Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İslam Ceza Hukuku’nda Cezaların Şahsiliği İlkesi

The Principle of Individual Criminal Responsibility in Islamic Criminal Law

Nuri Berkay ÖZGENÇ

İslam Ceza Hukuku’nda cezaların şahsiliği prensibi esastır. İslam Ceza Hukuku’na göre, herkes işlediği fiilden kendisi sorumludur ve hiç kimseye işlemediği bir suçtan ötürü cezai sorumluluk yüklenemez. Merkezine cezaların şahsiliği prensibini oturtan İslam Ceza Hukuku, amme barışının ve amme düzeninin korunabilmesi gibi hayati önem taşıyan amaçlarla, istisnai hâllerde kolektif sorumluluk anlayışının ürünü olan âkıle ve kasâme müesseselerinin uygulanmasına müsaade etmiştir.

İslam Ceza Hukuku, Ceza, Cezanın Şahsiliği, Âkıle, Kasâme.

In Islamic Criminal Law, individual criminal responsibility is a basic principle. According to Islamic Criminal Law, everybody is responsible for their own acts, and nobody can be punished for a crime he or she has not personally committed. Islamic Criminal Law, whose core is the principle of the individual criminal responsibility, has allowed the practices of the âkıle and kasâme, which are emerged with a conception of collective responsibility, for the purposes of vital importance such as the protection of public peace and order in exceptional cases.

Islamic Criminal Law, Punishment, Individual Criminal Responsibility, Âkıle, Kasâme.

GİRİŞ

İslam dini itikat, dini vecibeler, hukuki işlemler ve etik sahalarındaki ilkelerin layıkıyla tatbik edilmesini sağlamak, bunlarla ilgili emirlerin ve yasakların ihlâl edilmesini engellemek, bireysel ve toplumsal hayatı bütün cepheleriyle düzeltmek maksadıyla gerek dünya hayatına gerekse ahiret hayatına yönelik olarak birtakım teşvik edici veya vazgeçirici önlemler almıştır. Bu önlemlerin ve yaptırımların tamamı ceza kavramının kapsamı içindedir.1

İslam Hukuku, suç ve ceza mevzularını “Ukubat” adı altında toplamıştır.2 İslam Hukuku’nun en önemli kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de Ukubat başlıklı ayrı bir bölüm yer almamaktadır; ancak Kur’an-ı Kerim’in değişik yerlerinde ceza hukuku ile ilgili sarih veya zımni, doğrudan ve dolaylı birçok ayet mevcuttur.3 Belirtmek gerekir ki, Kur’an-ı Kerim’in ceza hukuku ile ilgili bu hükümleri “Ukubat”ın temelini oluşturur. Ayrıca, “Ukubat”; İslam Hukuku’nun diğer kaynaklarından olan sünnet, icma ve kıyas yoluyla elde edilen ceza hükümlerini de ihtiva eder.4

İslam Hukuku’nda cezalar; aralarında mevcut bulunan münasebet, miktarlarının tayini, kendilerine tatbik edilecek hükümlerin gerekliliği, uygulanacakları yer ve konuları gibi kriterler nazar-ı itibara alınarak bir tasnife tabi tutulmuştur. İslam Hukuk literatüründe, Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlar ve bu suçlar için öngörülen cezalar “kitabu’l hudud” bölümünde, şahsa karşı işlenen suçlar ve bu suçlar için öngörülen cezalar “kitabu’l cinayet, diyet, cirah ve kısas” gibi bölümlerde, tazir suçları ve bu suçlar için öngörülen cezalar ise “kitabu’t tazir” bölümünde incelenir.5

Cezayı yalnız suçu işleyenlerin ve onlara yardım edenlerin çekmeleri gerektiği, diğer masum şahısların, suçlular ile yakınlıkları olsa dahi ceza çekmelerinin adalete aykırı olduğu şeklinde ifade edilebilecek “cezaların şahsiliği müessesesi”, Batı hukuk sistemlerine, ancak Fransız İhtilâli’nden sonra bir prensip olarak girmiştir. İslam Hukuku ise temeline bu prensibi yerleştirmiş ve onu son derece titiz bir şekilde tatbik etmiştir.6 Birçok eski hukuk sisteminde, suçun cezasını yalnızca suçlu çekmez; onun yakınları da cezadan paylarını alırlardı. Yani İlkel Dönem’de cezaların şahsiliği prensibi uygulanmıyor, kolektif sorumluluk7 mekanizması işletiliyordu.8 Cahiliye Araplarında da kısas cezası tatbik ediliyordu; ancak o dönemde şahsilik prensibi değil de, kolektif sorumluluk anlayışı geçerli olduğundan suçtan failin bütün kabilesi mesul tutuluyordu.9 İslam, kolektif ceza sorumluluğu anlayışını kaldırmış ve onun yerine cezaların şahsiliği prensibini koymuştur.10

I. İSLAM CEZA HUKUKU’NDA SUÇLAR VE CEZALAR

İslam Ceza Hukuku’nda suç, “Allahü Teâlâ’nın had veya tazir cezası koyarak menetmiş olduğu şerî mahzurlar” biçiminde tarif edilmektedir.11

İslam Ceza Hukuku’nda suçlar üç bölüme ayrılmaktadır. Bunlar; a) Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlar, b) Kulun, yani şahsın menfaatine karşı işlenmiş olan suçlar ve c) Taziren cezalandırılan fiillerdir.

Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlar, İslam toplumunun menfaatlerini ihlal eden12 ve müeyyidesinin türü ve miktarı naslarla belirlenmiş olan suçlardır.13 İslam Hukuk düşüncesinde “Allah hakkı” tabiriyle muayyen bir şahsı veya zümreyi değil, bütün bir toplumun yararını ve düzenini ilgilendiren haklar kastedilmektedir. Dolayısıyla Allah’ın haklarına karşı işlenen suçların cezalandırılması bütün toplumun hukukunu ilgilendirir.14 Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlara verilen cezalara da “had cezaları” denir. Had cezalarının büyük bir bölümü Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır. Nitekim zina, zina iftirası, hırsızlık ve yol kesme fillerinin cezaları Kur’an-ı Kerim’de tanzim edilmiştir. Buna mukabil, şarap içme; Kur’an-ı Kerim’de men edilmişse de bu fiilin cezası Kur’an-ı Kerim’de belirtilmemiştir. Şarap içme fiilinin cezası hadis ile bildirilmiştir.15

Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlar; hırsızlık, zina, içki içme, zina iftirası, yol kesme, dinden dönme ve -görüş farkı bulunmakla birlikte- devlete karşı isyan suçlarından ibarettir.16

Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlar, İslam toplumunun menfaatlerini ihlal eden suçlar olduğundan, bu gibi fiilleri işleyenlerin cezalandırılabilmeleri için, kural olarak suçtan zarar görenlerin şikâyette bulunmaları17 gerekmez. Bahsedilen kovuşturma vazifesi, devlet reisine veya onun hâkimine düştüğü gibi, her iyi Müslüman’ın da, böyle suçları haber vermek mükellefiyeti mevcuttur.18 Ancak, zina iftirası ve hırsızlık suçlarında şikâyet ve talep zaruri olmaktadır.19

Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlara verilen cezalara -yukarıda da vurgulandığı üzere- “had cezaları” denir. Bu müeyyideye “had” denilmesinin sebebi, sabit ve muayyen bir cezayı ihtiva etmesindendir.20 Had; miktarı, hukuken kesin bir şekilde bildirilmiş olan cezadır.21 Had cezalarına bugünkü tabiriyle kanunî, kanun ile tespit edilmiş cezalar denilebilir.22

Allah’ın haklarına yönelik suçların işlendiği hâkim önünde kesinleşince bunlar için artık af ve sulh geçerli olamaz. Had cezalarında cezaların miktarı da değişmez olduğundan, bu cezalarda arttırmanın veya indirmenin yapılması kabil değildir.23 Ancak, suçlu suçunu inkâr ederse ve kendi aleyhine olan delillere karşı deliller getirirse, Allah merhametli olduğu için affedeceğinden, hâkimin cezaya hükmetmemesi tavsiye edilmiştir.24

“Hakkı ademiye” denen kulun haklarına karşı işlenen suçlar, doğrudan şahısla ilgili olan25 ve yaptırımı naslarla belirlenmiş olan suçlardır.26

Kulun haklarına karşı işlenen suçlar, katil yani birini öldürmek (adam öldürmek) ve cerh yani birini yaralamak olmak üzere ikiye ayrılır. İslam Hukuku’nda beş çeşit katl suçu mevcuttur. Bunlar; âmden katl (kasten), şibh-i âmd ile katl (Kasıt benzeri), hataen katl, hata mecrâsına câri katl (hata benzeri) ve tesebbüben katldir. Yine İslam Hukuku’nda dört çeşit cerh suçu mevcuttur. Bunlar da; amden cerh, hataen cerh, hata hükmünde cerh ve tesebbüben cerhtir.27

Kulun haklarına karşı işlenen suçlar, doğrudan şahısla ilgilidirler. Dolayısıyla bu tarzdaki suçlar suçtan zarar görenlerin veya onların mirasçılarının şikâyetlerine bağlı olarak kovuşturulur.28

Belirtmek gerekir ki; kulun haklarına karşı işlenen suçlara verilen cezalar, “kısas” ve “diyet”tir.

Kulun haklarına karşı işlenen suçlarda, şahsi haklara üstünlük tanındığından, af ve sulh geçerlidir.29

Kulun haklarına karşı işlenen suçlarda, duruma göre mağdurun veya velîsinin cezayı seçme hakkı mevcuttur. Nitekim kasten adam öldürmede ve yaralamada, maktulün vârisleri veya yaralının kendisi, failin bir mal vermesiyle veya para (diyet) ödemesiyle onunla sulh olabilir. Bu takdirde cezanın mahiyeti değişir.30

Ayrıca vurgulamak gerekir ki; kulun haklarına karşı işlenen suçlarda af, kısas ve diyet cezalarının ortadan kalkması için yeterlidir. Bu suçlarda af yetkisi sağ ise bizzat mağdura, değilse onun belirli derecedeki yakınlarına aittir. Ancak af müessesesi, kısas ve diyet haricinde devletin bu suçlar için gerektiğinde öngördüğü tazir cezalarını düşürmez.31

Yine kulun haklarına karşı işlenen suçlarda kural olarak ağırlatıcı ve hafifletici sebepler nazar-ı itibara alınmaz.32

İslam Ceza Hukuku’nda suçlar, had cezasını gerektiren suçlardan ve kısas/diyet cezasını gerektiren suçlardan ibaret değildir. Naslarla suç olarak tespit edilmemiş ve toplum için zararlı olacağı görülürse, yetkili yasama organının33 suç olarak belirleme yetkisinin bulunduğu fiillerle, müeyyidesi belirlenmeden yasaklanan ve/veya günah olduğu bildirilen fiillere tazir suçu denir.34 Tazir suçları da, kendi içinde topluma yönelik olanlar ve şahıslara karşı işlenenler şeklinde ikiye ayrılır.35 Evrakta sahtecilik, dolandırıcılık, şantaj, yalan tanıklık, iftira, on gümüş dirhemden daha az değerli şeylerin çalınması gibi suçlar tazir suçlarına örnek olarak gösterilebilecek suçlardır.36

Tazir suçlarına karşı tatbik edilecek müeyyidelere tazir türü müeyyideler denir.37 Ölüm cezası, sopa cezası, hapis cezası, sürgün, para cezaları, müsadere, terk, teşhir, tekdir ve tevbih, öğütte bulunma, sakalın kesilmesi, yüzün dağlanması veya karalanması, görevden alma gibi müeyyideler tazir türü müeyyidelere örnek olarak gösterilebilecek müeyyidelerdendir.38

Belirtmek gerekir ki; tazir suçlarında şartlara göre mağdurun veya devletin suçluyu affetmesi tesirli olmaktadır.39

Özetle; İslam Hukuku’nda bazı suçlar ve cezaları teferruatlı bir şekilde belirlenmiş, diğerlerinin belirlenmesi ise yetkili yasama organına bırakılmıştır. Her yerde ve zamanda tatbik edilme durumunda olan İslam Ceza Hukuku’nun bundan başka bir usûl benimsemesi, diğer bir ifadeyle bütün suçları ve cezaları en ince teferruatına kadar tanzim etmesi düşünülemezdi. Bu sebeple İslam Hukuku’nda her dönemde rastlanabilecek tip suçlar tanzim edilmiş, bu sistemin ortaya koyduğu genel prensipler ışığında değişik zamanlarda rastlanabilecek farklı suçların tanzim edilmesi yasama organına bırakılmıştır.40

İslam Hukuku’nda Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlara verilen, belli ve değişmez cezalara “had cezaları” denir. Kulun haklarına karşı işlenen suçlara verilen, belli ve değişmez cezalara “kısas ve diyet cezaları” denir. Değişmez (had, kısas, diyet) olsun değişir (tazir) olsun İslam Hukuku’nda müeyyideler şunlardan ibarettir: İdam (kılıçla, taşlayarak veya salbederek); eli, ayağı veya her ikisini birden kesme; sopa dayağı; hapis; sürgün; mali cezalar; müsadere; mirastan mahrumiyet; terk; teşhir; tekdir ve tevbih; öğütte bulunma; sakalın kesilmesi; yüzün dağlanması veya karalanması; görevden alma.

Modern ceza hukukunda “ceza müessesesi”; kanunilik, şahsilik ve umumilik prensipleri üzerine inşa edilmiştir.41 İslam Hukuku’na dair kaleme alınan ilk eserlerde maddeler hâlinde bu ilkelere rastlamak kabil değildir; fakat modern hukukun on sekizinci asırdan itibaren kabul ettiği bu prensiplere, İslam Ceza Hukuku’nda ilk devirden itibaren riayet edildiği görülmektedir. Şöyle ki; Fransız İnkılabı gerçekleşmeden önce modern hukuk ceza sorumluluğunu “insan olsun veya insandan başka varlık olsun, serbest irade sahibi olsun veya olmasın, temyiz kudreti bulunsun veya bulunmasın, fiilinin sonucuna katlanması” şeklinde tarif etmekteydi. Fransız İnkılabı’nın gerçekleşmesinden sonra modern hukukun -kanunilik, şahsilik ve umumilik prensiplerine dayanarak- inşa ettiği yeni ceza sorumluluğu anlayışı ise İslam Ceza Hukuku’ndaki ceza sorumluluğu anlayışı ile örtüşmektedir.42

II. İSLAM CEZA HUKUKU’NDA CEZALARIN ŞAHSİLİĞİ PRENSİBİ

Cezaların şahsi olması demek, bir suçu ya bağımsız ve tek olarak yahut da iştirak suretiyle işlemiş bulunmayan bir şahsın cezalandırılmaması demektir. Bir diğer ifadeyle, ceza hukukunda herkes işlediği fiilden kendisi sorumludur; sübjektif sorumluluk prensibi hâkimdir. Kimse başkasının gerçekleştirdiği bir fiilden ötürü sorumlu tutulamaz ve kolektif sorumluluk prensibi ceza hukuku alanında geçerli olamaz.43

Cezaların şahsiliği prensibi uyarınca ceza, sadece suçun failine (veya faillerine) verilir. Bu, insanlığın gelişmesinin bir neticesidir. Zira geçmişte suçla ilgisi olmayan şahıslara da ceza verilebilmekteydi. T.C. Anayasası, 38’inci maddesinde “Ceza sorumluluğu şahsidir” denilmek suretiyle, cezaların şahsiliği prensibini açıkça hükme bağlamıştır. Aynı şekilde 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun44 20’nci maddesinde de “Ceza sorumluluğu şahsidir” hükmünden sonra “Kimse başkasının fiilinden sorumlu tutulamaz” denilerek söz konusu prensibe açıklık getirilmiştir.45

İslam Ceza Hukuku’nda da “Cezaların Şahsiliği” prensibi esastır. İslam Ceza Hukuku’na göre işlenen suçlardan ötürü ancak faillerin kendileri mesul tutulabilir. Suçlu ile aralarında ne tür bir yakınlık bulunursa bulunsun, suç işlemeyen şahıslar masumdur ve onların ceza görmeleri adalete aykırıdır.46

Kur’an-ı Kerim’de “Cezaların Şahsiliği” prensibine işaret eden birçok ayet mevcuttur:

“Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi bilicidir, hikmet sahibidir”.47

“De ki: Allah her şeyin Rabbi iken, ben O’ndan başka Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O, ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir”.48

“[Ey Peygamber] de ki: “Eğer onu ben uydurduysam bu günahımdan ben sorumlu olayım; ama (hiç değilse) sizin işlediğiniz günahtan uzağım”“.49

““Ey soylu kişi” dediler... Onun yerine bizden birini yanında alıkoy. Doğrusu sen, görüyoruz ki, iyiliksever birisin!”. ““Yitiğimizi yanında bulduğumuz kişiden başkasını alıkoymaktan Allah’a sığınırız; çünkü o zaman, şüphesiz, zalimlerden olurduk!” diye cevap verdi”.50

“Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekmez. Biz bir Peygamber göndermedikçe, hiç kimseye azab edecek değiliz”.51

“Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırırsın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah’adır”.52

“Eğer inkâr ederseniz, şüphe yok ki Allah’ın size ihtiyacı yoktur. Bununla beraber kulları hesabına küfre razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin hesabınıza ona razı olur. Hiçbir günahkâr da diğerinin günahını çekecek değildir. Sonra dönüşünüz, Rabbinizedir. O vakit, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. Çünkü O, bütün kalplerin özünü bilir”.53

“Her kim iyi bir iş yaparsa, kendi lehine yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur. Rabbin kullara zulmedecek değildir”.54

“Ey Muhammed! İşte bunun için insanları tevhide davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki: “Ben Allah’ın kitaptan indirdiğine inandım ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem emredildi. Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir tartışmaya yer yoktur. Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş yalnız O’nadır”“.55

“Ki hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez”.56

Hz. Peygamber de; isyan eden münafıkların çocuklarını, babaları yüzünden sorumlu tutmamıştır. Yine Peygamber Efendimiz, işlemiş olduğu zina suçunu ikrar eden Gamidiyeli evli bir kadına -zina neticesinde hamile kaldığı için- hemen recm cezasını tatbik etmemiştir. Kadının çocuğu doğurarak, onu anne sütünden başka gıdalarla beslenecek vaziyete gelinceye kadar emzirmesine izin vermiş, cezayı o zamana kadar ertelemiştir.57

Hz. Peygamber “Dikkat edin! Bir suçlu ancak kendi aleyhine suç işler.”,58 “Kişi ne babasının, ne de kardeşinin işlediği suçtan dolayı sorumlu tutulmaz.”59 buyurmuştur. Yine, bir babaya “Şu oğlun senin aleyhine suç işlemez, sen de onun aleyhine suç işlemezsin”60 diyerek cezalardaki şahsilik prensibini en bariz bir şekilde ortaya koymuştur.

İslâmiyet, Arap toplumunda öteden beri tatbik edilegelen kolektif sorumluluk anlayışını prensip olarak reddedip cezaların şahsiliği kuralını hâkim kılmıştır. Ancak bu kuralın iki istisnası olan âkıle ve kasâme müesseseleri, belirli bir maksada yönelik olarak İslâm Hukuku’nda devam ettirilmiştir. Her ikisinde de -sadece ceza değil, tazmin yönü de bulunan- diyet ödeme yükü suç ve suçlu ile zayıf da olsa ilgisi bulunan muayyen bir zümreye dağıtılarak bir yandan toplumda sosyal denetimin yerleşmesi hedeflenmekte, öte yandan da maktulün kanının yerde kalması engellenmektedir.61