Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanmanın Dayanakları

Grounds for use of Force in International Law

Cahit Baybars KAYHAN

Bu çalışmada uluslararası hukukta kuvvet kullanmanın dayanaklarının neler olduğu incelenmeye çalışılmış ve bu dayanaklar arasından günümüzde en fazla uygulama alanı bulanlar seçilerek olabildiğince detaylandırılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede öncelikle uluslararası alanda kuvvet kullanma kavramının öncesi ve sonrası hakkında bilgiler verilerek karşılaştırmalı bir inceleme yöntemi benimsenmiş, sonrasında kuvvet kullanma yasağının Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda nasıl düzenlendiği açıklanmıştır. Uluslararası hukukta kuvvet kullanmanın dayanakları olarak kabul edilen yani kuvvet kullanılmasına uluslararası hukukun cevaz verdiği istisnalardan olan meşru müdafaaya ve Birleşmiş Milletler (BM) organlarının kuvvet kullanmaya izin/karar verdiği durumlara (Kolektif Kuvvet Kullanma) çalışmada geniş yer verilmiş, bu konulara dayanılarak uluslararası alanda kuvvet kullanma durumları sıklıkla ortaya çıktığı için kavramlar örneklerle detaylandırılmıştır. Ayrıca uluslararası hukukta kuvvet kullanılmasına dair geliştirilen yeni doktrinler ve görüşler üzerinde durularak geçmişten bugüne yasağın evrimi, algılanma biçiminin ne yönde değiştiği ve geçmiş ile günümüz uygulaması arasındaki farklar açıklanmaya gayret edilmiştir.

Kuvvet Kullanma, Kuvvet Kullanma Yasağı, BM Antlaşması, Meşru Müdafaa, Kolektif Kuvvet Kullanma.

In this study it is endeavored to examine the grounds for the use of force in international law and the ones which are mostly used today among these grounds were selected and endeavored to be explained in detail. In this context, first, a comparative analysis method is adopted by giving information about before and after the use of force concept in the international arena, then how the prohibition on the use of force was regulated in the United Nations Treaty is explained. Self-defense, which has been accepted as the grounds for use of force in international law, in other words, one of the exceptions that are allowed by international law, and the situations in which United Nations (UN) bodies allow/decide the use of force (Collective Use of Force) are largely included in the study, concepts were detailed with examples as actions of use of force frequently occur in the international arena on the grounds of these issues. Besides, the evolution of the prohibition from past to present on the new doctrines and opinions developed about the use of force in international law, the direction in which the perception has been changed, and differences in the practices of the past and today are endeavored to be explained.

Use of Force, Prohibition on the use of Force, UN Treaty, Self-Defense, Collective use of Force.

Giriş

Hukuk düzeninin ortaya çıkmasını sağlayan olgu, toplum düzeni bozulduğunda bu düzeni eski haline getirmek için birtakım yaptırımlara ihtiyaç duyulması ve bu yaptırımların da hukuk düzeni tarafından öngörülmesi ve kontrol edilmesidir. Devletler, toplumsal düzeni sağlamak amacıyla iç hukuk düzenlerinde belirledikleri kurallara uymayanlara karşı egemen birer güç olarak yaptırımlar uygulamaktadırlar.1

Toplumsal düzeni bozan davranış tarzlarından biri de konumuzla bağlantılı olarak kontrol altına alınmamış kuvvet kullanma ve şiddet hareketleridir. Geçmişten günümüze dek insanlık tarihindeki olaylar silsilesi göz önünde bulundurulduğunda, insanların birbirlerine karşı şiddet kullanmalarının doğal ve süregelen bir insan davranışı olduğu görülecektir. Uluslararası alanda birbirlerine karşı şiddet kullanan özneler ise devletlerdir. Devletlerin birbirlerine karşı kullanabilecekleri şiddetin en ileri boyutunu ise savaşlar oluşturmaktadır.2 Yeryüzünde var olan bütün siyasi ve hukuki yapılar, kuvvet kullanımını kontrol altına almak ve denetlemek zorundadırlar. Günümüzde ulus devletlerin otorite sahibi bir merkezi hükümet tarafından yönetilmeleri nedeniyle, kendi iç hukuk düzenlerinde kuvvet kullanımını denetlemek bakımından uluslararası toplumun uluslararası alanda kuvvet kullanımını kontrol etmek konusundaki etkinliğine nazaran daha iyi durumda oldukları görüşü dile getirilmektedir.3

Uluslararası alanda kuvvet kullanımı ile ilgili olarak uluslararası topluma yöneltilen eleştirilerin gerekçelerinden bazıları; İsrail devletinin kurulduğu andan itibaren Filistin’e ve diğer Arap ülkelerine karşı hayli saldırgan bir politika izlemesine rağmen uluslararası toplumun bu duruma seyirci kalması, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Panama, Nikaragua, Afganistan ve Irak müdahaleleri, Ruanda’da ve Bosna Hersek’te meydana gelen ağır insan hakları ihlallerinin ve uluslararası suçların engellenememesidir. Uluslararası alanda bu gibi durumların mevcudiyeti, uluslararası hukukun varlığının ve etkinliğinin sorgulanmasına neden olmuştur.4

I. Birleşmiş Milletler Kurulmadan Önce Kuvvet Kullanımı

Birleşmiş Milletler Antlaşması’na kadar gelen süreçte, devletler için kuvvet kullanımının bir hak olarak kabul edilmekte olduğu ve devletlerin egemenlik yetkisinin bir getirisi olarak görülen kuvvete başvurma hakkına dair kavramsal tartışmaların ilk dönemlerde savaş hakkı kavramı üzerinden yürütüldüğü gözlenmektedir. Savaş hakkının kullanılabilmesi için belli şartların oluşması gerektiği, hem sosyal bilimciler tarafından ileri sürülmüş hem devletler silahlı bir güç kullandıkları durumları, haklı gerekçeleri bulunduğunu ileri sürerek meşru bir temele oturtmaya çalışmışlardır.5

Uluslararası hukukun ilk dönemlerinde devletlerin kuvvet kullanmaları haklı savaş doktrini ile temellendirilmek istenmiştir. Savaşın, hangi durumda haklı hangi durumda haksız olacağına dair bir ayrım yapmaya dayanan bu doktrinde savaşın ne zaman haklı sayılacağına ilişkin belirli kıstaslar kabul edilmiştir. Bu kıstaslardan bazıları; savaşa son çare olarak başvurulması, haklı bir sebep bulunması, savaş ilanına hukuka uygun bir otorite tarafından karar verilmiş olması, orantılılık ilkesi olarak da ifade edilebilecek zor kullanmanın amacın ötesinde zarar vermemesi, savaş ile ulaşılmak istenen nihai amacın barış durumuna ulaşmak olması ve savaşın başarı şansının bulunmasıdır.6

Antik Yunan ve Roma filozoflarınca savunulan savaş için haklı bir sebebin bulunması ve savaş ilanına hukuka uygun bir otorite tarafından karar verilmiş olması gibi şartlar 15. yüzyıldan başlayarak devletlerarası ilişkilerde etkinliğini yitirmiştir. 17. yüzyıldan başlayarak hukukun kaynağı olarak olması gerekenin değil olanın esas alınmaya başlamasıyla birlikte devletlerin uygulamalarını referans kabul eden bir yaklaşım baş göstermiştir. Bu durumun bir sonucu olarak artık devletler istedikleri anda savaşa karar vermenin kendilerine ait bir hak olduğunu ve bunun egemenlik yetkilerinin bir gereği olduğunu ileri sürmüşlerdir.7

Devletlerin güç kullanma yetkilerinin adeta sınırsız bir hak olarak görüldüğü yaklaşımın değişmesi, ancak 1919’da Milletler Cemiyeti’nin kurulmasıyla mümkün olmuştur.8 Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı büyük yıkımlar, devletleri, aralarında ortaya çıkan sorunları kuvvete başvurmadan çözebilecekleri barışçıl yollar aramaya ve bu yollar üzerinde uzlaşmaya yöneltmiştir. Bu arayışın bir sonucu olarak da 1919 yılında Milletler Cemiyeti kurulmuştur. Ancak konumuz açısından bakıldığında Milletler Cemiyeti Misakı, uluslararası alanda kuvvet kullanımına ilişkin herhangi bir yasaklama getirmemiş; yalnızca üye devletlere aralarında çıkan uyuşmazlıkların çözümü için öncelikle uyuşmazlığı hakemliğe, soruşturma yapılmak üzere Milletler Cemiyeti Konseyi’ne veya mahkemeye taşıma yükümlülüğü getirmiştir.9 Milletler Cemiyeti Misakı’nın 12’nci, 13’üncü ve 15’inci maddeleri bu konulara dair düzenlemeler getirmektedir.

Bu maddeler içinde 12’nci madde, Cemiyet’in üyeleri arasında ilişkilerin kesilmesi sonucunu doğurabilecek bir anlaşmazlık çıktığında, bu uyuşmazlığın hakemliğe ya da Cemiyet Konseyi’nin önüne götürülmesinin zorunlu olduğunu ve Cemiyet üyelerinin hakemlerin verecekleri karardan ya da Konsey’in raporundan başlayarak üç aylık bir süre geçmeden hiçbir biçimde savaşa başvuramayacaklarını düzenlemektedir. 13’üncü madde anlaşmazlığın hakemliğe sunulmasını, 15’inci madde ise, hakemliğe sunulmayan bir anlaşmazlığın Konsey önüne getirilmesini düzenlemektedir. Bu açıklamalar ışığında, Milletler Cemiyeti Misakı’na göre, devletlerin aralarındaki uyuşmazlığı çözebilmek için öncelikle barışçıl çözüm yollarına başvurmaları öngörülmüş olup eğer bu yollardan herhangi bir sonuç alamazlarsa10 savaşma yoluna gitmeleri bir hak olarak görülmektedir. Zira Misak’ın 15/7 maddesi, Konsey’in raporunun anlaşmazlığın tarafı olan devletler hariç olmak üzere oybirliği ile kabul edilmesi halinde Cemiyet üyelerine hukuku ve adaleti sağlamak adına her türlü biçimde davranma yetkisi vermektedir.11

Savaşın uluslararası hukuka aykırı sayılması 1928 yılında imzalanan Briand-Kellogg Paktı ile gerçekleşmiştir. Savaşa başvurmanın ulusal politikanın aracı olmaktan çıkarılması maksadıyla Fransa’nın Dışişleri Bakanı Aristide Briand ve ABD’nin Dışişleri Bakanı Frank Billings Kellogg ikilisi arasında başlayan görüşmeler daha sonra büyük bir pakt halini aldı. 27 Ağustos 1928’de ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Çekoslovakya, Japonya, Belçika, Almanya, Polonya Paris Paktı adıyla da anılan Briand-Kellogg Paktı’nı imzaladılar.12 Daha sonraki zamanlarda bu pakta birçok devlet katıldı. Bu pakt, Milletler Cemiyeti Misakından farklı olarak savaşı kesin bir biçimde yasaklama yoluna gitmektedir. Savaşı ulusal siyasetin aracı olmaktan çıkaran Briand-Kellog Paktı, 1928 ve 1945 yılları arasında savaşı yasaklayan uluslararası örf ve adet kuralının oluşmasında ciddi bir rol oynamıştır.13 Bu Pakt’ın eleştirilebilecek yanları olarak ise; savaş dışında kalan kuvvet kullanma yollarını kapsamına almaması, savaşın tanımının Pakt’ın hiçbir yerinde yapılmamış olması ve savaş yapma yasağının çiğnenmesi halinde bunu önleyecek bir yürütme sistemine sahip olmaması söylenebilir.14

II. Birleşmiş Milletler Antlaşması’na Göre Kuvvet Kullanma Yasağı

Birleşmiş Milletler Antlaşması’na göre uluslararası barışı ve güvenliği korumak, barışın saldırı yoluyla veya diğer yollarla bozulması durumunda barışın bozulmasına yol açan fiilleri bastırmak amacıyla etkili müşterek önlemler almak ve barış durumunu bozma ihtimali olan uluslararası uyuşmazlıkları adalete ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun biçimde barışçı yollarla çözümlemek BM’nin amaçlarından birisidir.

BM Antlaşması m.1/1’de belirtilen bu amacı gerçekleştirmek için kabul edilen ve üye devletlere getirilen en önemli yükümlülük m.2/4’te düzenlenen kuvvet kullanma yasağıdır. Bu düzenlemeye göre;

“Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.”15

Bu düzenlemenin başlangıcında “Tüm üyeler” ifadesine yer verilmesi dolayısıyla kuvvet kullanma yasağının, yalnızca BM üyesi olan devletler için getirildiği sonucu çıkarılabilir. Ancak BM Anlaşması m.2/6’ya bakıldığında “Örgüt Birleşmiş Milletler üyesi olmayan devletlerin de, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasının gerektirdiği ölçüde bu ilkelere uygun biçimde hareket etmesini sağlar” düzenlemesi dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, kuvvet kullanma yasağının bütün devletleri bağlayıcı bir nitelik taşıdığı söylenebilir. Öte yandan BM 2/4 düzenlemesi, “herhangi bir başka devlet”in toprak bütünlüğüne veya siyasal bağımsızlığına karşı yahut BM’nin amaçları ile bağdaşmayacak başka herhangi bir şekilde kuvvet kullanma tehdidini ya da kuvvet kullanılmasını yasakladığı için söz konusu yasağın, sadece BM üyesi olan devletlere yönelik icra edilecek fiillerle sınırlı kalmadığı söylenebilir. Yani BM’ye üye olmayan devletlere yönelik olarak hükümde belirtilen türden fiillerin gerçekleştirilmesi de kuvvet kullanma yasağının kapsamına girmektedir.16

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bir devletin, kendi ülke sınırları içerisinde cereyan eden ayaklanmalarda ve ülkenin iç savaş halinde bulunduğu hallerde kuvvet kullanmasının BM Antlaşması m.2/4 düzenlemesi kapsamında kuvvet kullanma yasağına tabi olmayacağıdır. Fakat uluslararası toplumun, sömürge rejimi altındaki toplulukların bağımsızlıklarını kazanma mücadelesini bir devletin iç meselesi olarak görmeyip kuvvet kullanma yasağı çerçevesinde değerlendirdiğini belirtmek gerekir.17

Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Nikaragua Davasında verdiği kararda BM Antlaşması m.2/4’te yer alan kuvvet kullanma yasağına ilişkin düzenlemeyi, yalnızca antlaşmadan doğan bir yükümlülük olarak değerlendirmemiş, bu normun aynı zamanda bir uluslararası örf-adet kuralı olduğunu18 ve hatta juscogens norm niteliği taşıdığını öne sürmüştür. Bu durum UAD’nin bu konudaki yaklaşımını kesin olarak tespit etmese de konuya bakış açısını kısmen gösterir niteliktedir.19

Kuvvet kullanma yasağına ilişkin üzerinde farklı görüşler bulunan hususlardan biri kuvvet kullanma yasağını düzenleyen maddede hüküm altına alınan, hukuka aykırı kuvvet kullanımının amaçları irdelenerek oluşturulmuş yorum farklılıklarıdır. Bu konuyu inceleyenler, BM Antlaşması m.2/4 çerçevesinde kuvvet kullanılmasının bir devletin toprak bütünlüğüne karşı, bir devletin siyasal bağımsızlığına karşı ve BM’nin amaçlarına karşı olarak yapıldığında hukuka aykırı olduğunu dile getirmişlerdir. Zira maddenin basit yorumundan anlaşılan budur.

Maddeyi dar yorumlayanlar, bir devletin siyasal bağımsızlığına veya toprak bütünlüğüne karşı olmak dışında bir sebeple kuvvet kullanılmasının hukuk dışı kabul edilmemesi gerektiğine işaret etmektedirler. Yani şayet bir devletin diğer bir devlete yönelik kuvvet kullanma fiili, kuvvet kullanılan devletin siyasal bağımsızlığına ya da toprak bütünlüğüne yönelik değilse ve BM’nin amaçlarıyla da çelişmiyorsa bu durumun yasağın çerçevesi içinde kalıp kalmayacağı önemli bir konudur. Örneğin vatandaşları problemli bir yerde hayati tehlike altında mahsur kalmış olan bir devletin olaya müdahil olup kendi vatandaşlarını kurtarması durumu bu ihtimale bir örnek olarak verilebilir. Uluslararası alanda bu duruma örnek olarak, İsrail’in Uganda’nın Entebbe havaalanına Filistinli ve Alman hava korsanları tarafından kaçırılan uçakta bulunan vatandaşlarını kurtarmak için yaptığı operasyon ve yine İsrail’in Etiyopyalı Yahudileri iç savaştan kurtarmak amacıyla yaptığı Etiyopya’da yaptığı müdahale verilebilir.20 Maddeyi dar olarak yorumlayanlar; bu ve buna benzer olaylarda kuvvet kullanımının amacının, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın m.2/4’te yer alan amaçlarla örtüşmediği için müdahaleleri uluslararası hukuka uygun kabul etme eğilimindedirler.

Oysa maddeyi geniş yorumlayanlar, BM’nin amaçlarına aykırı kuvvet kullanamama şartını kendilerine referans alarak kuvvet kullanma yasağının geniş kapsamlı olduğunu savunmaktadırlar. Bu görüşün savunucularına göre BM Antlaşması’nın kurduğu sistem, BM kurulmadan önce geçerli olan düzenin değiştirilmesini ve devletlerin kendi güvenliklerini sağlamaları esasına dayalı olan self-help sistemini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu tartışmanın değeri, bazı durumlarda devletlerin Güvenlik Konseyi’nin kararı veya Genel Kurul’un tavsiyesi olmaksızın tek taraflı biçimde kuvvet kullanmalarının nasıl değerlendirileceği noktasında yatmaktadır.21

Maddede geçen kuvvet kullanma deyiminden ne anlaşılması gerektiği konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır. Yaygın olan görüş, kuvvet kullanılması kavramından silahlı kuvvet kullanılmasının anlaşılması gerektiği yönündedir.22 Yasak çerçevesinde değerlendirilmesi gereken silahlı kuvvet kullanımı, bir devletin başka bir devlete karşı doğrudan silahlı kuvvet kullanması olabileceği gibi, bir devletin diğer bir devlete herhangi bir başka devlete yönelik olarak silahlı kuvvet kullanmak noktasında yardım sağlaması da olabilir. Bu durum da yardım eden devlet açısından kuvvet kullanma yasağının ihlalini oluşturur.23

Bir devletin özel kuvvetlerinin diğer bir devlette faaliyet gösteren silahlı gruplara destek olması uluslararası alanda dolaylı yoldan kuvvet kullanma olarak adlandırılmaktadır.24 Bu duruma örnek olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin askeri kuvvetlerinin Nikaragua hükümetini yıkmaya çalışan gerillalara destek vermesi gösterilebilir. UAD somut olayda, söz konusu gerillalara eğitim verilmesini ve silahlandırılmasını kuvvet kullanma niteliğinde eylemler olarak kabul etmiştir. Yalnızca maddi yardım sağlanması ise kuvvet kullanma olarak değerlendirilmemiştir.25