Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İslam Ceza Hukukunda Hırabe Suçu ve Klasik Dönem Osmanlı Devleti’ndeki Uygulaması

Hirabah Crime in Islamic Criminal Law and Its Practice in Classical Period Ottoman State

Yasemin KURTOĞLU

Sözlükte “yol kesme” anlamına gelen Hırabe (Kat’-ı Tarik), İslam ceza hukuku içerisinde had suçları arasında yer alan bir suç tipidir. Kur’an’da geçen “Allah ve Resulüyle savaşanlarla yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanlar” ifadelerinin hırabe failleri için söylendiği kabul edilir ve onlara sürgün, öldürülme, asılma, el ve ayakların çaprazlama kesilmesi cezalarından biri verilir. Bir İslam devleti olarak Osmanlı’da da, hırabe suçu için İslam hukukunca öngörülen hükümler benzer şekilde uygulama alanı bulmuştur. Ne var ki bu suç, Osmanlı Devleti’ni uzun yıllar boyunca uğraştıran ve devletin kamu düzenini ciddi şekilde sarsan bir görünüm arz etmiştir. Bu nedenle devlet, suçla mücadele ederken klasik İslam ceza hukuku hükümlerin yanında kimi ek tedbir ve yaptırımlar getirmek durumunda kalmıştır. Bu çalışmada hırabe, İslam ceza hukukundaki bir suç çeşidi olarak ele alınmış ve suçun tanımı, faili, unsurları ve yaptırımı ayrı ayrı başlıklar halinde açıklanmıştır. Bu açıklamalar sırasında suçun klasik dönem Osmanlı uygulamasındaki görünümüne dair örneklere de yer verilerek hırabenin Osmanlı Devleti açısından genel çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır. Devletin içinde bulunduğu şartlar gereği uygulamak durumunda kaldığı ek tedbir ve yaptırımlar ise metnin devamında ayrıca ele alınmış ve böylece suçun Osmanlı uygulamasındaki özellikli hallerinin de incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışma boyunca temel İslam hukuku eserlerinden yararlanıldığı gibi dönemin kanunnamelerine, fetvalarına ve mahkeme kararlarına da başvurulmuştur.

Hırabe, Had, İslam Hukuku, Ceza hukuku, Osmanlı Devleti.

Hirabah (Kat’-ı Tarik) is one of the hudud crimes in Islamic criminal law, synonym with “highway robbery”. It is accepted that “those who wage war on God and his Messenger and strive with might for mischief through the land” verses of Quran are addressing hirabah offenders. These will be penalized with banishment, capital punishment, crucifixion or cross cut of hand and foot. As an Islamic state, Ottomans had been carried out all the provisions likewise. However, hirabah had been unsettled the public order deeply throughout ages. Therefore Ottomans had to take some additional measures and sanctions. In this study, hirabah is examined as a crime type in Islamic criminal law under the titles of description, offenders, elements and sanctions. During these explanations it is also tried to set the general framework of hirabah in classical period Ottoman State by giving examples in practice. The supplementary measures and sanctions have been analysed seperately in the sequel of the study and thus the article also aims to examine the crime’s featured aspects in Ottoman practice. Throughout the study, as well as it is refered to the main works of Islamic law, Ottoman codes, fetwas and court decisions are also examined.

Hirabah, Hudud, Islamic Law, Criminal Law, Ottoman Empire.

Giriş

Hırabe suçu, İslam ceza hukuku içerisinde had suçları arasında yer almaktadır. Hırabe, sözlükte “yol kesmek” anlamına geldiğinden bu suç için kaynaklarda “kat’-ı tarik / kat’ut-tarik” ifadesinin kullanıldığına da sıklıkla rastlanır. Diğer had suçları gibi hırabe suçu da kaynağını Kur’an’dan alır. Buna göre, “Allah ve resulüyle savaşanlar ile yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanlar”, hırabe suçunun faili sayılacaktır.1 Bu faillere verilecek ceza da öldürülme, asılma, el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya bulundukları yerden sürülme olacaktır. İlgili Kur’an ayetinin gerek suçun maddi unsuru gerekse de yaptırımı konusunda yeterli açıklıkta olmaması ortaya çıkan uyuşmazlıklarda çeşitli görüşlerin ileri sürülmesine sebep olmuştur. Suçun failinin kimler olabileceği, suçun şehir içinde ya da şehir dışında, gündüz ya da gece, silahlı ya da silahsız işlenmesinin mümkün olup olmayacağı, suç için Kur’an’da öngörülen farklı yaptırımların hangi hareketlerin işlenmesi karşılığında verilebileceği ya da bu yaptırımların kimlere uygulanabileceği gibi konular İslam hukukçularının derinlemesine çalıştığı ve çoğu zaman farklı sonuçlara ulaştığı hususlar olmuştur.

Osmanlı Devleti uygulamasına bakıldığında ise bu suç için “hırabe” yerine daha çok “eşkıyalık” teriminin kullanıldığı görülür. Hırabe ile aynı anlama gelecek şekilde kullanılan bu terim, adeta suçun Osmanlı Devleti açısından eşanlamlısı haline gelmiştir. Bu nedenle Osmanlı ile ilgili açıklamalarda terminolojik olarak bu suç için eşkıyalık; suç failleri içinse eşkıya teriminin kullanılması tercih edilmiştir. Osmanlı Devleti hırabe suçunun hükümlerini İslam hukukuna uygun bir şekilde yerine getirmiştir. Ne var ki hırabe, devleti uzun yıllar boyunca meşgul eden, hatta kimi durumlarda girişilen savaşlar da dahil olmak üzere neredeyse diğer tüm meselelerden öncelikli hal alan bir mesele olmuştur. Ülkesi içinde dirliği ve düzeni sağlayamayan bir devletin diğer ülkelerle girişeceği savaşlara kendini tam anlamıyla verebilmesinin ve bunlardan galip çıkabilmesinin kolay olmayacağının farkında olan Osmanlı Devleti, eşkıyalarla mücadeleye büyük önem vermiştir. Özellikle Osmanlı’nın en güçlü olduğu dönemin hemen ardından başlayan ve zamanla genişleyerek ülkenin büyük bir kısmını etkisi altına alan Celali isyanlarıyla mücadele, devlet sorunlarının adeta başına geçmiştir. Bu doğrultuda klasik İslam hükümlerinin yanı sıra kendine has kimi tedbirler ve yaptırımlar uygulamak durumunda kalan Devlet, ülke içindeki düzeni ve eski refah seviyesini korumayı ve gerektiğinde yeniden tesis etmeyi amaçlamıştır.

I. İslam ve Osmanlı Ceza Hukuku İçerisinde Hırabe Suçunun Yeri

İslam ve Osmanlı ceza hukukunda suçlar kısas, had ve tazir olmak üzere üçe ayrılır.2 Suç ve ceza kavramının iç içe girdiği bu sistemde suçları kısas, had ve tazir cezası gerektiren suçlar olarak da sınıflandırabilmek mümkündür.3

Kısaca öldürme ve yaralama fiillerini kapsayan kısas suçlarında fail, işlediği fiilin aynısının kendisine uygulanmasıyla cezalandırılmış olur. Ancak anılan bu kısas cezasının uygulanabilmesi için fiilin kasten işlenmiş olması, mağdurların kısas talep etmesi gibi kimi şartlar aranır ki bu da her öldürme ve yaralama fiilinin kısasla cezalandırılmasını engeller.4 Bu durumda failin cezalandırılması diyet yolu ile gerçekleşecektir. Diyet miktarı kimi suçlar için önceden tespit edilmiş olmakla birlikte bazıları için ise somut olaya göre mahkemede kadı tarafından belirlenir.5

Tazir ise kısas, diyet ve had dışında kalan veya adı geçen suç tiplerine ait olmakla beraber o suçlar için öngörülen kimi koşulların gerçekleşmemesinden dolayı bu kapsamdan çıkan suç ve cezaları ifade eder. Tazir suç ve cezaları devlet başkanı ya da onun yetkilendirdiği kadılarca tespit edilir. Açıktır ki bunların belirlenmesinde devlet başkanı ve kadıların geniş takdir hakları mevcuttur.6

Son suç tipi ise çalışmanın konusu bakımından önem arz eden had suçlarıdır. Hadler, İslam hukukunun temel kaynakları olan Kur’an ya da Sünnet’le gerek fiillerin gerekse cezaların önceden belirlenmiş olduğu suç tipleridir. Bunların doğrudan Allah haklarını ihlal ettiği, diğer bir deyişle Allah’a karşı işlendiği kabul edilir.7 Bu nedenle de bu suçların gerek devlet gerekse mağdur tarafından affedilmesi kural olarak mümkün değildir.8 Farklı tasnifler bulunsa da had suçlarının zina, zina iftirası, hırsızlık, hırabe, hamr içme, dinden dönme ve devlete isyan etme olarak yediye ayrıldığı kabul edilir.9

II. Suçun Tanımı

Hırabe, sözlükte ‘şehir dışında yapılan haydutlukta, yol kesicilikte bulunma’ olarak tanımlanmaktadır.10 Bu bakımdan hırabe suçu yerine kaynaklarda aynı anlama gelecek şekilde “yol kesme/kat-ı tarik/katıu’t-tarik” ifadesinin kullanıldığına da sıklıkla rastlanır. Hırabe suçu kısaca “silahla ya da başka bir şekilde zor kullanılarak yol kesip veya baskın yapıp mala ve cana tecavüz, kamu düzenini ve asayişi ihlal etmek” olarak tanımlanabilir.11 Had suçlarından olduğu için suçun kendisinin ve cezasının Allah tarafından belirlendiği ve bu suç ile kul hakkından çok Allah hakkının ihlal edildiği kabul edilmektedir.12 Diğer had suçlarında olduğu gibi burada da Allah’ın haklarının ihlal edilmesinden kasıt, Allah’ın İslam dini ile kurmuş olduğu kamu düzeninin bozulmasıdır. Diğer taraftan bazı kaynaklarda bu suç için “büyük hırsızlık/es-sirkatü’l-kübra” ifadesi de kullanılmaktadır.13 Malın, sahibinden gizli alınması unsuruna dayanan hırsızlık suçunun aksine burada her ne kadar sahibin önünden mal alınması söz konusuysa da suç işlenirken devlet görevlilerinden gizlenilmesi ve bu nedenle mağdurların herhangi bir yardım alabilme imkanından yoksun bırakılması, böylesi bir tanımın yapılmasına sebep olmuştur.14 Hırabenin “huzuru (kamu düzenini) bozma suçu” olarak nitelendirildiğine de kaynaklarda rastlanmıştır.15

İslam ceza hukuku içerisindeki bir suç çeşidi olan hırabe, Osmanlı Devleti uygulamasında daha çok “eşkıyalık” kavramıyla karşılık bulmuştur. Sözlükte “dağ hırsızları, haydutlar” olarak tanımlanan “eşkıya”, Arapça “bahtsız, fena hareketli, haylaz, kötü ve haydut, yol kesen” anlamlarına gelen “şaki” kelimesinin çoğuludur.16 Bu doğrultuda Osmanlı ceza hukukunda yer alan eşkıyalık deyiminin, klasik İslam ceza hukuku içerisindeki hırabe suçunun karşılığı olduğu kabul edilmektedir.17 Eşkıyalığın yanı sıra kimi kanunnameler ve fetvalarda bu suçun “haramilik” ile de karşılandığı görülmüştür.18