü kararlı tavrını sürdürünce siyasi gerginlik daha da artmış ve Uşak, İzmir ile Manisa’da CHP’lilere yönelik saldırı girişimlerinde bulunulmuştur. İsmet İnönü bu girişimler üzerine programını yarıda kesmiş, 4 Mayıs 1959 tarihinde ise İstanbul Topkapı’da fiilen saldırıya uğramıştır.20 Bu olayların ardından İsmet İnönü, 25 Mart 1960’da CHP’nin il kongresine katılmak amacıyla Kayseri’nin Yeşilhisar İlçesine hareket etmiş ancak orada da engellemelerle karşılaşmıştır. İnönü’nün Yeşilhisar’a girmesinin engellenmek istenmesi üzerine taraflar arasında kavgalar yaşanmış ve DP’nin bu tutumu, tüm yurtta tartışılmaya başlamıştır.21 Bütün bu olaylar, 27 Mayıs 1960 Darbesine giden yolun önemli köşe taşları olmuştur.22

DP, kendisine karşı artan muhalefet hareketlerini bastırabilmek amacıyla 7 Nisan 1960’da TBMM bünyesinde, “Tahkikat Komisyonu” olarak isimlendirilen bir komisyon kurmuştur. Burada önemli olan nokta, anılan Komisyon üyelerinin DP’li milletvekillerinden oluşması ve ancak hâkimlerin kullanabilecekleri mahkeme yetkilerine haiz olmasıdır.23 DP’nin bu girişimi özellikle üniversite öğrencileri tarafından protesto edilmeye başlamış, bu protestolara kolluk görevlilerince sert müdahalelerde bulunulmuş ve sıkıyönetim ilan edilmiştir.24 Ancak sıkıyönetim de, DP’yi protesto eden öğrenci kitlesinin sokaklardan çekilmesine engel olamamıştır.25 Bu gelişmeler üzerine Adnan Menderes, 29 Nisan’dan 2 Mayıs 1960’a kadar radyodan konuşmalar yapıp toplumu sıkıyönetime uymaya çağırmıştır. Daha sonra bir miting programı düzenleyen Menderes, İstanbul ve Ankara’da yaşanan olaylarla ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Menderes konuşmalarında, bu protestoların CHP başta olmak üzere üst güçler tarafından organize edildiğini ve yaşanan olaylara ilişkin sebeplerin gerçeklere dayanmadığını ifade etmiştir.26 Menderes’in yapmış olduğu bu konuşmalar da olayları önleyememiş ve 27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde yer alan bir grup subay önderliğinde ordu, darbe yaparak yönetime el koymuştur.27 27 Mayıs Askeri Darbesi en yüksek rütbelisi albay olan bir grup subay tarafından gerçekleştirilmiş, dolayısıyla emir-komuta zincirinde yapılmamıştır. Darbeci subaylar Orgeneral Cemal Gürsel’i ikna etmek suretiyle Milli Birlik Komitesi’ni28 (MBK) oluşturmuşlardır.29 27 Mayıs Askeri Darbesi neticesinde yakalanan tüm DP’li yöneticiler Yassıada’ya götürülerek, doğal hâkim ilkesine aykırı şekilde Yüksek Adalet Divanı (YAD) tarafından yargılanmışlardır.30 YAD, Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Bakanları ve DP milletvekillerini yargılamak için kurulmuş bir mahkeme olup, üyeleri MBK tarafından seçilmiştir.31 YAD, suç sayılan fiillerin gerçekleşmesinden sonra kurulan, suçun işlenmiş olduğu zaman diliminde mevcut olmayan olağanüstü mahkeme niteliğindedir. Dolayısıyla YAD, kanuni hakim güvencesi ve doğal hakim ilkelerine aykırı olarak oluşturulmuştur.32 YAD tarafından gerçekleştirilen, 592 sanık hakkında 19 ayrı dosyadan oluşan yargılama neticesinde 16 ve 17 Eylül 1961’de, dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilmiştir.33

Kısaca ifade etmek gerekirse 1961 Anayasası askeri darbe sonrasında yapılmıştır. Anayasa’da temel hak ve özgürlükler en geniş kapsamda garantiye alınmış olsa da, sonuçta Anayasa’nın bir darbe anayasası olması sebebiyle meşruiyet konusunda tartışmaların yaşanması doğaldır.34 Türk Anayasa Hukuku Literatürüne bakıldığında 27 Mayıs Darbesini olumlu karşılayanlara rastlanmaktadır. Bazı yazarlar askeri darbeyi açıkça övmüş, darbenin anayasal düzeni korumak üzere yapılmış olan bir ihtilal olduğuna yönelik düşünce açıklamasında bulunmuşlardır.35 Bazı yazarlar ise darbeyi açıkça eleştirmiş, darbenin sivil toplumla, anayasal düzenin korunmasıyla veya direnme hakkıyla hiçbir ilgisinin bulunmadığını, darbenin demokrasiye ve halka karşı askerlerce yapılmış açık bir dayatma olduğunu vurgulamıştır.36 27 Mayıs Askeri Darbesi cumhuriyetin kabul edilmesinden sonra gerçekleştirilen ilk askeri darbe niteliğindedir. Anılan darbe ile birlikte DP iktidarı son bulmuş, Cemal Gürsel devlet başkanlığı makamına getirilmiştir.37

II. 1961 ANAYASASI’NIN HAZIRLANMASI

MBK’nın 38 üyesi, 28 Mayıs 1960 tarih ve 13 sayılı Tebliğ ile Anayasa’yı hazırlama görevini Sıddık Sami Onar başkanlığında oluşan bir profesör heyetine vermiştir.38 12 Haziran 1960 tarih ve 1 sayılı Kanun ile de geçici anayasal düzen yürürlüğe konulmuştur. Bu ara dönem içerisinde 1924 Anayasası’nın yürürlükten kaldırılmayan hükümleri ile birlikte 1 sayılı Kanun uygulanmıştır. Daha geniş bir temsil sağlayabilmek amacıyla, Anayasa’yı hazırlamakla görevli Komisyon tarafından hazırlanan rapora (1 sayılı Kanun) ek olarak, 157 ve 158 sayılı Kanunlar yürürlüğe sokulmuştur.39 Bu süreç içerisinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından hazırlanan anayasa taslağı kamuoyu ile paylaşılmıştır. Dolayısıyla 1961 Anayasası’nın hazırlanma sürecinde iki adet Anayasa Ön Tasarısı bulunmaktadır. Bunlardan ilki Sıddık Sami Onar başkanlığında oluşturulan “İstanbul Ön Tasarısı” ikincisi ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından kamuoyu ile paylaşılan “Ankara Ön Tasarısı” şeklinde adlandırılmıştır.40