Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Çevrenin Atık ve Artıklarla Kirletilmesi Suçu

Rahşan Bengi Gezgin KAYAN

Özet

İçeriği oldukça geniş olan çevre kavramı, 1970’li yılların başında kendini hissettirmeye başlayan çevre sorunlarının kendine has özelliği nedeniyle hem fen ve hem de sosyal bilimlerin konusu haline gelmiştir. İnsanoğlu, üretim ve tüketim faaliyetleri için kaynak sağladığı çevreye, aslında var olduğundan beri olumsuz müdahalelerde bulunmuştur; fakat çevre sorunları zaman içinde bir birikimin sonucudur.

Hızla artan dünya nüfusu, plansız endüstrileşme ve sağlıksız kentleşme, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, tarımda verimi arttırmak için kullanılan tarım ilaçları, yapay gübreler, evsel ve endüstriyel atıklar normal şartlarda kendi kendini yenileme ve temizleme kabiliyeti olan çevrenin kaldıramayacağı bir boyutta kirlenmesine; toprağın, suyun ve havanın yapısının bozulmasına sebep olmuştur.

Günümüze gelinceye kadar çevrenin korunması konusunda ceza hukukunun rolünün ne olacağı tam olarak açıklığa kavuşmuş değildi. Hatta ceza hukukunun bu alana hiç girmemesi gerektiği, bu konuda siyasi, idari iktisadi müdahalelerin yeterli olacağı düşünülmüştü. Bu nedenle çevreye karşı fiiller hakkındaki hukuki düzenlemeler, büyük ölçüde idari kurallar veya idari yaptırımlar şekline oluşmuştur.

Kalkınma odaklı politikalar sonucu yaşanan çevre felaketleri, artık devletlerin sadece idari emir ve tedbirlerle çevrenin korunamayacağını ortaya koymuştur. Ceza hukukunda düzenlenen yaptırımların diğer hukuk dallarında düzenlenen tazminat, eski hale getirme, idari para cezalarına göre çok daha ağır yaptırımlar içermesi nedeniyle çevrenin korunmasında ilk ve en önemli vasıta olmadığı ve hatta bazı hallerde en son olarak başvurulması gereken çare olması gerektiği düşünülebilir. Fakat toplumsal düzenin ve temel hakların korunması konusunda önemli bir yeri olan ceza hukukunun diğer hukuki tedbirlerle önlenemeyen durumlarda devreye girmesini gerektirmektedir.

Çevreye karşı fiillerin bir suç olarak ceza kanununda yer alıp almaması konusunda tartışmalar devam ederken, ozon tabakasındaki incelme, sera etkisi ve küresel ısınma gibi ciddi tehditler karşısında, çevrenin korunması için daha etkin bir tedbir olarak, ceza kanunlarında bazı fiillerin, suç olarak düzenlenmesi konusunda eğilimler artmıştır. 2000’li yıllara girildiğinde pek çok ülkede çevre kirliliğini önlemek için yeni yaptırımlar düzenlenmiş veya varolan hukuki düzenlemelerdeki yaptırımlar ağırlaştırılmıştır. Hatta çevreye karşı suçlarda tüzel kişiliklerin de cezai sorumluluğuna gidilmesi konusunda bir eğilim de gelişmiştir.

Özellikle çok ciddi ve kasıtlı kirletme fiillerinin suç olarak düzenlenmesi konusu Uluslararası Ceza Hukuku Derneğinin 12. Uluslar Arası Ceza Hukuku Kongresinde, Alman-Fransız Ceza Hukuku Derneklerinin ortak çalışmalarında ve BM Suçların Önlenmesi konulu 9. Kongresinde ceza hukukunun çevrenin korunması rolüne ilişkin çeşitli ülkelerdeki durumun incelendiği raporda incelenmiştir.

Avrupa ölçeğinde ise Avrupa Konseyi tarafından çevrenin ceza hukuku yoluyla korunmasını düzenleyen taslak 1998 yılında kabul edilmiş; yine 1987 yılında Avrupa Tek Senedi’nde yer alan çevre ile ilgili hükümler ve daha sonra Maastricht ve Amsterdam Anlaşmaları ile çevrenin korunması Avrupa Birliği ortak pazarının gerçekleştirilmesinde bir araç değil amaç haline gelmiş, hatta Danimarka’nın konseye sunmuş olduğu 28.02.2000 tarihli “ Ağır Çevre Suçları İle Mücadeleye İlişkin Çerçeve Karar”ın kabulüne ilişkin önerisi kabul edilmiş, “Ceza Hukuku Yoluyla Çevrenin Korunması İlişkin Çerçeve Karar” 27.01.2003 tarihinde çıkarılmıştır. Yine AB komisyonu birlik hukukunda yer verilen çevre ile ilgili düzenlemelerin ceza hukuku araçlarıyla desteklenmesi amacı ile çevreye zarar veren faaliyetlere karşı daha etkin, orantılı ve güçlü etkiye sahip yaptırımlara sahip olduğu için 13.03.2001 tarihinde 2003/80 sayılı “ Çevrenin Ceza Hukuku Yoluyla Korunmasına İlişkin Yönerge Tasarısı”nı sunmuş ve fakat konsey üye devletlerin mevcut yetki çerçevelerine dayanarak komisyon tarafından sunulan önergeyi ret etmiştir. Ancak yönergedeki hükümler üye devletlerin iç hukuklarında yer almaya başlamıştır .

AB uyum çalışmalarının hukuk sistemimize de yansıması ile 01.03.tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 04.11.2004 tarihli 552 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunu m.12/1-b bendi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Bu uyum sürecinde 26.09.2004 tarihinde yasallaşıp 12.10.2004 tarihli RG’de yayınlanan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

5237 sayılı TCK m.1’de Ceza Kanununun amacını “kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemek” olarak bildirilmiştir. Yine kanunun özel hükümler bölümünde çevreye zarar veren bazı fiiller suç olarak, Topluma Karşı Suçlar faslında “Çevreye Karşı Suçlar” adı ile düzenlenmiş, böylece çevrenin ceza hukuku ile korunması yolu açılmıştır.

5237 sayılı TCK’da, “Çevreye Karşı Suçlar” pek çok çevre sorunundan belki de en önemlilerini, yani atık ve artıklarla çevrenin kasten (m.181) ve taksirle (m. 182) kirletilmesi, gürültü kirliliği (m. 183) ve ülkemiz gerçekleri de dikkate alınarak özellikle kırsaldan kente göçlerle ortaya çıkan çarpık kentleşmenin sebep olduğu imar kirliliği (m. 184) “suç” olarak belirlenmiştir.

Yine 5491 sayılı 26.04.2006 tarihinde pek çok değişiklik yapılan 09.03.1983 tarihli 2872 sayılı Çevre Kanununda çevreye zarar vermesi muhtemel pek çok fiile karşı idari nitelikte yaptırımlar yeniden düzenlenmiş ve idari para cezalarının düzenlendiği m.20/sonda “bu maddenin uygulamasını gerektiren fiilin Türk Ceza Kanunu ile diğer kanunlarda suç oluşturması haline ilişkin hükümlerinin saklı olduğu” ve m.27’de de “diğer kanunlarda yazılı cezalar için Çevre Kanunda yazılı fiiller hakkında verilecek idari nitelikteki cezaların, bu fiiller için diğer kanunlarda yazılı cezaların uygulanmasına engel olmayacağı” bildirilmiştir.

Yine 30.03.2005 tarihli 5326 sayılı Kabahatler Kanununda da çevreye zarar verebilecek bazı fiiller de kabahat olarak belirlenmiş, ayrıca KK m.15/3 ‘e göre “Bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım” uygulanabileceği bildirilmiştir.

Yasa koyucunun birbirine yakın tarihlerde çıkarmış olduğu bu kanunlarda çevre konusu önemli yer teşkil etmiştir. Hatta 12.09.2004 tarihli RG’de yayınlanan 5237 sayılı TCK m.184 “İmar Kirliliğine Neden Olmak” suçu, kanunun RG’de yayınlandığı tarihte yürürlüğe girmiştir.

Ancak Türkiye’deki mevcut arıtma tesisleri göz önünde bulundurularak (belediyelerin arıtma tesisi kurabilmesi için süre tanımak üzere) m.344’de “çevrenin kasten ve taksirle kirletilmesini düzenleyen m.181 ve 182’nin 1. fıkralarının, kanunun yürürlük tarihi 01.06.2005 tarihinde değil, kanunun yayımı tarihi olan 12.09.2004 tarihinden 2 (iki) yıl sonra yürürlüğe gireceği bildirilmiş, yine 2872 sayılı Çevre Kanununda da bu düzenlemeye paralel olarak Geçici m.4 ile Çevre Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren (1 yıl içinde termin planlarını sunulmasından sonra) arıtma tesisi kurma zorunluluğu ve kurmamış belediyeler için nüfus büyüklüklerine göre 3-10 yıl arasında değişen bir süre ve kurmayan sanayi tesisleri için de 2 yıl ertelenmiştir.

Bir yandan yeni yaptırımlar düzenleyerek çevre korumayı amaç edindiğini hissettirmeye çalışan devletin, bu şekilde bir yandan da ertelemeler düzenlemesi, çevre koruma politikalarında bir zafiyet meydana getirdiği kuşkusuzdur. Esasen çevrenin etkin bir şekilde korunması için gerçekten en üst otorite olan devletin bu konuda kararlı ve aktif rol alması; kişilerinde özelliklerde üretim faaliyetinde bulunanların çevre ile ilgili uymak ve yapmak zorunda oldukları işleri üretimden ayrı ve yük getiren bir iş olarak görmemesi, bunu üretim sürecinin bir parçası olarak algılaması gerekmektedir. Zira üretim faaliyetinin devamlılığı, var olan kaynakların da devamlılığı ile mümkündür.

Çevre, Çevre Kirliliği, Atık ve Artık

Canlı ve cansız varlıkların bir arada bulundukları ve birbirlerini etkilediği ortam olan çevre, biyosferdeki (canlı küre) tüm canlı varlıkları kuşatan olaylar, maddeler ve eylemler bütünüdür14. 5491 sayılı kanun ile değişik 2872 sayılı Çevre Kanunu m.2 çevreyi, “canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam” olarak tanımlanmıştır. Gerçekten çevre, canlıların yaşamasını ve gelişmesini sağlayan fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerin bütünlüğü”dür.

Bu bütünlükte çeşitli sebeplerle meydana gelen ve canlıların sağlığını, çevresel değerleri ve ekolojik dengeyi bozabilecek her türlü olumsuz etki (2872 sayılı ÇK 2) çevre kirliliği olarak tanımlanabilir. Bu sebepler insani veya doğal olabilir. Ancak doğal sebeplerle meydana gelen kirlilik, doğanın kendi kendini yenileyebilirlik ve temizleyebilirlik özelliği ile olumsuz etkilerini insani sebepler kadar göstermezler. Fakat insani sebepler, çoğunlukla doğanın yapısına aykırı olduğu için etkisini daha fazla ve daha tehlikeli olarak hissettirirler.

Çevre kirlililiği, etkisini hemen gösterip, kirlenmenin başladığı anda, kısa vadede canlıların sağlığını, çevresel değerleri ve ekolojik dengeyi bozabileceği gibi uzun dönem sonrasında da bozabilir. Hatta çevre kirliliği, çevresel değerler üstünde, yani toprakta, suda, havada hemen belirlenebilecek ve anlaşılabilecek etkiler bırakabileceği gibi, ancak bilimsel bir araştırma neticesinde anlaşılabilecek etkilerde bırakabilir.