Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Behice Alkın Davası / Strazburg - 
AİHM Karar Tahlili

İsmail Özgün KARAAHMETOĞLU

25 Şubat 2003 tarihinde Danıştay temyiz talebini reddetmiş. Askerler tarafından döşenen mayın ile başvuranın gördüğü zarar arasında illiyet bağı olmasına rağmen, kusur olmadığı gerekçesiyle sosyal risk ilkesine dayanılmıştır. Yaklaşık olarak da 17.000 Euro tazminata hükmedilmiştir.

Mayın, İdare Mahkemesi, AİHM

T.C. vatandaşı Behice Alkın AİHM’ye 5 Ekim 2001 tarihinde Türkiye aleyhine AİHS 34. maddesi uyarınca başvuru yapmıştır. Dava konusu olayın gelişimi ise şöyle olmuştur; 1985 doğumlu başvuran Şırnak’ta ikamet etmekte olup dava konusu olayın gerçekleştiği tarihte on bir yaşındadır. Ortabağ Jandarma Karakolu yakınındaki köyde çimende oynayan mağdur, erin uyarısı üzerine oradan ayrılırken önceden yerleştirilmiş mayına basmış, sol bacağı diz kısmından kesilmek durumuyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu nedenle ayağına protez bacak takılmıştır. Ayrıca ailenin herhangi bir maddi imkanı olmaması nedeniyle sosyal hizmetler tarafından masraflar karşılanmıştır.

AİHM’nin başvuranın iddiaları karşısında AİHS’nin muhtelif maddelerinin ihlali hakkındaki kararları:

1. Başvuran mayından zarar görmesini engellemek adına makamlar tarafından yeterli önlem alınmadığı ve davanın koşullarına ilişkin etkili bir soruşturma olmadığı gerekçesiyle AİHS 2. maddesi uyarınca şikayetçi olmuştur. Hükümet bu hususa başvuranın “altı ay” kuralına uymadığı gerekçesiyle itiraz etmiştir. Hükümete göre 4 Aralık 1997 tarihinden itibaren altı ay içerisinde başvuran başvuruda bulunmuş olması gerekiyordu, oysa öyle olmamıştır. AİHM ise davalı ve davacının AİHS’nin 2. maddesi üzerinde mutabık olduklarını; ancak kapsamı açısından çelişkiye düşüldüğü kanaatindedir. AİHM’ye göre her halükarda döşenen mayının ve sonrasında gerçekleşen patlamanın öldürme potansiyeline sahip olduğu ve başvuranın hayatını tehlikeye attığı gerekçesiyle mağdurun şans eseri hayatta kalmış olmasının bu maddenin uygulanabilirliliğini etkilemediğini savunmuştur. Olayda görüldüğü üzere savunma amaçlı da olsa insanlık dışı ve ayırım yapmayan silahların döşenmesinin sonucunun kasıtlı bir öldürücü güç olduğu gözden kaçmamaktadır. AİHM 2. maddeyi negatif yükümlülük olarak tanımlamakta ve yaşam hakkı ihlallerinin yalnızca mağdurun yakınlarına tazminat ödenmesi yönünde verilen bir kararla telafi edilemeyeceği yönündedir. Bu yüzden iç hukuk yolu olarak cezai kovuşturmayı esas alan AİHM başvuranın tazminat elde etme amacıyla başlattığı idari kovuşturmanın, “6 aylık” sürenin işleyişini etkilemediği kanaatindedir. AİHM Türkiye’deki idare mahkemeleri tarafından terör eylemleri sonucu ve terörle mücadele sırasında zarar gören kişilere sosyal risk ilkesi çerçevesinde tazminat ödendiğini belirtmektedir. En önemli nokta ise 2. madde davalarında sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılması sağlanmadığı için bu tazminat usulünü sürekli olarak reddetmiştir. Ayrıca başvuranın 2004 yılına kadar cezai kovuşturma sonucundan haberdar olmadığı iddiasına karşı cezai kovuşturmanın hala devam ettiği 1997 yılında hem kendisinin (başvuranın) hem de avukatının araştırma yapmak suretiyle öğrenebilecek konumda olduğu savında bulunmuştur.(Başvuran bu dosyaya isteseydi mahkeme aracılığıyla ulaşabilirdi). Bu çaba gösterilmediği için 2. madde kapsamındaki “altı aylık” kurala riayet edilmemiştir. Bu nedenle AİHS’nin 35. maddesi 1. ve 4. paragrafları uyarınca başvurunun bu kısmı reddedilmelidir.