Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Vergi Dairesinin Bilgi ve Belge Talep Etme Hakkının Süre Yönünden İncelenmesi

Review of Information and Document Request by Tax Office from Time Point

Ali SELİM

Vergi hukukunun bir takım cezai yaptırımlar içermesi nedeniyle ceza hukukuna tabi bazı kural ve ilkeleri bünyesinde barındırmaması kaçınılmazdır. Nitekim ceza hukukuna tabi ilke ve kuralların uygulandığı vergi hukuku, bu yönüyle caydırıcı bir hale gelmekte ve mükellefler üzerinde önemli bir etki yaratmaktadır. Ancak vergi dairesi ile mükellef arasındaki uyuşmazlıkların azaltılmak istenmesi nedeniyle kanun koyucunun mükellef lehine alan açma gayretini de hatırlamak icap etmektedir. Bu noktada mükelleflere ceza uygulanmadan önce verilen düzeltme süreleri oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Zira mükellefler, kendilerine verilen bu süre içerisinde yükümlülüklerini yerine getirdiği takdirde ceza almaktan kurtulmakta, bir anlamda ifa suçun maddi unsurunu ortadan kaldırmaktadırlar. Ancak mükellefin bu imkândan yararlanabilmesi için verilen sürelerin orantılı olması ve hak arama özgürlüklerini kısıtlayıcı nitelikte olmaması da icap etmektedir. İşte vergi dairesinin belli bir süre içerisinde bilgi ve belge talep etmesi tam olarak bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir idari işlemdir.

Vergi Dairesinin Bilgi ve Belge Talebi, Vergi Dairesine Bilgi ve Belge Gönderme Süresi, Mükellefin Hakları.

It is inevitable for tax law to accommodate some rules and principles subject to criminal law because it includes several penal sanctions. However the tax law in which principles and rules subject to criminal law is adopted becomes deterrent and creates a significant effect on the taxpayers. Nevertheless it is necessary to remember some efforts giving space in favor of taxpayer by mitigating the discrepancies between the tax office and the taxpayer. At this point, correction times given to the taxpayers, before imposing a penalty, play an important part. When the taxpayers fulfill the obligation within the time given, they get off the penalty, in other words they eliminate the material element of the crime. However the times given to ensure the taxpayer benefit from this opportunity have to be proportional and it shouldn’t bear a nature restricting the right to legal remedies. Information and document request by the tax office within a certain period of time is an administrative action that should be evaluated completely within this context.

Information and Document Request by Tax Office, Period to Send Information and Document to tax Office, Rights of Taxpayer.

Giriş

Vergi kanunu hükümlerine göre, vergi muamelelerindeki süreler mutlak suretle kanunla belirlenmekte ve işletilmektedir. Bu prensibin altında yatan temel neden süreye bağlı vergi muamelelerinin cezai müeyyide içermesidir. Nitekim suçta ve cezada kanunilik ilkesi vergi cezalarına da sirayet etmiş ve bu mevzuat içerisinde oldukça kuvvet kazanmıştır. Bu literatürün en önemli kanıtı ise tabii ki Vergi Usul Kanunu (VUK) m.14 hükmüdür.

VUK m.14 hükmüne göre vergi muamelelerinde süreler kanunla belirlenir. Ancak suçta ve cezada kanunilik ilkesi vergi mevzuatına sirayet etmiş olsa da, kanunkoyucu esas olarak işin idari yönünü ele almak istemiştir. Buna göre m.14 hükmünün devamında, Kanunda açıkça yazılı olmayan hallerde, idarenin bu süreyi 15 günden aşağı olmamak üzere tebliğle belirleyebileceği belirtilmiştir. Sonuç itibarıyla kanunkoyucu, ceza hukukuna ilişkin bir ilkeyi kanuna iliştirirken işin idari boyutunu da dikkate alarak karma bir sistem oluşturmuştur. Bu noktada ifade etmek gerekir ki, m.14 hükmünün lafzı ve amacında açıkça çelişkiler bulunsa da böyle bir düzenlemenin vergi hukuku ve mantığı açısından bir sakıncası bulunmadığı iddia edilebilir. Zira vergi dairelerinin işlemleri birer idari işlem olup bu işlemlerin yerine getirilmesinde esnek ve pragmatik beklentiler ön planda tutulmaktadır. Dolayısıyla esas mesele takdir yetkisiyle donatılmış idarenin kendisine verilen bu yetkiyi hukuka uygun olarak kullanılıp kullanılmadığı noktasında toplanmaktadır.

İdare söz konusu yetkiyi kullanırken, hukuka uygunluk ilkesi gereği, vergi mükelleflerinin haklarını ihlal etmeyecek şekilde hareket etmelidir. Kurum bir yasakoyucu gibi hareket ederek bireylerin haklarını cezai yönden ihlal etmeyecek ve hak arayışını kısıtlamayacak kararlar almalıdır. Ancak gelinen noktada, tebliğle getirilen bazı sürelerin uygulama açısından sorun yarattığı ve hak arayışı noktasında mükelleflere yeteri kadar zaman tanınmadığı rahatlıkla tespit edilebilmektedir. Kanunkoyucunun takdir yetkisinde olan bu konu cezai müeyyidelere konu olması açısından ceza hukuku ilkeleriyle birlikte değerlendirilmektedir. Ceza hukuku perspektifinden değerlendirilmeyen bu sistem hak arayışı içerisinde olan mükellefleri çaresiz bırakabilir. Zira ceza hukukundaki bir takım ilkelerin ve kuralların dengeyi sağlamak amacıyla getirildiği unutulmamalıdır. Dolayısıyla makalenin temel konusuna değinmeden önce meselenin daha iyi anlaşılması açısından suçta ve cezada kanunilik ilkesinin vergi hukukundaki yansımasının ele alınması gerekmektedir.

I. Vergi Ceza Hukuku Açısından Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi

Hukukun en temel prensipleri arasında yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesi vergi hukukunda da uygulanmaktadır.1 Anayasamızın m.73/3 hükmüne göre vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği ve kaldırılacağı açıkça belirtilmiştir. Bu kuralın istisnası olarak da cumhurbaşkanına bu vergi, resim ve harçların muaflık, istisna, indirim ve oranlarına ilişkin alt ve üst sınırları belli olmak kaydıyla değişiklik yapma yetkisi verilmiştir. Nitekim Cumhurbaşkanına verilen yetkinin istisnası ise belli alanlarla sınırlandırılmış ve kanunilik ilkesi vergi hukukunun merkezine oturtulmuştur. Ancak hukuka uygunluk ilkesi dışında konunun suçta ve cezada kanunilik ilkesi açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira vergi kanunlarıyla getirilen yükümlülükler, kamunun zarara uğratılmaması gerekçesiyle ağır cezalarla kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. İşte bu sebeple vergi hukukundaki kanunilik ilkesi, suçta ve cezada kanunilik ilkesiyle desteklenmiştir. Başka bir deyişle kanunsuz suç ve ceza olmaz prensibi, ortada bir suç olması nedeniyle ve başta Anayasada yer alan hükümle paralel olarak mükelleflere önemli derece bir koruma getirmiştir. Ancak bu korumanın iki boyutunun olduğunu söylemek gerekir.

VUK hükümleri dikkate alındığında, vergi suçlarının ve cezalarının ikiye ayrıldığı görülmektedir. Kanunda bu suçların ve cezaların; ceza hukuku anlamında vergi suçları ve cezaları ile idare hukuku anlamında vergi suç ve cezaları olmak üzere ayrıma tabi tutulduğu görülmektedir. Böyle bir ayrıma gidilmesi bu iki ayrı rejim için farklı yaptırımların uygulanmasını da beraberinde getirmektedir. Ancak yaptırımların içeriği ve detayı tartışılsa da kanunilik ilkesinin 5326 sayılı Kabahatler Kanununda da uygulandığı açık bir şekilde görülmektedir.

Kabahatler Kanununun “Kanunilik ilkesi” yan başlıklı m.4/2 hükmünde kabahatin karşılığı olan yaptırımların türünün, süresinin ve miktarının, ancak kanunla belirlenebileceği ifade edilmiştir. Durum bu kadar net olsa da hükmün birinci fıkrasında, hangi fiillerin kabahat oluşturduğunun kanunda açıkça tanımlanacağı; ancak bunun yanında kanun tarafından kapsamının ve koşullarının önceden belirlenmesi şartıyla çerçeve hükmün içeriğinin idare tarafından genel ve düzenleyici işlemlerle doldurulabileceği belirtilmiştir. Yani Kabahatler Kanunu bakımından vergi cezasının konusu olabilecek eylemler bir anlamda esnetilmiş ve idareye yaptırıma tabi eylemin içeriğinin doldurulması yönünde takdir yetkisi tanınmıştır.

Bu esnekliğin, daha terimsel bir yaklaşımla takdir yetkisinin sınırlarının ne olduğu mükellefler açısından son derece önem kazanmaktadır. Özellikle idarenin bu yetkiyi keyfi olarak kullanmaması ve bu durumun engellenmek istenmesi yönündeki beklenti hangi düzenlemelerin bu esnekliğe tabi olduğu sorusunun sorulmasına neden olmaktadır. Bu sorunun cevabı ise VUK m.341 ilâ m.355 hükümleri incelenerek verilebilmektedir. Bu hükümler incelendiğinde, genel olarak idarenin düzeni korumak ve vergi düzenini bozucu faaliyetleri önlemek amacıyla2 getirilen hükümlere aykırılığın kabahat olarak nitelendirildiği görülmektedir. Düzenin korunması kavramı ise son derece geniş bir kavram olup takdir olunacağı üzere, her olayın özüne göre değerlendirilmesi gereken bir özelliğe sahiptir. Nitekim bu konudaki aykırılık idare tarafından tespit edilmekte ve yaptırımlar idare tarafından uygulanmaktadır. İşin ceza hukuku boyutuna giren suçlarda ise kamu düzenine aykırılık vardır ve bu suçlar mahkeme tarafından cezalandırılır.

Kamu düzeni ve vergi düzeni birbirinden iki ayrı kavram olarak gözükse de ceza hukuku açısından işin mantığı aynıdır. İster ceza hukuku rejimine ister Kabahatler Kanunu rejimine tabi olsun her iki durumda da kanunilik ilkesi gözetilmektedir. Ancak buradaki temel farklılık, Kabahatler Kanunu rejimi açısından idareye bir takdir yetkisi tanınmış olmasıdır. Nitekim tartışmamızın temelini de tam olarak bu husus oluşturmaktadır. Zira idareye verilen yetkinin doğru kullanılması bir zorunluluk olup kanunilik ilkesinin keyfi ve hakları kısıtlayıcı şekilde kullanılmaması esastır. İdarenin kendisine tanınan bu yetkiyi, hatalı da olsa mükelleflerin haklarını ihlal edecek şekilde kullanması ciddi anlamda hukuka aykırılıklara neden olacaktır.

II. VUK m.14 Kapsamında Verilen Asgari Süre ve Bu Sürenin Anlamı

Vergi Usul Kanunu, temel kanuni düzenlemelerde olduğu gibi lafzı ve ruhuyla uygulanır. Kanunun lafzı dikkatle irdelendikten sonra konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı da göz önünde alınır. Nitekim VUK m.14’te oldukça basit bir kanun hükmü olsa da bu çerçeve dâhilinde incelemeye alınmaktadır. Zira buradaki hükmün bir uyumsuzluk yahut çelişki içerip içermediği bu incelemeden sonra anlaşılacaktır.

Kanun hükmüne göre, vergi muamelelerinde süreler vergi kanunları ile belli edilir. Yani vergi işlemlerinde süreler, ancak ve ancak kanunla konulabilir. Ancak hükmün ikinci fıkrasında, Kanunda açıkça yazılı olmayan hallerde idare, 15 günden aşağı olmamak ve tebliğ yapmak şartıyla bu süreyi tek başına belirleyebilmektedir. Gerçekten de küçük bir okuma yapıldığında her iki fıkranın birbiriyle çeliştiği rahatlıkla görülebilmektedir. Bir tarafta tüm sürelerin kanunla, yani kanunkoyucu tarafından belirleneceği düzenlenmişken diğer tarafta bu sürelerin idare tarafından da tebliğ edilmesi açık bir çelişki olmaktan öteye gitmemektedir.

Maddenin ikinci fıkrasında lafzi anlamda dikkat çeken bir diğer husus ise, Kanunda açıkça yazılı olmayan hallerde idareye bu yetkinin tanınmış olmasıdır. Kolaylıkla anlaşılacağı üzere, Kanunda bir hüküm bulunmaması halinde ve bir süre tayinin gerekli olması durumunda idare doğrudan takdir yetkisi kullanabilecektir. Görüldüğü üzere bu husus, lafzi anlamda birinci fıkrayla açık bir şekilde çelişmektedir. İkinci fıkranın istisnai bir düzenleme olduğu söylense de, birinci fıkranın oldukça kapsayıcı ve emredici olmasının göz önüne alındığında ikinci fıkranın bir istisna olmadığı genel bir kural olduğu, yani sürelere ilişkin temel değerlendirme yetkisinin idare tarafından belirlendiği görülmektedir.

Yasakoyucu bu çelişkiyi ortadan kaldırmak yahut kaldırmış gibi gözükmek için, bu sürelerin 15 günden az olarak belirlenemeyeceği yönünde sınırlayıcı bir hüküm getirmiştir. Fakat bu sınırlamanın getirilmesi, lafzi anlamdaki çelişkiyi ortadan kaldırmamaktadır. Zira mevcut olayın özü ve özellikle İYUK m.7 hükmü dikkate alındığında bu sürenin yetersiz kalabileceği dikkatlerden kaçmamaktadır. İleride de anlatılacağı üzere, İYUK m.7, hak sahibine 30 gün içinde dava açma hakkı, yani bir vergi uyuşmazlığını 30 gün içinde yargıya taşıyarak hak arama hakkı verirken idarenin 15 günlük süreyle sınırlandırılması çoğu zaman hakkaniyetle bağdaşmayan uyuşmazlıkların doğmasına sebebiyet verebilecektir. Nitekim amaç yönünden yapılan incelemede de bu çelişkinin ortadan kalkmadığı görülecektir.

Lafzi anlamdaki çelişki hükmün amaç yönünden incelenmesi halinde de ortadan kalkmamaktadır. Zira ikinci fıkranın yürürlüğe konmasındaki temel amaç sonuçsuz kalınabilecek durumlarda idarenin elini rahatlatmak iken; birinci fıkranın temel amacı belirlilik ve kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesidir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, bu hükmün sonu cezai yaptırımlara da dokunacağından buradaki sürelerin hukuk mekanizması dikkate alınarak belirlenmesi şarttır. Yani birinci fıkrada hukukun temel prensiplerinden biri göz önünde bulundurulurken; ikinci fıkrada tamamen pragmatist bir amaç hâkimdir. İkinci fıkra uygulanırken idare tarafından hukukun bu temel prensibinin dikkate alınmaması söz konusu olabilir. Nitekim süreyi koyacak kurum bir yargı organı olmayıp bizzat idarenin kendisidir. Bir hukukçu tarafından detaylı bir şekilde ele alınmadan hakkın özüne ilişkin bir karar verilmesi ve bu karara karşı gelinmesi neticesinde cezai yaptırımların gündeme gelmesi düşünüldüğünde konunun önemi ortaya çıkmaktadır.

Kanun hükmü lafzı ve hükmü itibarıyla çelişmesine rağmen uygulamada bu durum nasıl ortadan kaldırılabilir, sorusu sorulduğunda, kanaatimizce verilebilecek cevaplar şu şekildedir: