Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Birleşimci (Sentetik) Toplumsal Davranış Kuramı

Unifying (Synthetic) Social Movement Theory

Sami SELÇUK

Davranış (hareket) kavramı içinde suç genel kuramını açıklayan “birleşimci (sentetik) toplumsal davranış kuramı”, İkinci Dünya Savaşı sonrası, Alman suç hukuku öğretisinin en çok tartışıldığı dönemde ortaya çıkmıştır. Aslında von Liszt de, vaktiyle davranışı, ayrıntıya girmeksizin davranışa toplumsal bir olgu olarak yaklaşmıştır. Ancak derinlere inmemiştir. Öte yandan davranış kuramı irdelenirken toplumsallık olgusuna sık sık başvurulmuştur. Nitekim Yargıtayımız, 1980’li yıllarda, incelemede de belirtildiği üzere, davranışın ihlal ettiği değerin boyutuna dayanarak verdiği kararlarda bu anlayışa çok yaklaşmıştır.

Davranış (Hareket), Toplumsal Değerlendirme, Suçun İhlal Boyutu, Toplumsal Uygunluk, Kusurluluk.

The “unifying (synthetic) social movement theory”, explaining the general theory of crime within the behavior (movement) concept, emerged in the period after the Second World War when the German crime law doctrine was mostly discussed. In fact, erstwhile also von Lizst approached to the behavior as a social fact without detailing. However he didn’t dilate upon. On the other hand when the behavior theory was being studied, fact of community was frequently referred. Nevertheless, as mentioned in the research, in the 80’s our Supreme Court approximated to this perspective in the decisions, given by them, on the basis of the dimension of the value violated by the behavior.

Behavior (Movement), Social Evaluation, Violation Dimension of Crime, Social Convenience, Faultiness.

I. Kuramın Ortaya Çıkışı

İkinci Dünya Savaşı sonrası, Alman suç hukuku öğretisinde davranış kuramlarının en çok tartışıldığı dönemdir. Özellikle suçun toplum içinde işlendiği gözetildiği zaman suç hukukunda davranışın toplum bağlamında değerlendirilmemesi elbette düşünülemezdi. Nitekim davranış kuramı irdelenirken toplumsallık olgusuna sık sık başvurulmuş; “birleşimci (sentetik) toplumsal davranış kuramı1 ortaya çıkmış; suç hukukunda yasal tanıma uygun bir davranış gerçekleştirildiği halde, kimi zaman bu davranışın toplumsal açıdan korunan değeri çiğneyecek boyuta (ihlal) ulaşmadığı, dolayısıyla hukuka uygun bulunduğu gerekçesiyle eyleyenin (fail) sorumlu tutulmamasının, en azından cezalandırılmamasının daha yerinde bulunduğu konusu gündeme gelmiş; bunun dayandığı temeller sürekli tartışma konusu olmuştur.2

Nitekim von Liszt de, vaktiyle davranışı, doğa bilimlerinin penceresinden bakarak salt doğal bir olgu olarak ele almamış; ayrıntıya girmeksizin davranışa toplumsal bir olgu olarak yaklaşmıştır. Nedensel ve amaççı kuramlar ise, özellikle de savsamalı ve taksirli davranışları açıklamakta inandırıcı olmamış, yetersiz kalmıştır. Bunun üzerine Eberhard Schmidt, 1932 yılında Von Liszt’in yapıtının yirmi altıncı baskısı dolaysıyla davranış kavramına yeni bir bakış açısı getirmiştir.3 Bu kuramın en çarpıcı özelliği, kuşkusuz, değeri dışlayıp salt varlık bilgisine dayanan doğacı yaklaşım ile toplumsal boyuta ulaşma gibi değer biçiciliğe yaslanan bakış açılarını bağdaştırmış olmasıdır. E. Schmidt, bu kuramıyla istençli davranış ve bunun dışa yansıyan somut sonuçlarını hem varlık bilgisi açısından, hem de toplumsal içerik açısından ele almış; böylece toplumsal davranış kuramı öğretide tartışılmaya başlanmıştır.4

II. Görüşler

Öğretide kuramı savunan başlıca yazarlar, Eberhard Schmidt, Engisch, Jescheck, Kienapfel, Maihofer, R. Lange, Oehler, E. A. Wolff’tur. Yazar çokluğu yüzünden bu kuram çerçevesinde suç davranışının birçok tanımı yapılmıştır.5

Örneğin, Eberhard Schmidt, Engisch, Maihofer nesnel davranış eğilimini öne çıkarmışlar; Jescheck, öznel kavramlaştırmaya ağırlık vermiştir. Engisch, kendi deyişiyle “nesnel-amaççı” davranışı istençli olarak belli bir amaca yönelik ve toplumsal sonuçlar doğuran davranış, eylem olarak ele almıştır.6 Maihofer davranışı “suç hukuku tarafından korunan hakları ihlal etkisine yönelik nesnel eğilim” ya da “öngörülebilir, toplumsal sonuca yönelik nesnel olarak hükmedilebilir eylem”7 olarak görmüştür. Buna karşılık Jescheck, davranışı, insanın kendisine buyurulan etkinlik olanakları arasında özgürce seçim yaparak verdiği bir yanıt diye ele almıştır.8

Anımsatalım ki, erek bilincine ve bilgisine dayanan hukukçular, suçun doğurduğu sonuca değil, insan davranışının toplum açısından ortaya koyduğu önemi nedeniyle davranışı temel almakla birlikte, suçu açıklarken suçun yarattığı haksızlıkla birlikte doğan sonucun yarattığı haksızlığı da gözetmişlerdir. Böylelikle amaççı suç kuramının, suçu açıklarken davranışın haksızlığını temel alması, sonuç haksızlığını göz ardı etmesi yüzünden ortaya çıkan sakınca ve tehlike de, bir ölçüde ortadan kalkmıştır.9

Aslında savaş sonrası Avrupa’da görülen toplumcu devletlerin suç hukuku öğretisinde gelişen bu kuram, temel belirlenimlerini toplumsal bir varlık olan insan ve onun edimleri üzerine kurmuştur. Bu nedenle de kuram, mantık açısından çağıyla uyumludur. Kuramın öncülerinden Jescheck’e göre, amaççı kuramcıların savundukları gibi, insan davranışının özelliği, nedensel serileri yönlendirebilme yeteneğine dayanmasıdır. Elbette böyle bir davranışın amaççı bir özü vardır.10 Bununla birlikte yazar, bunun bütün davranış biçimlerini, özellikle de savsama suçlarını kapsayamayacağını belirtmekten de geri kalmamaktadır. Çünkü bu tanıma göre davranışın varlığının benimsenmesi için, eyleyenin kimi hukuk ya da ahlak düzgülerine göre, etkin bir davranışta bulunma zorunluluğunun olması gerekmektedir.11

Böylece toplumsal davranış kuramcıları, varoluşsal açıdan amaççı kuramcıların savsayıcı ve etkin davranışla işlenen suçları birleştiren ortak bir davranış kavramına ulaşamadıkları eleştirisini de yaparak davranışı, “toplumsal önem taşıyan insan davranışı” olarak tanımlamışlardır.12

Bu ön açıklamalardan ve değişik tanımlardan da anlaşılacağı gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki bilimsel arayışlar sırasında en etkili kuramlardan biri olan toplumsal davranış kuramına göre, yalnızca katlanılamayacak boyutta ağır ve önemli davranışlar cezalandırılmalı, bu düzeyin altında kalan davranışlar, eylemler, yasal tanıma uygun düşseler bile cezalandırılmamalıdır. Zira belli bir ihlal boyutuna varmayan ya da doğurduğu zarar hoş görülecek ölçekte az olan eylemlerin cezalandırılması, toplumun adalet duygusunu ve duyarlılığını örseleyecektir.13

Özellikle belirtmek gerekir ki, bu görüşün kurucularından olan Jescheck, toplumsal davranış kuramını, amaççı ve toplumsal dayanaklarıyla birlikte yeniden oluşturmaya çalışmış; sonuçta kasıt, suçun haksızlık öğesi içinde bir işlev üstlenmiştir. Jescheck’e göre, davranış, insanın özgür istenciyle gösterdiği tepki ve gözlemlenebilir duruma verdiği bir yanıttır. Böyle bir davranış ise, ancak insanın kendi çevresiyle, ortamıyla olan ilişkisiyle belirlenebilir. Eğer çevre, ortam, bundan etkilenmiş ise, o zaman bu etkilenme koşuluyla davranış, toplumsal açıdan önemli demektir. Varoluşsal açıdan her insan davranışı belli bir amaca yöneliktir. Ne var ki, soruna bu açıdan bakıldığı zaman, edimli (icrai) davranışla edimsiz (ihmali) davranış arasında ortak bir nitelik bulmak olanaksızdır. Bu iki davranış biçimini ortak bir davranış kavramı altında toplamanın yolu, yalnızca değerlendirici bir yaklaşımla olabilir. Bu da ancak iki davranış türünün toplumsal çevre, ortam ile ilişkisi içinde ele alınarak yapılabilir. Zira her iki davranış da toplum açısından önemlidir.14

Benzer biçimde Wessels de, davranış kavramını aşağıdaki gibi tanımlamaktadır: “Davranış, insanın egemen olduğu ya da olabildiği ve toplumsal açıdan önemli bir etkinliktir”. Bu tanımla davranışın iki niteliği ortaya çıkmaktadır: Davranış varoluşsal bir olgudur ve insan kişiliğiyle sıkı bağlantı içindedir. Wessels, bir olgu, olay olarak davranışın toplumsal anlamının boyut ve içeriğinin belirlenmesi konusunda şu sonuca varmıştır: İnsan davranışı, nesnel öğelerin yanı sıra, davranışı yapanın amacı ya da hukuk düzeninin değer biçici değerlendirmesiyle kişiden nasıl davranması gerektiği konusundaki beklentisi gözetilerek ele alınmalıdır.15

Schmidhäuser, amaççı davranış kuramıyla kökleşik davranış kuramı arasında bir birleşime (sentez) ulaşmaya çalışmış, suçun öğelerini “erek bilgisine dayanan dizgeci” (sistematik) bir anlayışa bağlamıştır. Buna göre, ceza ile cezayı gerektiren eylem arasında maddi bir bağlantı vardır. Cezanın temel amacı, genel önlemedir. Kasıt ise, işlenen eylemin bir haksızlık, hukuka aykırılık oluşturduğu konusunda bilinçli olmayı gerektirir ve kusur kapsamındadır. Buna karşılık “amaç, maksat” olarak düşünülen istenç öğesi, suçun haksızlık öğesinin içindedir.16

Suçun öğeleri belirlenirken, bunların izlenen suç politikasının amaçlarıyla uyumunun sağlanması gerektiğini dile getiren Roxin’e göre, kusur, bu politika içinde ceza ile güdülen amaçlara göre belirlenmelidir. Özellikle kusurluluğu kaldıran nedenler, yalnızca zor ya da tehdit gibi hukukun gereklerine göre davranılmasının beklenemediği durumlarla sınırlı kalmamalı, genel önleme düşüncesiyle ceza verilmesinin gereksiz olduğu durumları da içermelidir. Roxin, görüldüğü üzere, kusurlukla cezanın genel önleme etkisi arasında bir ilişki kurmakta, kusurluluğu da bununla tamamlamakta ve “işlevsel kusur”dan söz etmektedir. Buna karşılık Jakobs, suç kuramında kusur kavramından vazgeçmekte ve bunun yerine cezanın genel önleme düşüncesini geçirmektedir. Ancak Jakobs’un bu görüşü, eleştirilmiş ve kusurun genel önlemenin sonucu olmayıp bizatihi genel önlemeyi sağlayacak bir öğe olduğu, dolayısıyla genel önleme düşüncesinin kusuru sınırlandırmadığı, ortadan kaldırmadığı, cezanın vazgeçilmez koşulu olduğu, sınırlandırılabileceği, genel ya da özel önleme düşünceleriyle cezanın kusura göre belirleneceği belirtilmiştir.17

Erek bilgisine ve bilincine dayanan hukukçuların kastı, suçun öznel (manevi) öğesi olarak benimsemeleri, hiç kuşkusuz amaççı kuramın sonuçlarından biridir. Bununla birlikte yine amaççı kuramın etkisi altında bulunan yazarlardan Stratenwerth ve Jakobs, taksirli suçlarda bizzat failin özen yükümlülüğünü ve bu yükümlülüğün gereklerine uygun olarak davranabilme yeteneğini suçun soyut yasal tanımı (tipiklik) içinde ele almışlar; böylece taksirli suçlarda haksızlık öğesiyle kusurluluk ayrımı ortadan kaldırılmıştır.18

Toplumsal davranış kuramının en olumlu yönü, elbette davranış kavramının edimli ve edimsiz, kasıtlı ve taksirli bütün davranış türleri için uygulanabilmesidir. Böylece davranış konusunda süregelen önemli bir tartışmaya son verilmiş olmaktadır. Zira bu yaklaşıma göre, bütün davranışların ortak niteliği, toplumsal bakımdan taşıdıkları önemdir.19 Bu nedenle de, nedensel davranış kavramından farklı olarak, toplumsal davranış kavramı, insan davranışının toplumsal açıdan önemli olup olmadığı biçiminde bir değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Böylelikle dış dünyaya yansıyan davranış, varoluşsal ve değer biçici açılardan ele alınmış; ayrıca bunun açıklanması hukuka aykırılık kavramına başvurmayı zorunlu kılmıştır. Çünkü davranış, değil mi ki toplumsal bir olgudur; öyleyse onu açıklayabilmek için, toplumsal bakımdan zararlı olup olmadığı değerlendirilmelidir. Davranışın bu algılanma biçimi, hukukta aşağıda değinilecek olan maddi hukuka aykırılık anlayışına yol açmıştır. Çünkü hukuka aykırılık, hukuksal değerlerin ihlalidir. Ancak “ihlal edicilik ilkesi” (il principio di offensività) gereğince ihlalin belli bir boyuta ulaşması gerekir. Zira “ihlal yoksa suç da yoktur” (nullum crimen sine iniuria). Öyleyse suç hukukunda davranış, toplumsal açıdan ihlal boyutuna ulaşan insan etkinliğidir.20

Özetle bu kuram sayesinde toplumsal açıdan önemli olma ölçüsünün eklenmesiyle birlikte suç hukukunun ilgisiz kalacağı davranışları belirlemek daha kolay olmakta ve böylelikle toplumsal açıdan önemsiz davranışlar ayıklanmakta; dolayısıyla davranış, sınırlandırıcı işlevini daha kolay yerine getirmiş olmaktadır.21 Ayrıca bu kuram sayesinde düşünsel, ruhsal, içgüdüsel, bilinç dışı alanda kalan davranışlar, kolayca suç hukukunun dışına çıkarılmış olmaktadır.22

Bütün bunların yanı sıra toplumsal davranış kavramı ve kuramı, daha önce değinildiği üzere, kasıtlı, taksirli, etkin ve edilgin davranışları, doğan sonuçları da kolayca açıklayabilmektedir. Ayrıca toplumsal açıdan önemli olma ölçütü de, bireyin davranışının çevresindeki etkisini ve ilişkilerini gündeme taşımakta,23 yalnızca toplumsal ilişki düzenini örseleyen ve tedirgin eden davranışların cezalandırılmasını öngörerek suç hukukunun toplumsal düzeni koruma amacını da yansıtmaktadır.24 Gerçekten davranışın toplumsal açıdan önemli olması, bir yandan amaççı kuramın amaç boyutuna, öte yandan da doğal nedensellik kuramının sonuca yönelik boyutuna yanıt vermek, son olarak da savsamanın hukuk açısından beklenebilir davranış anlayışına göre belirlenmesi anlayışını gün ışığına çıkarmaktadır.25

III. Davranışın Toplumsal Uygunluğu Öğretisi ve Uygulamaya Yansımaları

Toplumsal davranış kuramının sonucu olarak suç hukukunda hangi davranışlara toplumsal açıdan göz yumulabileceği üzerinde durulmuş; bu konuda çeşitli yaklaşımlar ve görüşler ortaya çıkmış; bunların kimileri uygulamaya yansımıştır.