Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Siyasetin Öznesi ve Nesnesi Olarak Dejeneratif Kognitif Bozukluklar Siyasi Haklar ve Kibir Sendromu

Degenerative Cognitive Impairments as Object and Subject of Politics: Political Rights and Hubris Syndrome

Mehmet Ozan ERÖZDEN

Dejeneratif kognitif bozukluklar, bilişsel yetilerin icra edildiği sinir ağlarında, ilerleyici şekilde harabiyet yaratan patolojiler sonucunda ortaya çıkan sendromlardır. İlerleyen yaşla birlikte dejeneratif kognitif bozuklukların ortaya çıkma olasılığı yükselir. İnsanların ortalama yaşam beklentisindeki süregiden artış, seçme ve seçilme hakkının öznesi olan nüfusun içinde dejeneratif kognitif bozukluklar riskine maruz kalanların sayısının artması sonucunu doğurur. Yazının ilk bölümünde dejeneratif kognitif bozukluk gerekçesiyle seçme hakkında kısıtlamaya gitmenin ölçütleri tartışılacaktır. İkinci bölümde ise, kibir sendromu olarak adlandırılan ve belli bir süre yönetici makamında kalmaya bağlı olarak ortaya çıktığı varsayılan kognitif bozukluk açıklanacaktır.

Dejeneratif Kognitif Bozukluk, Seçme ve Seçilme Hakkı, Kibir Sendromu, Söylem, İktidar.

Degenerative cognitive impairments are syndroms that occur as a result of patologies, which damage progressively neural networks underpinning cognitive abilities. The risk to develop a degenerative cognitive impairment increases with age. As the average life expectancy is increasing, the number of those who are under the risk to develop a cognitive impairment would grow consequently. The fist section of this paper discusses the criteria to restrict the right to vote on the basis of dejenerative cognitive impairment. The second section elaborates the hubris sydrome, which is in some accounts a sort of cognitive impairment acquired by holding a managing position for a long time frame.

Degenerative Cognitive Impairment, Right to Vote and to be Elected, Hubris Syndrome, Discourse, Political Power.

I. GİRİŞ

Kognitif (bilişsel) bozukluk terimi dil, hafıza, karar alma vb. zihinsel işlevlerin yerine getirilmesi sürecinde devreye giren sinir ağlarının tutulmasına sebep olan patolojilerin klinik göstergelerini ifade eden bir üst başlık olarak tanımlanabilir.1 Örneğin, limbik ve paralimbik alanlar ve onların subkortikal bileşenlerinde yerleşik epizodik belleği içeren sinir ağının tutulumu, amnezi olarak adlandırılan kognitif bozukluğa yol açar. Beynin sol yarıküresinin fronto-parieto-temporal neokortikal alanları ve onların subkortikal bileşenlerinde yerleşik dil ağının tutulumunda ise afazi ortaya çıkacaktır.2 Kognitif bozuklukların ortaya çıkmasına yol açan patolojik olguların bazıları, örneğin travma ya da enflamasyona bağlı olanlar gibi, akut ya da subakut bozulmaya yol açar. Ancak, özellikle sinir hücrelerinin dejenerasyona uğramasına yol açan patolojiler sonucunda ortaya çıkan kognitif bozukluklar kronik olacaktır. Bunların geri çevrilebilmesi, en azından şimdilik, mümkün olmadığı gibi, sinir hücreleri dejenerasyonunun yayılımıyla birlikte kognitif bozuklukların şiddetinin artması ya da çeşitlenmesi söz konusu olacaktır. Kognitif bozukluğun birden fazla kognitif alana yayılması ve bu kognitif bozuklukların günlük yaşamdaki alışılmış işlevselliği bozacak düzeye ulaşması durumunda ortaya demans sendromu çıkacaktır.

Dejeneratif kognitif bozukluklar (DKB), özellikle de demans sendromu, salt tıbbi açıdan değil, hukuki açıdan da üzerinde durulan bir konudur. Özellikle ilerleyen yaş ile birlikte kendini gösteren DKB hallerinde, kişinin fiil ehliyetinin sınırlanmasını gerektirecek derecede ileri komplikasyonlar sıkça görülür. Ancak, DKB’nin siyasi-hukuki çerçeveyle ilgisini kurmamızı sağlayacak tek kavram fiil ehliyeti değildir. Aynı şekilde, kişinin başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere, birçok temel hak ve özgürlük kategorisini kullanılabilir halde olmasının DKB ile ilişkisi mevcuttur. Dolayısıyla, DKB’yi sadece özel hukuk alanına ilişkin bir konu olarak görmek doğru değildir. Bu yazıda DKB sosyal-politik perspektifle ele alınacak ve DKB’nin kamusal alana ilişkin yönü siyasi haklar ekseninde tartışılacaktır.

II. GENEL ÇERÇEVE

Dejeneratif kognitif bozukluklar (DKB) toplumsal-siyasal çerçeveyle iki farklı şekilde ilişkilendirilebilir: 1- üzerinde siyaset yapılan ya da yapılması gereken bir alan, yani siyasetin nesnesi olarak DKB ve 2- siyaseti yapma biçimine etki eden bir unsur, yani siyasetin öznesi olarak DKB.

Birinci bağlamda DKB’nin siyasetle ilişkisi, öncelikle, dünyada gitgide artan ortalama yaşam beklentisiyle doğrudan bağlantılıdır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019 verilerine göre3 global olarak ortalama yaşam beklentisi 2000 yılında ortalama 66,8 yıldan 73,4 yıla yükselmiştir. Aynı şekilde, belirtilen zaman aralığında sağlıklı yaşam beklentisi de yükselmiş, ortalama 58,3 yıldan 63,7 yıla çıkmıştır. Gelir düzeyi bakımından üst sıralarda yer alan devletlerin nüfusu açısından bakıldığında bu rakamlar daha da yükseliyor. Bu grupta yer alan devletlerin nüfusu bakımından bir yandan ortalama yaşam süresi yükselirken, diğer yandan da 60 yaş ve üzeri grubun nüfusun toplamına olan oranı da artıyor. Demografik eğrinin bu oranı gelecek yıllarda daha da yukarıya taşıyacağı kesin. DKB’nin esas risk grubunu söz konusu yaş aralığında bulunanların oluşturduğu dikkate alındığında, toplumun hiç de ihmal edilemeyecek bir kesimini etkileme potansiyeli taşıyan bir sağlık sorunuyla karşı karşıya olunduğu açıktır. Somut rakamlardan söz etmek gerekirse, bazı tahminlere göre, dünya genelinde Alzheimer’li hasta sayısının 2050 yılına kadar üç kat artarak 135 milyona erişeceği hesaplanıyor.4 Bu veriler çerçevesinde, giderek yaygınlaşan bu sağlık sorununa yönelik genel sağlık politikalarının geliştirilmesi, genel olarak sosyal güvenlik sisteminin özel olarak da genel sağlık sigortası sisteminin bu olgu dikkate alınarak düzenlenmesi kaçınılmazdır.

DKB’nin siyasetin nesnesi olması, öte yandan, yeni gelişen bir hukuk alanı olan engelli hakları açısından da söz konusudur. 2008 yılında yürürlüğe giren, halen Türkiye de dâhil 138 devletin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin (Convention on the Rights of Persons with Disabilities) 1. maddesi engellileri “diğer bireylerle eşit koşullar altında topluma tam ve etkin bir şekilde katılımlarının önünde engel teşkil eden uzun süreli fiziksel, zihinsel, düşünsel ya da algısal bozukluğu bulunan kişiler” olarak tanımlıyor. Bu tanım çerçevesinde genel olarak zihinsel yetersizliği bulunanlar, bu bağlamda konumuz açısından özel olarak vurgulanması gerekli bir grup olarak da belli bir düzeyde DKB’si olanlar engelli statüsüne giriyor. Anılan sözleşme, taraf devletlere engellilerin ayrımcılığa uğramasını önlemek ve bu kişilerin toplumsal ve siyasi yaşama katılmasını sağlamak bağlamında birçok yükümlülük getirmekte. Bu yükümlülüklerin somut siyasalara nasıl dönüştürüleceği ve konumuz özelinde engelli statüsüne giren DKB’liler açısından ne tür etkilerinin olacağı, ne gibi hak taleplerine zemin sağlayacağı araştırılmaya değer bir konudur.

İkinci bağlamda, yani siyasetin öznesi olarak DKB ise, öncelikle DKB’li bireylerin siyasi haklarını kullanmaları açısından gündeme gelmesi gereken bir konudur. Yukarıda sözü edilen demografik eğilim, siyasi haklarını kullanmaya ehil yurttaşlar kitlesinin gitgide daha büyük bir bölümünün DKB risk grubuna girmesi anlamına geliyor. Buna paralel olarak, DKB’si olan bireylerin siyasi haklarının sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı, yapılacak sınırlandırmalarda hangi ölçütlere uyulması gerektiği tartışması gündeme geliyor. Bu konu, aşağıda, III numaralı başlıkta ele alınacak. Öte yandan, son yıllarda risk grubunu doğrudan belli bir grup yöneticinin oluşturduğu bir DKB türü olarak tanımlanan kibir sendromu üzerine çalışmalar yayınlanmakta. Bu yeni DKB türünün siyasetle ilişkisi IV başlığın konusunu oluşturuyor.

III. DKB VE SİYASİ HAKLAR

Günümüzde, DKB’den mustarip bir kişinin siyasi haklarını, bu bağlamda da özellikle seçme ve seçilme hakkını kullanıp kullanamayacağı özgürlükler hukuku açısından tartışmalı bir konudur. Demokrasi kuramında yönetime katılan bireylerin tam bir bilinçle donatılmış oldukları ve siyasi tercihlerini yaparken rasyonel davrandıkları temel bir dogma olarak kabul edilir. Her ne kadar, son dönemlerde gitgide gelişen nörobilim araştırmaları insanın rasyonel davranan bir canlı olduğu savının yanlışlığını her geçen gün biraz daha fazla kanıtlasa da, demokrasi kuramcıları “insan rasyonel davranan bir canlıdır” şeklindeki “tabuyu” terk etmeye hazır değiller. Dolayısıyla, yurttaşlar topluluğunun rasyonel olma niteliğini taşımayan üyelerinin siyasi haklarının kısıtlanmasına cevaz veriliyor. Bu bağlamda, siyasi hakları kullanmanın, vatandaşlık ve ikamet koşulları yanında belli bir yaşa (genellikle 18 yaş) erişme koşuluna da bağlanması genel bir uygulamadır. Ergin (reşit) olmayanların siyasi hakları kullanamamasının sebebi, bunların henüz zihinsel yetilerini tam olarak kazanmamış oldukları varsayımıdır. Aynı genel nitelikte bir varsayımı -en azından belli bir oranda- DKB’si olan bireyler için de ileri sürmek, bunların zihinsel yetersizlik nedeniyle siyasi haklardan mahrum bırakılması gerektiğini savunmak ilk anda tutarlı görünüyor. Ne var ki, özgürlükler hukukunun gelişim sürecinde engelliler kategorisinin, bu bağlamda da zihinsel engellilerin bir hak öznesi olarak ortaya çıkması, bu grup içinde yer alanların genel bir sınırlama yoluyla siyasi haklarından mahrum bırakılmasını tartışmalı hale getiriyor.