Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Akıl Hastaları Tutuklanabilir mi?

Can Insanes be Arrested?

Abdulbaki GİYİK

Akıl hastalığı, kusur yeteneği üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçlar nedeniyle öğretide çoğunlukla maddi ceza hukukuyla bağlantılı bir şekilde incelenmektedir. Hâlbuki algılama ve/veya irade yeteneğini etkilemek biçiminde ortaya çıkan niteliği, akıl hastalığının ceza muhakemesi hukukuyla ilintili bir şekilde incelenmesini de zorunlu kılmaktadır. Zira algılama ve/veya irade yeteneğindeki bozukluk, kişilerin sadece eylemlerinin haksızlığının bilincine varmalarını değil, gerçekleştirdikleri haksız eylemler nedeniyle karşılaşabilecekleri hukukî sürecin anlamı ile içeriğini anlayabilmelerini de zorlaştırmaktadır. Akıl hastalığının bu özelliğine dikkat çekmek amacıyla çalışmamızda tutuklama tedbiri akıl hastalığı ile bağlantılı bir şekilde incelenmeye çalışılmıştır.

Kusur Yeteneği, Tutuklama, Akıl Hastalığı, Delilleri Karartma Tehlikesi, Tutuklama Nedenleri.

In doctrine, mental illness is usually examined in connection with the penal law since the adverse consequences it bears on culpability. However, it necessitates investigating the qualification arising as effecting the perception and/or will abilities, with the mental illness in connection with the criminal procedure law. Likewise perception and/or will capability disorder makes difficult for them not only to comprehend their actions’ sanctions but also to perceive meaning and content of the legal process they may face due to their unlawful acts. In order to attract attention to this feature of mental illness, we tried to examine the arrest preventive measure in connection with mental illness in our study.

Culpability, Detention, Mental Illness, Risk of Spoliation of Evidence, Reasons of Detention.

I. Genel Açıklamalar

Tıp, psikoloji, felsefe, antropoloji ve kriminoloji gibi birden fazla alanla etkileşim içinde bulunan akıl hastalığı, terminolojik ifadesi ile muhtevasına yönelen tartışmalar bakımından üzerinde mutabık kalınmış bir kavram değildir.1,2 Ancak bahsi geçen kavramla ilgili münferit tartışmalardan bağımsız olarak ve doktrindeki genel kanaatten hareketle, akıl hastalığı kapsamında değerlendirilebilecek hâllerin belirlenmesi aşamasında tıp biliminin bir alt dalı olan psikiyatriden faydalanıldığı;3,4 hukukun ise psikiyatri biliminin kurallarına göre akıl hastalığı kapsamında değerlendirilen durumların çeşitli sonuçları üzerinde durduğu söylenebilir.

Maddi ceza hukukunda fail eksenli5,6 bir kavram olarak ortaya çıkan ve esasında sınırlı bir uygulama alanı7 bulan akıl hastalığı, ceza muhakemesi hukukunda şüpheli/sanık dışındaki8 kişiler bakımından da önemli sonuçlar doğurmakta ve hatta muhakeme sürecinin başından sonuna kadar yapılan birçok işlem açısından akıl hastalığına çeşitli neticeler bağlanabilmektedir.9 Keza akıl hastalığının doğurduğu neticeler ceza ve ceza muhakemesi hukuku alanları ile de sınırlı kalmamakta, infaz sürecinde ortaya çıkan akıl hastalığı ile de bir infaz engeli olarak karşılaşılabilmektedir.10 Bununla birlikte akıl hastalığı, doktrinde genellikle kusur yeteneği ile bağlantılı bir şekilde incelenmekte ve akıl hastalığının muhakeme süreci üzerinde doğurduğu sonuçlar yeteri kadar tartışma konusu yapılmamaktadır.

Akıl hastalığının algılama ve irade yeteneği üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçlar, salt kusur yeteneği açısından değil, muhakeme sürecinde yapılan işlemlerin mahiyeti ile sonuçlarının kavranabilmesi bakımından da geçerlidir. Gerçekten, kusur yeteneğini kaldıran bir akıl hastalığının etkisi altında bulunması nedeniyle işlediği fiilin haksızlığını kavrayamayan bir kimsenin, gerçekleştirdiği bu eylem nedeniyle muhakeme işlemlerine tabi tutulma hakkında sıhhatli bir değerlendirme yapamaması da muhtemel ve tabiidir. Esasen ruhsal bozuklukların, olguların gerçeğinden farklı olarak algılanmasına sebebiyet verici özelliği de akıl hastalarının normal kişiler gibi muhakeme işlemlerine tabi tutulmalarına engeldir.11 Bu noktada, kişi özgürlüğüne yönelik tehdit içermesi yönüyle “hapis cezası”na yaklaşan12 tutuklama tedbirinin,13 suçu işlediği esnada akıl hastası olan yahut soruşturma/kovuşturma sürecinde akıl hastalığına yakalanan kişiler bakımından uygulanıp uygulanamayacağının ve eğer uygulanabilecekse bunun hangi şartlarda mümkün olabileceğinin tartışılması zorunluluk arz etmektedir.

II. Fiili İşlediği Sırada Akıl Hastası Olan Kişilerle İlgili Değerlendirmeler

Tutuklama, CMK m.100 vd. hükümlerinde ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Yine mevzuatımızın kimi hükümlerinde de CMK’da yer verilen bu hükümlere istisna yahut ek teşkil eden bazı kurallara yer verilmiştir (örnek için bkz. ÇKK m.21). Ancak bahsi geçen normlarda akıl hastaları hakkında tutuklama tedbirinin uygulanıp uygulanamayacağına yönelik doğrudan bir düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte ÇKK, TCK, CMK ve mevzuatımızın çeşitli hükümlerinde yer verilen bazı düzenlemelerin, akıl hastalarının tutuklanıp tutuklanamayacağı hususunda yorum yapılırken referans alınabileceği kanaatindeyiz. Bu nedenle, çalışmamızın bu kısmında, bahsi geçen düzenlemelerde yer verilen ve akıl hastalığının bir tutuklama engeli teşkil edip etmediği hususunda göz önünde bulundurulabilecek yasal dayanaklar incelenecektir.

CMK m.100/1’e göre, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilmesi için “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller”in ve “bir tutuklama nedeni”nin bulunması gerekir. Aynı hükmün ikinci fıkrasına göre ise, ilk fıkrada yer verilen “tutuklama nedeni” koşulu ile kastedilen, şüphelinin/sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması yahut kişinin davranışlarının delilleri karartacağı (delilleri yok edeceği, gizleyeceği ya da değiştireceği) veya tanık, mağdur yahut başkaları üzerinde baskı girişiminde bulunacağı yönünde kuvvetli şüphe oluşturmasıdır.14 Nitekim bahsi geçen koşullar doktrinde de “tutuklamanın maddi şartları” arasında zikredilmektedir.15

CMK m.100/1 hükmünde yer verilen kaçmak fiili ile kastedilen, kişinin herhangi bir kişiden değil, soruşturma/kovuşturma makamlarından saklanmasıdır. Bir başka ifadeyle tutuklama gerekçesi olarak kaçmadan/kaçma şüphesinden16(Flucht/Fluchtgefahr) bahsedilebilmesi için kişinin soruşturma/kovuşturma sürecinden kurtulmak17 ve dolayısıyla işlediği fiilin hukukî sonuçlarından kaçınmak amacıyla hareket etmesi gerekir.18 Kişinin bahsi geçen amacın dışında başka bir sebeple, örneğin eylemi gerçekleştirmiş olmanın yarattığı psikolojik korkuyla yahut mağdur ya da yakınlarının tepkisinden/saldırısından kurtulmak amacıyla kaçtığı durumlarda, CMK m.100/1 hükmü anlamında “kaçma”dan söz edilemeyecektir.19 Bu nedenle yargıç, tutuklama gerekçesi olarak kaçma/kaçma şüphesi hakkında değerlendirme yaparken ilgili olayla bağlantılı münferit koşulları göz önünde bulundurmalı, kaçma riskinin lehine ve aleyhine olan belirtileri birbirlerine karşı dikkatli bir şekilde tartmalı ve nihayetinde şüphelinin/sanığın muhakeme sürecinden kaçma olasılığının, bahsi geçen süreçle yüzleşeceği beklentisinden daha yüksek olduğu durumlarda tutuklama kararı vermelidir.20,21 Bu noktada, kaçma riskinin varlığının somut bir takım olguların mevcudiyetini gerektirdiği ve dolayısıyla kişinin kaçacağı yönündeki yalın şüphenin, tutuklama kararı verilmesi bakımından yeterli olmadığı ifade edilmelidir.22 Bununla birlikte, tartışma konumuzu oluşturan “kaçma”dan söz edilebilmesi için şüphelinin muhakeme sürecinin daimi olarak tıkanmasına yol açacak davranışlarda bulunmasının zorunlu olmadığı, soruşturmanın/kovuşturmanın devam etmesinin belirli bir süre için engellenmesine yönelik hareketlerin de kaçma kapsamında değerlendirilebileceği gözden uzak tutulmamalıdır.23

CMK m.100/2 hükmünde tutuklama nedeni olarak kabul edilen “delilleri karartma şüphesi” (Verdunkelungsgefahr) ile ifade edilmek istenen husus ise şüphelinin/sanığın ortaya koyduğu çeşitli davranışlarla24 deliller üzerinde etkide bulunacağı ve bu şekilde maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını zorlaştıracağı yönünde kuvvetli şüphe doğurmasıdır.25 Bahsi geçen tutuklama nedeninin varsayılabilmesi için kişinin deliller üzerinde manipülatif davranışlar sergileyeceği hususunda “yüksek bir olasılık” bulunmalıdır.26 Dolayısıyla, kişinin delilleri karartabileceği yönündeki basit beklenti, varsayım ve tahminlerin tutuklama kararı verilmesi bakımından yeterli görülmemesi ve olaya ilişkin bütün delillerin tutuklama kararının verileceği esnada zaten toplanmış olduğu hâllerde, bu nedene dayanılarak kişinin özgürlüğünün kısıtlanamaması gerekir.27 Keza şüphelinin açıklama yapmaktan kaçınması, eylemini inkâr etmesi, yaptığı bir itirafı geri çekmesi veya suç ortaklarının adını vermeyi reddetmesinin, delilleri karartma şüphesi kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığına ve nihayetinde delilleri karartma şüphesine dayanak teşkil eden davranışın haksız (unlauter)/muhakeme hukuku kurallarına aykırı (prozessordnungswidrig) nitelik taşıması gerektiğine de özellikle işaret edilmelidir.28

Kaçma ve delilleri karartma yönündeki şüphelerin, işlenen fiilin hukukî sonuçlarından kaçınmak yahut muhakeme sürecini sekteye uğratmak amacıyla girişilebilecek hareketleri engelleme amacını güden birer tutuklama nedeni29 teşkil etmesi, kaçacağından/delilleri karartacağından şüphe edilen kişinin, gerçekleştirdiği eylemin haksızlığı üzerinde sağlıklı bir değerlendirme yapabilecek zihni donanıma sahip olmasını gerektirmektedir.30 Gerçekten, icra ettiği fiilin haksızlığı ve hukukî sonuçları hakkında değerlendirme yapamayan bir kimsenin, bu eylemden dolayı cezalandırılacağı korkusuyla veya eyleminin hukukî sonuçlarıyla belli bir süreliğine de olsa karşılaşmamak saikiyle kaçması/delilleri karartması, hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu nedenle, kaçma ve delilleri karartma yönündeki şüphelerin, işledikleri fiillerin meşruiyeti hususunda değerlendirme yapma yeteneğini kaldıran bir akıl hastalığının etkisinde bulunan ve dolayısıyla muhakeme işlemlerini akamete uğratmak veya cezalandırılmaktan kurtulmak gibi bir amacı da bulunmayan kişiler bakımından tutuklama nedeni olarak kabul edilmemesi gerekir.31 Bu noktada, şüphelinin soruşturma işlemleriyle muhatap olmaya başladığı ilk dönemlerde akıl hastası olduğunun bilinmeyebileceği; bu yönde ortaya atılan iddianın doğruluğunun32 ortaya konulmasının ise belli bir sürecin sonunda gerçekleşeceği ve salt ortaya atılan akıl hastalığı iddiası nedeniyle tutuklama tedbirinin uygulanmamasının, kişinin gerçekten kaçmasıyla/delilleri karartmasıyla sonuçlanabileceği söylenebilir. Kanaatimizce, bu sakıncanın bertaraf edilebilmesi için akıl hastalığı iddiasının ortaya atıldığı durumlarda kişinin tutuklanması yerine -mümkünse- gözlem altına alınması tercih edilmeli33 ve gözlem süreci sonucunda kişinin gerçekten akıl hastası olduğunun belirlendiği durumlarda, tutuklama yerine adli kontrol tedbirlerinden akıl hastalarına uygun olan[lar]ının34 tatbik edilmesiyle yetinilmelidir. Aksi takdirde, kusur yeteneğine sahip olmamaları nedeniyle cezalandırılamayan ve dolayısıyla hükümle dahi özgürlükleri kısıtlanamayan35 kişilerin, henüz ortada kesin hüküm yokken özgürlüklerinden mahrum bırakılabilecekleri gibi bir sonuçla karşılaşılacaktır.

Tam bu noktada, mevcut akıl hastalığının kişinin, sadece irade yeteneğini ortadan kaldırdığı yahut algılama yeteneğini dönemsel olarak etkilediği durumlarda, failin gerçekleştirdiği eylemin haksızlık içeriğine fiil anında veya sonradan muttali olabileceği ve dolayısıyla normal bireyler gibi yasal süreçten kurtulmak36 maksadıyla kaçabileceği/delilleri karartabileceği haklı bir itiraz olarak ileri sürülebilir.37 Örneğin, yoğun bir şekilde yaşadığı yangın çıkarma dürtüsünü engelleyemeyen ve kontrol edemediği bu dürtünün etkisiyle çıkardığı yangının sonuçlarından adeta büyülenen bir piromani hastası,38 yangını çıkardığı anda, esasında böyle bir eylemi yapmaması gerektiğini ve böyle bir eylem sebebiyle soruşturmaya/kovuşturmaya uğrayabileceğini bilebilir. Böyle bir kimse, eyleminin haksızlık içeriğini bildiği için işlediği suçun delillerini karartma veya kaçma girişiminde de bulunabilir. Bu durumda, normal kişiler bakımından geçerli olan tutuklama nedenlerinin, bahsi geçen akıl hastası bakımından da mevcut olduğu ve dolayısıyla bu kişinin de tutuklanabileceği söylenebilir. Ancak tutuklamanın bir amacının da yargılama sonucu verilen hükmün infazını sağlamak olduğu39 ve yukarıda yer verilen örnekteki kişinin cezalandırılmasının da mümkün olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, bu kapsamdaki kişilerin de tutuklanmaması gerektiği kabul edilmelidir. Aksi hâlde ve yukarıda da ifade edildiği üzere, kesin hükümle dahi özgürlüğünden mahrum bırakılamayan kişilerin, henüz suçu gerçekten işlediklerini tespit eden bir hüküm yokken özgürlüklerinden alıkonulabileceği gibi bir sonuçla karşılaşılacaktır.40 Nitekim CMK m.100/1 hükmünün son cümlesinde yer verilen “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez” yönündeki kaide de cezalandırılması mümkün olmayan kişilerin tutuklanmalarına engeldir.41

Bilindiği üzere, CMK m.100/3’te, bahsi geçen düzenlemede yer verilen katalog suçlardan birinin işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması hâlinde, hâkimin yukarıda tartışma konusu yapılan tutuklama nedenlerinin bulunduğunu varsayabileceği42 kabul edilmiştir. Bu noktada, katalogda yer verilen suçlardan birini işledikleri yönünde kuvvetli şüphe sebepleri bulunan akıl hastaları hakkında da CMK m.100/1 hükmünde yer verilen tutuklama nedenlerinin varsayılması suretiyle tutuklama kararı verilip verilemeyeceği, bu başlık altında tartışılması gereken önemli sorunlardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.

CMK m.100/3 hükmü, katalogda yer verilen suçlardan birinin işlendiği yönünde somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması hâlinde kişinin kaçma/delilleri karartma olasılığının yüksek olduğu faraziyesinden hareketle düzenleme altına alınmıştır.43 Esasen işledikleri fiillerin haksızlığının bilincinde olan bireyler bakımından, bahsi geçen hükümde varsayılan davranış kalıplarının beklenebilir nitelikte olduğu da söylenebilir. Bununla birlikte, bir davranışın yapılabileceği hususundaki faraziyeden hareket edilebilmesi için davranışı yapabileceği değerlendirilen kişinin bunu yapma yeteneğine44 sahip olması gerekir.45 Akıl hastalığı sebebiyle işledikleri fiillerin haksızlık niteliği hususunda sağlıklı bir değerlendirme yapamayan bireylerin, muhakeme sürecini akamete uğratmak amacıyla kaçması/delilleri karartması olasılığı, bu güdüyle hareket etmeme olasılığından azdır.46 Bu nedenle, CMK m.100/3 hükmündeki suçlardan birini işlediği iddia edilen akıl hastaları hakkında tutuklama nedenlerinin bulunduğu varsayımından hareket edilmemesi gerektiği kanaatindeyiz. Öte yandan, yukarıda referans olarak gösterilen CMK m.100/1 hükmünün son cümlesi, CMK m.100/3 bakımından da uygulanma kabiliyetine sahip olduğundan,47 işlediği fiillerin haksızlık niteliği üzerinde değerlendirme yapabilen ve fakat piromani, kleptomani veya irade yeteneğini ortadan kaldıran başka bir rahatsızlık nedeniyle davranışlarını yönlendirme yeteneğinden yoksun bulunan akıl hastaları bakımından da aynı sonuca ulaşılması gerekmektedir.

Önemle belirtmek gerekir ki yukarıda yer verilen açıklamalar, kusur yeteneğini tamamen ortadan kaldıran bir bozukluğun etkisi altında bulunan akıl hastaları bakımından geçerlidir. Dolayısıyla, kişide bulunan akıl hastalığının algılama ve irade yeteneğini ortadan kaldırmadığı hâllerde tutuklama kararı verilmesine herhangi bir hukukî engel bulunmadığı kabul edilmelidir. Keza özellikle irade yeteneğini etkileyen akıl hastalıklarından birinin söz konusu olduğu durumlarda, bahsi geçen sonucun salt irade yeteneğinin etkisinde işlenen suçlar bakımından geçerli olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Bu bakımdan, yukarıda örnek olarak verilen piromani hastasının, yangın çıkarmak suretiyle işlediği suçtan tutuklanmaması gerektiği söylenebilirse de bu kişinin işlediği diğer suçlardan tutuklanmasına engel bir durumun bulunmadığı sonucuna ulaşılmalıdır.