Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Hukukçunun Pedagojisi Sistemin Bugününde Şartlar, Kısıtlar ve İmkânlar

Lawyer’s Pedagogy Systemic Circumstances, Limits and Possibilities of the Day

Gökçe ÇATALOLUK

Sistemik darboğaz yahut kriz dönemlerinde hukuk eğitimini tartışma konusu yapmak gelenekselleşmiştir. Hukuk eğitimi ise, çoğu kez bir fakülteler hatta daha kısıtlı bir müfredat sorunu olarak ele alınır. Oysa hukukçu sosyal alanda sürekli kendini yeniden biçimlendirir. Mevzubahis biçimlendirmenin salt mesleki bir sterilliğe mi yoksa toplumsal dönüşüme mi meylettiği ise ciddi bir pedagoji sorunudur zira hukuk, eğitimi bahsine hiç girilmese dahi kendinde ideolojik ve dolayısıyla da inşa edici bir disiplindir. Bu makale, hukukçunun günümüzün ekonomik ve politik yapısal kısıtları içerisinde nasıl eğitildiğini, nasıl eğitilmesinin imkân dahilinde olduğunu ve nasıl eğitilirse bir toplumsal dönüşümün bir parçası sayılabileceğini ele alıyor. Bunu yaparken Paulo Freire’nin pedagojik yönteminden kısmen faydalanarak eleştirel/ dönüştürücü bir hukukçuluğun zemininin sadece fakültelerde verilen eğitimde değil, hukukun uygulamasından yani pratikten yola çıkarak, pratiğin kendi üzerine düşünmesi yoluyla ortaya konabilecek teoride de olduğu savlanıyor. Bu, toplumsal faydayı ciddi oranda artıracak hukukçuluk tercihlerini de besleyecek bir zemindir ve teori ve pratiğin, tedrisatın ve icranın sürekli birbirini beslemesi yoluyla bu yolu tercih etmeyecek hukukçuları dahi yetkinleştirir.

Eleştirel Pedagoji, Hukuk Eğitimi, Müfredat, Hukuk Fakülteleri, Dönüştürücü Hukukçuluk.

It has become traditional to discuss about legal education in times of systemic rough passages or crises. Legal education, on the other hand, is often handled as a faculties or even a curriculum issue. However, lawyers reshape themselves in the social field. Whether this reshaping or reforming tends towards a purely professional sterility or social transformation is a serious pedagogical problem, since law is an ideological and thus formative discipline “in itself”, even if education is not mentioned. This article deals with how lawyers are educated within today’s economic and political structural constraints, how it is possible to be educated and how they can be considered as a part of a social transformation. It is also claimed that the basis of a critical/transformative practice is not only in the education given at the faculties, but also in the theory that can be put forward through the practice of law that has a sense of self- reflexivity. This argument is formed partially benefiting from the pedagogical method of Paulo Freire. This is a ground that will feed the choices of legal practice that will significantly increase social benefit, and it will empower even the lawyers who would not prefer this path.

Critical Pedagogy, Legal Education, Curriculum, Law Schools, Transformative Legal Practice.

Giriş

Ünlü Brezilyalı eleştirel eğitimci Paulo Freire esasen bir avukattır. Umudun Pedagojisi adlı geç dönem çalışmasının girişinde yoksullukla yüzleştiği anlardan birinde mesleği nasıl bıraktığını ve sadece eğitimle uğraşmaya başladığını anlatır. Kararını bir diş hekimini bürosuna çağırıp onunla konuştuktan sonra vermiştir. Doktor bir muayenehane açmak için kredi çekmiş fakat borcunu çalışarak kapatamamıştır. Alacaklının avukatı olan Freire, o gün doktoru takip etmek yerine müvekkiline işi bıraktığını söylediğini anlatır. Hukuk onun için hâlâ önemlidir, temel bir ihtiyaçtır. “Yapılması gereken bir iş ve tıpkı diğer her şey kadar etiğe, yetkinliğe, ciddiyete ve insanlara saygı duymaya dayanmalıdır”1 fakat o avukatlık yapmayacaktır.

Elinizdeki makalede Freire’yi başka bir dönem ve coğrafyada, benzer toplumsal koşullar içinden anlamaya çalışırken tam tersi bir tutumu benimsemenin de mümkün olduğu savunulacaktır. Hukukun toplumsal anlamına ilişkin pedagojik bazı değerlendirmeler içeren çalışmada hukuk eğitimi de sadece fakülte müfredatı olarak değil, bütünsel bir mesleki biçimleniş olarak ele alınacaktır. Bunun için önce, “pedagoji” den anlaşılanın ne olduğu, ardından özgül olarak hukuk fakültelerinin durumu, son olarak ise hukuk mesleklerinin dönüşümü içerisinde hukukçunun pedagojisinin yeniden biçimlenme imkânı tartışılacaktır.

I. Pedagoji-İdeoloji İlişkisinde Hukuk

Pedagoji psikoloji, öğrenmeye ilişkin bilimsel teoriler ve eğitim felsefesinin kesişim alanında öğretme yöntemlerini ele alan bir disiplindir. Kelimenin etimolojik vaadinin dışında gibi görünse de yetişkin pedagojisi gündelik hayatımızın önemli bir bölümünü teşkil eder. Avrupa’da, özellikle Alman Bildung anlayışı, neoliberal dönemde farklı bir kavram olan “yaşam boyu öğrenme” ile karıştırılarak bir sertifika ve kurslar yığınına tahvil edilmiş olsa dahi bir şekliyle ayakta sayılabilir.2 Hukukçunun pedagojisinden kasıt ise, onun sadece fakültede aldığı eğitim değil tam da bu çerçevede, hukukçunun yetişmesi için gerekli eğitimlerin, staj ve benzeri uygulamaların tamamıdır. Fakat bununla kalmaz. Gramsci’ye, hegemonya ilişkilerinin tamamının zorunlu olarak pedagojik ilişkiler olduğunu söyleten gerçek,3 hukuk alanında da eğitimin başka bir yönüyle mesleğin pratiğinde devam ettiğini öne sürmeye temel sağlar.

Öyleyse ilk basit önerme, hukuku bir pedagoji meselesi olarak ele alma zorunluluğunun onun ideolojik yapısından kaynaklandığına dairdir. Bu çerçeveden bakıldığında hegemonya (Gramsci’ye göre sivil toplum aralığında) bir ideolojik etkinliktir,4 eğitim ise onun rıza üretme araçlarından biri. Hukuk, öte yandan, aynı çizgiyi takip ederek Althusser’e dönecek olursak, ideolojik bir aygıt olduğu kadar devletin zor aygıtıdır.5 Varlığını sürdürmesi düzeni, hem onun ifadesi hem zemini olan yasayı korumasına, uygulamasına ve böylece yeniden üretmesine bağlıdır. Bunu sağlayabilmek için hukuksal iletişimler, karmaşık bir ağ şeklinde bütün toplumsal ilişkileri sarar, hukuka uygun olan ve olmayanı ayırt ederek kendilerini yeniden üretirler. Eğitim, hukukun bu kendini üretim sürecinde onunla yapısal olarak eşleşir.6

Hukuk eğitiminin “düzen” le olan bu bağı, hukukun tanımı gereği sayılır. Fakat aynı tanımlarda hukukun bazı değerleri içerdiği de söylenir. En basiti ve ilk akla geleni adalet olan bu değerler, genellikle pratik felsefenin ahlâk alanıyla ortaklaşa tartışılır. Hukuk fakültelerinde giriş derslerinin çoğunda, hakkı olana hakkını vermek, eşit olanlara eşit muamele etmek, yasaların herkese eşit mesafede olması, hâkimin uygulamada nasafet gözetmesi gibi ölçütler vasıtasıyla aktarılmaya çalışılan değerlerin hiçbiri özsel olarak hukuki değildir. Onları hukuka özgüleyen, kurumsallaşmış olmalarıdır. Bir babanın bazı çocuklarını kayırmasının neticelerinden farklı olarak mahkemeler birbirine benzer konularda birbirine benzer kararlar vermediklerinde sistem, bunu kurumsal açıdan düzeltecek teçhizata sahiptir. Hukuk üstelik, süreklilik vasfı nedeniyle bu davranışın biteviye devamını normatif olarak garanti eder. Burada normatif, olması gereken koşulları kast eder ve işlemeyen sistemler için bir rezerv koyar. Başka bir deyişle, sistem iyi işlemiyor diye norm geçerliliğini yitirmez.

Bu denilenlerin pedagoji ve ideoloji ile ilişkisi, hukukçu zihniyetinin belirlenmesi açısındandır. Hukuk fakülteleri kurumsallaşmış bu değerler sistemini onları hiç anmadan dahi olsa, öğrencilere belletirler. Örneğin hukuk metodolojisinde gerekçe bahsi, bir kararın doğruluğunu, dolayısıyla prosedürel adalet bakımından yerindeliğini tartışmaya yöneliktir. Yahut vicdani delil sistemindeki vicdan, kendini sınıfta sorgulatır. Ancak elbette, hukukun hayatı, fakültelerde başlamadığı gibi orada son da bulmaz. Sistemin kurgusal olmayan (yaşam) dünya(sı)yla karşılaştığı, öğrencinin aldığı büyük oranda pratik dogmatik bilgisini sınayabileceği alanlar öncelikle hukukun asıl işlevi olan uyuşmazlıkları çözdüğü mahkeme salonlarıdır. Mahkemelerde, uygulama vasıtasıyla hukuk toplumsal hayatın çekirdeğine kavuşur.

Mahkeme, öte yandan, hukukun pedagojik yönünün de bir başka yansımasıdır. Dava, uyuşmazlığı çözmekle kalmaz; çözüm prosedürü içerisinde kendisine dâhil olanların davranışını “düzenler”, “düzeltir”. Bu, sadece staj yani açıkça öğrenme aşamasındakiler için değil, bütün hukuk aktörleri açısından böyledir. Nitekim yeni ve bilinenin çok ötesinde bir siyasi sistemin kurulmasında bir laboratuvar sayılabilecek Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında mahkemelerin eğitim alanı olduğunun kabul edildiği bilinir. Mahkemeler sadece davaya dâhil olan hukuk özneleri açısından da eğitici değildir. Sistem, en geniş anlamıyla hukuk aktörü sayılan toplumun bütününü de eğitir.7 Ancak burada, konuyu çok genelleştirerek bulanıklaştırmama kaygısıyla bu son değiniyi bir kenarda tutmak gerekecek.

Fakat şu önemlidir; hukuk, yetişkinlere okulda eğitimi verilen ve yaşam dünyasında da bu eğitimi sürdüren bir disiplin olarak bir pedagoji meselesi olarak değerlendirildiğinde ve onun toplumsal düzenin devamını sağlama bakımından değersel bir anlamı olduğu söylendiğinde bu, onu düzene tamamen teslim etmeyi zorunlu tutmaz. Tersine, tam da bu nedenle ona eleştirel pedagoji yönetimiyle8 yaklaşarak yüzeydeki değerleri kazıyıp derindeki somut ilişkileri ifşa etmek mümkündür. Bu, bir karşı hegemonya hareketi olarak düşünülebileceği gibi bu terminoloji uygun görülmezse bir ideolojik biçimlendirmedir de denilebilir. Freire, Ezilenlerin Pedagojisi’nde böyle bir edimin ancak dönüştürmek amacıyla dünya üzerinde düşünmek ve eylemde bulunmakla mümkün olduğunu söyler9 ve hukukçunun bu “öteki” pedagojisi ışığındadır ki, Freire’nin başta sözü edilen tercihi tersine çevrilebilir hale gelir.10

II. Fakülteler Sorunu

Hukuk fakülteleri bir sorun kalemi olarak sık sık ülke gündemine gelir. Son dönemde, fakültelerde daha pratik bir eğitim verilmesi zorunluluğuna işaret eden ve bunu okulda “duruşma salonu” gereğinde sembolleştiren bir ifade de gördük.11 Fakat fakültelerin yaşam dünyasından kopuk olduğu iddiası, hukukun okulda bu şekilde öğretilemeyeceği savı ne Türkiye’ye ne de zamanımıza özgüdür.12 Sistemik krizinin görünür olduğu dönemlerde hukukun nasıl öğretildiğiyle ilgili endişeler doğması, yukarıda değinilen ideolojik işlevleri nedeniyle doğal sayılmalıdır. Esasen çatırdayan düzenin kurallar doğru öğretilerek muhafaza edilebileceği saf inancı bir yana, bu eğilim üretim ilişkilerinin kaldıramayacakları yükler nedeniyle uyarı verdiği anlamına gelir. Nitekim, bugün büyük ihtimalle yeni krizle beraber nihayetine geldiğimiz ve çoğu kez “neoliberal” olarak adlandırılan süreç13 Avrupa Birliği’nin sanayi rekabet politikalarının üniversite sistemine baskısı ile biçimlenmişti.

Burada fakülteler sorununu bugününü, hukuk eğitiminin durumunu ve geleceğini tekrar ele almadan önce ihmal edilen bir hususa değinmekte fayda vardır.