Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Ahde Vefa (Pacta Sunt Servanda) İlkesinin İklim Değişikliğine Bağlı Doğa Felaketleri Kapsamında Değerlendirilmesi

The Analysis of Pacta Sunt Servanda Principle in the Context of Climate Change and Natural Disasters

Hafize ÖZDİLEK

Ahde vefa sözleşmeler hukukunun en temel ilkelerinden biridir. Ancak küresel ısınma ve iklim krizleri ile tetiklenen orman yangınları, seller, pandemi, gibi doğa felaketleri karşısında sözleşmeler hukukunun bu temel ilkesi de zorlanmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada, artık tüm dünyanın gündemine oturan ve bir gerçeklik olarak karşımızda duran iklim değişikliği ve buna bağlı doğa felaketleri karşısında ahde vefa ilkesi, bu ilkenin istisnaları olarak kabul edilen sözleşmelerin uyarlanması ve mücbir sebep ile birlikte ele alınarak incelenmiştir.

Ahde Vefa, İklim Değişikliği, Sözleşmelerin Uyarlanması, Mücbir Sebep.

Pacta sunt servanda is one of the basic principles of the contract law. However, in the face of natural disasters such as wildfires, floods and pandemics triggered by global warming and climate crises, this basic principle of the contract law is also challenged. For this reason, in this article, Pacta sunt servanda principle in the face of climate change and related natural disasters, which is now on the agenda of the whole world and stands before us as a reality, has been examined together with clausula rebus sic stantibus principle and force majeure which are accepted as exceptions to this principle.

Pacta Sun Servanda, Climate Change, Clausula Rebus Sic Stantibus Principle, Force Majeure.

GİRİŞ

Küresel ısınma ve iklim krizi ile tetiklenen ve COVID-19 olarak isimlendirilen virüsün dünya çapında yayılması ile birlikte, DSÖ 2020 yılının Mart ayında bu salgını “pandemi” olarak deklare etmiştir. Salgının kontrol altına alınabilmesi için tüm dünyada sokağa çıkma tedbirleri gibi sert tedbirler alınmış, spor müsabakaları, konserler, düğünler vb. gibi kalabalık insan gruplarının toplandığı etkinlikler iptal edilmiş, okullar, restoranlar gibi yine toplu bulunulan yerler kapatılmış ve çeşitli sektörlerde uzaktan çalışma modeline geçilmiştir. Bu durum beraberinde sözleşmelerin yerine getirilememesi neticesini doğurmuş ve sözleşme tarafları arasında ciddi ihtilaflar meydana gelmiştir. Böylece modern zamanımızda ilk kez bu kadar yaygın ölçekte bir insanlık sorunu ile karşılaşılmıştır. COVID-19 salgını gözleri bu salgının kök sebebine çevirmiş bulunmaktadır. Bu kök sebebe baktığımızda ise ana sorunun karbon emisyonlarıyla kirlenen atmosfer nedeniyle iklimde meydana gelen bozulmalar olduğu görülmüştür.1 İklim değişikliği ve beraberinde getirdiği sorunlar ve riskler Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı interaktif risk haritasında birbirine bağlı ve karşılıklı olarak birbirini etkileyen riskler olarak ortaya konulmuştur.2

İklim değişikliğinin ana kaynağı insan etkisidir. İnsan etkisi, 1950’lerden bu yana bileşik ekstrem olayların olasılığını artırmıştır. Bu, küresel ölçekte eşzamanlı ısı dalgaları ve kuraklıkların sıklığındaki artışları içermektedir; tüm kıtaların bazı bölgelerinde yangın havası ve bazı yerlerde sellerin olabileceği gibi çok sayıda ve değişik doğa olaylarını işaret eden rapor çok kısa bir süre önce Birleşmiş Milletler İklim Değişikliğine Dair Hükümetler Arası Panel tarafından yayınlanmıştır.3

Son zamanlarda meydana gelen, daha önce görülmemiş boyuttaki orman yangınları ve bunlarla aynı zamanda yine daha önce görülmemiş yıkıcı etkiye sahip sel baskınları, sıcak iklime sahip yerlerde kar yağışı, dolu yağışı, buzullarda meydana gelen çok büyük boyutlardaki erimeler, bu iklim değişikliğine bağlı yeni virüsler, yeni hastalıklar, kıtlık tehlikesi ve şu anda tam olarak kestirilemeyen diğer doğal felaketler, yaşam biçimimizi etkilediği kadar mevcut hukuki düzeni de etkilemektedir. Özellikle borçlar hukuku alanında bugüne kadar mücbir sebep, kusurlu imkansızlık, kusursuz imkansızlık, ifa güçlüğü vb. kavramlarla ele alınan ama ne taraflar arasındaki sözleşme ilişkilerinde ne de hukuk literatüründe çok fazla göz önüne alınmayan bu olaylar şu an hukuk sistemini zorladığı kadar, taraflar arasındaki sözleşme dengesi ve adaletini de sarsar duruma gelmiştir.

Sözleşmeler hukukunda temel ilkeler olan ahde vefa (pacta sunt servanda) ve akdin değişen durumlara uyarlanması (clausula rebus sic stantibus) ilkeleri ve mücbir sebepler ile zorlayıcı hallere ilişkin düzenlemeler, bu tür doğa felaketlerinde, ekonomik krizlerde ve benzeri olaylarda en çok başvurulan hukuki araçlar olmuştur. Bu çalışmamızda ahde vefa (pacta sunt servanda) ilkesi mücbir sebep ve sözleşmelerin uyarlanması ile ilgili hususlara ve Türk hukukundaki düzenlemelere de değinilmek suretiyle iklim değişikliği bağlamında incelenmiştir.

I. GENEL OLARAK AHDE VEFA İLKESİ

İki veya daha çok kimse, iradeleri arasında bir uyum sağladıkları zaman, bir hukuki ilişkiyi meydana getirmiş olmaktadırlar. Bu hukuki ilişki, sözleşmelerde olduğu üzere, bir borç ilişkisinin kurulmasını sağlamaktadır.4 Borç yaratan hukuki ilişkilere girmenin amacı, borcun konusunu ifa etmektir.5 Borcun yerine getirilmesi neticesinde, alacaklı bir yarar elde eder. Sinallagmatik sözleşmelerde, sözleşme taraflarının birbirlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt ettikleri karşılıklı edim yükümlülükleri vardır.6 Sinallagmatik sözleşmelerde taraflar hem ikisi borçlu hem de alacaklı durumundadır.7

Sözleşmeler hukukunun ana ilkelerinden pacta sunt servanda (ahde vefa)’dır.8 Sözleşmenin tarafları, sözleşmeden doğan borçlarına sadık olmalı, sözüne bağlı kalıp, ona vefa duymalıdır.9 Ahde vefa ilkesi, ortaya çıkış itibariyle ahlaki bir ilkedir.10 Modern anlayış, hukuki düzenlemelerin gerekçelerini ve anlamlarını dini unsurlarla belirlemekten vazgeçince, ahde vefanın, ahlaka dair bir bağlılık getiren borcun dışında, kişiyi esas alan diğer bir ilke ile de açıklanması zorunlu olmuştur. Buna irade bağımsızlığı ilkesi denilmektedir.11

Genellikle pacta sunt servanda kuralı ile ifade edilen irade özerkliğinin, Aydınlanma çağında geliştirilen doğal hukuk teorilerinde sözleşme hukukunun tartışılmaz bir ilkesi haline geldiği bilinmektedir.12 Bununla birlikte, bu ilkenin kökleri zaman içinde çok daha geriye, tek taraflı vaatlerin, hatta gayri resmi olanların bile bağlayıcı olduğunu ilk söyleyen orta çağ Kanonistleri tarafından formüle edilen doktrine kadar uzanır.13 İlkenin Keldani, Eski Mısır ve Çin’de dikkate değer bir şekilde var olduğu da belirtilmektedir.14 Bununla birlikte, bu erken başlangıçlardan ilkenin kesin olarak tanınmasına kadar uzun bir süreç yaşanmıştır.15

Ahde vefa ilkesi aynı zamanda irade özerkliği ve sözleşme özgürlüğü ilkesinin bir sonucudur. İrade özerkliği ve sözleşme özgürlüğü ilkesinin uygulamada gerçekleşebilmesi için tarafların, bağlanacakları sözleşmenin kurulduğu haliyle ifa edileceğine ve iradeleri dışında sona ermeyeceğine güvenmesi gerekir.16

Sözleşmelerin bağıtlandıkları anda öngörülmeyen durumların zuhur ettiğine değer verilmesi durumunda, hukuki güven ilkesi ciddi zarar görecektir.17 Öngörülmeyen durumların, sözleşmenin bu öngörülmeyen durumlara uyarlanmasına sebep olacağını kabullenmek, borçluya şartların öngörülmeyen şekilde değiştiği iddiasıyla, borcunu ifa etmekten kaçınmasına neden olacaktır. Bu ise, hukuki güvenin zayıflamasına, borçluların aslı olmayan söylemlerle borçtan kurtulmalarına yol açar. Bu gerekçelerden hareketle, sözleşmeler için geçerli olan temel ilkenin ahde vefa ilkesi olduğu belirtilmektedir.18

Özerk iradeli sözleşme taraflarının uyuşup anlaşarak yaptıkları “lex contractus”tu, yani sözleşme taraflar arasında kanundu. Bu sözleşenlerin, yine ancak uyuşup anlaşma yoluyla kaldırabilecekleri anlayışının (pacta sunt servanda ilkesinin) karşılıklı sözleşmelerin edimleri arasındaki görevsel bağlılık ve sözleşenler arası eşitlik düşünceleriyle budanması ve özel olarak, sözleşmede saklı tutulmamış bir dönme hakkı eliyle yarılması için, “pacta sunt servanda” ilkesinin iyice kök tutmasını bir süre daha beklemek gerekmiştir.19

Ahde vefa ilkesine göre sözleşme, kurulduğu zamanki şekliyle uygulanmalı ve hükümlerine uyulmalıdır.20 Sözleşmenin bağıtlanmasından sonra, koşulların borçlu aleyhine öngörülemeyecek biçimde değişmesi durumunda dahi edimin yerine getirilmesi, sözleşme ile belirlenen koşullarda gerçekleştirilmelidir.21 Örneğin satım akdine konu bir ürünün fiyatı, satış sözleşmesi bağıtlandıktan sonra ancak ürünün teslim edilmesinden önce yükselse dahi, satıcı edimini ifadan vazgeçerek sözleşmeden dönemez. Fiyatın öngörülmeyen olaylar ve durumlar nedeniyle inmesi durumunda ise alıcının daha avantajlı rakamlara ürünü başkasından tedarik etmek amacıyla sözleşmeden dönmesi mümkün olamaz.22 Ancak bazen edimin yerine getirilmesi imkansız hale gelmemiş olmakla beraber, borçlunun sorumlu ve kusurlu olmadığı sebeple edimin yerine getirilmesi borçlu için önemli ölçüde güçleşmiş ise hukuk buna ne cevap verecektir?

Acaba sözleşmelerin yapıldığı anın koşullarında değişiklik olmaması, değişiklik olur ise uyarlanmasına (clausula rebus sic stantibus) mı tabi olduğu kabul edilmeli, yoksa ahde vefa (pacta sunt servanda) ilkesi mi uygulanmalıdır? Bu durum, birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra Alman öğretisinde ve yargı mercilerinde çok tartışılmıştır.23

Ahde vefa ilkesinin sıkı sıkıya uygulanmasının her zaman adaletli sonuçlara yol açmadığı tespit edilmiştir. Bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için çeşitli görüşler ortaya atılmış olup, bu görüşlerden en tanınmışı işlem temelinin çökmesi teorisidir.24 Böyle bir durumda, borçlu bakımından, sözleşmenin bağıtlanma saiki ve amacı yok olmuş ve sözleşme temelinden çökmüştür.25 Ahde vefa ilkesinin belirli koşullar altında yol açacağı somut sözleşme adaletsizliğine ve risk dağılımındaki hakkaniyete aykırılığa ilişkin bir kişisel değer yargısı söz konusudur.26

Bu tür öngörülemeyen durumlar nedeniyle işlem temelinin çöktüğü hallerde, temelini dürüstlük kuralından alan, ahde vefa ilkesinin istisnası olan, sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması (clausula rebus sic stantibus) ilkesi devreye girmektedir.27 Eğer bu tür öngörülemeyen bir durum ortaya çıkmış ve işlem temelinin çökmesini gerektirecek derecede bir tarafın edimini aşırı derecede güçleştirmiş veya imkansız kılmış ise borçlunun sözleşmeyi feshetme veya bu oluşan olağanüstü koşullar gözönüne alınarak uyarlama hakkı gündeme gelir. Fakat, ahde vefa kural, sözleşmeyi fesih veya sözleşmeyi uyarlama istisna olduğu için hangi koşullar kapsamında sözleşmede uyarlama yapılabileceği veya borçlunun borcundan kurtulabileceği sorusunun cevaplanması gerekmektedir.28 İklim değişikliğine bağlı öngörülemeyecek boyut ve etkideki doğa felaketleri günümüzde artık bu tür olumsuzlukları ortaya çıkarmaktadır ve ilerleyen zaman ile birlikte, gerekli önlemler de alınmadığı takdirde birer istisna olan bu doğa olayları artık olağan periyotlarda ortaya çıkmaya başlayan ve yıkıcılığı daha fazla olan olaylara dönüşeceklerdir. Bu durumun ise şimdiye kadar sadece istisna olan doğal felaketler için sözleşmelere konulan istisna hükümlerin artık başat hükümler haline gelmesine yol açacaktır. İşte böyle bir durumda, iklimin bu derece insan hayatını derinden etkilediği bir dünyada, bu değişime cevap verebilmek için, öncelikle mevcut hukuki düzenlemeler ve uygulamalar incelenmeli, mevcut çerçeve ortaya konulmalı ve sonrasında bu çerçevenin bu kadar hızlı bir değişime gebe olan iklim değişikliğine bağlı doğal felaketler nedeniyle sözleşmeler ile yükümlenilen edimlerin ifasının imkansız veya çok güç hale gelmesi nedeniyle, sözleşmelerin uyarlanması ve mücbir sebep kavramlarına değinmek gerekmektedir.

Ancak burada belirtmek gerekir ki; ahde vefa ilkesinin kural, sözleşmenin uyarlanmasının ise istisna olduğu görüşünün yerleşik bir görüş olmasına rağmen artık bu görüşün geçerliliğini yitirdiği ileri sürülmektedir.29 Aslında sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması, ahde vefa ilkesinden farklı bir amaç gütmemektedir. Her ikisinin de sonuçtaki amacı sözleşme adaletini yerine getirmektir. Konuya bu şekilde yaklaşıldığında, sözleşmelerin değişen şartların meydana getirdiği adalet dengesinin bozulmasından kurtararak devam etmesini kabul etmek, ahde vefa ilkesinin de tamamlanması anlamına gelmektedir..30

Bakıldığında, ahde vefa ilkesinin ana kural olmasının aşınmaya başladığı görülmektedir. Ahde vefa ilkesinin artan aşınmasının dört düzeyde gerçekleştiği görülmektedir.

İlk olarak, taraflar bu ilkenin sınırları üzerinde anlaşabilirler. Sözleşmenin mücbir sebep, beklenmeyen hal gibi bir değişiklik maddesi içerip içermediği öncelikle taraflarca belirlenebilir. İkinci olarak, yasa koyucu Türk hukukunda Borçlar kanunu değişikliği ile yapıldığı üzere bu ilkeye sınırlamalar getirebilir. Üçüncüsü, hâkim sözleşmeye müdahale yetkisi kapsamında bu ilkenin sınırlarına karar verebilir. Taraflardan her biri mahkemeden bir sözleşmeyi değişen koşullara uyarlamasını veya bir sözleşmeyi haklı nedenle feshetmesini isteyebilir. Dördüncüsü, hükümet ve idare bu ilkeye sınırlar koyabilir. Örneğin koronavirüs pandemisi zamanında alınan sokağa çıkma yasakları aslında dolaylı olarak ahde vefa ilkesinin askıya alındığı durumlar yaratmış bulunmaktadır. Mevcut düzenlemeler dışında iklim değişikliği kaynaklı doğal felaketlerin, ahde vefa ilkesinin ana ilke olması nedeniyle, sözleşmeler üzerindeki ahde vefayı etkileyecek nitelikteki etkileri ile ilgili ayrı bir düzenlemeye ihtiyacımız olup olmadığı bu makalede tartışılan konudur.

II. AHDE VEFA İLKESİNİN İSTİSNALARI

Ahde vefa ilkesinin mutlak uygulanmasının doğurabileceği bazı sakıncalar nedeniyle bu ilkenin de sınırları olduğu ve mutlak ve sınırsız bir ilke olmadığı belirtilmektedir.31 Özellikle beklenmeyen koşullar nedeniyle sözleşme şartlarının ağırlaşması durumunda borçluyu halen sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirmeye zorlamak her zaman hakkaniyet ve adalet duygularıyla bağdaştırılamaz. Bu nedenle bu ana ilkeye bir takım istisnalar getirme ihtiyacı doğmuş ve bu ihtiyaçtan da clausula rebus sic stantibus (akdin değişen koşullara uyarlanması), emprevizyon teorisi, mücbir sebepler gibi ilkeler, teoriler ve hukuki müesseseler tesis edilmiştir. Türk hukukunda ahde vefa ilkesine bu şekilde sınır çizilmesinin dayanağı olarak dürüslük kuralı gösterilmektedir. Konu aşağıda sözleşmelerin uyarlanması kısmında detaylı olarak ele alınmıştır. Konu ele alınırken özellikle Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler, depremler gibi durumlarda, somut hukuk uygulamamızda en çok başvurulan hukuki düzenlemeler incelenmiştir.

Bu nedenle devam eden bölümlerde, öncelikle ahde vefa ilkesinin istisnaları olarak sözleşmelerin uyarlanması, aşırı ifa güçlüğüne ilişkin somut düzenleme içeren BK m.138’de dahil edilerek incelenmiş, ardından yine somut hukuk uygulamamızda sözleşme taraflarının en çok başvurdukları mücbir sebebe ilişkin düzenlemeler incelenmiştir.