Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İdari Yargılama Usulünde “İkrar”

“Confession” in the Administrative Judicial Procedure

Melike Özge ÇEBİ BUĞDAYCI

İkrar, görülmekte olan davanın taraflarından birinin, aleyhine sonuç doğuracak bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi olarak tanımlanmaktadır. Hukuk yargılamasında ikrar genel olarak çekişmeli bir hususun ispat gereğini ortadan kaldıran bir hal olarak kabul edilmekte ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açıkça düzenlenmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda ikrar ile ilgili açık bir düzenleme bulunmamasına ve bu konuda 6100 sayılı Kanun’a da atıfta bulunulmamış olmasına karşın, idari yargılama usulünde ikrara sıkça başvurulmaktadır. İdari yargılamanın önemli bir ayağını oluşturan vergi yargılamasında ise ikrara delil niteliği atfedilmektedir. Buna karşın genel olarak iptal ve tam yargı davalarında ikrarın uygulanıp uygulanamayacağı veya uygulanacaksa ikrara nasıl bir değer atfedileceği meselesi izaha muhtaçtır. Bu bağlamda idari yargılama usulü bakımından ikrara ilişkin düzenlemelerin yetersizliği kapsamında, ikrarın hukuki niteliği ve idari yargıda ne şekilde uygulanabileceği konularının yargı kararları ile birlikte ortaya konulması gerekmektedir.

İkrar, Delil, İspat, İdari Yargılama.

Confession is defined as the declaration of the truth of a fact that will have consequences against one of the parties himself/herself to the pending case. In civil proceedings confession is generally accepted as a situation that eliminates the need for proof of a contentious issue and is clearly regulated in the Civil Procedure Law No.6100. Although there is no regulation on confession in the Administrative Judgment Procedure Law No.2577 and there is no reference to the Law No.6100, confession is frequently used in the administrative judicial procedure. In tax proceedings, which constitute an important part of the administrative proceedings, confession is clearly regulated in the Tax Procedure Law No.213 and it is attributed as conclusive evidence. Despite that, the issue of whether the confession can be applied in annulment and full remedy actions or what kind of value will be attributed to the confession needs explanation. In this context, within the scope of the inadequacy of the regulations regarding the confession in terms of the administrative judicial procedure, the legal characteristic of the confession and how it can be applied should be revealed together with the judicial decisions.

Confession, Evidence, Proof, Administrative Judicial Procedure.

Giriş

Medeni yargılama usulü, bir uyuşmazlığın çözümlenmesi ve ispatında hangi usullerin takip edileceği, hangi delillerden ne şekilde yararlanılabileceği, nelerin delil olduğu konusunda önemli düzenlemeler içermektedir. İdari yargılama usulü ise, her ne kadar kendine has özelliklere sahip olsa da, pek çok konuda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na atıfta bulunarak meselelerin halline gitmektedir. Oysa 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, ispat ve deliller konusunda açık düzenlemeler öngörmemekte ve keşif ve bilirkişi dışında hangi delillerden yararlanılabileceği veya nelerin delil olarak değerlendirilebileceğine ilişkin HMK’ye atıfta da bulunmamaktadır. Buna karşın, uyuşmazlıkların çözümünde medeni yargılama usulünde yararlanılan ispat vasıtaları ve yöntemlerine idari yargı mercileri tarafından da başvurulmaktadır. İkrar da, idari bir uyuşmazlığın çözümünde mahkemelerce göz önünde bulundurulan önemli bir usul hukuku müessesesidir.

Bu çalışma kapsamında idari yargılama usulünde mahkemelerin başvurduğu önemli bir müessese olan ikrardan ne anlaşılması gerektiği, ikrara atfedilen hukuki değer, bir vakıanın ispatında ikrarın ne şekilde göz önünde bulundurulabileceği, ikrarın mahkemeler bakımından bağlayıcı olup olmadığı gibi meseleler, ikrarın medeni yargılama usulündeki özellikleri de göz önünde bulundurularak açıklanmaya çalışılacaktır. İkrarın idari yargıda uygulanabilirliği ve uygulanma esasları, idari yargılamanın önemli bir ayağını oluşturan vergi yargısı ile Danıştay kararları da göz önünde bulundurularak irdelenmeye çalışılacaktır.

I. Kavram Olarak İkrar

Arapça kökenli bir kelime olan ikrar, sözlük anlamı olarak; “saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme; bildirme; benimseme, onama, kabul, tasdik1 anlamına gelmektedir. Terim olarak ikrar aslında kabul etmekten, itaat etmeye varan oldukça geniş bir anlam yelpazesine sahiptir.2

Hukuk yargılamasında ikrar; “Bir kimsenin müşahhas bir prosedürde, kendi aleyhine sonuç doğuran bir vakıayı, o prosedürün yürütüldüğü mahkeme önünde kabul etmesi”;3bir vakıanın doğru olduğunun, bu vakıanın aleyhine olduğu tarafça veya onun iradî yahut kanunî temsilcisi aracılığıyla mahkemeye bildirilmesi4 olarak tanımlanmaktadır.

İkrarın tanımı yapılırken bazı yazarlar dar anlamda ve geniş anlamda ikrar olmak üzere ikili bir ayrım yaparak bu kavramı izah etmektedir. Örneğin Tanrıver’e göre geniş anlamda ikrar; “taraflardan birinin kendi aleyhinde hukuki sonuç doğurabilecek nitelikte bir maddi vakıanın doğruluğunu bildirmesi”dir.5 Dar anlamda ikrarı ise, “görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin diğer tarafça ileri sürülen ve aleyhinde hukuki sonuç doğurabilecek bir nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesi” olarak tanımlayan Tanrıver’e göre, geniş anlamda ikrar ile mahkeme dışı yapılan ikrar da kastedilmekte; dar ve teknik anlamda ikrar ise yalnızca mahkeme içi ikrarı kapsamaktadır.6

6100 sayılı HMK ise ikrarı tanımlamak yerine, ikrarın etkisi üzerinden hükümler ortaya koymaktadır. Kanun’un “İkrar” başlıklı 188. maddesinin ilk fıkrası uyarınca; “Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez.” Buna göre Kanun’un ikrar ile kastettiği yalnızca mahkeme içi ikrardır.

Hukuk yargılamasında ikrarın hukuki niteliği konusunda tarihsel süreç içerisinde farklı değerlendirmeler yapılmıştır. İkrara delil değeri atfedilmesi hukuk yargılamasında eski bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır.7 19. yüzyıl başlarında ise ikrara feragat niteliği atfedilmiş olup, bu görüş pek çok yazarca farklı gerekçelerle reddedilmiştir.8

Günümüzde ise ikrarı bir delil olarak değerlendiren yazarlar bulunmakla birlikte,9 usul hukukçuları tarafından ikrar genel olarak; “tespit lüzumunu ortadan kaldıran bir usuli muamele10 olarak değerlendirilmektedir. Bunu destekleyen görüşlere göre, ikrar çelişkili olduğu vakıayı çelişkili olmaktan çıkaran ve ispatı gerekmeyen bir hal11 veya ispat gereğini ortadan kaldıran bir hal12 olarak ifade edilmektedir. Zira HMK’de ikrar, “İspat ve Deliller” başlıklı dördüncü kısmın Genel Hükümler Birinci Bölümü’nde düzenlenmiş ve deliller arasında sayılmamıştır.

HMK’nın “İspatın konusu” başlıklı 187. maddesinin ikinci fıkrasında ifade edildiği üzere; “ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmayacak”tır. HMK’nın 188. maddesi uyarınca da ikrarın çekişmeli olan hususları çekişmeli olmaktan çıkaracağı ve ispat gereğini ortadan kaldırdığı açıkça ifade edilmiştir. Doktrinde ispatın gerekli olmadığı hallerde delilden de bahsedilemeyeceği ifade edilmekte,13 bu nedenle de ikrar bir delil olarak değerlendirilmemektedir. Bu bağlamda ikrar, ilişkili olduğu vakıayı çelişkili olmaktan çıkaran ve uyuşmazlığın çözümlenmesi için önem taşıyan vakıaların ispat gerekliliğini ortadan kaldıran tek taraflı bir usuli işlem14 olarak kabul edilir. Her ne kadar ikrar bir taraf usul işlemi olarak değerlendirilse ve delil sayılmasa da, kesin delil etkisi yarattığı ifade edilmektedir.15 Özellikle olarak taraflarca getirilme ilkesinin16 uygulandığı medeni yargılama usulünde hâkimin ikrar edilen bir vakıayı doğru kabul etmekten başka seçeneği bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.17

Oysa re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalar bakımından ikrarın bağlayıcı sonuç doğurmadığını vurgulamak icap eder. Örneğin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 184. maddesi uyarınca, boşanma davalarında ikrar hâkim için bağlayıcı etki doğurmamakta18 ve hatta çekişmeli bir hususu çekişmeli olmaktan çıkarma fonksiyonu dahi ortadan kalkmaktadır.19 Gerek çekişmeli20 gerekse çekişmesiz yargıda21 uygulanabilen re’sen araştırma ilkesi uyarınca hâkimin davadaki etkinliğinin artmasının bir yansıması olarak, hâkim taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları da dikkate alabilmektedir. Bu bağlamda re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalar bakımından ikrar hâkim için bağlayıcı olmamaktadır.22