Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Heidegger’de Anti-Hümanizmin Ontoloji-Politiği: Nazizm

Ontology-Politics of Anti-Humanism in Heidegger: Nazism

Yusuf Umur ÇİL

Bu çalışma Heidegger’in hümanizm karşıtı ontolojik felsefesi ile onun politik duruşu arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı amaçlamaktadır. Varlığı ve ölümü merkeze alan ontolojisi Batı metafiziğinin otonom öznesini reddetmiştir. Moderniteye karşı taşrayı ve nostaljiyi savunmuştur. Heidegger, Nazi Almanya’sı döneminde üniversite rektörlüğü yapmıştır. Görevi bıraktıktan sonra faşizme sessiz kalmış hatta savaş sonrasında bile Naziler ve soykırım hakkında eleştiri getirmemiştir. Modernliğin güçlü bir eleştirisi olan felsefi fikirlerinin bu davranışları üzerindeki etkisi çokça tartışılmıştır. Onu savunanlar yazar ve metin arasında ayrım yapılması gerektiğini düşünmektedir. Eleştirenler ise onu Nazi ideoloğu olarak görmektedir. Felsefi kategorilerini değiştirmeden Nazileri destekleyebilmiş olması ve Nazilerle ortak kavramlara vurgu yapması bu görüşü desteklemektedir.

Heidegger, Hümanizm, Metafizik, Ontoloji, Nazizm.

This article aims to show the relationship between Heidegger’s anti-hümanist ontologically philosophy and his political stance. His ontology that centered being and death is refused autonomous subject of western metaphysics. He defended provincial and nostalgia against modernity. Heidegger was the university rector at the time of Nazi Germany. After resigning he kept silent and even after the war he did not criticize nazis and holocaust. Affect of his philosophical ideas -which are strong critisizm of modernity- on his behaivour was widely discussed. His defenders thought that the distinction between author and text is necesary. His critics accepted him as a nazi ideologist. The fact that he was able to support the Nazis without changing his philosophical categories and emphasized common concepts with the Nazis supports this view.

Heidegger, Hümanism, Metaphysics, Ontology, Nazism.

Giriş

20. yüzyılın en tartışmalı filozoflarından olan Martin Heidegger, çağdaş felsefe kapsamında en çok alıntılanan ve eleştirilen isimlerden biridir. Felsefe tarihi içinde Nietzsche ve Dilthey’den etkilendiği bariz olan Heidegger kendinden sonra gelen ve kendisi gibi aşırılığın peygamberlerinden sayılan Foucault ve Derrida’yı etkilemiştir. Bu yönüyle, kendisi pek hoşlanmayacak olsa da, onu felsefi bir geleneğin parçası olarak görmek mümkündür.

Heidegger üzerine epey makale ve eser ortaya konulmuştur, bunda ise Nietzsche’den etkilenen Heidegger’in yazılarında kullandığı dilin etkisi çok büyüktür. Kullandığı dilin muğlaklığı hem kendisi için hem de yorumcuları için alternatif yorumlar elde etmeye elverişlidir. Heidegger, 1933 yılında Nazi iktidarını desteklemek için kaleme aldığı metinler üzerinden, muğlaklık sayesinde savaş sonrası kendini savunabilmiştir. Heidegger’i varoluşçu, nihilist, natüralist ve benzeri şeklinde betimleyen yorumcular ise Heidegger’in dilindeki muğlaklıktan beslenmişlerdir.

Bu çalışmanın kapsamı başlıkta belirtildiği üzere Heidegger’in anti-hümanist ontolojisinin politik duruşuyla ilişkisinin incelenmesidir. Heidegger hakkında yazma fikrinde karşılaşılan temel zorluk ise onu bir konuyla sınırlı ele alabilmektir. Heidegger’in eserleri ve hakkında yazılanlardan oluşan külliyat, Türkçe de dahi çok geniştir. Felsefi bir metninde kullandığı kavramlar onun önceki eserlerindeki kullanımları bilmeyi gerektirir. Örneğin, Hümanizm üzerine incelemesinde düşünmekten ve metafizikten bahseder. Heidegger, düşünmek ve metafizik nosyonları üzerine ayrıca eğilmiştir ve bu açıdan kullanmış olduğu düşünmek ve metafizik nosyonlarını alelade kullanımlar olarak ele almak hatalı olacaktır. Tabiri caizse Heidegger üzerine okumaya başlamak, onun dilini öğrenmek gibidir. Heidegger felsefesine bir kere giren kavram bambaşka anlamlara bürünür. Anti-hümanizmini ortaya koyabilmek için insan anlayışını, rasyonalizm ve metafizik eleştirisini, düşünmek kavramını incelemek gereklidir.

Heidegger’in ontolojisinin temel sorunu varlıktır. Varlık hakkında soru sormak ise Dasein’a özgüdür. Dasein’ın varoluşunun sorgulanması ona göre varlık sorununa kapı aralayacaktır.1 Heidegger, hocası Husserl’in özne anlayışından ve modern toplumsal düzenin, hakların, hukukun da öznesi olan Kartezyen felsefenin yalıtılmış özne varsayımından farklı olarak insan varoluşunu yaşam durumları üzerinden sorgular. Kullandığı kategoriler; kaygı, korku, ölüm, iç sıkıntısı gibi varoluşsal ve birlikte olma, herkes gibi olma gibi gündelik durumlara denk gelmektedir. Dasein’ın ontolojisi olarak da adlandırdığı felsefesi bu kategoriler üzerine kuruludur.2 Bu çalışma kapsamında öncelikle Heidegger’in Dasein analizini, metafizik sorununu ele alışını inceleyeceğiz. Daha sonra bu temellere dayanan hümanizm eleştirisini ele alacağız. Heidegger’in anti-hümanist ontolojisini böylece ele aldıktan sonra bu felsefenin onun Nazi saflarına geçmesine imkân tanıyışını ortaya koyacağız.

1. İnsanı Diğer Varolanlardan Ayıran: Kaygı

İnsan varolanların ortasına fırlatılmışlık içinde kendisini bulur. Sürekli olarak kendi varolmamızda olup biten budur. Gündelik hayata sürekli bu fırlatılmışlık hissini bastırma çabası hakimdir. Ancak atılmışlık halini iç sıkıntısında biliriz.3 İnsanın bütün diğer varolanlardan farkı ise ‘varlık nedir?’ sorusunu sorabilmesidir. Heidegger’in Dasein olarak insan şeklinde ifade ettiği de budur. Varolanların arasında başka olanakların yanı sıra varlığı kendine mesele edebilen varolma insana özgüdür.4 Heidegger’in kendi felsefi çabası da Varlık ve Zaman adlı eserinden başlayarak bu yönde bir çabadır. Varlık’ı soruşturan Dasein “Varolan’a atılmışlığı”nın farkında ve atılmışlıktan başlayarak soruşturmaktadır. İnsanı hayvandan ayıran yön budur. Dasein’ın varoluş olarak yaşaması yani varolanları aşıp varlığa yönelmesi mümkündür.5 Varlığa yönelmek kendini kaygı adı altında deneyimletir. Kaygının sebebi sadece dünya içinde olmaktan gelir. Kaygı varolanlara karşı duyulan diğer durumlarla karıştırılmamalıdır. Kaygının nedeni dünyada varolan diğer şeyler değildir. Kaygı insanın fırlatılmışlığına içkindir. Kaygı bir varolandan kaynaklanmadığı gibi hiçbir yerde de değildir. Kaygının nedeni bizatihi dünyanın kendisidir.6 O halde kaygı olarak insan, varolanların arasına fırlatılmış insan varoluşudur. Dasein’dır. Dasein’ın varlığı ise zamansaldır.7

Dasein’ın zamansallığı; varoluş, fırlatılmışlık, düşmüşlük unsurlarından oluşan ontolojik bir durumdur.8 Bu bağlamda kaygının üç yüzü vardır: 1. “Dünyayı Önünde Bulma”, 2. “Henüz İçinde Olma”, 3. “Çevresinde Olma”.9 Dünyayı önünde bulmak, insanın imkanlarını ve özgürlüğünü gösterir. İmkânlar dahilinde karar verebilir, seçim yapabilir, tavır alabilir. Yaşam böylece kendisini imkân olarak insana açar. Kaygının ikinci yüzü ise bahsettiğimiz gibi insanın dünya içine atılmışlığıdır. Atılmışlık Heidegger’de insanın dünya içinde “bulunmaklık” (befindlichkeit) durumu olarak da ifade edilir. Dünyayla bağımız böyle kurulur. Bu yaklaşımda asıl vurgulamak istediği özne-nesne, ben-öteki ayrımının yokluğudur. Dasein dünyaya atılmışlığında çevreleyen her şey tarafından belirlenmektedir. Varsayıldığı gibi nesnelerden yalıtık özne ya da ötekinden ayrı bir ben değildir. Ben başkalarıyla birlikte “bir” varoluştadır. Bu, sahici yani kaygı içindeki Dasein için de, kamusallığa saplanmış insan için de geçerlidir. Dolayısıyla Dasein’ın ve başkalarının anlaşılması iki ayrı şey değildir.10 Hümanizm eleştirisinin temel noktalarından biridir. Düşmüş insanın yani modern insanın eksiği kaygıdır. Bu insanda dünyayla birlikte olmaktan doğan heyecan gözlemlenemez. Onun için tek heyecan kaynağı olarak korku kalmıştır.

Kaygının üçüncü yüzü insanın düşmüşlüğüne tekabül eder. İnsan pratikle, gündelik yaşamla çevrilmiştir. İnsan nesnelerle iletişiminde onları günlük hayattaki pratikler etrafında tanır, ne işe yaradıklarını öğrenir. Nesneleri işlevlerine göre bölümlere ayırır. İnsanın ilk varoluşsal tavrı budur. Öyleyse öncelikle pratik ve teknik bir dünyada yaşanır. Güvenli bir çevrede, pratik araçlarla insan kendini evinde hisseder. Oysa düşmüşlük halindeki teknik insanda durum farklıdır. O, şeylerin çevresinde olur. Henüz içinde olduğu dünyayı geleceğe yönlendirmeyen ancak nesnelerin çevresinde olan insandır.11 Bu insan Heidegger tarafından Das Man olarak adlandırılmıştır. Dasein’ın başkalarıyla birlikte olma durumundan farklı olarak burada başkalarının egemenliğine geçmek söz konusudur.12 Dasein’ın başkalarıyla birlikte olmasına rağmen imkanlar dahilinde karar veriyor oluşu onun varoluşunun mesafe boyutunu gösterirken Das Man için bu mesafe kalkmış ve o herkesleşmiştir. Böylece Das Man’ın Dasein gibi varlık sorununu mesele edinmesi gündem dışı kalmıştır. Yeniden Dasein olabilmek için herkesin içine batmışlıktan kurtulup önce kendisini tecrit edip kendisi olmalı yani varlık sorusunu sormalıdır. Başkalarına katılmak bu şekilde söz konusu olmalıdır.13

Heidegger’e göre insan varoluşunun alametifarikası gördüğümüz gibi kaygıdır. İnsan varoluşu, varlığın içinde kaygıya katlanarak durmaktadır. İnsan varlık nedir sorusunu sorabildiği için kaygılıdır. Peki, insanın bu ayrıcalıklı varoluşunun kaynağı nedir? Esasında gördüğümüz üzere dünyanın içinde olmaktan gelir. Kaygının ayrı bir kaynağı yoktur. Heidegger bunu Varlık tarafından ödüllendirilmişlik olarak görür.14 Varlığın hakikati sorusunu sorabilecek tek varolan olduğumuz gibi iddialı bir söylemin üzerine Heidegger Nietzsche’nin Übermensch’i gibi modern insanın ve hatta Antik Yunan’dan bugüne bütün insanlığın yapamadığını yapmaya soyunur. Varlığın hakikati ve dolayısıyla hayatın anlamı sorusuna girişir.15 “Metafizik nedir?” isimli çalışması bu tür bir sorgulamanın örneğidir. Metafizikten ne kastettiğini anlamak çalışmanın hümanizm eleştirisi kısmı için önemlidir.

2. “Niçin Hep Varolan Var da, Hiç Yok?”: Korku

Metafizik, varolanı, varolan olarak düşünür ve varolanı hep başka bir varolanla görür. Oysa metafizik bu tarz düşünmesini varlığın ışımasına borçludur. Felsefe ağacının kökü Heidegger’e göre metafiziktir. Buna göre “Metafizik varolanı varolan olarak sorguladığı için varolanda takılıp kalır ve varlık olarak varlığa yönelemez.”16 Felsefe ağacının kökü metafizik olduğuna göre felsefe, varlık sorununu dışlamaktadır. Kendi temelini ihmal etmektedir. Fakat başka bir felsefe mümkündür. Heidegger’in metafizik araştırması bunun çabasıdır. Düşünme, metafiziği yani felsefe ağacının köklerini sorguladığında varlığın kendisi üzerine düşünmüş olur. “Metafizik nedir?” sorusu köklerin ve metafiziğin aşılması çabasıdır.17

Varlığın anlamını araştırmada Heidegger’in yöntemi ancak fenomenoloji olabilecektir. Heidegger’in fenomenoloji yaklaşımı kendisini gösterenin (varolan) temelinin görülmesi (varlık) anlamına gelir.18 Fenomenoloji araştırma konusunun içeriğine, kavramına, kurgusallığına, meselesine teslim olmamayı gerektirir. Şeyin kendisinin nasıl olduğunu araştırır.19 Varlığa ilişkin metafizik kaynaklı peşin hükümlere, varolan içinde bilgiye, kavramsal çerçeveye sahibiz dolayısıyla varlığın anlamının peşine düşmek için öncelikle yeni bir terminoloji gerekir.20 Heidegger’in zor dili bu bağlamda tesadüfi değildir. “Varlık ve Zaman” adlı eserinde varlığın anlamı sorusunu çözmek için yola çıksa da Dasein’in zamansallığının ötesine gidememiştir. “Metafizik nedir?” konulu dersi bu soruyu sormaya devam ettiğini gösterir.

Peki, bu soru gerçekten neden önemlidir? Heidegger’e göre metafiziğin aşılması, varlıkla insan arasında asırlardır kesilmiş olan bağın yeniden kurulması için önemlidir. Ancak bu bağ sayesindedir ki insan “varolma” durumuna ulaşır.21 Varoluş başka bir şeydir, varolma başka; varoluş sadece insanın varlığını ifade eder. Varlığı unutup başka şeylerle avunmaktadır insan.22 Her tarafta metafizik bir düşünme hakimdir. Bu düşünme varolan tarafından ve ondan çıkarak yapılır. Düşünmek yerini, “varlığı dinleyen” düşünmeye bırakmalıdır. Düşünmeye patikalar açmak gerekmektedir. Gördüğümüz gibi Heidegger’in düşünmek dediği rasyonel insanın mantıksal açıklamalar yapması değildir. Bu kısım hümanizm eleştirisi kapsamında tekrar irdelenecektir.

“Metafizik nedir?” sorusunun öneminden, yönteminden bahsedildikten sonra Heidegger’in soruyu çözümleme çabasını izlemek heyecan vericidir. Böyle büyük soruları ortaya koyuşu kadar ne cevap verdiği de son başlıktaki Nazizm’e meyleden felsefe meselesi için önemlidir.

Metafiziğin temelinin sorgulanması olan “varlığın hakikati üzerine düşünme” şu soruyu sorar: “Niçin hep varolan var da, Hiç yok?23 Varlığın hakikatini düşünmek üzere yola çıkan Heidegger hiç üzerine düşünmekten başlar. Hiçle yüzleşmeden nasıl bu kadar şeye “vardır” diyebiliyoruz? Bütün bilimlerde egemen olan yaklaşım varolanın araştırılmasıdır. Bilim yapan insan varolana adım atar ve onun için mevzubahis olan sadece varolandır. Hiç değil. Bilim hiç hakkında soru sormaz, zaten olmayan bir şey diyerek yadsır.24

Mantık içinde düşünmekle bu soruyu sormak imkânsız olduğundan bilimin yadsımasında şaşılacak bir şey yoktur. Mantık kurallarıyla hiç nedir sorusunu sorduğumuzda vereceğimiz yanıt “...” dır şeklinde olacağından varolanın tersi olan hiçe bir anlam yüklemiş oluruz. Soru mantıksızdır. Mantık açısından cevaplanması olanaksızdır. Hiç varolanın değilinden başka bir şeydir. Hiçi arıyorsak onun varolduğunu kabul etmekteyiz. Varolanın içine atılmışlığımız ve varolana sarılmışlığımız ise hiçi hep gizlemektedir.25 Oysa korku anlarında hiçle karşı karşıya gelmekteyiz. Korku bir şeyden ürkme anları değil, temelden her şeyin sarsılması anlarıdır. Varolan korkuda dengesini yitirir.26 Bu anlarda dil tutulur, varolan kaybolur, dayanaklar yiter, hiç açığa çıkar. Heidegger hiçi korkudan çıkarak soruşturur.27 Hiç, burada yine belirtilmelidir ki, varolanın değillemesi değildir. Hiç, varolanı korku olarak sıkıştırır ve varolana raydan çıkma imkânı verir. Heidegger bunu hiçin hiçmesi olarak tanımlar.28 Hiç sayesindedir ki insan varolması, varolanlarla karşı karşıya gelir. Hiç, varolanın varolan olduğunu ama varlıktan ve hiçlikten farklı olduğunu açığa çıkarır. İnsandaki var-olma Heidegger için hiçin içine bırakılmak kapısına çıkar.29 Hiçin varolanların kökü olduğunu yani hiçtiği iddia ettikten sonra insandaki var-olmanın, varolanları yaşadıkça hiçten uzaklaştığını belirtir. İnsanın kamusal yüzeysellikten arınması ve varolanların yoldan çıkması için hiçin bekçisi olması gerekir.30 “Varolmanın gizlenmiş korku temeli üstünde Hiç içine bırakılmışlığı, bütününde Varolan’ın ötesine geçmektir: aşıştır.”31

Hiçin bu tarz ortaya koyuluşu metafizik tarihinin temel varsayımını yıkmaktır: “Ex nihilo nihil fit” (Hiçten hiçbir şey çıkmaz), Antik Yunan’dan Hristiyanlığa oradan modern zamanlara korunarak gelmiştir. Metafiziğin sorgulanması açısından ve varlığın anlamı sorusu bakımından bu temel Heidegger ile yıkılmıştır. Sonuç saf varlık ve saf hiçin aynı olmasıdır: “Ex nihilo omne ens qua ens fit” (Hiçten tüm varlık olarak varlık çıkar). İnsan ancak varolanları bünyesine katarken hiçi de bilirse, bilimden ve mantıktan farklı olarak hiçi de ciddiye alırsa işte o zaman Nietzsche’nin deyişiyle putların batışı gerçekleşebilir.32

Hümanizm eleştirisi de bu bağlamda okunabilir. Metafiziğin ne olduğu, varolanın aşılmasının hiçi muhafaza etmek olduğu ve varlık unutulmuşluğunun aslında hiçi ve ölümü unutmak olduğu bilindikten sonra, Hümanizm eleştirisi soyut bir modernlik eleştirisi olmaktan çıkıp somut içerikler kazanabilir. Şüphesiz ki Heidegger’in yaklaşımı nihilist ezgileri fazlasıyla barındırmaktadır. Ancak bu nihilizm edebi düzeydeki nihilizmden farklı olarak yapmacık değil, ölümcüldür. Varlığın hiçliği yaşamın ölümlülüğüne denktir. Heidegger’e göre Dasein’ın her günkü işi ölüme doğru varoluştur. Varolanlar, gündelik hayat ve kamusal alan ölümün hakikatini dikkatten kaçırmak üzerine kuruludur.33 Dünyada varolanların hepsinin tekdüze, bayağı, anlamsız olduğu ve varlığın anlamının hiçte bulunabileceği nerden bakarsak korkutucudur.34 Spinoza’nın Etika’da dile getirdiği şu meşhur önermeyi bu sefer bir eleştiri olarak tekrarlar gibidir Heidegger: “Hür bir insan yani yalnız aklın emrine göre yaşayan insan hiçbir şeyi ölümden daha az düşünmez ve onun bilgeliği ölüm hakkında değil, hayat hakkında derin bir düşüncedir35