Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Duguit’nin Egemenlik Kavramı Üzerine Eleştirileri ve Uluslararası Hukuk Bağlamında Egemenlik Kavramı(*)

Duguit’s Criticism on the Concept of Sovereignty and the Concept of Sovereignty in the Context of International Law

Görkem KAYACIK

Duguit’nin hukuk felsefesi ve devlet teorisi kamu hukuku alanında önemli bir konum teşkil etmektedir. Yazarın sosyoloji biliminden sıklıkla yararlandığı ve bu iki sosyal bilim alanı arasında bir bağ kurarak hukuka sosyolojik bir bakış açısı getirdiği söylenebilir. Bu noktada yazar döneminin birçok farklı hukukçusu gibi pozitivist bir çizgiyi benimsemekle birlikte benimsediği sosyolojik yaklaşım ile özgünleşir. Devlet teorisinin genel kabul görmüş kavramlarına bu çerçevede getirdiği eleştiriler ise o dönemde sıklıkla eleştirilse de günümüzde çoğu teorisyence benimsenmiş hususların erken birer örneğini teşkil etmektedir. Duguit’ye göre “devletin kişiliği, milli irade, egemenlik” gibi kavramlar sosyolojik olgular olarak gözlemlenmesi mümkün şeyler değildirler ve bu nedenle metafizik birer kurgu olarak, devlet teorisine kaynak teşkil edemezler. Özellikle “egemenlik” kavramı devletin temel unsurlarından biri olarak lanse edilse de bu kavram ile ne kamu hukukunu ne de uluslararası hukuku bağdaştırmak mümkün değildir. Bu kavramları bağdaştırmaya yönelik teoriler ise başarısızlığa mahkûmdurlar. Sağlam temeller üzerinde yükselen ve pozitif olgularla bağdaşır bir kamu hukuku ve uluslararası hukuk inşa etmek adına yapılması gereken, zaten gerçekle uyumlu bir yanı olmayan fakat sadece kabul edildiği için var olan egemenlik kavramından vazgeçmektir.

Léon Duguit, Egemenlik Kavramı, Uluslararası Hukukta Egemenlik, Devlet Egemenliği, Ulusal Egemenlik.

Duguit’s legal philosophy and state theory constitute an important position in the field of public law. It can be said that the author frequently benefited from the science of sociology and brought a sociological perspective to law by establishing a link between these two social sciences. At this point, the author adopts a positivist line like many different legal philosopher of his time, but becomes specific with the sociological approach he has adopted. Although his criticisms of the generally accepted concepts of the state theory were frequently criticized in that period, they constitute an early example of the issues adopted by most theorists today. According to Duguit, concepts such as “the personality of the state, national will, sovereignty” are not things that can be observed as sociological phenomena and therefore, as metaphysical fictions, they cannot constitute a source for the theory of the state. Although the concept of “sovereignty” is introduced as one of the basic elements of the state, it is not possible to reconcile this concept with either public law or international law. Theories to reconcile these concepts are doomed to failure. What needs to be done in order to build a public law and international law that is based on solid foundations and is compatible with positive facts, is to abandon the concept of sovereignty, which is not compatible with reality, but exists only because it is accepted.

Léon Duguit, Concept of Sovereignty, Sovereignty in International Law, State Sovereignty, National Sovereignty.

GİRİŞ

Léon Duguit, 20. Yüzyılın en önemli hukukçularından biri olarak kabul edilmekle birlikte1 onun devlet teorisine getirdiği yıkıcı yaklaşım ve bu yaklaşım neticesinde tetiklediği tartışmalar göz önüne alındığında önemli bir devlet teorisyeni olarak da kabul edilmesi mümkündür. Duguit’nin genel olarak hukuk bilimine ve bilhassa da devlet teorisine yaptığı en önemli katkı o güne kadar birer ön kabul olarak kabul edilmiş kavramları tartışmaya açması ve bunları radikal biçimde reddetmesi neticesinde tüm teorisyenleri bu kavramları tekrar düşünmeye sevk etmesidir.2 Bunun yanı sıra her ne kadar “devletin kişiliği, devletin iradesi, milli irade ve egemenlik” gibi kavramları tümden reddetmeye varan fikirleri ağır eleştirilere maruz kalsa da3 Duguit’nin benimsediği metodoloji ile bu kavramları metafizik addetmesi ve etkilendiği Comte4 gibi sosyal olguların pozitif tezahürlerini gözleme tabi tutması neticesinde ortaya koyduğu tahliller oldukça önemlidir.5 Nihayetinde Duguit’nin sosyoloji biliminin metodolojisini ve kavramlarını hukuk bilimine uygulayarak ortaya koyduğu sosyolojik hukuk yaklaşımı yazarın hukuk bilimine yaptığı bir diğer değerli katkıyı teşkil etmektedir.

Duguit’nin çalışmalarına konu ettiği, yeniden ele alınmasını önerdiği ve hatta reddiye içerisine girdiği kavramlardan biri de “egemenlik” kavramıdır. Birçok farklı eserinde, “devletlerin egemenliği” ve “milli egemenlik” kavramları üzerinden konuyu ele alan yazarın, egemenlik üzerine fikirlerini toplu bir şekilde sunduğu, Columbia Üniversitesinde verdiği derslere dayanan “egemenlik ve özgürlük” isimli bir eseri de bulunmaktadır.6 Çalışmamızda özellikle bu yazıdan ve Duguit’nin diğer eserlerinden yararlanarak, “egemenlik” kavramına ilişkin geliştirilen yaklaşımı, özellikle uluslararası hukukta devletlerin egemenliği üzerinden ele alacak, Duguit’nin farklı uluslararası hukuk teorilerine getirdiği eleştirileri inceleyeceğiz. Bunun için ilk olarak Duguit’nin hukuk bilimi ve devlet teorisi açısından doktrindeki yerini tespit edecek, sonrasında ise “egemenlik” kavramına dair teorilerle birlikte Duguit’nin yaklaşımını aktaracağız.

I. DUGUİT’NİN DEVLET TEORİSİ

Duguit’nin devlet teorisi, döneminin klasik devlet teorilerine getirdiği eleştiriler ve reddiyeler üzerinden şekillenmiştir ve kıymetini de buradan almaktadır. Birçok yazar Duguit’nin eleştirdiği fikirlerin yerine sağlam bir teori koymakta bu fikirlere getirdiği eleştirilerde olduğu kadar başarılı olamadığını ifade etmektedir.7 Bu nedenle Duguit’nin devlet teorisini, reddettiği genel kabul görmüş fikirler üzerinden ele almak faydalı olacaktır. Belirtmek gerekir ki Duguit’nin giriştiği ve neticesinde birçok farklı kamu hukukçusunu karşısına aldığı bu eleştirilerin temelinde benimsemiş olduğu metodoloji yatmaktadır. Duguit’nin reddettiği “devletin kişiliği, milli irade, egemenlik” gibi hususların her biri bu metodolojinin farklı konulara uygulanması neticesinde ortaya çıkmışlardır. Dolayısıyla hepsinden önce Duguit’nin metodolojisini anlamak gerekmektedir. Duguit metodolojisini üç başlık altında tanımlamaktadır. Bu tanıma göre toplumsal olguları bilimsel bir yöntemle ele almak, bu olguları somut tezahürleri üzerinden anlamlandırmak ve bu somut tezahürlerin doğrulamadığı durumları herhangi bir önyargıya dayanmaksızın reddetmek gerekmektedir. Bu bağlamda fiziksel dünyada bir karşılığı olmayan, bilimsel metotlarla doğrulanamayan bu fizikötesi kavramlar tümden reddedilmelidir.8

Duguit’nin görüşleri genel anlamda “sosyolojik pozitivizm” olarak tanımlanmakta,9 devlet teorisi açısından ise “realist teori” olarak adlandırılıp, “kuvvet ve mücadele teorileri” içerisinde konumlandırılmaktadır.10 Yazarın görüşlerine getirilen bu adlandırma ve sınıflandırmalar onun fikirlerinin esas hatlarını ortaya koyar. Bu noktada Duguit’nin fikirlerinin “sosyolojik” ve “pozitivist” yanı Comte ile başlayan bilimsel pozitivist yaklaşımın bir tezahürü olmakla birlikte bunun yanında Durkheim gibi sosyologların geliştirdiği sosyolojik kavramların hukuk ve devlet teorisine uygulanması da teorinin sosyolojik yanını teşkil eder.11 Duguit’nin, Durkheim’in “toplumsal işbölümü” teorisinden hareketle geliştirdiği12 “sosyal dayanışma” fikri ve idare edenler ile idare edilenler arasındaki ayrım çerçevesinde gelişen toplumsal iktidar mücadeleleri bağlamında ele aldığı devlet kavramı ise “kuvvet ve mücadele teorileri” içerisine dâhil edilebilecek bir devlet teorisini meydana getirir.

Duguit’nin devlet teorisinin başlangıç noktası, insanın toplumsallığı ve bu toplumsallık yoluyla ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlayan bir dayanışma teşkil etmeleridir. Bu noktada ilk olarak devlet ile toplumun birbirinden ayrıldığı görülür ve bu yaklaşım sosyolojinin de temel aldığı bir yaklaşımdır. Duguit’ye göre insan hiçbir zaman birey olarak var olmamıştır, devamlı toplumsal bir yaşantının içerisindedir ki zaten hak dediğimiz olgu da bu toplumsal yaşantı içerisinde diğer insanlarla girişilen ilişkinin bir ürünüdür. Devlet ise bu toplumsal yaşantı içerisinde meydana gelen birtakım olguların neticesinde ortaya çıkmış bir kavramdır. Durkheim’ın işbölümü teorisi burada kendine bir yer edinerek bu toplumsal yaşantının gereği olarak sürdürülmesi ve geliştirilmesi gereken bir olgu olarak kabul edilir. Buna göre insanların toplumsal ve bireysel ihtiyaçlarını daha etkili bir şekilde gidermesi amacıyla toplumsal bir işbölümü meydana gelmekte ve böylece toplum içerisinde bir sosyal dayanışma oluşmaktadır. Bu dayanışmanın devamlılığı ve gelişimi ise toplum içerisinde şekillenen sosyal normlar ile sağlanmaktadır.

Devletin ortaya çıkması sürecinde karşımıza çıkan ilk toplumsal olgu işbölümü iken bir diğer olgu işbölümü neticesinde gelişen bireysel faaliyetlerin bir şekilde yol açtığı, yönetenler ve yönetilenler temelinde gerçekleşen bir tür toplumsal tabakalaşmadır.13 Geniş anlamda devlet kavramı da yönetilenler ile yönetenler arasındaki bu ayrıma dayanmaktadır.14 Duguit bu noktada toplumsal tabakalaşmaya neyin yol açtığı hususunda bir açıklamada bulunmasa da ilkellerde bu durumun fiziki güç üstünlüğünden kaynaklandığını fakat başka üstünlüklerin de bu durumu sağlayabileceğini ifade etmektedir.15 Duguit’nin bu konuda benimsediği pozisyon ve bahsettiği hususlar, klasik sosyolojinin toplumsal tabakalaşmaya dair teorileri ile paraleldir.16 Bir grup insanın, fiziki olabileceği gibi, dini, ekonomik, siyasi veya askeri, çeşitli iktidar ağları içerisinde sağladıkları üstünlük neticesinde toplumsal konulardaki iradelerini, diğerlerine kabul ettirmeleri idare edenler ile idare edilenler arasındaki bu ayrımı doğurmaktadır.17 İşte devlet dediğimiz iktidar örgütlenmesi de Duguit’ye göre bu noktada ortaya çıkmaktadır.18

Duguit’nin devleti tanımlarken başvurduğu bir diğer kavram ise yine olgulardan yola çıkarak, devletin faaliyetlerinin gözlemlenmesi neticesinde vardığı kamu hizmetleridir. Duguit’ye göre içeriği zamanın şartlarına ve diğer başka değişkenlere göre farklılaşan kamu hizmetlerinin yürütülmesi ve böylece sosyal dayanışmanın sağlanması devletin esas görevidir.

Toparlayacak olursak devlet Duguit’ye göre, toplumsal işbölümü sonucunda bir şekilde ortaya çıkan idare edenler ve edilenler farklılaşmasında, idare edenlerin yine toplumsal işbölümünden kaynaklanan sosyal dayanışmanın devamını ve gelişimini sağlayacak şekilde kamu hizmetlerini yürütmek noktasındaki iradelerinin, idare edilenlerin iradelerine üstünlük kurmasından başka bir şey değildir. Kavramsal olarak ise devlet, geniş anlamda her toplumda var olan yönetilen ile yöneten ayrımına denk düşerken modern terminolojide bu siyasi farklılaşmanın belirli bir derecede gelişmeye ve kompleksliğe eriştiği halleri işaret etmektedir.19 Bu tanım neticesinde, Duguit’nin benimsediği metodoloji de dikkate alındığında devletin ne olmadığı ortaya çıkmaktadır. Döneminin yaygın kabul görmüş birçok kavramını, olgusal olarak gözleme tabi tutulamayacakları için reddeden Duguit’ye göre bu tanımda verilen olguların dışındaki şeyler metafizik birer öge olarak devleti tanımlamaya yaramadığı gibi aksine bir tanımda bulunmayı zorlaştırmaktadır. Devletlerin insan iradelerinden ayrı ve onları aşan bir iradesi mevcut değildir, bu noktada milli bir iradenin varlığından söz etmek mümkün olmayacaktır. Gerçekte olan bazı insanlarının iradelerinin devlete izafe edilmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla devletlerin üstün iradelerinden bahsedilemeyeceği üzere egemenlik gibi bir sıfatı haiz olmaları da mümkün değildir. Egemenlik gibi, kaynağını başka hiçbir yerden almayan, kendinden kaynaklı bir iktidarın varlığı metafizik bir husus olduğundan bilimsel olarak bu kavramın kabulü mümkün olmayacaktır. Sonuç olarak, kendisine bir irade atfedilemeyen devletin üstün kılacağı bir iradesinin olmamasından yola çıkarak kendine özgü, mutlak bir iktidarının olması mümkün olmadığından ona bir kişilik atfetmek de mümkün değildir ve devletin onu yönetenlerden ayrı bir kişiliğinin olduğundan da bahsetmeye imkân yoktur.20 Dolayısıyla Duguit’de devlet dediğimiz yapı tamamıyla idare edenler ile idare edilenleri teşkil eden gerçek kişiler arasındaki iktidar ilişkilerine indirgenir.21