Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yetki Alanı

Jurisdiction of the International Criminal Court

Ezgi ÇIRAK

Uluslararası toplumu bir bütün olarak yakından ilgilendiren en ciddi ve ağır suçların cezasız kalmaması ve uluslararası iş birliğinin güçlendirilmesi amacıyla daimi statüde bir ceza mahkemesine olan ihtiyacın sonunda çok taraflı bir anlaşma olan Roma Statüsü ile 1 Temmuz 2002 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi () kurulmuştur. Bu çalışmada daimi statüde bir uluslararası ceza mahkemesine olan ihtiyacın gerekçeleri, bu mahkemenin yargı yetkisinin niteliği ve ulusal makamlarla olan ilişkisi açıklanmıştır. Ardından Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetki alanı kişi bakımından, zaman bakımından, yer bakımından ve madde bakımından incelenmiştir. Konunun ağırlık noktasını oluşturan mahkemenin madde bakımından yetkisi çerçevesinde çekirdek suçlar olan soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçu ve saldırı suçuna değinildikten sonra bu suç tipleri dışında mahkemenin yetki alanının sınırının genişletilebilerek yeni suç tiplerinin dahil edilip edilemeyeceği tartışılmıştır.

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Roma Statüsü, Soykırım, İnsanlığa Karşı Suç, Savaş Suçu, Saldırı Suçu.

The International Criminal Court was established on July 1, 2002 with the Rome Statute, a multilateral agreement resulting from the need for a permanent criminal court in order to prevent very serious crimes that are closely related to the international community as a whole and to strengthen national and international cooperation. The jurisdiction of the International Criminal Court, which is secondary and complementary to national judicial authorities, will be examined jurisdiction of ratione personae (personal), ratione temporis (temporal), ratione loci (territorial), and ratione materiae (subject matter).

International Criminal Court, Rome Statute, Genocide, Crimes Against Humanity, War Crimes, Aggression.

GİRİŞ

Uluslararası toplumun tümünü ilgilendiren en ciddi ve ağır suçları işleyen bireylerin uluslararası alanda yargılanması amacıyla daimi bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması fikri oldukça eskiye dayanmaktadır. Ancak devletlerin kendi vatandaşları açısından cezalandırma tekelini ellerinde tutma isteği ve yargılama yetkisinin uluslararası bir mahkemeye devredilmesini egemenliklerine bir tehdit olarak görmeleri bu fikrin gerçekleşmesini geciktirmiştir. Bununla birlikte özellikle II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan ağır insan hakları ihlallerinden dolayı geçici statüde (ad hoc) uluslararası ceza mahkemeleri kurulmuş ancak bu mahkemeler belirli olaylar bakımından yargılama yetkisini haiz olduklarından, doğal hakim ilkesi ve kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine aykırı oldukları gerekçesiyle eleştirilmiştir. Nihayet 2002 yılında, yetki alanı çok taraflı bir anlaşma olan Roma Statüsü ile belirlenen ve devamlı statüde olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kurulmuştur.

Bu çalışmamızda öncelikle tarihsel perspektifle uluslararası bir ceza mahkemesine olan ihtiyacın gerekçeleri genel olarak ortaya konacak ve daimi bir uluslararası ceza mahkemesinin mevcudiyetinin önemi ortaya konacaktır. Ardından Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisinin niteliği ve ulusal yargı makamlarıyla olan ilişkisine değinilecektir.

Çalışmanın sonraki bölümünde UCM’nin yargı yetkisinin niteliği belirlendikten sonra mahkemenin yetki alanı kişi, yer, zaman ve madde bakımından incelenecektir. UCM’nin kişi bakımından yetkisi ulusal mahkemelerden çok daha geniştir ve kişilerin sahip oldukları sıfatlar dolayısıyla herhangi bir yargı bağışıklıkları bulunmamaktadır. Yer bakımından yetkisi Roma Statüsü’ne taraf devletlerle sınırlı olmakla birlikte bu konuda bazı istisnalar vardır. Zaman bakımından yetkisi açısından UCM kendisinden önce kurulan uluslararası ceza mahkemelerinde farklı olarak kanunilik ilkesine uygun şekilde kural olarak ileri tarihli olaylara ilişkin yargılama yetkisine haizdir. Madde bakımından yargı yetkisine giren suçlar, yine kanunilik ilkesinin bir gereği olarak, madde bakımından yetki kapsamında Roma Statüsü’nde açıkça belirlenmiştir. Ceza hukukun genel ilkeleri gereği bu suçların kıyas ya da yorum yoluyla genişletilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan UCM’nin yetkisi, çekirdek suçlar (core crimes) olarak belirlenen soykırım suçu, savaş suçu, insanlığa karşı suçlar ve saldırı suçundan ibarettir. Madde bakımından yetki incelenirken, Roma Statüsü’nde yer alan bu suçların yanında, madde bakımından yetkinin çevre suçları, gibi suçlar açısından genişletilebilmesinin bir olanağının olup olmadığı üzerinde durulacaktır.

I. TARİHSEL PERSPEKTİF İLE ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ

İnsanlığını tümünü ilgilendiren ve uluslararası toplum tarafından kınanan, en ciddi ve ağır suçların cezalandırılması fikri çok uzun bir geçmişe dayanmaktadır. Fakat ceza hukukunun uygulanması açısından mülkilik ilkesi esas olduğu için kişilerin ceza sorumluluğuna yönelik yargılamalar daha çok ulusal mercilere bırakılmıştır.

Kendi ülkesi sınırlarında işlenen suçları yargılama konusunda yetki, kural olarak o devlete ait olmakta ve bu yargılamalar açısından devletlere güven duyulmaktadır. Ancak uluslararası toplumu ilgilendiren ve ağır ihlaller teşkil eden uluslararası suçların1 yargılamasında uluslararası bir ceza yargılamasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun birden çok sebebi bulunmaktadır. Örneğin özellikle savaş suçları açısından ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı dönemlerde, devletler savaş koşullarından ya da başka yıkıcı etkilerden kaynaklanan fiziki yetersizlik gibi durumlarda, yargılama yapmaya muktedir olamayabilecektir. Bunun yanında ağır suçları işleyen kişilerin devletin üst kademelerindeki bir yönetici olması, devlet adına çalışan kişi olması gibi sebeplerle devletler yargılama yapmaya isteksiz olabilmektedir. Bu isteksizlik ilgili kişilerin devlet yönetiminde halen etkin olması2 ya da bu kişileri yargılamanın devletin güvenliğini tehlikeye düşürebileceği3 endişesinden kaynaklanabilmektedir. Bu bakımından uluslararası alanda bağımsız ve tarafsız bir ceza mahkemesi tarafından yargılamanın yapılabilmesi hem devletlerin güvenliği açısından hem de cezasızlıkla mücadele açısından daha olumlu görülmüştür. Ancak uluslararası yargılamaların yapılabilmesinin kabulü devletler açısından birtakım sıkıntılar da yaratmaktadır.

Cezalandırma tekelini elinde bulunduran devletler açısından kendi vatandaşlarının uluslararası merciler tarafından yargılanabilme ihtimali, devletlerin egemenlik anlayışları açısından da sıkıntı oluşturmaktaydı. Modern devletin klasik anlamdaki egemenlik anlayışı, toplumların değişmesi, teknolojinin gelişmesi ve daha da önemlisi insan haklarının evrensel çapta korunması için tüm devletlerin birlikte hareket etmesinin gerekliliğiyle birtakım değişikliklere uğramıştır4 . Uluslararası sözleşmelerin doğrudan iç hukuka etkisi, uluslararası yargı mercilerinin bağlayıcı kararları, devletlerin egemenliklerinin bir kısmından feragat etmesini gerektirmiştir. Ancak devletlerin egemenliklerine müdahalelerin ceza hukukuna da sirayet etmesi oldukça sınırlı kalmıştır. Özellikle bir devletin suç isnadı altındaki vatandaşının ulusal yargı mercileri dışında bir yargı merci önünde çıkarılması tepki toplamış, devletler bu alandaki egemenlik haklarına müdahaleleri engelleme eğiliminde olmuştur5 .

Özellikle devletler önce II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen ağır insan hakları ihlallerinin yargılanması için kurulan ad hoc mahkemeler ile, ardından da daimi olarak kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ceza hukuku alanındaki egemenlik anlayışlarından yavaş yavaş feragat etmişlerdir6 .

Uluslararası nitelikte ve insanlığın bütününü ilgilendiren suçların uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanmasının gerekliliği Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasından daha önce ortaya konmuş ve bu amaçla geçici statüde mahkemeler kurulmuştur. Bu uluslararası ceza mahkemeleri, ad hoc yapıda olup belli olaylara özgü kurulan, geçici mahkemelerdir. Bu mahkemeler bir uluslararası anlaşmayla ya da BM Güvenlik Konseyi kararıyla kurulmaktaydı. Genellikle BM bünyesinde olmasından dolayı bu mahkemelerin bağımsız mahkemeler oldukları konusunda şüpheler bulunmaktaydı. Pek tabi bu mahkemelerin bağımsızlıkları ve tarafsızlıklarına ilişkin şüphenin çok daha farklı boyutları bulunmaktaydı.

Ad hoc mahkemelere getirilen en büyük eleştiri bu mahkemelerin belli bir kesimin adalet anlayışını tatmin ettiği, bu özelliğiyle seçici (selective) / tercihi (preferential) adalet dağıttığı yönündedir7 . Doğası gereği bu mahkemeler belli bir olaya özgü kurulmuş, belli tarihler arasında gerçekleşen fiilleri yargılamaktadır. Bu tarihlerden önce gerçekleşen olaylar ad hoc mahkemelerin yargı alanına girmediği için siyasi tercihlere göre belirli kesimlerin cezalandırılması ile sınırlı kaldığı yönünde eleştirilmektedir. Özellikle Nürnberg ve Tokyo Ceza Mahkemeleri II. Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından kurulmuş ve yargılananlar daha çok yenilen devletlerin vatandaşları olmuştur. Bu haliyle mahkemelerin “galiplerin adaletini” sağladığı söylenmektedir8 . Gerçekten de tüm insanlığı ilgilendiren ve uluslararası yargılama makamları önünde hesap verilmesi gereken durumlar yalnızca belli dönemlerde, belli coğrafyalarda yaşanmamaktadır. Afrika’da kasten kurutulan su kuyularının meydana getirdiği açlık, sefalet; Kamboçya’da ölüm tarlalarında yaşananlar, Arakan’da zorla yerlerinden sürülen insanların yaşadıkları ve bu olanların sorumluları uluslararası yargılama makamlarının önünde hesap vermemiştir9 . Daha önce kurulan ad hoc mahkemelerinin siyasi konjonktüre göre şekillenmesi ile kastedilen aslında bu yargılamaların adil olmadığı yönünde bir eleştiriden ziyade bu yargılamaların yapılmasını sağlamış güçlü devletlerin istekleri sayesinde kurulmuş olmalarıdır10 .

Ad hoc mahkemeler, gelecekte gerçekleşmesi muhtemel fiilleri de yargılayamayacağı için caydırıcılık etkisi yönünden yetersizdi11 . Daimi olarak işleyecek, bağımsız, geniş kabul görmüş, cezalandırma yetkisine sahip, etkin bir yargılama organı olmadığı için, caydırıcı olamamıştır12 . Ad hoc mahkemeler devamlı statüde olmadıkları için belli olaylar gerçekleştiği zaman kurulmaları, hâkimlerin seçimi gibi hususlar belli bir zaman ve masrafa neden olmaktaydı. Ayrıca delil toplama konusunda gecikildiği için pek çok önemli delile ulaşılamamaktaydı.

Ad hoc mahkemelerin doğal hâkim ilkesiyle ve kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesiyle çelişmesi, bu mahkemelere sıkça yöneltilen eleştirilerdendir13 . Bu bakımdan daimi bir uluslararası ceza mahkemesinin varlığı doğal hâkim ilkesi yönünden; bu mahkemenin yetki alanının belirlenmesi kanunilik ilkesi yönünden oldukça önemlidir.

Kısaca ifade etmek gerekirse UCM ile devamlı bir uluslararası ceza mahkemesi kurulmuş, doğal hâkim ilkesi korunmuş, yargılama yetkisi zaman ve yer bakımından belirli hale gelmiştir. UCM’nin uluslararası bir statüyle kurulması uluslararası toplumun geniş desteğini alması ve daha önceki mahkemelere göre daha tarafsız görülmesini sağlamıştır.