Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Çevre Hakkının Anayasa Mahkemesi Önünde Bireysel Başvuruya Konu Edilebilirliği ve Konuya İlişkin Olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yaklaşımı

The Admissibility of the Right to Environment Subject to Individual Application before the Constitutional Court and Approach of the European Court of Human Rights on the Issue

Cemre Edip YALÇIN

Sanayileşme, kentleşme ve hızlı nüfus artışı olgularına bağlı olarak insan yaşamı üzerindeki etkisi yoğunlaşan çevre sorunları, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren uluslararası bir insan hakları meselesi haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (“Anayasa”) madde 56 hükmü tek başına, çevre hakkının bireysel başvuru bağlamında konu bakımından yetki kriterini Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi (“AYM”) nezdinde sağlamamaktadır. Bu nedenle, AYM’ye çevre hakkına dayanılarak yapılan bireysel başvurularda öncelikle konu ve kişi bakımından kabul edilebilirlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığının tespit edilmesi önem arz etmektedir. Kabul edilebilirlik şartını sağlayan bireysel başvuruların esas bakımından incelenmesi aşamasında ise AYM’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) içtihatlarına paralellik gösteren bir yaklaşımı tercih ettiği gözlemlenmektedir. Ne var ki, AİHM içtihatları ile uyumlu gözüken AYM’nin bu yaklaşımı, Türkiye’deki pek çok çevre sorununun anayasal düzlemde bireysel başvuru yoluyla çözüme kavuşmasını sağlamakta yetersiz kalabilmektedir.

İnsan Hakları, Çevre Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi, Bireysel Başvuru, Kabul Edilebilirlik Kriterleri.

Environmental issues, whose impacts on human life has been intensifying due to the phenomena of industrialization, urbanization and rapid population growth, have become an international human rights matter since the second half of the 20 century. In the context of individual application, the provision of article 56 of the Constitution of the Republic of Turkey (“Constitution”) does not alone provide the jurisdiction criteria in terms of the right to environment before the Constitutional Court of the Republic of Turkey (“Constitutional Court”). It is therefore significant to primarily determine whether admissibility criteria are met in terms of and in individual applications applied to the Constitutional Court on the basis of right to environment. It is further observed that the Constitutional Court prefers an approach, which is quite parallel to the case law of the European Court of Human Rights (“ECHR”), at the stage of merits of the individual applications that had already met the admissibility criteria. Despite the fact that the said approach of the Constitutional Court appears to be compatible with the ECHR’s case law; such approach may be inadequate to ensure remedies on the constitutional level by way of individual applications for many environmental issues in Turkey.

Human Rights, Right to Environment, European Court of Human Rights, Constitutional Court, Individual Application, Admissibility Criteria.

Giriş

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren küresel ölçekte gerçekleşen teknolojik gelişmelerle beraber sanayileşmenin hızlanması, kırsal alanların terk edilmesi sonucu kentleşmenin artması, ekonomik kalkınmanın yükselmesine bağlı olarak refah seviyesinin yükselmesinin ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmasının sonucu olarak nüfusun artması ve 1980’li yıllardan itibaren yaygınlaşan neoliberal ekonomi politikalarının kar odaklı uygulamaları olgularına paralel bir şekilde ciddi çevre sorunları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu bağlamda, neoliberal ekonomi politikalarının küresel piyasalarda baskın bir şekilde uygulanmaya başlamasıyla beraber çevrenin korunması ve ekonomik çıkarlar arasındaki çelişki gittikçe derinleşmiştir. Bu neden sonuç ilişkisine bağlı olarak çevre sorunlarının dünya çapında yayılması, çevrenin korunması için çeşitli uluslararası girişimlerin başlatılmasına yol açmıştır. Çevre sorunlarına karşı hukuki düzlemde telafi sağlayacak mekanizmaların arayışı, ortaya çıkan zararlardan kimin sorumlu tutulması gerektiği, doğrudan insan sağlığının ve yaşam hakkının çevre sorunlarından etkilenmesi karşısında devletin yükümlülüklerinin neler olduğu gibi tartışmalar ulusal ve uluslararası düzeyde çevre hakkı kavramının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu bağlamda, uluslararası hukuk alanında çevre hakkı ilk kez Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 1972 tarihli Stockholm Konferası’nda (“Stockholm Konferansı”) gündeme gelmiş ve bu konferansın sonunda ortaya çıkan bildirinin 1. maddesi uyarınca “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel haklarına sahiptir” ifadesine yer verilerek ilk kez sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına açıkça yer verilmiş ve konferansa katılan devletler çevre hakkını bireysel bir hak olarak da tanımışlardır.1

Çevre kavramını yalnızca hukuki terminolojilerle tanımlamak mümkün değildir. Zira çevreyi oluşturan unsurların belirlenmesi ve çevrenin korunması için yapılması gerekenlerin saptanması disiplinlerarası bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak, çevre hakkının Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi (“AYM”) önünde bireysel başvuruya konu edilmesi tartışmasına geçebilmemiz için çevre ve hak kavramı arasındaki bağlantının ortaya konulması gerekmektedir. Bu çalışmada “çevre” kavramı ile ekolojik açıdan dengeli işleyişine kendi kendine devam edebilen, canlı veya cansız yaşam formlarının etkileşim içinde bulunduğu, sınırlı olmayacak şekilde fiziki, biyolojik, ekonomik ve sosyal ortamın bütünü kast edilmektedir.2 Ayrıca bu çalışmada çevrenin daha çok fiziksel özelliğine odaklanılacak ve insanın çevre ile olan ilişkisinde yarattığı tahribat insan haklarının korunması açısından ele alınacaktır. Bu kavramsal çerçeveyle paralel olarak, çevre hakkının konusunu ekolojik açıdan dengeli işleyişine kendi kendine devam edebilen ve bu işleyişi insan müdahalesiyle bozulmamış bir çevrede sağlıklı bir şekilde yaşama hakkı oluşturmaktadır. Dolasıyla bu çalışmada çevre kavramının bir insan hakkı konusu olarak kabul edilmesinde Semiz’in ifade ettiği “Çevre hakkının konusunu oluşturan ekolojik açıdan dengeli çevre; toprak, su, hava, iklim, bitki örtüsü, biyolojik çeşitlilik, kültüre ve tabiat varlıkları başta olmak üzere çevrenin tüm öğelerinin doğal yapılarının korunduğu; kirlilikten uzak tutulduğu bir çevredir3 çevre tanımı esas alınacak ve insan eliyle yapılan çevresel tahribatlar sonucunda kişilerin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ile maddi ve manevi bütünlüklerinin korunması hakkının çevre hakkı kapsamında bireysel başvuru yoluyla korunması meselesi değerlendirilecektir. Her ne kadar çevre hakkına ilişkin çevrenin tek başına bir değer olarak korunmasını savunan ekosantrik temelli yaklaşımlar4 olsa da hem çeşitli uluslararası sözleşmelerde hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) içtihatlarında hem de Anayasa Mahkemesi kararlarında çevre hakkı yoluyla kişilerin başta yaşam hakkı, maddi ve manevi bütünlükleri ve sağlıklı çevrede yaşama haklarının korunduğu vurgulandığı için bu çalışmada da insan merkezli (antroposantrizm) bakış açısına göre5 değerlendirmeler yapılacaktır.

I. Çevre Hakkının Hukuki Kapsamı ve Niteliği

Çevreye yönelik sorunların giderilmesinde ve çevrenin korunmasında çevre hakkının başlı başına bir hak olarak kabul edilmesi insan hakları mücadelesi bakımından oldukça önemli bir işleve sahiptir. Çevre hakkı, insan hakları teorisi bakımından dayanışma hakları olarak isimlendirilen üçüncü kuşak haklar arasında yer almaktadır.6 Üçüncü kuşak hakların en belirgin özellikleri; insanlar için gerekli olan dayanışma ortamını yaratabilme amacını taşımaları ve insanca bir toplum yaşamı sürdürülmesi düşüncesini temel almalarıdır.7 Bu nedenle üçüncü kuşak haklar aynı zamanda dayanışma hakları olarak da anılmaktadır. Çünkü bu üçüncü kuşak haklardan doğan sorunların yalnızca dayanışma içerisinde çözülebileceği kabul edilmektedir.8 Dolayısıyla üçüncü kuşak haklardan bahsedildiğinde hakkın öznesi olarak bireyin yanında bireylerin oluşturdukları gruplara da vurgu yapılmaktadır.9 Uygun’un da altını çizdiği üzere, çevre hakkını bireylerin bizzat gerçekleştirebilmesi için bireylerin yalnızca özgür olması yeterli olmamakta; bireyin, kendisinin de dahil olacağı şekilde, ilgili her kişiden veya gruptan hakkın uygulanmasını sağlamak üzere dayanışmasını talep etmesi söz konusu olmaktadır.10 Bir diğer ifadeyle, dayanışma hakkı olarak çevre hakkının layıkıyla gerçekleştirilmesi için sadece devletlerin değil aynı zamanda kişilerin, özel hukuk tüzel kişilerinin hatta uluslararası örgütlerin de pozitif ve negatif yükümlülüklerini bir arada yerine getirmesi gerekmektedir. Neticede, çevre hakkının yararlanıcıları aynı zamanda çevre hakkının ödev sahipleri olarak karşımıza çıkmaktadır.11

Çevre hakkının korunması meselesinde dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise kişilerin hem hak sahibi olması hem de ödev sahibi olması nedeniyle çevre hakkının kişiler yönünden hak ve ödev boyutunu iç içe geçirmesidir.12 Bu bakımdan da çevre hakkı, geleneksel insan haklarından ayrılmakta çevre hakkının sahibi olmak aynı zamanda bu hak sahiplerine bir ödev de yüklemektedir. Çevre hakkının bu hak ve ödev diyalektiği oldukça özgün bir durum olarak karşımıza çıkmakta,13 sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip kişiler bununla beraber bu çevreden yararlanabilmek adına çevreyi korumak ve geliştirmekle de yükümlü tutulmaktadır.14