Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kira veya Finansal Kiralama Konusu Gemilerle İlgili Tekne-Makine Sigortaları Çerçevesinde Hangi Çıkarların Temin Edildiği Üzerine Bazı Düşünceler

Some Thoughts about the Interests Insured under the Hull and Machinery Insurance Contracts Related to Bare-boat Chartered or Leased Vessels

Samim ÜNAN

2011 tarihli Türk Ticaret Kanunu’nun kabul edilmesi denizcilik rizikolarına karşı sigortalar bakımından çok köklü değişiklikler getirmiştir. Yeni düzenleme çerçevesinde denizcilik rizikolarına karşı sigortalar da diğer sigortalarla aynı yasa kurallarına tabi kılınmış, 1956 tarihli Türk Ticaret Kanunu’nun özel düzenlemesi bütünüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Yeni düzenlemenin en önemli sonucu, Türk Ticaret Kanunu’ndaki emredici hükümlerin denizcilik rizikolarına karşı sigortalara da (en başta tekne-makine sigortası, yük sigortası ve yat sigortası) uygulanacak olmasıdır. Emredici olan düzenlemelerden birisi ise sigortalanabilir çıkar (menfaat) kavramıdır. Bu husus Türk Ticaret Kanunu’nun 1408’inci maddesinde düzenlenmiştir. Bu çalışma ile kira veya finansal kiralamaya konu olan bir gemi ile ilgili tekne-makine sigortasının, malik veya kiracı tarafından yaptırılması olasılıklarında, bu sigorta ile hangi sigortalanabilir çıkarların sigorta koruması altına alınmış olacağı sorunu ele alınmaktadır.

Gemi Kiralama Sözleşmesi, Finansal Kiralama Sözleşmesi, Tekne Makine Sigortası, Sigortalanabilir Çıkar, Menfaat.

The adoption of the new Turkish Commercial Code in 2011 brought radical changes in terms of insurance against marine risks. Within the framework of the new regulation, marine insurance contracts were subjected to the same legal rules as other insurance contracts, and the specific regulation of the Turkish Commercial Code of 1956 in respect of insurances against marine risks was completely repealed. One of the most notable results of the new regulation is that the mandatory provisions of the Turkish Commercial Code shall also be applied to marine insurances (mainly hull and machinery insurance, cargo insurance and yacht insurance). Turkish Commercial Code Article 1408 dealing with the “insurable interest” is one of these provisions. In this study, the problem to know whose insurable interest(s) would be under the protection of insurance when the insurance in respect of a bare-boat chartered or leased vessel is taken out by the charterer or the lessee or the proprietor will be examined.

Bareboat Charters, Financial Leasing Contracts, Hull and Machinery Insurance, Insurable Interest.

I. GİRİŞ

Türk Ticaret Kanunu (TTK), “sigortalanabilir çıkar (menfaat)” kavramını sigorta sözleşmesine ilişkin kuralların eksenine yerleştirmiştir. Öyle ki, eğer sigorta yapıldığı sırada sigorta konusu çıkar mevcut bulunmuyorsa sigorta sözleşmesi baştan geçersiz olmakta (TTK 1408 cümle 1); sözleşme bağıtlanırken var olan çıkar daha sonra sözleşme süresi içinde ortadan kalkarsa, o olasılıkta sözleşme çıkarın ortadan kalktığı andan başlayarak geçerliğini yitirmektedir (TTK 1408 cümle 2). Sigortalanabilir çıkara ilişkin TTK 1408 mutlak emredici niteliktedir. Buna aykırı anlaşmalar yalnızca bu yoldaki anlaşmanın (sözleşme hükmünün) değil, tüm sigorta sözleşmesinin geçersiz hale gelmesine neden olmaktadır (TTK 1452(1)).

2011 yılında sigorta sözleşmesi hukukunda yapılan reform (2011 tarihli TTK’nın kabul edilmesi) denizcilik rizikolarına karşı sigortalar bakımından çok köklü değişiklikler getirmiştir. Yeni düzenleme çerçevesinde denizcilik rizikolarına karşı sigortalar da diğer sigortalarla aynı yasa kurallarına tabi kılınmış, 1956 tarihli (önceki) TTK’nın özel düzenlemesi bütünüyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Yeni düzenlemenin en önemli sonucu, TTK’daki emredici hükümlerin denizcilik rizikolarına karşı sigortalara da (en başta tekne-makine sigortası, yük -taşıma- sigortası ve yat sigortası) uygulanacak olmasıdır. TTK’da sigorta sözleşmesini düzenleyen hükümlerin (aşağı-yukarı) dörtte üçünün emredici nitelik taşıdığı düşünülürse yeni yasal seçimin önemi kendiliğinden anlaşılır. Oysa 1956 tarihli TTK çerçevesinde denizcilik rizikolarını düzenleyen hükümlerin çok büyük çoğunluğu yedek hukuk kuralı idi. Dünya uygulaması da denizcilik rizikolarına karşı sigortalar alanında tarafların sözleşme özgürlüğünün çok geniş olması yönündedir. Mesela Alman Sigorta Sözleşmesi Kanunu (VVG) § 209, bu yasadaki hükümlerin reasüransa ve denizcilik rizikolarına karşı sigortalara uygulanmayacağını açıkça hükme bağlamış ve böylece (bu sayılan hususlarda özel yasal düzenleme de yapılmış olmadığı için) bunlar bakımından tarafların yalnızca sözleşmelere ilişkin genel düzenlemedeki kurallarla (emredici olmayanlar hakkında farklı bir anlaşma yapmamış oldukları ölçüde) bağlı olacakları çözümüne olanak tanımış bulunmaktadır.

Türkiye’de 1956 tarihli (önceki) TTK’da bulunan denizcilik rizikolarına karşı sigortalara ilişkin hükümlere 2011 tarihli TTK’da “uygulamada mahkemelerin önüne yürürlükten kaldırılan hükümlerin alanına giren uyuşmazlık gelmediği” gerekçesiyle yer verilmediği öne sürülmüştür. Bu gerekçe şu bakımdan yerinde değildir: Geçmişte birçok uyuşmazlık sigortacıların hukukçularıyla sigorta ettiren/sigortalıları temsil edilen hukukçular arasında yasa hükümleri dikkate alınarak çözüme bağlanmaktaydı. Diğer bir anlatışla, 2011 tarihli TTK’yı hazırlayanların düşüncesi yanlış bir saptamaya dayanmaktadır. Bir yasanın uygulanıp uygulanmadığı (o yasadaki hükümlerin artık lüzumsuz hale gelip gelmediği) yalnızca yargı kararlarına bakılarak değerlendirilmez.

Bir diğer gerekçe ise, deniz sigortaları alanında bizim “kaynağımız” olma özelliğini taşıyan Alman hukukunda da son yasal düzenlemelerde denizcilik rizikolarına ilişkin hükümlerin yasa kapsamından çıkarılmış olmasıdır. Kanımızca bu da makul bir gerekçe sayılmaz. Alman hukukunda denizcilik rizikolarına karşı sigortalara ilişkin yasa hükümleri çok önceden bu yana zaten uygulanmıyordu. Bu sigortalara ilişkin (HGB içindeki)1 yasa hükümleri emredici olmadığı ve uygulamada çok kapsamlı (yasa hükümlerine kıyasla çok daha geniş olan) sigorta genel koşulları kullanıldığı için, sözleşmesel düzenleme fazlasıyla yeterli olmaktaydı. Bu nedenle Almanlar, uzun zamandır gereksiz hale gelmiş ve (çok daha ayrıntılı ve gereksinimlere yanıt veren) sigorta genel şartları karşısında uygulanma yeteneğini yitirmiş olan denizcilik rizikolarına karşı sigortaları düzenleyen yasa maddelerini yürürlükten kaldırmışlardır. Özellikle belirtmek lazımdır ki, Almanların bu adımı hiçbir eksikliğe veya aksaklığa veya uygulama değişikliğine yol açmamıştır.

Buna karşılık Türkiye’de durum çok farklıdır. Ülkemizde deniz sigortaları alanında kapsamlı sigorta genel şartları bulunmamaktadır. İngiltere kaynaklı klozlar (özellikle Institute Hull Clauses ve Institute Cargo Clauses) çerçevesinde teminat sağlanmaktadır. Ancak bu metinler sigorta ile ilgili bütün hususları düzenlememişlerdir. Uygulamada birçok halde İngiliz Deniz Sigortaları Kanunu (MIA)2 hükümlerine başvurmak gereği ortaya çıkmaktadır. Mesela, tekne-makine sigortası alanında elverişsizliğin sigorta kapsamında olup olmayacağı klozlara bakılarak değil, doğrudan bu hususa ilişkin MIA hükmü dikkate alınarak belirlenmektedir. Haksız sapma bakımından da durum aynıdır.

İngiltere ile Türkiye’nin ortak noktası şudur: Her iki ülkede de uygulamada kullanılan sigorta sözleşmeleri bütün olasılıkları içeren genişlikte değildir. Aralarındaki fark ise şuradadır: İngiltere’de sözleşmenin yetersiz kaldığı hallerde uyuşmazlık MIA hükümleri (deniz sigortalarına ilişkin yasa) uyarınca çözüme bağlanmaktadır. 1908 tarihli bu yasa, yalnızca deniz sigortalarına değil, özel düzenlemenin bulunmadığı hallerde, kara sigortalarına da uygulanmaktadır. Ancak MIA’nın esas olarak deniz sigortaları hakkında hükümler içerdiğini de vurgulamak gerekir. Buna karşılık Türkiye’de, sözleşmelerin yetersiz kaldığı noktalarda, deniz sigortalarının özellikleri göz önünde bulundurularak şekillendirilmiş bir yasal düzenleme değil, bütün sigortalara uygulanmak üzere oluşturulan “genel” nitelikli (dörtte üçü emredici olan) yasanın (TTK) hükümleri (TTK 1401-1486) dikkate alınacaktır. Fakat, bu genel düzenleme birçok noktada yetersiz kalacağı için, somut durumda uygulanması lazım gelen bir yasal hüküm bulunamayacak ve hâkimin hukuk yaratması gereği ortaya çıkacaktır.

II. SİGORTALANABİLİR ÇIKAR

Sigortalanabilir çıkar kavramı, zarar sigortalarında riziko sebebiyle zarara uğrayabilecek olma durumu ile bağlantılıdır. Eğer bir kimsenin malvarlığında, gerçekleşen riziko nedeniyle bir kötüleşme meydana gelecekse, o kişinin o rizikoya karşı sigorta yaptırmakta çıkarının bulunduğu kabul edilir. Eşya (mal) sigortalarında riziko, malın tam veya kısmi hasara maruz kalması veya yeniden ele geçirilemeyecek biçimde yitirilmesidir. Eşyanın bu şekilde tam veya kısmi hasara uğraması veya yitirilmesi yüzünden malvarlığında kötüleşme meydana gelebilecek olan kişinin, bu sigortalanabilir çıkarını sigorta koruması altına aldırmak için kendisi veya onun lehine bir başkası tarafından sigorta yaptırılabilir. Bir kimsenin kendisine ait çıkarın korunması amacıyla yaptırdığı sigortaya “kendi hesabına (veya kendi lehine) sigorta3 “; başkasının çıkarının sigorta güvencesine bağlanması için yaptırdığı sigortaya ise “başkası hesabına (veya başkası lehine) sigorta4 “ denmektedir. Kendi veya başkası “hesabına” sigorta deyimi, zararın “kimin hesabına” yazılacağı (kimin zarara uğrayacağı) göz önünde tutularak oluşturulmuş bir deyimdir.

Sigorta hukukunda bir mal üzerindeki çıkarlar şu şekilde sınıflandırılmaktadır: Malın değerinin malvarlığında kalmasına olan çıkar (Sacherhaltunsginteresse); mal dolayısıyla malike zarar giderimi ödeyecek olmaktan doğan çıkar (sorumluluk bağlamında çıkar, malı tazmin çıkarı; Sachersatz-interesse), malı kullanma ve maldan yararlanma hakkına bağlı çıkar (Sachnutzungsinteresse).

Malın değerinin malvarlığında kalmasına olan çıkara en başta malın (hukuksal açıdan) maliki sahiptir. Ancak malikten başka kişilerin de (ekonomik açıdan malik olan kişiler)5 bu nitelikte bir çıkarı bulunabilir (mesela gemi üzerindeki mülkiyeti güvence amaçlı olarak başkasına devreden kişi; finansal kiralamada geminin zarar görmesi rizikosu üzerinde olan kiracı). Bu çıkarın korunması, o mal zarar gördüğünde zarar öncesi durumun tekrar sağlanması ile olur.

Malı geçici süre için kullanmakta olan kişi (mesela kiracı veya finansal kiracı), o mal üzerinde kullanma/yararlanma bağlamında çıkar sahibidir. Mesela:

Malı tazmin çıkarı (sorumluluk bağlamındaki çıkar), bir kişinin mala zarar vermesi (malın zayi olması, hasarlanması veya yeniden ele geçirilemeyecek biçimde yitirilmesi) sonucunda o malın (hukuksal açıdan) malikine tazminat ödemekle yükümlü hale gelmemekteki çıkarıdır.

Aynı mal üzerinde değişik kişilerin aynı veya farklı nitelikte sigortalanabilir çıkarları bulunabilir: A’ya ait taşınmaz üzerinde B Bankası lehine ipotek (taşınmaz rehni) kurulmuşsa, A malik çıkarına, B ise ipotek alacaklısı çıkarına sahiptir. Ortak malikler A ve B’nin de tam değer üzerinden yaptırılan bir eşya sigortasında o eşya bakımından (mülkiyet payları oranında) sigortalanabilir çıkarları vardır6 .

Kimin hangi çıkarı için sigorta yaptırılmış olduğunun belirlenmesi çok önemlidir. Çünkü sigorta kural olarak yalnızca o çıkar veya çıkarlar bakımından sonuç doğuracaktır. Bir mal sahipsiz değilse, bunun üzerinde çıkarı bulunan bir malik her zaman mevcut olacaktır. Sigortanın “her kim ise çıkar sahibi olan o kişi için” yaptırıldığı biçiminde bir kural bulunsa idi, çıkar yokluğu nedeniyle sözleşmenin geçersizliği hiç gündeme gelmez; sorun çıkar sahibini saptamaya indirgenmiş olurdu. Tam tersine sigorta, sözleşmede belirtilen çıkarların korunması için yaptırıldığından, sözleşme uyarınca çıkar sahibi görünen kişinin gerçekte çıkarının olmadığı anlaşılırsa o sözleşme (asıl çıkar sahibi lehine hüküm doğurmak yerine) geçersiz sayılmaktadır.

Kimin çıkarı için sigorta yapıldığı hususunda en başta sigorta sözleşmesine bakılır. Fakat çıkar sahibinin sözleşmede belirtilmesi zorunlu değildir. Mevcut koşullardan sigortanın kimin çıkarı için yapıldığının anlaşılması yeterlidir. Başkası lehine sigorta söz konusu olduğunda, sigortacının bu durumu biliyor olması, sigorta ettireni malın maliki sanması, sigorta ettirenin kendisini malik olarak tanıtması da gerekmez. Kimin çıkarının sigorta koruması altına alındığına ilişkin yorum yapılırken, o sigortanın genellikle hangi çıkara ilişkin bulunduğu önem taşıyabilir. Mal (eşya) sigortalarında mülkiyet ilişkileri de rol oynayabilecektir7 .

TTK 1408(1)’in söylemine baktığımızda, sigorta sözleşmesi anında mevcut olmayan, ileride oluşacak çıkar için yaptırılacak sigortayı geçersiz saymamız gerekecektir. Bu bakımdan mesela 10 gün sonra mülkiyeti devralınacak gemi için bugün yaptırılacak sigorta hukuksal açıdan hiçbir sonuç doğurmayacaktır. Bu yasal düzenleme kanımızca bütünüyle yanlıştır. Doğru olduğunu düşündüğümüz çözüm, sigorta konusu mal üzerindeki çıkarın rizikonun gerçekleştiği anda mevcut olmasını yeterli görmektir. Kaldı ki, çıkar koşulu yerine gelmiyorsa, zarar sigortalarında sigorta sözleşmesinde hak sahibi olduğu belirtilen kişi zaten sigortadan yararlanamayacaktır. Çünkü bir zarara uğraması söz konusu olmayacaktır. Çıkarın varlığını sigortacının prime hak kazanmasının koşulu olarak düzenlemek ise mümkündür8 . Hukukumuzda eksik olan düzenlemelerden biri de “sigortalanabilir çıkar sahibi olmayan bir kimsenin kötü niyetle (haksız ekonomik yarar sağlamak amacıyla) sigorta yaptırması” olasılığıdır. Bu gibi bir olasılıkta sigorta sözleşmesinin geçersiz sayılması ve sigortacının da geçersizliği öğrendiği güne kadarki9 (veya geçersizliği öğrendiği döneme ilişkin) prime hak kazanmış olacağının hükme bağlanması yerinde bir çözüm oluşturacaktır.

Kanımızca sigorta sözleşmesi anında henüz mevcut olmayan, fakat ileride oluşacak bir çıkar için sigorta yaptırılması olasılığında, bu sigortayı geçersiz saymak yerine, çıkar gereğinin yerine gelmesi koşuluyla (geciktirici koşula bağlı) sözleşme kurulduğunu benimsemek doğru olur10 .

Alman hukukunda sigortalanabilir çıkarın başlangıçta var olmadığını kabul etmek için, sözleşme (daha doğrusu teknik süre)11 başlangıcında çıkarın yokluğu yeterli sayılmamakta; ayrıca bunun daha sonra da mevcut olmayacağının anlaşılması gerekli görülmektedir12 . Bu nedenle teknik süre başlangıcında (henüz) bulunmayan çıkar, daha sonra meydana gelebilecekse, bu durum sözleşmeyi olumsuz etkilememektedir13 . Alman hukuku, çıkarın başlangıçta var olmamasını bir “geçersizlik” sebebi olarak düzenlemediği için, bu sonuca ulaşılabilmektedir. Türk hukukunda ise, TTK 1408, sigortalanabilir çıkarın teknik süre değil, biçimsel süre başlangıcında (sözleşmenin yapıldığı anda) var olmasını aramış ve bu anda var olmamasına “geçersizlik” sonucunu bağlamıştır. Bundan başka (bir de) TTK 1408’in (aksine anlaşmaların sözleşmenin bütünüyle geçersizliğine yol açacak şekilde) “mutlak emredici” olarak düzenlenmesi çok katı Türk sistemine son çiviyi çakmıştır.

Tekne sigortası yaptırmakta kimlerin sigortalanabilir çıkarının bulunduğu konusuna gelince: Her şeyden önce malik çıkar sahibidir. Bundan başka ayni hak sahibi kişiler de (özellikle gemi üzerinde rehin hakkı bulunanlar) sigorta yaptırabileceklerdir. Ancak TTK 1022 uyarınca malikin çıkarının sigorta ettirilmiş olması halinde, gemi ipoteği sigorta tazminatını da kapsayacaktır14 . Bu nedenle malik çıkarını güvenceye alan bir sigorta mevcut olduğu zaman, gemi üzerinde ipotek hakkı bulunan kişinin ayrıca kendine ait çıkar için sigorta yaptırması -malik çıkarını koruyan sigorta ile koruma sağlandığı ölçüde- gerekli değildir. Gemi üzerinde rehin hakkı veren (TTK 1320’de sayılan) bir gemi alacağının söz konusu olduğu hallerde, tekne-makine sigortası uyarınca ödenecek tazminat gemi alacaklısı bakımından “surrogat” (gemi yerine geçen değer; kaim değer) oluşturmadığından, gemi alacaklısının bundan yararlanması söz konusu değildir15 . Uygulamada gemi alacaklısı hakkına sahip bulunan kişilerin rehin haklarından doğan çıkarlarına dayanarak gemiyi sigorta ettirmelerine pek rastlanmamaktadır16 .

III. TEKNE SİGORTASI SÖZLEŞMESİNİ KİMLERİN YAPTIRACAĞI

Bir sigorta sözleşmesini mutlaka o sigortayı yaptırmak bakımından sigortalanabilir çıkara sahip olan kişi veya kişilerin bağıtlaması zorunluluğu yoktur. Sigorta kendi hesabına olabileceği gibi, başkası hesabına da (veya başkası lehine) de hatta aynı anda hem kendi hem de başkası hesabına olabilir.

Kira veya finansal kiralama konusu gemilerde kiracı gemiyi kendi adına denizde17 kazanç elde etmek amacıyla kullanmaktadır. Türk yasaları, kira veya finansal kiralama konusu gemilerin “kiracı tarafından” sigorta ettirilmesi hakkında düzenleme içermektedir.