Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Terör Örgütü Üyeliği Sebebiyle Vatandaşlıktan Çıkarmanın Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi

Yeşim YILDIZ

İnsan haklarının gelişimi doğrultusunda, uluslararası hukukta her bireyin vatandaşlık hakkının olduğu kabul edilmektedir. Ancak bazı durumlarda bireyler çeşitli sebeplerle vatansız kalabilmektedir. Bireylerin hangi koşullarda vatandaşlıktan çıkarılabilecekleri, 1961 tarihli Birleşmiş Milletler Vatansızlığın Azaltılmasına Dair Sözleşmesi’nde belirtilmiştir. Devletlerin söz konusu Sözleşmede belirtilen haller haricinde, bireyleri vatandaşlıktan çıkarma hakları bulunmamaktadır. Aynı zamanda, 1961 tarihli Birleşmiş Milletler Vatansızlığın Azaltılmasına Dair Sözleşmesi ve 1997 tarihli Avrupa Vatandaşlığı Sözleşmesi bireyin vatansız kalacak olması durumunda, devletlerin vatandaşlıktan çıkarma hakları olsa dahi, vatandaşlıktan çıkarmayı yasaklamaktadır. Çalışmada, öncelikle, vatandaşlık hakkına değinilecek sonrasında vatandaşlık ve vatansızlık hususundaki temel belgeler ele alınacaktır. Bu temel belgelere dayanarak, devletlerin bireyleri terör örgütü üyeliği sebebiyle vatandaşlıktan çıkarmalarının mümkün olup olmadığına ilişkin cevaplar aranacaktır.

Vatandaşlık Hakkı, Vatandaşlıktan Çıkarma, Terörizm, Uluslararası Hukuk, Vatansızlık.

In accordance with the developing human rights, it is accepted that every individual has the right to a nationality in international law. However, in some cases, individuals may remain stateless for various reasons. The conditions under which individuals can be deprived of nationality are specified in the 1961 United Nations Convention on the Reduction of Statelessness. States don’t have the right to deprive nationality except in these conditions. At the same time, the 1961 United Nations Convention on the Reduction of Statelessness and the 1997 European Citizenship Convention prohibit denaturalization, even if states have the right to denaturalize if the individual would remain stateless. In the study, first of all, the right to nationality will be mentioned and then the basic documents on nationality and statelessness will be discussed. Based on these basic documents, answers will be sought as to whether it is possible for states to deprive of nationality individuals because of their membership in a terrorist organization.

Right to Nationality, Deprivation of Nationality, Terrorism, International Law, Statelessness.

Giriş

Herhangi bir devletle vatandaşlık bağı bulunmayan bireylerin yargılanması uluslararası hukukta hep bir mesele olarak addedilmiştir. Mevzubahis durum, klasik hukuk ilişkisinden doğan hallerin genellikle vatandaşlık bağı üzerine kurulu olmasından kaynaklanmaktadır. Kişi, devletlerin arasında hukuki ihtilafların çıkması, yeni ulus devletlerin kurulması, devletlerin vatandaşlıktan çıkarması, vatandaşlık mevzuatındaki boşluk gibi sayısız nedenler yüzünden vatansız kalabilir. Bir bireyin herhangi bir devletle vatandaşlık bağının olmaması kişiyi birçok haktan ve güvenceden mahrum bırakmaktadır. Bu sebeple devletler vatansızlığın azaltılması için işbirliği içinde bulunmaktadır.1 Ancak söz konusu işbirliği vatansız bireylerin sayılarının azalmasında bir gelişme göstermemekte ve vatansızlık kavramını ortadan kaldırmak için yeterli gelmemektedir. Bugün Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilene göre dünya üzerinde yaklaşık 12 milyon vatansız birey bulunmaktadır.2

1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin3 15. maddesinde de kabul edildiği üzere herkesin bir ülkenin vatandaşı olma hakkı vardır ve hiç kimse keyfi olarak vatandaşlıktan çıkarılamaz. Günümüzde gelinen nokta itibariyle vatandaşlık devletlerin bireylere bahşettiği bir korunma olmaktan çıkıp bir temel insan hakkına dönüşmüştür. Bir bireyin vatandaşlıktan çıkarılması meselesi 1961 tarihli Birleşmiş Milletler Vatansızlığın Azaltılmasına Dair Sözleşmede4 detaylıca ele alınmış olmakta birlikte, devletlerin hangi koşullarda kişiyi vatandaşlıktan çıkarabileceği numerus clausus olarak sayılmıştır. Ancak terör örgütü bünyelerine katılıp terör faaliyeti gösteren bireylerin mesuliyetinden kaçınmak isteyen devletler vatandaşlarını vatandaşlıktan çıkarmakta hatta yer yer vatansız bırakmaktadır.

Bu makalede, bireylerin, terör faaliyeti sürdürmesi sebebiyle vatandaşlıktan çıkarılmalarının uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde değerlendirilmesi yapılacak ve bireylerin “terörist” olmalarının vatandaşlıktan çıkarma için yeterli bir sebep olup olmadığı tartışılacaktır. Öncelikle vatandaşlık hakkının tarihsel gelişimi ve temel insan hakkına dönüşmesi anlatılacak akabinde vatandaşlık hakkıyla ilgili doktrindeki görüşlere ilişkin bilgi verilip, vatandaşlık hakkına yer veren/ele alan sözleşmelerden detaylıca bahsedilecektir. Son olarak devlet uygulamaları ve tutumlarıyla birlikte terörizm sebebiyle vatandaşlıktan çıkarma meselesi ele alınacaktır.

I. Temel İnsan Hakkı Olarak Vatandaşlık

Uluslararası hukukta temel olarak devletin şu ana unsurlardan oluştuğu kabul görülmektedir. Bunlar: insan topluluğu, ülke ve diğer devletlerle ilişki kurabilme kapasitesine sahip egemen siyasi otorite şeklindedir.5 Devletin unsurlarından insan topluluğunu ise kuşkusuz vatandaşlık (uyrukluk) bağıyla kendisine bağlı olan bireyler oluşturmaktadır. Bu anlamda vatandaşlık, devletle kişi arasındaki karşılıklı hak, görev ve yükümlülük ilişkilerini belirleyen hukuksal bağ olarak tanımlanabilir.6

Vatandaşlık bağının tarihsel olarak gelişimine bakıldığında ise, ilk olarak antik çağda Yunan ve Roma medeniyetlerinde vatandaşlık tanınması uygulamasına rastlanılır. Antik Yunan’da bireylerin kural koyucu ve yönetici rolünün ön plana çıkarıldığı site yönetimi hâkimdir ve site yönetiminde söz hakkı sahibi olmak isteyen kişilerin belirli özelliklere sahip olması gerekmektedir.7 Antik Roma’da ise vatandaşlığa ilişkin kavramlar daha da gelişmiştir. Aktif ve pasif olarak ayrılan şehir halkında vatandaşlık yasal statü haline dönüşmüştür ve aktif halk sayılan kesim vatandaş (citizen) olarak nitelendirilmiştir.8 Halkı “hak sahibi olanlar” ve “hak sahibi olmayanlar” biçiminde ikiye ayıran uygulama, site devletlerinin ortadan kalkmasından sonra da uzunca bir süre etkisini sürdürmüştür.9 Vatandaşlık kavramının net olarak tanımlandığı ve sınırlarının belirlendiği belge ise Solon Kanunlarıdır. Solon Kanunlarıyla birlikte vatandaşlık kurumunda kamusal alana katılacak olan kişilerin kapsamı geniş bir biçimde tanımlanmıştır. Böylece vatandaşlık, belirli bir kabileye bağlı olma veya aristokrasiyi oluşturan sınıfsal aidiyetlerden kısmen de olsa bağımsızlaşmış ve daha üst bir aidiyet biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Solon vatandaşlık bağını soysal kökenlerden belirli ölçüde ayrıştırarak düzenlerken, öte yandan eşitsizlikçiliği korumuş ve imtiyaz hakkı ve yükümlülükleri bu sistem üzerine kurmuştur.10

Modern anlamda vatandaşlık kuramı, 18. yüzyılın sonlarında cereyan eden 1776 Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve akabinde 1789 Fransız Devrimi’nin gerçekleşmesiyle oluşmuştur.11 Her iki olayın ertesinde de anayasacılık hareketleri gelişmiş ve anayasacılık hareketi beraberinde vatandaşların sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri çevreleyen Virginia Haklar Bildirgesi ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi’ni getirmiştir.12 Fransız Devrimi sonrasında “vatandaşlık” kavramı, aristokratik ayrıcalığın son bulduğunu ve sembolik eşitlik olgusunu vurgulamak amacıyla kullanılmıştır.13 Söz konusu Devrimin etkisiyle vatandaşlık; ortak haklar ve ortak yükümlülükler yaratan sivil eşitliğin kurulması, siyasi hakların kurumlaştırılması, vatandaşlar ve yabancılar arasında ayrımın ortaya çıkarılması, ulusal egemenlik öğretisiyle vatandaş ve ulus arasındaki bağın entegrasyonu olarak tanımlanmıştır.14

Ulus devletlerin küresel olarak yaygınlaşması ile birlikte 1920-30’lu yıllarda vatandaşlık kavramı uluslararası topluluğun temel olarak tartıştığı konulardan biri haline gelmiş ve Milletler Cemiyeti’nin 1929 yılında yayınladığı ajandada kodifiye edilmesi gereken 3 temel konudan biri olarak görülmüştür.15 Bu bağlamda Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi öncülüğünde, konuyla ilgili bir grup, araştırma ve akademik çalışma yürütmeyi üstlenmiştir.16 Harvard Üniversitesi Uluslararası Hukuk Araştırması, 1930 tarihli Vatandaşlık Kanunları İhtilaflarına İlişkin Belirli Konular Hakkındaki Lahey Sözleşmesine17 öncülük etmiştir.18 Söz konusu araştırma uluslararası hukuk kapsamında vatandaşlık verme konusunda devletlerin gücünün sınırsız olmadığını belirtmiştir.19 Ancak 1930 tarihli Lahey Sözleşmesinin 1. maddesinde bu ifade yerine devletlerin kimin kendi vatandaşı olduğunu tespit etme yetkisinin kendilerine ait olduğu belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, bu dönemdeki tartışmaların arka planında bir insan hakkı olarak vatandaşlığı kabul etmekten ziyade vatandaşlık hususunda pozitif normların belirlenmesi ve ülkelerin vatandaşlık kanunlarının uyumlaştırılması gelmektedir.20

1930 tarihli Lahey Sözleşmesinin ardından günümüze kadar vatandaşlık konusu hususunda uluslararası antlaşmalar incelendiğinde, vatandaşlık hakkının belirli konular çerçevesinde ön plana çıkarıldığı ve bazı konuların özellikle güvenceye kavuşturulmak istendiği görülmektedir. Bu konular, vatansızların hukuki statüsü, diplomatik koruma, çifte vatandaşlık, kadınlara karşı ayrımcılık, çocuk hakları ve medeni ve siyasi hakların güvenceye kavuşturulmasıdır.21 Bahsedilen alanlardaki düzenlemeler belli açılardan devletlere ve bireylere pozitif ve negatif yükümlülükler yüklemiştir. Hak merkezli bakış açısı ise İkinci Dünya Savaşı öncesinde başlamış ve savaş süresince devam etmiştir. Savaş dönemindeki nasyonal sosyalistlerin yıkıcılığının ardından insan haklarının evrensel olarak korunması için somut bir takım uluslararası önlemler alınmaya başlanmıştır.22 İkinci Dünya Savaşı’nda meydana gelen insanlık dışı eylemler, insan hakları ve insancıl hukuk alanlarının gelişmesini ve uluslararasılaşmasını sağlamıştır. Savaşın başlamasıyla birlikte söz konusu hakların korunması yönünde mühim girişimler olmuş ve holokost sebebiyle bu çalışmalar daha da hız kazanmıştır.23 Vatandaşlığın bir hak olarak görüldüğünün devletler tarafından kabulü ise İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde olmuştur.24

Milletler Cemiyeti’nin uluslararası barışı korumada yetersiz kaldığının kabulü üzerinde İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Birleşmiş Milletler’in organından biri olan Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından, kendisine “insan haklarının geliştirilmesi maksadıyla” komisyon oluşturma yetkisi tanıyan Birleşmiş Milletler Şartı’nın 68. maddesi uyarınca, İnsan Hakları Komisyonu kurulmuştur. Komisyon, insan hakları beyannamesi yazmak maksadıyla 29 Nisan 1946 tarihinde toplantılarına başlamıştır. Oldukça yoğun istişarelerle geçen süreç sonucunda, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi25 ilanı edilmiştir.26 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile insan haklarına olan bakış açısı bambaşka bir noktaya taşınmıştır. Beyannamenin 15. maddesinde “Her ferdin bir vatandaşlık hakkı vardır. Hiç kimse keyfi olarak vatandaşlığından veya vatandaşlığını değiştirmek hakkından mahrum edilemez.” ifadesine yer verilmiştir.

İnsan haklarında gelinen nokta olumlu olmakla birlikte, Beyannameye yönelik olarak eleştiriler de bulunmaktadır. Beyanname ile her ferdin bir vatandaşlık hakkı olduğu kabul edilmiş ise de madde metninde de geçtiği üzere her ferde “bir” vatandaşlık hakkı tanınmış olmasına rağmen bu “kesin” bir vatandaşlık hakkı olmadığı söylenebilir.27 Nihai olarak bireyin ihtiyaç duyduğu unsur kesin olarak vatandaşlığa sahip olmasıdır. Ancak bireye vatandaşlığın hangi devlet tarafından verileceği veyahut bireyin nasıl kesin olarak vatandaşlığa sahip olacağı sorusu madde metninde karşılanmamaktadır. Metin yalnızca bir standart ortaya koymaktadır. İkinci olarak hiç kimsenin “keyfi” olarak vatandaşlıktan çıkarılamayacağı belirtilmiş ancak “keyfiliğin” ölçüsü belirtilmemiştir.28 Bu ölçüye dönük olarak sonrasında adımlar atılsa da vatandaşlıktan çıkarma kararına karşı başvurulabilecek etkin bir itiraz veya başvuru yolu hala tesis edilebilmiş değildir. Söz konusu maddede ortaya konulan ilkeler, devletlerin ulusal yetkilerinin sınırına giren vatandaşlık sorunlarını düzenlerken göz önünde bulundurmaları gereken ideallerdir. Ancak her ideal gibi, bu ilkeler de, gerçek hayatta tam olarak uygulanabilmiş değildir. Her devletin yasası, belirli politikalar veya çıkarlar dolayısıyla bu ilkelerden az veya çok sapmalar gösterebilmektedir.29 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insan hakları konusunda büyük gelişmeler gösterilmiş olmakla birlikte, bireylerin sahip olması gereken en temel haklardan biri olan vatandaşlık, hala devletlerin iç hukuk kuralları ile düzenlenmektedir.30

II. Vatandaşlık Hakkının Etkinliği ve Sınırlarının Gelişimi

İkinci Dünya Savaşı sonrası doktrininde vatandaşlık konusunda ele alınabilecek en temel teorilerden biri şüphesiz Marshall’a aittir. Marshall savaş sonrası meydana gelen refah-kapitalizmi ve eşitlik amacını içeren demokrasi arasında bir mutabakat uğraşısının temsilcisi olarak anılmakta31 ve vatandaşlığı, bir cemiyete tam üye statüsündeki bireylerin hakları ve yükümlülüklerine denk olacak biçimde saygı esasında oluşan bir durumlar bütünü olarak görmektedir.32 Marshall’ın vatandaşlık anlayışında öne çıkan öge şüphesiz ki onun eşitlik faraziyesidir. Marshall eşitliği cemiyetin tam üyesi olanlar hususunda öngörmüş ve bu tam üyelerin tamamını haklar ve yükümlülükler uyarınca eşit sorumlu tutmuştur.33 Marshall’a göre vatandaşlık kurumu insanları toplumsal eşitliğe götüren modern bir güçtür34 ve vatandaşlık zaman içerisinde gelişerek ortaya, üç tür hak çıkarmıştır: medeni (sivil) haklar, siyasi (politik) haklar ve sosyal (toplumsal) haklar şeklindedir.35 Medeni hakları bireysel özgürlük, düşünce ve inanç özgürlüğü, mülk edinme ve sözleşme yapma özgürlüğü, konuşma özgürlüğü ve adalet hakkı gibi hak ve özgürlükler oluşturur. Bu haklar, hukuk devletinin kurumları vasıtasıyla somutluk kazanmaktadır. Siyasal haklar ise seçme ve seçilme hürriyetini içermektedir. Siyasal karar alma süreçlerinde seçilen temsilcilerin, temsil kurumlarında bulunmasıyla somutlaşmaktadır. Sosyal haklar ise refah devleti bilinciyle ortaya çıkmış ve sosyal güvenlik, sağlık, eğitim vb. gibi konularda mevcut yaşam standartlarına uygun yaşamak ilkesi etrafında toplanmıştır.36 İngiltere tarihinden yola çıkan Marshall, 18, 19 ve 20. yüzyıllar süresince vatandaşlık haklarının ilerlemesini evrimci bir tutumla ele almış ve yapmış olduğu analizde, vatandaşlık kuramı ile kapitalizmin müsavatsızlıkları arasında bir çatışma olduğunu vurgulamış ancak analizinde bu çatışmayı destekleyen ögeler bulunsa da, uzlaşmacı bir yaklaşım sergilemiştir.37 Her ne kadar çok sayıda eleştiriye maruz kalsa ve eksiklikleri olsa da38 Marshall’ın teorisinin sonraki süreçte kabul edilen uluslararası metinleri derinden etkilediği görülmektedir.

Vatandaşlık konusundaki teorisi özellikle son dönemde doktrinde öne çıkan bir başka görüş ise Chantal Mouffe aittir. Mouffe; eşitlikçi, toplumsal ilişkileri ve kurumları kapsayan ortak bir siyasal kimliğin inşası olarak radikal demokratik vatandaşlık kavramını ortaya atmıştır.39 Yazara göre radikal demokrasi, küresel gerçekleri reddetmeyen ancak küresel gerçeklerle başa çıkılmaya çalışılan uyum kaygısından veya fazla cumhuriyetçi halk egemenliği kaygısından uzak duran yeni bir bakış açısıdır. Kamusallığı tamamen bir kenara bırakmak yerine var olan farklılıkların çoğulculuk argümanı ile yeniden dizayn edilmesi gerektiğini savunan Mouffe, siyasal yapının küreselleştirilmekten kurtarılması gerektiğini ve özcü yaklaşımın da bir kenara bırakılması gerektiğini belirtmektedir. Ona göre vatandaşlık, her bir bireyin kendisi için iyi olanı yapabilme, kontrol edebilme ve bunları gerçekçi olarak uygulayabilme kapasitesidir.40 Vatandaşlar kendi çıkarlarını gözetmek isteyen ancak bu esnada devlet tarafından koyulan kurallara riayet ederek başkasının özgürlüğünü çiğnemeyen bireylerdir.41 Şüphesiz ki bu yaklaşım çoğunluk anlayışı üzerinde durmakta ve devlete ucu acık bir düzenleme yükü getirmektedir. Yazarın diğer vatandaşlık anlayışlarına karşı yaptığı eleştirilere rağmen diğer vatandaşlık anlayışlarının krizlerini aşacak sistemli bir alternatif ortaya koyduğu söylenemez.

Gelinen noktada vatandaşlık üzerine çeşitli çalışmalar yapılmış olmakta birlikte, temel olarak söylenebilecek en önemli veri vatandaşlık hakkının kapsamıyla siyasal otoriteler arasında kaçınılmaz bir ilişki olduğudur. Vatandaşlık kavramının arka planında hakların dağıtımı sorunu vardır ve hakları dağıtacak olan kurum şüphesiz siyasal otoritedir. Bu sebeple vatandaşlık kurumu siyasal otoritelerin zaman içerisinde geçirdikleri dönüşümle paralel bir gelişim süreci geçirmiştir.