Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Ek Savunma Hakkı Kullandırılmadan Ceza Davası Son Bulur mu?

Does a Criminal Case End Without Permitting Additional Right of Defence?

Ersan ŞEN, Cem SERDAR

Ceza Muhakemesi Hukuku’nda; suçun hukuki niteliğinin duruşma aşamasında değiştiği hallerde, sanığa veya müdafine CMK m.226 uyarınca ek savunma hakkı tanınması zorunlu olsa da, sanığın bu hakkını kullanmaması ve haklı mazeret de bildirmemesi durumlarında ek savunma hakkının kullanılmamış olmasının ceza davasının bitirilmesine engel teşkil edip etmeyeceği Kanunda düzenlenmemiştir. Bu yazımızda; “davasız yargılama olmaz” ilkesi, ceza muhakemesinde hükmün konusu ve sınırları, suçun hukuki niteliğinin değişmesi ve ek savunma hakkı konuları açıklanmış, suçun hukuki niteliğinin değiştiği durumda ek savunma hakkını sanığın kullanmaya gelmemesi ve haklı mazeret de bildirmemesi ihtimalinde ceza yargılamasının sona erdirilip erdirilemeyeceği değerlendirilmiştir.

“Davasız Yargılama Olmaz” İlkesi, Hükmün Konusu ve Sınırları, Sorgu, Ek Savunma Hakkı, Suçun Hukuki Niteliğinin Değişmesi.

Although it is mandatory to entitle the defendant or his defender to exercise the additional right to defence in accordance with the article 226 of the Code of Criminal Procedures, in cases where the legal nature of the crime changes during the trial phase, it hasn’t been regulated in the Law whether the fact that the defendant does not exercise this right and does not give a just excuse will prevent the conclusion of the case or not. In this article; the principle of “no judgment without a trial”, the subject and limits of the sentence in criminal procedure, the change of the legal nature of the crime and the right to an additional defence topics were explained and it was evaluated that whether the criminal trial could be finalized or not, when a defendant does not come to exercise the additional right of defence and doesn’t give a justified excuse in cases when the legal nature of the crime changed.

The Principle of “No Judgment Without a Trial”, The Subject and Limits of the Sentence, Interrogation, Additional Right of Defence, Change of the Legal Nature of the Crime.

Giriş

Bu yazımızda incelenecek olan hukuki sorun; ceza muhakemesi sürecinde kovuşturma aşamasına geçildikten sonra duruşmada, suçun hukuki niteliğinin değişmesi sebebiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 226’ncı maddesinde düzenlenen ek savunma hakkının sanık tarafından kullanılmaması halinde ceza davasının sona erdirilip erdirilemeyeceğine ilişkindir.

I. “Davasız Yargılama Olmaz” İlkesi

Ceza muhakemesi hukuku açısından dava; somut olayın hukuk normları bakımından durumunun tespiti için, hukuki ihtilafın yargılanmak amacıyla yargılama makamlarının önüne getirilmesidir.1 Doktrinde belirtildiği üzere; “yargılanacak uyuşmazlığın belirtilmesi” kavramı ise, uyuşmazlık konusu hadisenin başka hadiselerden ayırt edilebilecek biçimde somutlaştırılması, bu amaçla sınırlandırılması anlamına gelmektedir.2

Bu kavramların anlamlarının ne ifade ettiği ceza muhakemesi hukuku açısından büyük önem arz etmektedir; çünkü ceza muhakemesi hukukuna hâkim olan en temel ilkelerden birisi “davasız yargılama olmaz” ilkesidir. “Davasız yargılama olmaz” ilkesi; ceza mahkemelerinin yargılama yapabilmesi için, savcılığın talebiyle ceza davasının açılması gerekliliğini, bir ceza mahkemesinin bu şart gerçekleşmeden işe el atamayacağını, mahkemenin kendiliğinden dava açamayacağını, yani ceza mahkemesinin yargılama yapabilmesinin, ancak usulüne uygun ceza davasının açılmasına bağlı olduğu anlamına gelmektedir.3 Bu ilke gereğince; ceza yargılamasında hüküm makamı (mahkeme) ve iddia makamı (Cumhuriyet savcısı) birbirinden keskin bir şekilde ayrılmış ve bu sayede yargı merciinde bulunanın, hem davacı ve hem de hüküm veren, yani kendi davasının hâkimi olması gibi bir durumun ceza yargılaması açısından önüne geçilmiştir. Bu şekilde belirlenen sisteme “itham sistemi” adı verilmektedir.4 Bu ilke ve sistem sayesinde ceza muhakemesi hukukunda iddia ve hüküm makamları ayrılarak, birbirlerinden farklı biçimde fonksiyon ile görev icra etmeleri sağlanmıştır. Doktrinde yer alan bir başka ifadeye göre; “muhakemesiz ceza olmaz” şeklinde de ifade edilen bu ilkeden maksat, yargılama organı olan mahkemenin şüpheyi yenmek için gerekli muhakemeyi yapması, iddia ve savunma makamlarının ise yargının verilmesine yardımcı olmalarıdır.5

Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu uyuşmazlığa konu somut olayın; iddianamede, şahsi dava dilekçesinde veya beyanında, yani kısacası davayı açan belgelerde belirleneceğini düzenlemiş ve “davasız yargılama olmaz” ilkesine CMUK m.150’de yer vermiş olup, bu maddenin yeni Ceza Muhakemesi Kanununa alınmaması doktrinde eleştirilmiş ve bir eksiklik olarak görülmüştür.6

Her ne kadar bu hüküm doktrinde ifade edildiği üzere; aynen yeni Ceza Muhakemesi Kanununa alınmasa da, yeni Kanunumuz “davasız yargılama olmaz” ilkesini terk etmemiş ve mevcut Kanunumuzda da itham sistemi benimsenmiştir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 225’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir.” hükmü, yeni Kanun sistematiğimizde “davasız yargılama olmaz” ilkesinin bir yansıması ve gereği olup, itham sisteminin benimsendiğine işaret etmektedir. Bu hüküm uyarınca; ceza yargılamasının kovuşturma aşamasına geçilmesi sonrası iddianameyi kabul eden görevli ve yetkili mahkeme, ancak kuracağı hükmü yalnızca iddianamede gösterilen fiil ve failler hakkında kurabilecektir. Buna göre; mahkeme duruşma sırasında, önünde suç işlense bile dava açılmadan olay hakkında yargılama yapamayacak; ancak durumu CMK m.205 gereği tutanak tutmak suretiyle cumhuriyet başsavcılığına bildirmesi gerekecektir.7

Ayrıca; doktrinde “dava yoksa hâkim de yok” şeklinde de ifade edilen bu ilke, soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi kararı gerekli olan koruma tedbirleri bakımından da gerekli olup, sulh ceza hâkiminin soruşturma evresinde bir koruma tedbirine karar verebilmesi, ancak Cumhuriyet savcısının bu hususta bir talepte bulunmasına bağlı olacaktır.8 “Davasız yargılama olmaz” ilkesi ceza yargılaması hukukunda; yalnızca çözülmesi gereken esas uyuşmazlık olan asıl dava bakımından değil; asıl dava içerisinde yer alan ve asıl davanın sona erdirilebilmesi, yargılamanın ilerlenmesinin sağlanması amacıyla yapılan tali ceza davaları bakımından da geçerlidir. Netice itibarıyla; Ceza Muhakemesi Kanununa göre, davayı açan ve davaya bakan merciler birbirinden ayrı olmalı ve hâkim, önüne getirilmiş bir dava olmadan re’sen bir olaya el atamamalıdır.9

Bu ilke hususunda mülga CMUK ile yeni Kanunumuz arasındaki farklılıklara bakıldığında ise; eski CMUK m.259’da sözlü iddianamenin bulunduğu, buna göre duruşmada sanığın başka bir suç da işlediği anlaşıldığında savcı, müdafi ve sanığın rızası alınmaları koşuluyla mahkeme yeni öğrenilen suçu da dikkate alarak karar verilebilmekte iken, yeni Kanunumuzda sözlü iddianame düzenlenmemiş olduğundan, böyle bir durumun ortaya çıkması halinde yeni iddianame düzenlenmesi gerekecek, bu iddianameye “ek iddianame” adı verilecek ve mahkeme, ancak bu ek iddianame düzenlenmesi ve kendisine gönderilmesi veya bir başka mahkemede açılmış davanın bağlantı nedeniyle kendisinde birleştirilmesi sonrasında yeni ortaya çıkan suçu da kapsayacak şekilde hüküm kurabilecektir.10

Ceza Muhakemesi Kanununun “Suçun niteliğinin değişmesi” başlıklı 226’ncı maddesinde; “Sanık, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanuni unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.

Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.

Ek savunma verilmesini gerektiren hallerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.

Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır.” şeklinde düzenlenen, suçun duruşmada hukuki niteliğinin değişmesi durumu ise “davasız yargılama olmaz” ilkesi kapsamında olmayıp, bu durum gündeme geldiğinde mahkeme yeni iddianame düzenlenmesine gerek olmadan, sanığın ilk sorgusundan farklı olarak ona değişen hukuki nitelik sebebiyle bir ek savunma hakkı verip, ceza yargılamasını devam ettirebilecek ve hüküm kurabilecektir. Çünkü CMK m.225/2’de yer alan; “Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir.” hükmü gereğince, mahkeme fiilin hukuki nitelendirmesinde serbest olup, bunu dilediği gibi takdir edecektir.

Yazımızın esas konusunu teşkil eden ek savunma hakkı, “davasız yargılama olmaz” ilkesinin kapsamında yer alan bir husus değildir.

II. Ceza Muhakemesinde Hükmün Konusu ve Sınırları

Ceza muhakemesinde hükmün konusunu; görevli ve yetkili mahkeme tarafından kabul edilen iddianamede yer alan fiil ve bu fiilin faili veya failleri olduğu iddia edilen kişiler oluşturmaktadır.11 Dolayısıyla; mahkeme dava konusu asıl uyuşmazlık bakımından, yalnızca kabul ettiği iddianamede anlatılan ve unsurları gösterilen fiil veya filler ve yine iddianamede suç isnadıyla karşı karşıya bırakılmış olan fail veya failler hakkında karar vermek zorunda olup, bu hususlar dışında kalan herhangi bir konu veya hadise hakkında karar verebilmesi, hüküm kurabilmesi mümkün değildir. Bu durumu somutlaştıran hüküm, yukarıda ilk başlığımız olan “davasız yargılama olmaz” ilkesi başlığını açıklarken de yer verdiğimiz CMK m.225/1’de yer alan; “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir.” cümlesidir. Bir başka ifadeyle hüküm, fiil ve fail yönünden iddianameyle sıkı bir şekilde bağlı olmak zorundadır.12

Bu hususta uygulamaya bakacak olursak; Yargıtay da hükmün konusunu iddianamede gösterilen eylem olarak kabul etmekte, böylelikle iddianamede yer verilen ve suç teşkil ettiği ileri sürülen fiilin dışına çıkılmak suretiyle, davaya konu edilmemiş bir fiilden dolayı yargılama yapılmasını ve hüküm kurulmasını Yasaya aykırı olarak nitelemektedir.13

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.11.2007 tarihli ve E. 2007/11-203, K. 2007/224 sayılı kararına göre; “hükmün konusu iddianamede gösterilen eylemdir, iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen fiilin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen bir eylemden dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması yasaya aykırıdır... Bu bakımdan iddianamenin ayrıntılı olması, yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiil/fiillerin nelerden ibaret olduğunun hiçbir duraksamaya yer bırakmayacak biçimde açıklanması zorunludur. Böylelikle sanık; sorgusundan önce iddianame okunduğunda üzerine atılı suçun ne olduğunu anlamalı, buna göre savunmasını yapabilmeli ve kanıtlarını sunabilmelidir. Yüklenen suç açık ve net olarak belirlenmeli, savunma hakkı kısıtlanmamalıdır. Bu itibarla, sanık H.Ç. hakkında 14.08.2002 günlü sahtecilik eyleminden dolayı yöntemine uygun biçimde açılmış bir dava bulunmadığı halde, bu hususta ayrı bir dava açılması sağlanmadan sözü edilen eylemden de sorumlu tutulup hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması isabetli görülmemiştir”.14

Karşılaştırmalı olarak baktığımızda; bu durum mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 150’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “tahkikat ve hüküm, yalnız iddianamede beyan olunan suça ve zan altına alınan şahıslara hasredilir” ve 257’nci maddesinin birinci fıkrasında bulunan, “hükmün mevzuu, duruşmanın neticesine göre iddianamede gösterilen fiilden ibarettir.” hükümleri düzenlenmişken, yürürlükte olan Kanunumuzda ise 225’inci maddenin birinci fıkrasında öngörülmüştür.15

Muhakemenin konusunun sınırlandırılması, kişi yönünden muhakemeye sınırlandırma getirilmesi ve fiil yönünden sınırlandırma olarak ikiye ayrılmıştır. Fiil kavramı; ceza hukukunda ve ceza muhakemesi hukukunda farklılık arz etmekte, ceza hukukunda fiil, hukuk kavramları kullanılarak tanımlanırken, muhakeme hukukunda ise fiil olaylar bütününü ifade etmektedir.16 Bu görüşle aynı yönde doktrinde, iddianamede yer verilen fiil kavramının geniş bir biçimde anlaşılması gerektiği, fiilin bir bütün halinde değerlendirilmesi gerektiği, hükmün iddianamede belirtilen olay ve o olayla sıkı bağlantı içinde olan ve sonradan ortaya çıkan tüm olayları kapsayacağı, fiil ile anlaşılması gerekenin olay olduğu ve bu kavramın fiile göre daha geniş bir kavram olduğu belirtilmiştir.17 Bizim bu yazımızda bahsettiğimiz hukuki sorun açısından ise, esas önem arz eden muhakeme hukuku anlamında fiil kavramıdır, yani iddianamede gösterilen olaylar bütünüdür.